bugün

(bkz: maraş seni unutmayacak)
(bkz: üşüyoruz reis)
(bkz: maraş seni unutmayacak)
(bkz: seni beklemek güzeldi)
(bkz: maraş seni unutmayacak)
(bkz: mamak alperen ocakları)
kıymetini vaktiyle bilemediğimizin göstergesidir.
Salınmış, kuşlar gibi süzülmüşsün gökyüzünde...
Bir kanadın Çağlayancerit, öteki Göksun üzerinde...
Uçmuşsun sonsuzluğa soluksuz, uçmuşsun yücelerin gizlerinde...
Avurtların nakış nakış gamze, parlayan umut ışığı gözlerinde...
Vay aslanım!.. Vay yiğidim!.. Vay ki vay!..
Yükseldikçe depreşmiş duyguların, gönlün ulvi sevdalara belenmiş...
Düşündükçe ülkü adlı güzeli, andıkça TURAN elleri, için içine sığmamış belli, Ayyıldızlı bakışların dillenmiş...
Medet ya Allah, ya tekbir seferin, akıncı boyu dik duruşların şekillenmiş...
Vay aslanım!.. vay yiğidim!.. Vay ki vay!..
Bir kara yel mi esmiş? Bir karanlık el mi kesmiş önünü yoksa?
Niye kolun kanadın böyle kırılmış?
Bir yıldız gibi kaymışsın semada, huşu içinde ruhun, bedenin mavi derinliğe sarılmış...
Yedi veren güller açmış yüzlerinde oy, misk-i amber nefesin fırtınayla karılmış...
Vay aslanım!.. Vay yiğidim!.. Vay ki vay!..
Önce güneş olmuşsun, ışık ışık saçılmışsın yamaçlardan...
Arkadan sevdalı bulut, sevenlerince damla damla dökülmüşsün yanaklardan...
Kaç gün geçmiş aradan, nice uzun zaman!..
Aramışlar, taramışlar, yazık ki bulamamışlar izini, kaybolmuşsun uzaklardan...
Vay aslanım!.. Vay yiğidim!.. Vay ki vay!..
Sen ki, halkın içinden, hakkın yanındaydın...
Her başı sıkışana koşan, hızırca darlanana varandın...
Zayıfa güç, düşküne tay durandın...
Fakir fukaraya yardımcı, dertlinin yaralarını sarandın...
Sen ki, zorlu sınavına tabi hayatın, dünyaya gönül gözüyle bakandın...
Ol cenahtan sevgi dolmuş bendine, kıraç topraklara ırmak ırmak akandın...
Duyduğun yalnıza dost, gördüğün üzgüne moral, rastladığın kimsesize sahip çıkandın...
Müslüman Türk Dünyasının sesi, kutlu yarınların muştusuydun...
Mamak zindanlarında çilekeş, ihanet odaklarının korkusuydun...
Alp-Eren desturunca kök salmış toprağa, ilmek ilmek Anadolu dokusuydun...
Nerdesen!.. Ses ver gurban!.. Nerdesen koşup gelem yayan!..
Kar mı doldu kirpiklerine, uyan!.. Ayaz mı vurdu parmaklarına, dayan!..
Haykır da Bozkurtçasına, dirilsin duyan!..
"Çok soğuk, üşüyorum" demiştin ya hani şiirinde, hatırlarsan...
Oy!.. Ben yanam!.. Ben yanam!.. Ben yanam da sen ısınan!..
Vay aslanım!.. Vay yiğidim!.. Vay ki vay
Ali Yaşar
karıştığı cinayetleri, abdullah çatlı ile ilişkilerini içermeyen, hrant dink'in katledilişinde alperen ocakları'nın rolünden pek bahsetmeyen yazılardır.

gelenekselciler de cumhuriyetçiler de "değerini geç anlamıştır" muhsin yazıcıoğlu'nun.

rahşan ecevit de, ahmet taşgetiren de cenazesinde saf tutmaktadır bugün. bunlar unutulmamalıdır.

bir insan affedilebilir, ama geçmişi yok sayılarak değil.
dün sabah erkenden kalktım duş alıp kahvaltımı yaptım. siyah ceketimi ve siyah pantolonumu giydim. zira önemli bir gündü muhsin reisin cenazesi vardı ankarada. cenazeye gitmek için sıhhıyede can dostumla buluştum. o da siyahlar giymişti. ankarada bir başka hüzün vardı dün sabah. beraber genel merkeze gittik önce. insanların gözlerindeki hüzünü gördüm. partili olan olmayan herkes bir yiğidin arkasından ağlıyordu.

ellerde "üşüyoruz koca reis" pankartları vardı. genel merkezin dışına kocaman bir muhsin reisin posterini asmışlardı. altında da şiirinin yürek burkan son mısraları yazıyordu. "ey sonsuzluğunun sahibi sana ulaşmak istiyorum."

kocatepeye doğru yola koyulduk. mithatpaşa caddesini ilk defa öyle görüyordum. herkes pencerelere çıkmış kalabalığa bakıyordu. kocatepeye ulaştığımızda mahşeri bir kalabalıkla karşılaştık. kocatepeyi ilk kez bu kadar kalabalık görmüştüm. kadınlar, genç kızlar, 80 e merdiven dayamış amcalar, polisler. kalabalıği yararak namaz için bir yer bulduk kendimize. öğle namazından sonra cenaze namazı kılındı. hoca efendi "hakkınızı helal ediyor musunuz?" dediğinde kalabalık hep bir ağızdan "helal olsun" diye yanıt verdiğinde son görevlerini de yapmışlardı.

mahşeri kalabalık taceddin dergahına doğru yola koyuldu. adeta insan seli akıyordu sıhhıyeye doğru. ve hacettepe arazisi içindeki taceddin dergahına gelindi. okula gelmek için binlece kez taceddin dergahının yanından geçmiştim ama ilk kez bu kadar üzüntülüydüm. tekbir sesleri arasında cenaze defnedildi. gözlerde yine aynı hüzün ellerde pankartlar ve reisin posterleri. unutmayacağız seni reis mekanın cennet olsun...
(bkz: maraş katliamı)
(bkz: chronicles of fashist)
ÖLÜM iLANI

Seni tanıyordum.
Elinde silah, Komünist avına çıktığın ta o ilk günlerden beri seni tanıyordum.
Önce Ankara da sonra istanbul da ve tüm bir ülke de kana bulamadığın sokak, kahvehane, okul avlusu, fabrika önü kalmamıştı.

Ev baskınları yaptın, kör karanlıklarda. Boğarak öldürdüğün arkadaşlarımın üstüne, kurşun yağdırmak marifetlerin arasındaydı.

Bahçelievler de yedi canıma sen kıydın.

Ellerine bulaşmış insan kanıyla, yüzünü yıkıyordun her sabah. Sarkık bıyıkların, yaz-kış üstünden çıkarmadığın kara ceketin, korkak- hain sinsi, kan oturmuş bakışların, gözümün önünden hiç gitmedi.

16 Mart katliamında kardeşlerimin üstüne kurşun yağdıranların başında sen vardın. 1979 kışında, Ankara Ziraat Fakültesi öğrencisi, Kayınbiraderim Sabit Torun"u Balgat ta evinin önünde pusu kurup, yaylım ateşine tutanların başında sen vardın. Kalbura çevirdiğiniz o körpe bedendeki, yirmi bir kurşunun dört adedi, senin cinayet aletinden çıkmıştı.

Maraş'ı kana sen buladın. Annelerimizin karnındaki, bebeklerimizi katlettin. Bir değil, beş değil, on değil yüzlerle canımızı ateşe verdin.

Yozgat, Çorum ve 93 te Sivas ta yine sen vardın. Bir dağ başında, elinde silahın uluyan resimlerini anımsıyorum,
Madımak ateşe verildiğinde "tahrik var" diyen yine senin ölüm kokulu sesindi.
Korkağın tekiydin.

Uçan kuştan, akan sudan, kararmış geceden, gündüz güneşten ve insan sesinden ödün patlardı.
Bu yüzden olsa gerek seni yalnız başına kimse görmedi! Kuyruğunu kıstırıp, sokak köşelerine pusu kuran, uyuzluk misali yaşadın. Ardında iş ortağın onca "tosuncuk" varken, hep güvencede hissettin kendini.

Bu ülke katillerini seviyor ya, seni daha çok seviyorlar! Bahçeli de seviyor seni, Baykal da, Tayyip te, Erbakan da.
Halen arkan sağlam. Ardından methiyeler düzülüyor!

Yazık oldu sana yazık. Ölümün böyle olmamalıydı! Ateşe verdiğin o Maraş yolu, canını aldı! Çakılıp kaldın bir dağın başına.

Beş santim buz tutmuş bedenin. Zavallı ürkek yüreğin donmuş! Üzülmedim.

Hiç unutmayacağım söz! Aklıma Faşizm düştüğü her an, önce seni anıyordum, yine seni anacağım.

Orhan Aydın, SOL dergisi
ne üzücüdürki, sayılmak, anılmak, yada çok sevildiğini bilmek için , ölmekmi gerek diye düşünenlerdenim. bu saate kadar ne şiiri nede böyle duygu yüklü bir insan oldugunu bilmiyordum. acıdırki kurtulamadı, acıdırki büyük kayıp, acıdırki muhsin yazıcıoğlu çok sevildiğini giderken anladı.
Hayat sahnesinin senaryosu önceden gösterilmeyen bölümüydü ölüm. Dünyanın kalabalık gündeminin, itiş kakışının arasında urbası hüzün renginde bir sükûnetti. Nerden geldiği asla sorgulanmayan ve vakt-i mevtin gelmesine yorulan ama nasıl geldiği herkesin dilinde ayrı bir öykü bırakan kekremsi bir şeydi.

Hey koca reis! diye başlayan dualarıyla başını bir an olsun ekranlardan ayırmayan insanların da yakıcılığını hissettiği, olmasaydı sonunuz böyle diyerek aslında sevilenlere hep hoş gidişlerin yakıştırıldığını bir kez daha anımsatan sebepti. Çabucak geçmesi beklenen bir vakit için gözler saate takıldıkça, zamanın boşlukta asılı kalması gibi zihni talan eden dakikalardı, en ufak bir haberin bile umut olduğu.

Oysa sen hala; memleketim, milletim, ülküm diye koşturduğun memleketin dört bir yanında, Anadoluda 'hiçbirimizin garantisi yok' diye başlayan cümlelerinle bizleri yokluyordun sanki. 'Üşüyorum' dediğin mısralar bir çınlama gibi gelip yerleşiyordu kulaklarımıza. Memleketinin soğuğu üşüyorum çınlamasıyla daha bir işliyordu her bir hemşerinin yüreğine.

insanın ruh hali kaderine dönüşüyormuş demek. Yıllar önce üşüyen bir beden aradan seneler geçtiğinde de ölümü üşütebiliyor, ölümle üşüyebiliyor, üşüyerek ölebiliyormuş. Hak katından gelen ol emri kadar, öl emri de zaman, mekân, insan tanımıyormuş. insanın ideolojisiyle, davasıyla, ilkesiyle değil, kara haberin karalığına insanlığıyla karar veriliyormuş. Adına dünya denilen düşte roller dağıtılıyor, insan düş içinde tüm gerçekliğiyle çırpınıyor ama düşüşte O ne takdir ediyorsa öyle iniyormuş gerçeğe, ebede.

Sen... Hayata erken başlayan kocaman bir yürektin. Millet derken milletten ayrı düşürüldüğün hücrelerde sayıkladığın kelimelerinden anladın şair olduğunu. Herkesin yaptığını yapmanı ve günübirlik yaşamanı isteyip önüne yürümen için yollar açanlara inat, sen ecdadının ayak izi olan yollarda yürümeyi seçtin. Seni anlamayanları ve hiçbir zaman da anlamayacak olanları mümin nazarıyla sevdin başka büyük sebepler aramadan. işte bu yüzden, siyasetin soğuk ve gri yüzünü bertaraf ederek ve yalnızca samimiyetinin inandırıcılığına omuzlarını yaslayarak sevdi seni sevenler.

Ve şimdi hayatının 55. baharı en soğuk baharı olmuştu işte. Dileriz ki üşüyen yanlarını Rabbimin merhametli muamelesi ısıtsın. Dileriz ki sağlığında layıkıyla görmediğin itibarı, varmak istediğin sonsuzluğun sahibi göstersin sana. Bu son, ömrünün olmadı ama sonsuzluğunun ilkbaharı olsun.

Sen; Geçit vermeyen dağların üşüyen fırtınası...
Yarın bizi senden soracaklar hak meydanında, bizden de seni.
Ben şahidim! Başı dik adamdı diyeceğim senin için.

intiharetmeleyla 28.03.2009