bugün

hep etraflarındaki kişilerden çok çeken insanlardır.. sanki herkes kendisini üzmek için varolmuştur. her işinde mutlaka ağlanıp sızlanacak bir bahane bulup, hayatlarını hem kendilerine hem de etrafındakilere zehir eden tiplerdir.

gözlerindeki o ışık kaybolmuştur, şükürsüzlük hali yüzlerinin her kıvrımına vurmuştur.. sürekli kaşları çatık ve kasvet içinde dolanırlar etrafta onlar ağızlarını açmasalar bile varlıkları etrafı negatif yönde etkiler.. şikayet etmekten müthiş zevk duyarlar, acı içinde kıvranmak onları tarif edilmez yönde rahatlatır da bunun farkında bile değillerdir..

hatta bu kimselerin gerçekten de kimsenin başına gelmeyecek derecede ilginç olaylar gelir. bu nasıl oluyor derseniz? olumsuz söylemlerin sürekli olumsuz söylemleri doğurduğu psikolojinin her dalındaki kitaplarda mevcuttur.. hatta siz iyi bir şey canı gönülden isterseniz kainattaki her şey sizin için çabalar, siz kötü bir şeyi sürekli dillendirirseniz kainattaki çarkta o yönde dönecektir, ya da öyle bir şeydi.. denemesi bedava..

bu huylarının farkına varıp derhal vazgeçmesi gereken insanlardır.
(bkz: olabilen insan ender mutsuzluk mutlu)
yüzüne gülümseme maskesini taktıktan sonra mutluymuş rolü yapan insanlardır.
mutlu oldukları anda rahatın münasip bir taraflarına batacağı insanlardır bunlar. mutlu olduklarını hissettikleri anda bir yerlerden gelecek kötü haber dalgasını beklemeye başlarlar kendileri. içlerine sıkıntı dolar, "içimde bir sıkıntı var kesin bir şey olacak!" derler. ve bekledikleri birşey olur genelde. hayat bu insanları mutsuz yaşamaya alıştırmıştır. stres uyaranı olmadığı müddetçe mutluluk hormonu salgılamayan bünyeleri vardır. bu yüzden onlar mutsuzluk unsurlarıyla daha mutludur.
kendi mutsuzluklarını, başka insanların mutsuzluklarıyla avutan insandır. *
mutsuzlukla mutlu olmak artık o mutsuzluğu kabullenmekle başlar ve bunu kabul eden insan kendiyle barışık olmuş olur ve kendini daha iyi hisseder. bu ise tamamen kendini kabul etme olduğun gibi davranmayala olur artık her haline hatta mutsuzluğuna bile kabul edilebilir bir şey yükleyebilir insan zamanla.
bu tip insanların bir numaralı -avunuş- soru cümlesi olarak; ''ya daha kötüsü olsaydı?''

duyguları bu kadar dallandırıp budaklandırmaya gerek yok. ya mutluyuzdur, ya mutsuz. ki bizler mutsuz insanlarız.
bir dönem aşırı mutsuzken kendimi bu grubun içinde görmeye başlamıştım ki yanılmışım. Mutsuzluk sadece daha çok mutsuzluğu getiriyor. Uyudukça daha çok uykunun gelmesi gibi yedikçe iştahın açılması gibi.
başak burcudur. kanlarında mazoşistlik vardır biraz.
Ender değil, çoktur bunlar efendim. Hatta bazılarına mutlu olmak batar...
Sürekli mutsuz olduklarını kendilerine hatırlatmayan güçlü insanlar. Mutsuz olabilirler ama güçsüz asla.
imrenilesi fakat aynı zamanda sinir bozabilecek insandır.
mutsuz edilmenin bile bir değer gösterimi olduğunu bilen, belki de mutsuz etme eylemi sırf sevdiğinden geliyor diye sevinen insanlardır. az ile yetinmeyi bilen, mutluluğu yakalayınca değerini herkesten daha fazla bilen güzel insanlardır.
saadetle felaketi birleştiren peyami safa ya göre ender insanlar değil, herkestir.

--spoiler--
"Romancı ayağa kalktı, elleri kalçasında odanın içinde hızlı hızlı gezinerek anlattı:

-Saadetin bir serap olduğunu bütün şairler söylemişlerdir. Hala insanlar bu vehim peşindedirler. kedersiz, saf, ebedi, mutlak bir saadet aramak, insanlığın tabiatı haline gelmiş bir gafletidir. Bu gaflet, psikolojide şöyle tecelli eder: ruhtaki teheyyücleri, ruhiyatçılar, "haz ve elem" gibi "kati, basit, gayri kabil-i tahlil" iki dilime ayırırlar. Felsefenin bütün hataları, bu yanlış tasniften ileri geliyor. Ruhta, haz ve elem gibi birbirine zıt iki unsur ayırmaya teşebbüs edilemez, her elem bir hazla, her haz elemle müterafıktır. kederli zamanlarımızda, gizli bir sevincimiz vardır, zira bu sevincimiz bitecektir. Elemsiz haz, hazsız elem tasavvuru, pek mücerred ve batıldır. Abdülhak hamid "Makber" mukaddimesinde, mühim bir şey söylüyor:

"kederimin artması için sevinmek isterim. Bunu kimselere anlatamam. Bu hissin lisanı anlaşılmaktan uzaktır. Sükut edelim."

Hamid, bu duygusunu kendisine mahsus bir şey sanmakta dahiyane bir hodbinlik göstermiştir. halbuki her insan böyledir. Şiddetli bir hazzın muhtevası elem, şiddetli bir elemin muhtevası hazdır. Haz ve elem diye iki mütebariz heyecan yoktur, ancak muğlak bir heyecan vardır.

-Ben de böyle hissettim
-Bu his umumi ve insanidir. Visal ra'şesini hisseden adamın yüzünde beliren takallüs, şiddetli bir sancının adaledeki ihtilacına benzer. Çünkü o anda, hazla keder, azami galeyan halinde müterafıktır. Haz ve elemin batıl tazyikini, nikbin ve bedbin iki felsefe, iki sanat vücuda getiriyor: kimine göre yaşamak elem, bir diğerine göre hazdır; ve insanlar, bu yüzden, saadet ve felaket denilen muammaları bir türlü halledemiyorlar; bilmiyorlar ki saadet ve felaket aynı şeydir.

Kerim, Nihad'a doğru ilerleyerek parmağını uzattı:
-Ne çırpınıyorsunuz? Size derin bir keder geldiği zaman, onu seviniz. Nitekim herkes farkında olmadan, kederi sever, ona hem koşar, hemde ondan kaçar. Bunu hassas adamlar daha çok bilirler, sanatkarların çoğu, hüngür hüngür ağlamakta, en uzun kahkahanın tadını duymuşlardır. Hayatı böyle kabul ediniz. Bedbin ve nikbin olmak da gaflettir. Herkes böyle düşünseydi, işer çok yolunda giderdi. o zaman "fazilet" fikri de pek kolay hazmedilir. Size anladığınız bir lisanla söylediğimi zannediyorum. umarım ki bundan sonra, bir gece yarısı, kemerinizle ayağınıza taş bağlayarak, bir sahilden kendinizi dalgalara bırakmazsınız. hayat güzel bir şeydir, demiyorum, fakat çirkin de değildir, hiç olmazsa mahiyetini anlamak için idame edilmeye değer."
--spoiler-- *
--spoiler--
“Malik olmak âdetinin yanından ayrılmayan bir ızdırap da vardır. Mahrum olmak korkusu. Saadetin peşi sıra giden bu ızdıraptır ki, genellikle, duyduğumuz tatların tadını kaçırır ve saadetle felaket, hazla keder arasındaki var olduğu sanılan hududu siler.”
“Saadetten mahrum olma korkusu saadetin felaketidir.”
“Mesut olup olmadığını düşünmemek saadettir."
--spoiler-- * * *
Pollyannacılık terk.