bugün

Seni anmak her günkü gök armağanımdır benim
Ebedi şadırvansın gün içinde kalbimden.
Sakirt şair.
"Kadının üstün olduğu ama mutlu olmadığı
Günlere geldim bunu bana öğretmediniz
Hükümdarın hükümdarlığı için halka yalvardığı
Ama yine de eşsiz zulümler işlediği vakitlere erdim
Bunu bana söylemediniz
insanlar havada uçtu ama yerde öldüler
Bunu bana öğretmediniz
Kardeşim ibrahim bana mermer putları
Nasıl devireceğimi öğretmişti
Ben de gün geçmez ki birini patlatmayayım
Ama siz kağıttakileri ve kelimelerdekini ve sözlerdekini
nasıl sileceğimi öğretmediniz..."
*
"Anlaşılıyor ki, islâm âleminin kaderi, Türkiye'deki kördüğümün çözülmesine bağlı." tespitini yapmış güzel insan.
iyi şair, güzel insan.

okuldan da bir kaç * üst devrem.
Ve Mona rosa

Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara
Sana doğru uzanan çaresiz ellerimi.
Sırrımı söylüyorum vefakar balıklara:
Yalnız onlar tutacak bu dünyada yerimi.
Koyverip telli pullu saçlarını rüzgara,
Bir çocuğun ardına düşen heykellerimi
Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara...

Bir çevre sağ elimden bulanık suya düştü
Ve boğazımı sıktı parmaklar ince, uzun.
Günahkar toprağıma saçından bir tel düştü;
Sana ne olmuş Rosa, bir derde tutulmuşsun.
Bir ekmek kadar aziz fikirler böyle pişti:
Noel ağaçları ve manolyalar kahrolsun,
Bir çevre sağ elimden bulanık suya düştü...

Şu şapkayı çıkarıp atıyorum ırmağa;
Her şeyim sizin olsun, hep sizin kesik başlar.
Rüyasında örümcek başlarsa ağlamağa,
içine gül koyduğum tüfek ölmeye başlar.
Günahını sırtına yüklenen kaplumbağa
Gibi ölüm önünde öz benliğim yavaşlar.
Öyleyse şu şapkayı fırlatayım ırmağa.

Bu erkekler kokuyu kediler gibi alır
Ve kediler her gece sürünür yastıklara.
Denizleri bahtiyar eden günler kısalır;
Satılmayan çiçekler, zehirli ve kapkara,
Unutulmuş erkekler ve kadınlara kalır.
Bir geyiğin gözleri düşer eriyen kara
Ve erkekler kokuyu kediler gibi alır.

Ve yalnızlık, sigara külü kadar yalnızlık!
Ve toprağın rüyaya yılan gibi girişi.
Sana da Monna Rosa, taş bebeği bıraktık.
Ellerinde kılçıklı balıkların bir dişi.
Senin hatıran gibi büyük, yeni, karanlık;
Senin hatıran kadar Allah ve şeytan işi...
Ve yalnızlık, sigara külü kadar yalnızlık!

Bugün yalnız yağmura tahammül edeceğim;
Ta boğazıma kadar çıkan deli yağmura.
Tüyüme horozdan çok itimat edeceğim,
itimat edeceğim şu belalı yağmura.
Ruhumu bayrak yapıp ben teslim edeceğim
Asılmış bir adamın iki eli yağmura.
Bugün yalnız yağmura tahammül edeceğim.

Bir tren ışığına, güneşe çekmek seni
Ve bir şehir yaratmak, ruhundan Gülce diye.
Parçalanan gemiyi ve yırtılan yelkeni
Katıvermek sessizce söylenen bir türküye.
Ve sonra bir köşede öldürmek ölmeyeni
Ve son vermek bitmeyen, bu bitmeyen şarkıya,
Bir tren ışığına, güneşe çekmek seni.

Sana tavuskuşunun içime girdiğini
Son, en son söz olarak söylemek istiyorum.
içime girdiğini, tüyünü yolduğunu
Son, en son söz olarak söylemek istiyorum.
içimde tavusların bir bir kaybolduğunu,
Bana da bir çift ak kanat kaldığını
Son, en son söz olarak söylemek istiyorum.

Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara
Sana doğru uzanan çaresiz ellerimi.
Sırrımı söylüyorum vefakar balıklara:
Yalnız onlar tutacak bu dünyada yerimi.
Koyverip telli pullu saçlarını rüzgara,
Bir çocuğun ardına düşen heykellerimi
Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara...
umutsuzluk yok...
gün gelir,
gül de açar,
bülbül de öter.
Her okuduğumda onu sen insansan biz neyiz dedirten sairdir.
Çocuk düşerse ölür çünkü balkon
Ölümün cesur körfezidir evlerde
Yüzünde son gülümseme kaybolurken çocukların
Anneler anneler elleri balkonların demirinde

içimde ve evlerde balkon
Bir tabut kadar yer tutar
Çamaşırlarınızı asarsınız hazır kefen
Şezlongunuza uzanır ölü

Gelecek zamanlarda
Ölüleri balkonlara gömecekler
insan rahat etmeyecek
Öldükten sonra da

Bana sormayın böyle nereye
Koşa koşa gidiyorum
Alnından öpmeye gidiyorum
Evleri balkonsuz yapan mimarların.

Sezai Karakoç
~~
Her şiirinde insanin içine işleyen güzel şair, yüreğine sağlık.
Yağmur duası isimli şiiriyle kalbimi çalmış şair...

Ben geldim geleli açmadı gökler
Ya ben bulutları anlamıyorum
Ya bulutlar benden bir şey bekler
Hayat bir ölümdür aşk bir uçurum
Ben geldim geleli açmadı gökler

Bir yağmur bilirim bir de kaldırım
Biri damla damla alnıma düşer
Diğerinde durup göğe bakarım
Ne şehir ne deniz kokan gemiler
Bir yağmur bilirim bir de kaldırım

Nedense aldanmış bir gece annem
Bir kadın gömleği giydirmiş bana
işte vuramadı gökler bana gem
Dinmedi içimde kopan fırtına
Nedense aldanmış ilk gece annem

Biri çıkmış gibi boş bir mezardan
Ortalıkta ölüm sessizliği var
Bana ne geldiyse geldi yukardan
Bana ne yaptıysa yaptı bulutlar
Biri çıkmış gibi boş bir mezardan

iyi ki bilmiyor kalabalıklar
Yağmura bakmayı cam arkasından
insandan insana şükür ki fark var
Birine cennetse birine zindan
iyi ki bilmiyor kalabalıklar

Yağmur duasına çıksaydık dostlar
Bulutlar yarılır gökler açardı
Şimdi ne ihtimal ne imkan var
Göğe hükmetmekten kolay ne vardı
Yağmur duasına çıksaydık dostlar

Ben geldim geleli açmadı gökler
Ya ben bulutları anlamıyorum
Ya bulutlar benden bir şey bekler
Hayat bir ölümdür aşk bir uçurum
Ben geldim geleli açmadı gökler
yaşayan en büyük iki türk şarinden biridir . ikinicisi için (bkz: ismet özel) bir insanı anlatmak çok riskli bir şeydir aslında. anlatacağınız insanı kendi dar ufkunuzun kelimelerine hapsetmek, küçük çaptaki yorum kabiliyetinizin ellerine teslim etmek, daha fazlasını anlayabilecek insana daha azını anlatarak mükellef bir yemek sofrasında aç bırakmak gibi birşey.
bir insanı anlatmak çok riskli bir şeydir aslında. işte sezai karakoç hayatta bana kendisini anlatmam istenince söyleyeceğim her sözün titrek sesimden intikam almaya kalkışacağı birkaç insandan- bu kelime çok sıradan kaçıyor buraya- biridir. yani yürek ister büyük birini anlatmak. sadece hayatta en saygı duyduğunuz yaşayan ve ya yaşamış olan birini anlatmanız istense... işte tam olarak olmasa da yaklaşık buralara tekabül etmekte. bu riskli işi çok da fazla üstüme alma cesaretini gösteremeyip şiirlerine bakmak, sadece bakmak değil incelemek durmak, üstünde düşünmek sonra yine durmak durmak durmak tavsiye edilir...hatta gidin ziyaret edin elini öpün dinleyin kulaklarınız yıllarca duymayacağı şeyleri işitsin de şöyle bir kiri pası gitsin kendisine gelsin.
yaşayan en büyük şair, fikir adamı.. dizinin dibine oturup iki çift kelam dinlenmeli...

"Onlar sanıyorlar ki, biz sussak mesele kalmayacak.
Halbuki, biz sussak, tarih susmayacak.
Tarih sussa, hakikat susmayacak.
Onlar sanıyorlar ki, bizden kurtulsalar mesele kalmayacak.
Halbuki bizden kurtulsalar vicdan azabından kurtulamayacaklar,
Vicdan azabından kurtulsalar, tarihin azabından kurtulamayacaklar.
Tarihin azabından kurtulsalar, Tanrı’nın gazabından kurtulamayacaklar."
Ellerin
Ellerin ve parmakların
Bir nar çiçeğini eziyor gibi
Ellerinden belli olur bir kadın
Denizin dibinde geziyor gibi..
mona roza şiirinin sahibi usta kalemdir. edebiyat hocamız bu şiirden bıktırmıştı vaktiyle ama olsun.
...

sen geldin benim deli köşemde durdun
bulutlar geldi üstünde durdu
merhametin ta kendisiydi gözlerin
merhamet saçlarını ıslatan sessiz bir yağmurdu
bulutlar geldi altında durduk

konuştun güneşi hatırlıyordum
gariptin yepyeni bir sesin vardı
bu ses öyle benim öyle yabancı
bu ses saçlarımı ıslatan sessiz bir kardı

ve güldün rengarenk yağmurlar yağdı
insanı ağlatan yağmurlar yağdı
yaralı bir ceylan gözleri kadar sıcak
yaralı bir ceylan kalbi gibi içli bir sesin vardı

sen geldin benim deli köşemde durdun
bulutlar geldi üstünde durdu
merhametin ta kendisiydi gözlerin
buyuk ustadir. Sezai karakoc un siirlerini okudugumuz icin bile sansliyiz.
Yine akşam oldu,
Yalnızlık omuzlarıma çivisini çaktı yine.
Okuduğum lisenin adidir. Bittiğine şükrettim. Sanirim adinda bi hayir yok.
lise yıllarıma dayanır sezai karakoç ile tanışmam.dayımı ziyarete gittiğimde 3 sayfalık bir fotokopi tutuşturdu elime oku dedi akşam sonra konuşuruz anlam veremeden çıktım elimde buruştura buruştura aylak aylak tuttum evin yolunu.saat gece dönümüne yaklaşırken aklıma geldi aldım elime sayfları açtım ,ilk cümleler dökülürken zihnimden o an durağanlaştı her yer. ''Mona Rosa Siyah güller, ak güller.Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak.Kanadı kırık kuş merhamet ister...'' kimdi bu mono rosa bir çırpıda okudum,tekrar okudum,tekrar ve tekrar. bu nasıl bir şiirdi böyle böyle bir aşk böyle bir sevgi yok olamazdı ya varsa sorusu düştü aklıma ve gece bitmedi bulmalıydım bende mona rosa mı.çok sonra öğrendim mona rosa değilde asıl yazdıranın muazzez akkaya olduğunu ve onun bihaber olduğunu. yıllar geçmiş ben muazzez akkayamı bulamamış ve mona rosa eskimemiş.sen ne büyük adammışsın sezai sen platonik aşıkların pirisin yazıklar olsun seni okumayan nesile.
ha sezai ha ping-pong masası
ha ping-pong masası ha boş tüfek
bir el işareti eyvallah ve tak tak
gözlerin ne kadar güzel ne kadar iyi
ne kadar güzel ne kadar sıcak
tak tak tak
Büyük aşkı Muazzez Akkaya'nın Ping pong şampiyonu oldugunu öğrendiğimde benim için tam anlamını bulan şiirin sahibi, büyük şair..
....bugün
yalnızca
yağmura
tahammül edeceğim.
Sıcak yaz göklerinde
Önde uzanan ovada
Birden bir ışık sağdan
Bir ışık soldan çıkar
Ve bunlar
Şimşek hızıyla birbirlerine ulaşırlar
Bunu halk adak için uğur sayar
Derler: Leyla ile Mecnun buluştular
Bu göz açıp kapama anında
Ne varsa dile muradında
Mutlak yerine gelir arzun
Yerde kavuşmayanlar gökte kavuşurlar
Ve bir uğurlu anda
Kavuşmak isteyenleri kavuştururlar

dizelerinin sahibi büyük şairdir.
hele şu malum kıtasıyla alıp götürmüş, meşhur inci dakikaları yok mu:

--spoiler--
Senin odan gün ışığı en güzel müzik bana
Farklılıklar odası
Giden tren buharları içinde örümcek ağı
Sen güzel örümcek ağı yaşamakla yaşamamak
Doğduğumuz şüpheyle öldüğümüz şüphe arasına gerilmiş
Garip bulut farklı müzik güzel örümcek ağı...
--spoiler--
Haketmeyen bir kadına, mükemmel ötesi bir şiir , hatta birkaç şiir yazmış , efsane şair..
duygularını içinde saklayan, anca kağıtlara kolayca anlatabilen güzel kalpli bir adam.

monna rosa adlı şiiriyle malesef neredeyse magazin malzemesi olmuştur. çok mu lazımdı masumca hissedilen saf, güzel aşkı herkeslerin diline düşürmek?