bugün

herkesin özel, benzersiz ve eşsiz yaratıldığına olan en gerçekçi inancımız.
Yalnızlık; yatarken telefonunun nerde olduğunun önemsiz olmasıdır.
'asıl yalnızlık; yalnız hissetmenize sebep olacak kişilerle yaşamak zorunda kalmanızdır'dır demiş paul auster.
denildiğinde aklıma, sadece cem adrianın muazzam şarkısı ve klibi gelen hede.
insanin icinde yaşadığı hisdir,gercek anlamda kimse Yalnız değildir,kendini yalnız hissetmek istersin ve yalnız olursun.
Çok fazla kalındığı durumda insana kendine baya alıştıran durumdur. Sonra biri gelir zor alışırsınız ama alışırsınız.
kitap mı okusam, televizyon mu izlesem diye düşündürdükten sonra insanın face' de takılmasına neden olan zıkkın kökü!
'' Yalnızım... Bunca acı tek bir söze nasıl sığabiliyordu? ''*
(bkz: gece yatağın yanı başında duran bir bardak su)
sanırım en iyi gelen şarkıdır yalnız insanlara.

http://www.youtube.com/watch?v=_o6Ynfs1FqU
aklında olan şeylerin yanında olmamasıdır.
paylaşamadığın tek şey çok garip!
Bilimsel araştırmalar kanıtlamıştır ki ömür torpusudur.
öncelikli not: işbu entry, http://www.youtube.com/watch?v=Z5FTvGZZmoM eşliğinde yazılmıştır.

http://resimler.manzara.gen.tr/…-dag-evi-10155.html

ben böyle bir evde yaşamak istiyorum, tek başıma. etrafta kimse olmasın. gür bir ormanın içinde olayım. teknoloji olmasın. küçük bir bahçem olsun, kendim yetiştireyim istediğim şeyi. iki üç hayvanım olsun, sütümden yumurtamdan eksik kalmayayım.

ayda bir yürüyerek, medeniyetin olduğu neresi varsa, oraya gideyim. binlerce kitap alayım, binlerce. tüm gün okuyayım, evimde. dert olmasın, tasa olmasın.

varendamda otururken hayal ediyorum kendimi. yeşil bir elbise var üzerimde. başımda, saçlarımı kimse görmesin derdi olmadan bağlanmış, beyaz bir yemeni. aradan saçlarım çıkıyor hatta, huzurumdan uçarcasına... sandalyemde oturmuş, kitap okuyorum.

bu anlattığım, bir çeşit tedavi görürken psikoterapi esnasında kurduğum hayaldi. herkes o kadar güzel şeyler düşünmüştü ki... benim hayalimse buydu. ama, saatlerce ağladım bu hayalim yüzünden. çünkü bize, en sevdiğimizi düşünmemiz söylendi yanımızda. ben yanımda düşünecek kimseyi bulamadım. benim huzurum yalnızlığımmış, iyice anladım. ama o da mümkün değil.

allah kerim, belki yaşarız hayallerimizi... belli mi olur?

yalnızlık, en büyük çaresizliğimdir benim.
Yalnızlık elektrik faturasına bakıp bu ay ne cok gelmis hanım diyememektir.
kendini, kendinle konuşurken yakalamaktır bazen.
pek güzel bir candan erçetin şarkısı, sözlerini de yazalım tam olsun:

geldiğim günden beri hiç
bırakmadı peşimi.
köşe bucak kaçsam da
sabırla sürdü izimi.
önce anne kucağından
sonra aşk mutluluğundan
eninde sonunda
ayırdı beni.

yalnızlık kalbimin
ilelebet sahibi.
hiç terketmez beni o en
sadık sevgili.
ben kurtulsam bile o gelir
bulur beni.
kimsesiz akşamlarda,
karanlık kollarında,
öldürür beni.

çıktığım her aşk yolunda
hemen girdi koluma.
mutluluktan uçarken ben
pusu kurdu yoluma.
bazen kendi kararımla,
bazen kader oyunuyla,
eninde sonunda
sarıldı bana.
dil chahta hai adındaki aamir khanın oynadığı bir filmde çalan bir şarkıymış, şöyle bi şey.

http://www.youtube.com/watch?v=aPOQwygXJv8

insan ilginç arkadaşlara sahip olunca bunları öğreniyor. o değil de bu hint filmlerinde tüm sevenler neden kavuşuyor, gerçek hayatta öyle bi şey yok. ama olabilir de.
gözüne birşey kaçtığında üfleyecek kimsenin olmamasıdır.
Paylaşacak şeylerin olduğu halde çevrende paylaşabileceğin kimse olmamasıdır özet olarak.
Red-Kit in durumu gibi birşeydir.
tarikat mi kurdunuz aksam aksam zaten cani sikkin olan insanin gormek isteyecegi en son baslik budur.
ellerim hep üşür benim. doktor 'kansızlık' der ben 'yalnızlık' .
içi boşaltılmış bir kavram. içini oymakla kalınmamış, farklı bir anlam da yüklenilmiş. sevgilisiz kalmak ile yalnız olmayı bir tutar olmuş insanlar. alt katımızda yaşlı bir kadın oturuyor. fazla zaman olmadı taşınalı. yeni taşındı sayılır.

anneme sıklıkla tembih ediyordum. kadın yalnızmış. hem sen sıkılmazsın, hem de o. birbirinize gidip gelin diyordum. bir gün; eve geldiğimde hiç kimse yoktu. aldırmadım. aşağı kata indim. zile bastım. annem kapıyı açtı. misafirler kapı açar mıydı? ne de çabuk yakınlaşmışlardı böyle. arkasından kadın da geldi. kadını son kez görüyormuş gibi baktım. ne kadardır ağlıyorlardı? "dört şiş göz." ne oldu diyemeden anahtarı elime tutuşturdu annem. kapıyı iştahla kapattı.

eve geldi. hayırdır dedim. ne oldu? biliyordum. bu yaşlarda bulunan bir kadın, neden yalnız olurdu? aynı tiyatronun farklı bir yerdeki gösterimi değil miydi? oyuncular farklı, ama oyun hep aynıydı. kadın, 15 yıl önce boşandığını söylemiş. yakın zamana kadar, kızı ve damadı ile birlikte aynı evde yaşıyormuş. damat, artık bu işten sıkıldığını gizlemiyormuş. her akşam yemeği kavganın başlangıcıymış. sonra; aynı şeyleri kızının yaşamasına engel olmak için buraya taşınmış. annemin gözleri doldu. bu hale düşmekten mi korkuyordu? bana güvenmiyor muydu bu kadın? babama bile güvenmişti. bana neden güvenmiyordu? kızmıştım. altı yıl önce babam da bizi terk etmişti. dokuz yıl sonra bu hale geleceğini mi düşünmüştü? "düşünsün" yanılıyordu. ben varken böyle bir şey olmayacaktı.

ne zaman bir araya gelse bu iki kadın, ağlıyorlardı. işte insanları birbirine yaklaştıran şeyler; bunlardı. ortak acıya sahip insanlar arasında garip bir yakınlık kuruluyordu. aynı anda, aynı duyguları yaşamak insanları yakınlaştırıyordu. bir sorun yok muydu? birbirlerini gördüklerinde, hep ağlayan yüzleri aklıllarına gelmiyor muydu? sürekli eskiyi çağırmıyorlar mıydı? yaşlı kadın yalnızdı ama böylesi daha kötü değil miydi? artık ben gidecektim. hem ağlayan insanlara da alışıktım.

işten döndüm. bugün yaşlı kadının yanına dördüncü kez gidiyordum. artık, zihnimin içindeyken de kadını çağırıyorken "yaşlı kadın" olarak değil de, "teyze" olarak çağırıyordum. başka bir gün; kaç yaşında gösteriyorum deyip gülmüştü. tuzaktı. bilmiyorum demiştim. tahmin ettiğimden on yaş küçük çıkmıştı. insan yaşının yıllarla alakası yoktu. yaşanmışlıklarla alakalıydı. hayatından altmış üç yıl geçmişti ama yetmiş beş yaşındaydı. atalarımız bu yüzden mi ‘yaş’am demişlerdi?

başka bir gün; bana eski kocasını anlattı. şu an genç bir kadınla evli olduğunu ve muhtemelen ölürse mutluluktan öleceğinden bahsetti. kadın kızımdan büyük müdür bilmiyorum dedi. güldü. insan, hislerini gizlerken de gülüyordu. insan beyninin çağrıştırma mekanizmasından nefret ediyordum. aklıma çocukluğumdan beri dosluğum olan, yakın arkadaşım geldi. daha geçen gün dost meclisinde "yalnızım dostlarım" deyip kadeh kaldırmıştı. gülmüştüm. insanın yalnızken nasıl dostu oluyordu? böylelerine dostluğum fazlaydı. küçükken olsa burnunun tam ortasına yumruk vururdum. vurmamış mıydım sanki? insan, çocukken kendini tutmak için uğraşmıyordu. geçiriyordu yumruğu. insan bu yüzden mi özlüyordu çocukluğunu, büyüdüğünde kendini sınırladığı için miydi hep?

başka bir gün komedi dizisi izliyorduk. onunla dram izlemek delilik olurdu. her espriye gülüyor, göz ucuyla kadına bakıyordum. neden gülmüyordu bu kadın? neden işe yaramıyordu bu sürü psikolojisi? kahkaha efektlerini bu yüzden koymuyorlar mıydı? “birkaç kişiye daha ihtiyacım var.” mutlu aile tablolarına dayanamıyor, ağlıyordu. üç dakika önce gülerken, nasıl oluyor da şimdi ağlayabiliyordu? işte insan hislerini gizlerken de gülüyordu.

bu kadın bana çevremde bulunan insanların ikiyüzlülüğünü gösterdi. o'nun yalnızlığı yanında, facebeook'ta durum güncelleyip, yalnızım diye ağlayan kızın yalnızlığı hiçbir şeydi. hem yalnız bile değildi o kız. sevgilisi yok diye ağlayan çocukluk arkadaşımın yalnızlığı? hiçbir şeydi. dostu varken nasıl yalnız oluyordu? sen mi yalnızsın diye sorduğumda da "kalabalıktaki yalnızlık" diye geveliyordu. bir de kılıf bulmuyorlar mıydı. deli oluyordum.

yalnız insan böyleydi. herkes gibi yaşamıyordu hayatını. başkaları yaşıyor, ama o yaşlanıyordu.
yalnızlıktır.
güncel Önemli Başlıklar