--spoiler--
Öldürme yetkisine sahip olup da öldürmüyorsan, güçlüsündür.
--spoiler--
ikinci dünya savaşını konu alan en iyi filmlerden bir tanesidir.

en iyisi ise tabi ki italyan yapımı "La vita e bella - hayat güzeldir" filmidir.
güzel filmdir.

çok detaylı izlenmesi gereken, yakın tarihimizde 2. dünya savaşında dünyanın ne hale geldiğini gösteren filmdir.
Müthiş filmdir.
Yahudileri günahım kadar sevmesem de,hayvan gibi yahudi propagandası yapsa da hayranı olduğum iki Yahudi filminden biri. Diğeri için (bkz: life is beautiful)
Filmi yahudi propagandası üzerinden değil de "a" topluluğunun "b" topluluğu ile aynı inançtan olmamasından dolayı "b"nin zulmüne maruz kalması üzerinden değerlendirince dünyada defalarca yaşanmış,yaşanan ve yaşanacak olan lanet olaylardan yalnızca bir tanesini görürsünüz.

Güzel film, ağlatır,ağlatmadığının boğazını düğüm düğüm düğümler.. izleyin izlettirin.
Müzikleriyle dahi içinizi parçalayabilecek bir filmdir. Imdb'de olan yerini fazlasıyla hak ediyor.

Dinlemek isteyenler için: https://www.youtube.com/watch?v=2tcJLZt6Cnc
spielberg yapımı bir drama-belgesel filmdir. bu film gösterime gireli 23 yıl olmuş ancak ilk defa bir şeyler karalamak istedim doğrusu.

bu filme belgesel-drama yerine drama-belgesel diyorum; çünkü belgesel yönüne göre drama yönü ağır basmakta.

bir belgesel eser ortaya koymak istediğinde görsel kurgu sanatçısı -fotoğrafçı, senarist, yönetmen- bir yol ayrımıyla karşılaşır. aktarıcılardan topladığı ikinci el nesnel gerçekliği olabildiğince gerçekte olduğu gibi vermek veya kendi sanatsal, ideolojik, politik, ulusal, felsefi kodlarıyla süsleyip, öznel bakışıyla izleyiciye sunmak...

filmin siyah-beyaz pozlanması bu anlamda tercihin görsel estetik lehine, nesnel gerçeklik aleyhine yapıldığını gösterir ilk kanıttır. her ne kadar spielberg, arşivlerdeki fotoğraf ve film kayıtlarına yaklaşmaya çalıştığını ifade etmişse de, bu nesnel gerçeklikten sapıldığı gerçeğini değiştirmez. zira arşivlerdeki belgeler nesnel gerçekliğin kendisi değil, aktarım araçlarıdır.

filmin yüzde 40'ının el kamerasıyla çekilmiş olması, aksiyon sahnelerinde muhabir gibi davranan kameranın sürekli sarsılması ve ani çevrinmeler, spielberg'in ifadesiyle gazeteci gibi tanıklık etme amacına hizmet ediyordu. ancak aşağıda belirttiğim nedenlerle filmin belgesel olma iddiasına balta vuran çok fazla unsur vardır.

spielberg izleyicide savaşa dolaysız tanıklık ettiği yanılsaması uyandıracak biçimde, savaş gerçekliğinin tiksindirici ve şiddet düzeyinde arketipsel yönlerini öne çıkararak savaşı ve savaşanları yerin dibine sokar gibi görünür ama bunu yaparken aynı zamanda "savaşın pornosunu" çektiğinin farkında mıdır bilinmez. daha kötüsü bunları teatral anlatımlarla birleştirmekten de geri kalmaz. bu nedenle de onun filmlerinde çok da nesnel gerçeklik aramamak gerekir. örneğin, getto b'nin tasfiye edildiği günün gecesinde binaların içindeki silah seslerine piyanoyla eşlik eden ss subayı ve ona bakarak parçanın bach'a mı mozart'a mı ait olduğunu tartışan askerlerin olduğu sahne... sanatta da savaşta da en ileride olma çelişkisini yaşayan alman kültürüne yapılan bu gönderme, gülünç, abartılı ve hatta absürt bir sahnenin elde edilmesiyle sonuçlanmıştır. filmin belgesel iddiası varsa eğer, ahan da tam burada bitmiştir işte...

netice itibariyle filmin görüntü yönetmeni Janusz Kaminski nesnel gerçekliğe ihanet etme pahasına, siyah-beyaz filmin ve dramatik aydınlatmanın biçimsel gücünden yararlanarak her biri arşivlik vintaj fotoğraf değerinde kareler elde etme yolunu seçmiş ve bu konuda başarılı olmuştur. benim şahsi kanımca filmin en güçlü yanı da görsel ve işitsel estetik değeridir.

burada ışık konusuna değinmemek büyük haksızlık olur elbet. 1950'lerin kara filmlerinde alışık olduğumuz, sınırlı ve düşük bir aydınlatma tarzıyla karşı karşıya kalıyoruz filmde. zaten, siyah beyaz film çekip de carıl carıl ve de homojen bir aydınlatma kullanılsaydı filmin biçimselliğinden kaynaklanan duygusal etkilerinden bahsetmemiz mümkün olmazdı. senaryodaki gediklerle birleştiğinde bu hata 1993 parasıyla 22 milyon dolarlık bütçeyi çöpe atar, ses sekansının her bir köşesine attığı müzikal imzasıyla akılları baştan alan john williams ve müthiş besteleri de filmi kurtarmaya yetmezdi.

diyaframın açılmak zorundu olduğu birkaç gece sahnesi dışında filmde geniş alan derinliği takdire şayan sonuçları getirmiş beraberinde. bugünün dışavurumcu sinema anlayışıyla iyiden iyiye suyu çıkmaya başlayan sığ alan derinliği henüz 1993 yılında çok tercih edilir bir şey değildi. bugünün fotoğrafçılarının ve yönetmenlerinin taptığı bokeh yerine, detaylı ve iyi kompoze edilmiş fonun ve çok katmanlılığın gücünü iyi kullanmış kaminski. böylece mekan ve zaman bağlamlarından kopmuyoruz.

filmi fotografik yönü ağır basan, biçimsel yanıyla güçlü kılan unsurlar bunlar. filmin girişinde schindler'in baloya hazırlanma sahnesindeki düğme, para, rozet vs detay çekimleri, yahudi yatırımcılarla schindler'in arabada görüştükleri sahnenin yağmur damlalarıyla ıslanmış araba camının dışından alınmış çekimleri, babası ve annesini fabrikaya sokmaya çalışan genç kızın randevu almaya çalıştığı sırada schindlerin merdivenin yukarısında görünüp kaybolduğu sahnenin çekimleri, helen hirsch'i şarap mahzeninde banyo yaparken amon goeth'ün önce sevip sonra dövdüğü sahnede helen'in karşıdan çekimleri, schindler'in vagonları suladığı sahnede masada kafa çeken alman askerlerinin genel çekimleri, filmin kafiyesi sayılacak biçimde birçok yerde hareket halindeki trenin alt boşluğundan alınan çekimler, auschwitz gaz odasında saçı kesilmiş halde ölümü bekleyen kadınların yakın plan yüz çekimleri ve ayrıca odanın lumbazından alınmış olan kareler, hahamın schindler'in önerisiyle yönettiği ayinin sesini koğuşlarında şaşkınlık içerisinde dinleyen çocuk yaştaki alman askerlerinin genel ve yakın plan çekimleri yüzlerce güzel kareden benim aklımda kalmış olanlar.

dediğim gibi film görsel açıdan son derece zengin bir film.

ses ile ilgili söylenecek çok şey var. filmin john williams tarafından bestelenmiş özgün yapıtlarına diyecek yok. özellikle de, yahudi gettosunda muhasebeci stern'in sıraların arasından işçi topladığı ve Poldek Pfefferberg rolünde Jonathan Sagall'ın karaborsadan rüşvetlik mal topladığı paralel kurgulu sahnelerin altındaki filmin ritminin yükseldiğini haber veren müziği tema müziğinden üstün tutarım. "jewish town" ise kesinlikle efsane.

efektlerin kullanımında biraz aşırılık mı var ne? silah seslerinin aşırı gerçekçiliği filmi vizyona girdiğinde sinemada ilk kez izlediğimizde hepimizi şoke etmişti. ilerleyen yıllarda bu konuda oldukça üst düzey işler yapıldığından bugün aynı etkiyi almak mümkün değil. ancak çocukların toplanıp götürüldüğü sahnede kaydın altından gelen stadyum çığlıkları havasında yapay olarak ses genişliği artırılmış (reverb) sesler filmden kopmaya neden oluyor. fazlaca hissedilir bir efekt. aynı efekti aushwitz gaz odalarında da duyuyoruz. ancak bu sefer ses sekansına müzik de bindiği için biraz daha kamufle oluyor.

evet.

filmin bence en zayıf yanı olan senaryoyu sona bıraktım ve bu konuda fazlaca yazılıp çizildiği için çok üstünde durmayacağım.

filmin senaryosu çok övgü ve akademi ödülü aldı. bu yüzden ben kendimce eksik gördüklerimi yazayım diyorum.

birincisi senaryoda hiçbir karakter derinliği yok diyebiliriz. itzhak stern'in neden böyle tutuk bir adam olduğunu bilmek isterdim mesela. belki de hiçbir önemi yoktur değil mi? bilemiyorum. 3,5 saatlik film çekmiş adam ve biraz da belgesel nitelikleri olan bir film... karakter derinliği arıyorsam hıyarlık bende olabilir tabii ki.

stern'i boşver de, oskar schindler'in kırılma noktalarını veremedi bize senaryo. oskar'ın derdi hep para mıydı? yoksa en baştan itibaren yahudileri kurtarmaya mı azmetmişti? derdi önceleri para ve başarıyken, insani üst bir amaç devreye girip baskın çıktıysa onun bu virajı hangi olaydı? neden bu adam bir anda tüm parasını kaybetme ve filmde gösterilmemesine rağmen yoksulluk içinde ölmeyi göze alabileck bir yola girdi?

ayrıca oskar'ın yol gösterici karakteri kimdi veya neydi? para mıydı? kimilerinin iddia ettiği gibi muhasebecisi stern miydi? yoksa daha fazla işçi çalıştırarak sanayicilikte solladığı babası mıydı?...

senaryo schindler karakteri düzeyinde çok boşluklarla dolu.

ha bir de çok eleştirilmiştir. derler ki "schindler'in çekoslovakya'da alman ajanlığı yaptığı niye anlatılmamış, kurtardığı yahudilerden ilerleyen yıllarda masraflarını geri istediği ve onların yardımlarıyla hayatta kaldığı gösterilmemiş" falan filan diye.

ben bu konuda gerçekliğin nesnel-öznel aktarımıyla ilgili başta anlattığım hususlara atıf yapıyorum. oskar schindler'in ayrıntılı biyografisi olma iddiası taşımayan bir filmden bunları beklememek lazım. ayrıca ekip oskar schindler'i kendi öznel bakışlarıyla vermeye karar vermişler ve en nihayetinde sanatsal bir çalışma olması itibarıyla oskar'ı hangi özelliklerini göstererek hangilerini göz ardı ederek sunacaklarına karar vermekte özgürler.

filmin propaganda yönüne girmeyeceğim, o ayrı ve uzun bir konu. bu filmi sinemada izlediğimde ortaokuldaydım ve ankara'da metropol sinemasından çıkıp olgunlar caddesinde bir cafe'de oturup saatlerce "vay be! bu adamlar da neler çekmiş kardeşim, şimdi dünyanın anasını bellemekte haklılar lan" şeklinde yüzeysel yaklaşımlar sergilediğimizi hatırlarım. birçok kişiden de buna benzer sözler duymuştum. bu anlamda film politik amaçlarına iyi hizmet etmiş gibi görülebilir.

ancak şunu unutmamak gerekir ki, bir adam tüm yeteneklerini, parasını ve organizasyon becerilerini ortaya koyarak sinema gibi gerçekleştirilmesi meşekkatli ve pahalı bir iş çıkarıyorsa, kendi politik, kültürel, dini, felsefi ve sair değerlerine atıf ve hatta onların reklamını yapmakta özgür sayılmalıdır.

kızmamak gerekir. saldırmamak gerekir. bu gücü kullanmak gerekir. sinema salonunda izleyicinin yaşadığı esrimeler hipnozdan bir tık geridedir. bunu bilip kullanmamak bizim hatamızdır vesselam.
izlenmesi gereken bir film. Bir kere insan bir farkındalık kazandırıyor ve sıkıcıya da kaçmıyor. pek film beğenemem ancak gerçekten iyiydi.
Filmin sonunda oscar schindler'in düşüncelerinin o değişimi; insanın paradan daha değerli bir hal alması filmin en iyi sahnelerinden biriydi.
Ayrıca filmde değinilmeyen bir nokta: schindler sonrasında beş parasız kalıyor ve para karşılığı kurtardığı yahudilerden onlar için vermiş olduğu paraları geri istiyormuş.
çok boktan filmdir. tamamen yahudi ibnelerin kendilerine acındırmak için para karşılığı çektirmiş olduğu filmdir.
Oyunculukların çok yukarı çıktığı bir film.Tarafsız olarak bakarsak tarihin en iyi filmi.
En güzel filimdir. Hele o son sahneleri keske evi arabayi satip daha fazla insan kurtara bilseydim dedigi yer.
Başrolünde Liam Nesson'ın oynadığı, 3 saat sürmesine rağmen baş karakterin yaktığı her sigaraya kendi sigaranızla eşlik edince akıp giden harika film. izlenmeden geçilmemesi gerekir.
Insanlık tüm dil ve dinlerde aynı.

--spoiler--
Bir kişinin hayatını kurtaran, bütün insanların hayatını kurtarmış sayılır.
--spoiler--
Son sahnesinde beni bayağı ağlatmış olan filmdir.
"Bu liste hayatın ta kendisi."

aşırı etkileyici, vurucu bir spielberg şaheseri. insanlığın bugünlere gelirken neler çektiğini kısacası insanlığı anlatan herkesin ders çıkarması gereken bir film.
özellikle lisede öğrencilere tarih derslerinde izletilmeli diye düşünüyorum.
bu kategorideki en iyi film the pianisttir.
Hayatımda gördüğüm en anlamlı ve en güzel filmlerden. bi kere daha izleyecektim ama film 3 saat olunca olmadı o iş.
ikinci dünya savaşini en iyi anlatan filmlerden birisi
Tam 3.5 saatliktir
Objektif izlenmelidir
En etkili sahne ise son sahne oskar schindler arabasini gosterip bunu satsaydim 3 insan daha kurtarabilirdim der
Filmde sadece kirmizi montlu kiz mum işiklari ve son sahnedeki yuzuk renklidir.
Film iyi ama yahudilere bakis acimin golgesinde kaliyor. *
Filmdeki kırmızı kızın ölümüne dünyaları içtim.
Uçuk bir film. Alman kumandanın kaldığı evden sırf canı sıkıldığı için yahudileri vurduğu sahne tamamen bir kurgu gibi geldi bana.
yahudilerin 2. dünya savaşında katledildiğinin inandırıcılığını artırmak, tüm dünyaya göstermek ve mazlum edebiyatı yapılmak için çekilmiş kaliteli film.
yahudilerin şu an yaptığı tüm zulümleri topla 50 tane o filmden çıkar.
yahudileri değil de filistinli müslümanları konu etseydi bu kadar isminden bahsettirecek bir film olur muydu diye merak ettiğim film.
Piyanist ve bu gibi flimlerde insanların yahudilere acımasını istiolar ama gram üzülmedim izlerken cünkü yahudilerin ne pislik oldugunu herkes biliyor piyanisttede beni etkileyen tek sahne alman subaydı.

Yuh be amma çok yahudi varmış içimizde pes diyorum.
efsane filmdir. siyah beyaz olması çoğu kişiyi soğutmakta. fakat liam neeson izleyiciyi yine etkilemekte.