bugün

Bugün youtube u açtım, dedim müzik eşliğinde yemek yapayım.
Dedim ki yeni türkü dinleyeyim. Youtube mix i açtım.
iki üç parça sonra Süper baba soundtrack leri çalmaya başladı.

Önce boğazım düğümlendi. Sonra gözlerim doldu. Öyle mal gibi kaldım elimde bıçak, önümde domates.

Tamam dizi çok güzeldi de, esas güzel olan o zamanlardı...
Her an uyuyabilme ve tembellik yapabilme özgürlüğü, her daim sıcacık ve hazır anne yemekleri, sigara, alkol ve küfürün kişinin inisiyatifinde olduğunun bilincinde olunduğu için sansürlenmediği, ayıplanmadığı günler... okul çayları, ahbap kafeteryalar, saçma sapan ama masum aşklar, bakışmalar, el tutmaya çalışırken bile kalp krizi derecesine girilen saf günler.

Her şey pisleşti şimdi. insanlar, niyetler, televizyon, doğa, esnaflar, sosyal ortamlar...
Modernleşeceğiz diye bokunu çıkardık her şeyin, aferin bize.
fiko'nun babalığı bir dizi oyunculuğundan ziyade sanki gerçekten böyle biri varmış gibi hissettiren 90'ların ve belki de türkiye'nin gelmiş geçmiş en güzel dizilerden birisiydi. ben çocuktum yetişemedim ama tekrarlarını izlemiştim. ethem dede'ye fazla tamah edilmesi haricinde günlük gerçek yaşamda ne varsa yaşanmış bu dizide. aile olmak hiç bu kadar güzel anlatılamazdı.
Türk televizyon dizi tarihinin, en kaliteli, en başarılı, unutulmaz dizisidir.
Antin kuntin ilişkilerin olmadığı, yalanın, riyanın, öfkenin, intikamın olmadığı, ailece oturulup izlenebilecek güzellikte bir yapıt.
Bittiğinde sesimin çıkabildiğince ağladığım tek dizidir. Uğruna yüzlerce can yakmayı göze alabileceğime, onun bir tek kelimesi için hayatımı vereceğime inandığım, başımı omzuna yaslayabilmek için koltukta uyuyakalmış numarası bile yapabileceğim fakat hiç bir zaman bana yakın olmayan ve olmayacak yeryüzündeki tek erkeğim babam... Yine yayınlansın, yine senin için izleyeceğim süper olmayan süper babam ..
türk televizyon dizileri tarihinde, bizimkiler ve ikinci bahar dizisi ile beraber, aile kavramını olduğu gibi anlatan içlerinde ki en iyi diziydi. yaşım yetişmedi belki ama, tekrarlarını bir şekilde izleyerek, mafyacılığın olmadığı , zengin lüks villaların içinde entrikalarla geçen, saçma sapan gerilim müziklerinin olmadığı bir diziydi. öyle ki, izleyince, fiko'nun çocuklarını, dedesini, babasını, kardeşi cevdeti, kankası nihatı, mahalledeki esnafı, mahallede yaşanan aşkları vs senaryoymuş gibi değilde, gerçekmiş gibi hissediyordunuz. böyle diziler bir daha asla gelmez. çünkü yaşadığımız gündelik hayat, ilgilendiğimiz şeyler, bu tarz dizilerinin yapılmasını engelliyor kesinlikle.
bana bir masal anlat baba
içinde bütün oyunlarim
kurtla kuzu olsun sekerle bal

baba bir masal anlat bana
içinde denizle baliklar
yagmurla kar olsun günesle ay

anlatirken tut elimi
uykuya dalip gitsem bile
birakip gitme sakin beni

anlatirken tut elimi
uykuya dalip gitsem bile
birakip gitme sakin beni

bana bir masal anlat baba
içinde tüm sevdiklerim
içinde istanbul olsun

. . .
bana bir masal anlat baba şarkısını duyduğum andan itibaren, hala gözyaşına boğabilen bir dizi.. öyledir, ki hala her kişi, izleyen ve de seven her kişi kendisine ait bir parça bulabilir bu dizide..

öyle de içimizdendir, ortamı, muhabbetleri, insani ilişkileri ile; daha jeneriğindeki, şevket altuğun ip tutup da, çocuklarının üzerinden atladığı sahnedeki sıcaklığı bile gönüllerden silinmemiştir. belki de, günümüzde dahi, ''ben bu diziye ait kötü bir sahne bile hatırlamıyorum'' diyebilenler kati biçimde çoğunluktadır.. hele hele, mükemmel biçimde çizilmiş karakterleri de, orta karar bir mahalleye dalsanız, anında ''aa bak bu fiko, bu da nihat; bu da olsa olsa sermet amca olurdu herhalde'' diyebileceğiniz biçimde örülmüştür.. sulhi dölek'in süslü olmayan, yalın ama kesinlikle ütopik düşüncelere yer vermeyen, öyküleri, ve de anlatım biçimiyle taçlandırılmış, ''şimdilerdeyi bırakın'' türk televizyon tarihi, ve de dizileri içinde eşi benzeri olmayacak biçimdeki oyunculukları ile bezenmiştir bu dizi.. ''fiko''su, ''nihat''ı, ''ipek''i, sonradan da ikinci defa fiko'yu kalbinden vuracak ''aykırı elif''i, televizyoncu olma hasretine kurşun bile yiyen ''zeynep''i, her ne kadar evine bağlı olsa da, bir yandan da ''kendi dünyasını yaratmaya çalışan, kendi çizgisine hizmet için ben de burdayım demek isteyen bir alim''i, geldiği zamanlar ortalığı pek bir karışıtıran leman sam'ın en büyük hediyelerinden birisi olan şevval sam'ım hayat verdiği ''deniz''i, şeker mi şeker, şirin mi şirin evin küçük kızı modunda dolaşan ''mine''si, ''ban karı istiyem''i, farklı yollardan deme şeklini bir hayli fazlasıyla yerine getirmiş, biraz huysuz ama ''pamuk dede'' kıvamındaki ''yakup çavuş''u, merhametli, çocuklarına ve de torunlarına değer veren dede ve de bir nebze baba rolündeki ''yusuf kaptan''ı ve de diğer nice karakterleri ile unutulmayacak bir dizidir. her ne kadar, dizi tarihi'ne adını altın harflerle yazdırmış birçok dizi bulunsa da, bu dizinin gönüllerdeki altın kaplı yeri apayrıdır; silinmez harflerle yazılmamış kazınmıştır..

şimdilerde, kolpa dizilerin, ''para kazansın da kim izlerse izlesin, değerli izleyici para getirmediği sürece benim için değersizdir'' fikrindeki yapımcıların, kanal sahiplerinin cirit attığı televizyon dünyasında ve de televizyonlarda gösterildiği zamanlarda cuma günlerinin ayrı bir yeri vardır, kimilerinin hayatında, çünkü o akşamları süper baba'nın akşamıydı. ''bakalım fiko ile ipek'in aşkı hangi noktadaydı, nihat'ın son durumu ne olmuştu; ee ne de olsa, her gerçen hafta dizi en heyecanlı yerinde bırakılıyordu, ki gelecek hafta da diziyi kaçırmak abesle iştigal, diziye de haksızlık olurdu'' diye millet atv abonesi olmuştu yaklık 4-5 sene cuma akşamları. işte böyle giden, geçen haftaların sonunda da, kimilerine göre daha da gitmesi gereken dizi, 1997 senesinde mutlu sonla bitirildi. kimilerinin umuduna umut kattı, kimilerine göre de, ''daha çok anlatması gereken var''dı bu dizinin.. şimdikiler gibi değildi nasıl olsa, ''yapay ortamlarda, dandirik klişe repliklerle şişirilmiş, reyting kaygısı nedeniyle doğuya kaydırılmış dizi setlerinde geçmiyordu bu dizi''
Özlediğim çocukluğumun bir parçası..
son bölümünde fiko ve nihat arasında geçen diyalogla
ağlatmış dizi..

fikret: gitme desem gitmeyecekti düşünsene...
nihat: ona ne dedin fiko? sen ne dedin elif'e?
fikret: yapamam dedim..
nihat: yapamam dedin?
fikret: gitme kal diyemedim. nasıl diyeyim? ben, benim işte. her şey böyle. yani... niye böyle nihat?.. niye böyle be?

nihat: ne durdun? yürü hadi, seni eve bırakayım.
fiko: niye ben böyleyim nihat? niye bu kadar korkağım?
nihat: saçmalama be oğlum, değilsin.
fikret: niye hiçbir şeye cesaretim yok? elif dedi ki bana, hep başkaları ne der diye soruyorsun, dedi. kendim ne isterim diye düşünmüyormuşum hiç... haklı.. düşünmeye bile korkuyorum... sence niye peki böyle nihat? niye? niye söyle? neden kapıp koyuveremiyorum kendimi, neden her şeyi oluruna bırakamıyorum?
nihat: fiko... çünkü sen.. sen var ya sen.. fiko.
fikret: ben buraya hapsoldum nihat. hapsoldum. evler, dükkanlar, ağaçlar, hep aynı şeyler, aynı yüzler, aynı sesler.. yedi yaşında geldim ben buraya nihat! ne hayallerle geldim! kırk yıl sonra halime bak! buranın bir parçası oldum, iskele gibi, durak gibi, sermet'in köşesi gibi-
nihat: fiko...
fikret: yaşıyor muyum, ölü müyüm, taş mıyım, ağaç mıyım, duvar mıyım ben neyim! hayatımın anlamı ne!
nihat: fiko, fiko senin bir ailen var. çocukların var, arkadaşların var fiko..
fikret: çocuklarım, babam, dedem, eski karım, arkadaşlarım, ya ben nihat? ben nerdeyim ya? yetti artık, burama geldi! dayanamıyorum be, nefes alamıyorum ya! ölünce arkamdan iyi adamdı diyecekler, kıyak delikanlıydı diyecekler, fedakardı, ailesine düşkündü, yardımseverdi, hep başkalarını düşünürdü, çengelköy'ün evliyasıydı!
nihat: yapma fiko.. allah aşkına yapma böyle be fiko!
fikret: hadi, hadi gömün beni! ne bekliyorsunuz, şimdiden gömün! yaşamıyorum zaten, yaşamıyorum! yaşasam "sen kendin için ne istiyorsun be adam" diye sorarım, soramıyorum! korkuyorum! sevdiğim insana, bekle ben de geliyorum, diyemiyorum ben be! ölmüşüm ben nihat, ölmüşüm ya! siz öldürdünüz beni, siz! siz!

fikret: beni bu semt öldürdü! allah kahretsin! istemiyorum, istemiyorum, ölmek istemiyorum! durduğum yerde çürümek istemiyorum!!

fikret: istemiyorum! istemiyorum! elif, benim son umudumdu, son çaremdi! bu hapishaneden çıkaracaktı! o benim kurtuluşumdu! gitme demek istedim, diyemedim! diyemedim! diyemedim!! diyemedim nihat, diyemedim!!!
nihat: fiko-
fikret: elif de gitti nihat.. ben gene kaldım.. bittim.. bittim ben nihat...
hayatım boyunca izlerken en çok duygulandığım vede en çok sevdiğim dizi... yönetmenliklerini sırasıyla tunca yönder'in, osman sınav'ın,kartal tibet'in ve feyzi tuna'nın yaptığı 1993 yılında çengelköy gibi buram buram tarih kokan güzel istabul'un güzide semtinde çekimlerine başlandığı fiko ismiyle şevket altuğ'un başrolu sümer tilmaç'la sevinç erbulak'la payende çizmeci'yle bennu yıldırımlar'la eray demirkol'la paylaştığı türk televizyon tarihinin en mükemmel dizisi olduğunu iddia ettiğim dizi... özellikle dizinin senaryosunu sulhi dölek mükemmel sıcaklıkla o dönemin ailevi zorluklarına yansıtmış dizinin kahramanlarını bize içimizden birileri olarak benimsetmesini de başarmıştır ki bu dizinin kahramanları ne bir ağa babasıdır nede paraya para demeyen zengin evladı zibidinin tekidir ne de aldığının üstüne yatan şerefsiz oğludur. bu nedenle cuma gecelerinin tek adresi, beklentileri karşılayan tek yol olmuştur. şevket altuğ'un mükemmel oyunculuğu dizinin çekildiği mekanın mükemmel müziklerle uyumu, bambaşkadır şukeladır kendinizi alamazsınız içinize çeker sizi. eğer şimdi düşünürken bile gözünüzden yaş gelecek duruma getirecek kadar bir etkisi varsa bu dizinin demek ki bu dizinin üzerine dizi yapılamamıştır yapılamaz o dizi efsane olmuştur. tekrarlarını hatim etmiş olsanız bile yine karelerini aklınızdan geçirirsiniz dizinin. o girişinde oya küçümen'in bana bir masal anlat baba deyişini özlersiniz yine. kısacası bu dizide herkes kendine bir pay çıkarır ki öyle bir göndermeler vardır ki insanlığın nelerden ibaret olduğunu bir kez daha anlarsınız, kavrarsınız, unutamazsınız...
cuma akşamlarını iple çekerdim, ilkokul beşteyim aga, o zaman anadolu liselerinin orta okul kısmı için sınavlara katılıyoruz süper baba bir çıktı cumaları ders çalışmamak için hem bahanem hem o bahane en büyük özgürlüğüm oldu.

herkes her gün istisnasız harıl harıl ders çalışır ben cuma günleri kendimi alim' in yerine koyarak bakıyorum dünyaya (aynen bu diziden çok önce bizimkiler' deki ali' nin yerine kendimi koyup dünyaya baktığım gibi) . akşam olur süper baba müziği bir girer aga, tek göz oda, çıtır çıtır bir soba, dışarıda yağan yağmur veya kar ve tabi ki boran tarzı fırtına.

Sobayla değil müzikle ısınırdı içim, o fülüdün çıkardığı ses o sözler bir de babasız büyüyünce daha bir anlamlı oluyor tabi bizde. Neyse hafta içi çantayı kitabı at top koştur, bazen akşamları yakar top, saklanbaç, yakalanbaç, erik bahçelerinden hafiften yemlen öyle geçerken zaman bu dizi çıka geldi hayatımıza cumalarımızı değiştirdi icabında.

neyse 5 sezon sürdü deniz geldiydi gittiydi, alim birini bulduydu bulamadıydıi, dede öldüydü ölmediydi, fiko evlendi, aga dizi bitti içimize çocuk yumruğu oturdu hayatta unutmam o acıyı.

neyse sınava girdik millet harıl harıl çalışır elenirken biz kazanmışız iyi mi bu dizi bana onu da kaybettirmedi. helal olsun yapanlara, çok sıcacık bir diziydi, her türlü eksisine rağmen çocukluğumuzda artı pozisyondandır.

sevgiler.
Unutursam ne olayım dediğim şahane dizi.
dizi o kadar hayatın içindendi ki, eve girerken ayakkabılarını bile çıkartırlardı.
Şimdi köy dizilerinde bile evlere, rugan ayakkabıyla girildiğini görüyoruz!
(bkz: tüm zamanların en iyi yerli dizileri)
ah çocukluğum dediğim dizidir. nasıl bir iz bıraktıysa hala hüzünlendiriyor insanları. ne heyecanla beklerdik cuma gecelerini.