bugün

sanırım 29 mayıstan itibaren yoktur.
silahlı mücadelede taş üstünde taş bırakmayıp,masada varını yoğunu kaybeden dış politika türüdür.masada kazanmak için ise siyasi istikrar lazımdır.türkiye cumhuriyetini temsil eden kişinin gerektiğinde yumruğu masaya vurmasını halkın bekası için bilmelidir.
gerçekten dış politikadır. içte üretilemeyendir.
klasik denge vari türk dış politikasının terbiyesizlik ve tembelliğe dönüştüğü bir vaka için (bkz: abdullah hamad al attiyah)
Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy, Türkiye'ye yapacağı ziyaretle ilgili olarak yaptığı açıklamada "Benim için Türkiyeye G20 konusundaki istişarelerim çerçevesinde gelmek, tıpkı en büyük ortaklarımız Amerika Birleşik Devletlerine, Hindistana veya Çine yaptığım ziyaretler gibi, yapılması gereken bir şeydi. Dolayısıyla, bu ziyaretin birinci hedefi, fikirlerini ve ümit ediyorum desteklerini almak üzere, en yüksek düzeyde Türk yetkililerle G20 Fransa Dönem Başkanlığı takvimi konusunu derinlemesine tartışmak olacaktır." diyerek, ülkemize Fransa Cumhurbaşkanı olarak değil G20 dönem başkanı olarak geldiğinin ısrarla altını çizdi.

Biz ise haberlerde "19 yıl aradan sonra, Fransa'dan Türkiye'ye Cumhurbaşkanı düzeyindeki ilk ziyaret gerçekleşiyor." diyerek, kamuoyunda tam tersi bir hava estirip komik duruma düşüyoruz. Sarkozy G20 zirvesi başkanı sıfatı ile ve sadece 5 saatliğine bu toplantı için ülkemize gelerek, türkiye'ye fransa'nın bakış açısı ve politikası ile ilgili vermek istediği mesajı net bir şekilde aslında türk siyasetine ve kamuoyuna verdi.

Peki biz ne yapıyoruz?. Bu kişiye cumhurbaşkanı seviyesinde bir karşılama töreni düzenliyoruz. Şimdi bazıları şöyle diyebilir "Türk misafirperverliğini göstermek ve utandırmak istedik". Bende onlara diyorumki eğer dış politikada kararlılığını ve dik duruşunu göstermezsen, sana yapılan ne ise onu aynı karşılıkla cevaplamazsan, asla dikkate alınmazsın ve şamaroğlanına dönersin.

edit: gerçi bu yorumumu ne okuyan ne de oylayan olmuş ama benim yaptığım yorumun tam tersi bir durum olduğu için yazımı düzeltmem ve ileride okuyanları hataya sevk etmemem gerek.
Franda cumhurbaşkanı sarkozy, g20 dönem başkanı olarak geldiği türkiye'de en alt düzeyde resmi protokolle karşılanmış ve hatta sarkozy'nin daha önce cumhurbaşkanımızın fransa ziyaretinde yanında yaptığı sakız çiğneme terbiyesizliğine karşı, kendisini günahım kadar sevmediğim melih gökçek'de hem karşılama da hem de uğurlamada ağzında sakızla törene iştirak ederek sarkozy'e en güzel şekilde hakettiği iade ede bulunmuştur. Hakettiği cevabı bu terbiyesize verdikleri için yöneticilerimizi ve dışişlerini kutluyorum.
hükümet ab adaylığı ve gelene kötü davranmak yönüyle türkiyenin itibarı adına çok kötü davranmadı bence. yoksa erdoğan'ın bu adamdan zerre haz etmediği aşikar. ne gelirken ne giderken ağırladılar. bakanlar dahi gitmemesinin üstüne birde (bkz: sarkozy ye sakızlı uğurlama) yaşandı. melik gökçek mecburen bana kaldı uğurlama bile dedi. böylece iletilmiş oldu mesaj basınla. şimdi de bunu yapınca kaos,terbiyesizlik diyen oldu. dış politika zor be. en iyisi ahmet necdet sezer,mesut ve ecevit gibi lüks konutundan dışarılara hiç çıkmamak.
Atatürk döneminde neo-fonksiyonalist olan şimdilerde ise "özür dileyin yoksa küseriz,tüm ilişkileri keseriz" şeklinde aciz bir hal alan, içler acısı, acınası politikalardır.
kınamak, bıçağın kemiğe dayandığını belirtmek ve sabrımız taşıyor mesajı vermekten ibaret olan ancak asla aksiyona dönüşmeyen politikalardır.
do, re, mi, fa, sol, la, si ve ince do'dan ibaret olan politika.
iç ne ki dış ne olsun?
içi seni yakar dışı beni...
tam manası ile güdümlü füzedir.
güdeni bilmeyen yok.
maffolmuştur, atatürk'ten sonra kıbrıs harekatı dışında aldığı özgürce tek bir karar dahi yoktur.
devamlı gülümseyen bakanımız sayesinde iflas etmiş politikadır.
komşularla sıfır sorun diye yola çıkıldı, suriye ile ortak bakanlar kurulu toplantısı yapıldı, düğünlere gidildi ailece, şerbetler! içildi.
o zamanlar muhalefet (özellikle bahçeli) bu politika tutmaz minvalinde açıklamalar yapıyordu.
sonuç: 'oğlum bak git' videosundaki ergen e benzeyen bir ülke.
sürekli atar var ama çöpçü fırçanın sapını gösterince kaç.
amerikaya yalakalık yapmak.
bu dönemde adını ahmet davutoğlu yönetiminde türk dış politikası olarak revize etmek doğru olacak. zaten 2002'den beri bu böyle. önce danışman olarak sonra da bizzat bakan olarak prof. davutoğlu dış politikayı yönlendiriyor.

ne yalan söyleyeyim ilk başlarda hoşuma gidiyordu stratejik derinlik kavramı ekseninde yönetilmeye çalışılan dış politika. uzun süredir yönünü kaybetmiş siyasete kimlik kazandırmaya çalışıyordu. birçok yeni ülkeyle ilişkiler kuruluyor, vizeler kaldırılıyor, komşularla sıfır sorun politikası yürütülmeye çalışılıyor. ancak ne olduysa oldu dış basında da sıklıkla çıkmaya başlayan bölgesel güç ve yeni osmanlı övgüleriyle de bağlantılı olarak politika sapmaya başladı.

hemen hemen tüm komşularımızla "sıfır sorun" yerine "sırf sorun" açmazında sıkıştık, bölgesel güç olacakken israil ve suriye tarafından uçak ve gemimize yapılan açık saldırılara bakakaldık, afrika dışında diplomatik etkinliğimizi artıramadık...

son dönemdeki durum ise ırak için abd'ye askeri teskereyi vermediğimiz için bozulan ilişkiler nedeniyle yaşadığımız büyük zararın sonradan anlaşılması nedeniyle suriye'de olması gerekenden çok daha fazla bir rol üstlenmemizdir. maalesef bu duruş dış politikayı ve ülkeyi büyük bir çıkmaza sürükler görüntüdedir. abd artık daha fazla asker kaybetmek istemediği için orta doğu'yu el altından soft power ile şekillendirmekte ve maalesef bu işte bizi de cepheye sürmektedir. abd'li temsilciler ankara'da dışişleri bakanlığı'nda her gün toplantı yapmaktalar. sonuçlarından zarar görenleri ise haber bültenlerinde görüyoruz maalesef.
ahmet davutoğlu ve ak parti dönemi dış politikasını özetlemek için Stratejik Derinlik mi Dış Politika Sığlığı mı? sorularına cevap bulmak gerekmektedir.
cevap verdi
farun sönmezoğlu nun müthiş dille çok iyi anlattığı paradigmadır. özellikle 1945-1960 arası soğuk savaş dönemi çok iyi anlatılmış. kıbrıs sorunu ise çok iyi bir dille anlatılmış olsa da konu çok karıştırılmış. aynı konudan 2 sayfada bir bahsediliyor kitapta. çünkü 4 farklı ülkenin birbiriyle olan ilişkileri farklı başlıklarda incelenmiş ve bu kitabın kendini tekrarlamasına neden olmuş. onun dışında çok sade bir dile sahiptir.
dış işleri bakanlığı eski müsteşarlarından emekli büyükelçi ali tuygan'ın, 'diplomatik yorum' isimli web sitesindeki yazısından kısa bir bölüm:

"türk dış politikasında mutlak bir geriye gidiş söz konusu. türkiye 5-6 sene evvel demokrasisiyle örnek gösterilen, ortadoğu'da da saygınlığı yüksek bir ülkeydi. şimdi ise demokrasiden uzaklaşan, herkesle kavgalı, ideolojik ve iç politikaya yönelik söylemlerle harmanlanmış bir dış politika var."
son zamanlarda boka batmış politikadır. hiç dostumuz yok, bize güvenen yok. düşmanımız çok. bizim çok zeki halkımız da hala ısrarla hükumeti destekliyor. rezillik kepazelik...
suriye ve ırak'ta ışid'in dallanıp budaklanmasına, kuzey ırak'ta pkk'nın güçlenmesine sebep olmuştur. sonumuz hayrolsun.
eğer son zamanlarda gördüklerimizin ve yaşadıklarımızın hepsi birden bir kurgu falan değil ise, fena halde bocalamakta olandır.

mısırda artık idareyi eline almış olan sisi hükümetiyle neredeyse kanlı bıçaklıyız. bu konuda batılı devletlerin desteğini de alamıyoruz. suriyede esede karşı en düşmancıl tavrı sergileyen ülkeyiz. bu konuda da batının desteğini alamadığımız gibi, bir de durduk yerde iran ve rusya gibi yakın komşularla ilişkilerimiz bozuluyor milli çıkarlara ters olarak. merkezi ırak yönetimiyle aramız bir süredir bozuk. buna esas sebep olarak da türkiyenin son dönemlerde kuzey ırak kürt yönetimiyle olan iyi (belki fazla samimi) ilişkileri gösteriliyordu. fakat son dönemdeki gelişmeler neticesinde görülüyor ki kobane meselelerine paralel olarak kuzey ırak kürtleriyle de aramız bozuldu. barzani erdoğan/davutoğlu ilişkileri bundan nasıl etkilenir onu zaman gösterecek fakat politik açıdan pek de olumlu seyretmeyecekmiş gibi görünüyor.

batı ise erdoğana yönelik tepkilerini her geçen gün biraz daha cesur bir şekilde dile getirmeye başladı. biden'ın açıklamaları bana kalırsa sadece bir gaf olmaktan öteydi. amerikanın türkiye algısını göstermesi açısından oldukça önemliydi. bu bakımdan belli ki batıda "bizim en büyük problemimiz ortadoğudaki müttefiklerimiz" şeklinde bir algı yaratılmaya çalışılıyor. yani bir bakıma abd ve esada karşı koalisyon oluşturmuş olan müttefiklerin kamuoyuna günah keçisi olarak sundukları ülkelerin başında geliyoruz şu an.

öte yandan aynı anda hem ışid tarafından hem de pkk ve türevi örgütler tarafından tehdit altındayız. son zamanlarda sığınmacı adı altında ülkeye alınan milyonlarca insanla birlikte belki bu örgütlerin bazı militanlarının da ülke içine sızmış olmaları ihtimali var. şu şartlar altında, kevgire dönmüş sınırımızda ve metropollerde güvenlik nasıl sağlanacak, tam bir soru işareti.

velhasıl özet olarak aynı anda bu kadar fazla düşmana sahip olup 10 yıl öncesine göre daha dostane ilişkiler geliştirebildiğimiz tek bir ülkenin dahi olmaması galiba başarısızlıkta bir son nokta!
hangi politika hani nerede biz niye göremiyoruz ne zaman çıktı diye şu an sorduğumdur.
hadi herkese yardım edelim de ne kadar enayi bir devlet olduğumuzu gösterelimdir.
(bkz: suriyeliler)
Haramzadelerin kişisel çıkarları etrafında gelişen dış politikadır.
yeni türkiye dönemindeki, besle kargaşayı oysun gözünü şeklinde özetlenebilecek kifayetsizlik.
Her ne kadar hep akp suçlansa da şunu kabul edelim orta doğu bir çöplük komşularımız yarrak kafalı.