bugün

william golding'in çok basit gözüken; fakat sembollerle örülü ilginç kitabı. kitabın sonundaki mine urgan'ın kitapla ilgili makalesini okuyunca romanın değerini daha iyi anlıyorsunuz. hatta kitaba başlamadan önce bu makaleyi okumak daha yararlı olacaktır.

bilinmeyen bir zamanda gerçekleşen atom savaşından korunmak için çocuklar uçakla güvenli bir yere taşınır. fakat bu taşıma sırasında uçak ıssız bir adaya düşer. yaşları 6 ile 12 arasında değişen çok sayıda çocuk, bir macera havasında başlayan bu romanı tam anlamıyla cehenneme çevireceklerdir.

romanın en güzel tarafı, insanın bilmediği fakat çok yücelttiği boş korkuların başına ne felaketler getireceğini irdelemesidir. adına ister din deyin ister hurafe deyin, tüm bu korkuların insanın insana düşman olmasındaki en büyük etken olduğunu gözler önüne serer. hatta bu korkuların kaynağını açıklamaya çalışanların çoğunluk tarafından nasıl linç edildiğini de romanda çok net görürsünüz.(simon'un öldürülmesi)

dünyanın bir ucunda da olsanız, hiyerarşinin insanı nasıl kutuplara ayırdığını, çoğu zaman sebepsiz yere insanların birbirlerine nasıl düşman olduğunu ve bunun altında yatan psikolojiyi iliklerinizde hissedersiniz. özellikle domuz avlama sahnelerinde insanın nasıl vahşileştiğini ve bu vahşilikten nasıl cinsel haz duyduğunu ürpererek okursunuz.

her insan ve toplum kendi "sinek tanrılarını" yaratmıştır. ve bu tanrıların korkusu ve hazzıyla birer canavara dönüşmektedir. ve toplum içinde gerçekleri anlatmaya çalışan azınlıklar, toplum tarafından yutulmaktadır. asıl kötü olan bu yersiz, temelsiz inançların ve vahşetin normal algılanmasıdır. bir nobel değil onlarca nobel hak eden bir roman. insanın ciğerini, çocuklar vasıtasıyla okuyan bir şah eser.
Heyecanın sayfa sayfa arttığı insanların içindeki karanlıklığın çocukluğundada içinde olduğu yavaş yavaş çevrenin etkeniyle ortaya çıkabileceğini gösteriyor. Okunması gereken kitaplardan.
Kitabını okumuştum, filmini de bugün izledim.

Anne babaların mutlaka okuması ve izlemesi gerek. Kitapla film örtüşmüyor tabiki ama film de idare eder.

Medeniyet olmazsa ne olur, eğitim, siyasi propaganda, gruplaşma, vahşi yaşam ve çocuklar.

Medeniyetin olmadığı bir ortamda gücün, doğruluğun önüne geçtiği ilginç bir yapıt.
(bkz: Sinekler lordu)
--spoiler--
Sineklerin Tanrısı; ıssız adaya düşen Ralph ve Domuzcuk’un tanışmasıyla başlıyor. Ralph sevgi dolu, eşitlikçi, iyi bir çocuktur. Kurtarılıncaya dek bu ıssız adada eğlenecekleri sevincini taşımaktadır.Domuzcuk ise dışlanan ve fiziksel kusurları sebebiyle gerçek adını bilmediğimiz; akıl ve sağduyu dolu bir çocuktur. Bir nevi aklın ve sağduyunun sesidir. Domuzcuk’a göre dağılmış çocuklar bir araya getirilmeli ve kurtarılmak için bir şeyler yapılmalıdır. Ralph ve Domuzcuk’un bulduğu deniz kabuğunu Ralph üfleyerek; dağılmış çocukları bir araya getirir ve toplantıya çağırır. Toplantıda alınan ilk karar; deniz kabuğunu elinde tutanın söz ve konuşma hakkına sahip olmasıdır. Bundan hareketle deniz kabuğu; iktidarın, demokrasinin ve düşünce özgürlüğünün sembolü haline gelir. Deniz kabuğunun çıkardığı ses; düzene çağrıdır. Deniz kabuğunun verdiği manevi güçle ve Ralph’in dış görünüşünün verdiği etki ile çocuklar lider olarak Ralph’i seçer. Buna karşı çıkan tek kişi Jack’tir. Jack ise baskıcı,şiddet dolu ve zalimdir. Jack; bir çocuk koro grubunun lideridir ve bu grup kendine has üniformaları ve üniforma üzerindeki gümüş haç ve işlemeleri, disiplinleri ve Jack’e karşı itaatleri ile Hitler faşizm’ini sembolize eder. Zira, ileride Jack her sözünü bitirdiğinde çocuklar “Şef söyleyeceğini söyledi!” tepkisi ile Hitler’in konuşmalarından sonra söylenen “Heil Hitler!”i hatırlatmaktadır. Jack için sadece meyve yiyip, korkudan geceleri uyuyamayan ve kabus gören güçsüz çocuklar yaşamaması gereken varlıklardır. Ralph ise; özgürlükçü ve eşitlikçi bir toplumu temsil eder. Bu iki farklı toplum arasındaki çatışmanın şiddetlenmesini ileride iktidar mücadelesi ışığında göreceğiz. Jack ve grubu her daim Domuzcuğa karşı nefret beslemektedir bu da, baskıcı toplumlarda aydın ve aklın sesine karşı olan kinin bir mesajıdır.
...
...
...
Sonuç olarak; Sineklerin Tanrısı, 2. Dünya Savaşını görmüş ve içinde bulunmuş William Golding tarafından; umudu yitirilmiş, vahşeti ve zalimliği görmüş bir zihinle dile getirilen, distopik bir toplum alegorisidir. Sineklerin Tanrısı, insanların içerisindeki kötülüğü sembolize edip; bu romanın ve filmin ıssız bir adada “çocuklar” üzerinden işlenmesi ise, en masum kişilerin bile toplumdan ve kurallardan uzak halde korku ve vahşet duygularıyla ne kadar kötülüğe kayabileceklerini ve iyilikten kopabileceklerini acı bir şekilde göstermektedir. Fakat Simon’un, Ralph’in ve Domuzcuk’un her ne olursa olsun, doğru yoldan sapmamaları, kötülüğe karşı yenilmemeleri ise Golding’in zihninde bütün gördüğü vahşete rağmen bulunan optimist bir umuttur.

--spoiler--

ilginizi çektiyse tamamı için bakabilirsiniz;

http://www.marjinalaforiz...ik-incelemesi-ve-analizi/
kitabın başları herkeste olduğu gibi bende de çocuk kitabı algısı oluşturdu. sayfalar ilerledikçe kitap sizi daha bir içine alıyor.

bana göre bu kitap bize, boş korkuların sonucunda başımıza ne denli işler açabileceğini, ayrıca kötülüğü, canavarlığı, vahşeti ya da adına her ne diyorsanız işte tüm bu pislikleri yanlış yerde aradığımızı anlatıyor.

son olarak kitabın çevirmeni mine urgana değinmeden geçemeyeceğim, kitaba yazdığı sonsöz gerçekten kitapta yerine oturmayan tüm taşları yerine oturtuyor. kitabın mesajını daha iyi anlamamıza ve farklı bir bakış açısı kazanmamıza vesile oluyor.
Ölmeden önce okunması gereken kitaplardandır.

Çekilmiş Filmlerinden de ilk versiyonu daha makbuldür.

--spoiler--
"Belki. Bir canavar vardır. Belki de o sadece biziz."
--spoiler--
Lord of the flies kitabını çocuklar için yazılmış bir serüven romanı saymak doğru değildir ve hatta bu kitaba roman demek de yersizdir; çünkü bu kitap bir roman değil, gerçekçi bir anlatımla yazılmış olmakla beraber, bir alegoridir. yani simgesel anlamları olan bir öyküdür.
filmleri rezalet. ama kitabı iyidir.
tekrar edinmeye çalıştığım okuma alışkanlığı seferberliği kapsamında bitirdiğim ilk kitap. zaten kendisi klasikler arasına girmiş bir distopya. şöyle söyleyeyim bir 1984 bir cesur yeni dünya tarzında ve kalitesinde bir kitap.

alışılmışın aksine derdini, diğer distopik eserler gibi yetişkinler üzerinden değil çocuklar üzerinden anlatan bir kitap. bu konuda hayvan çiftliği ile birlikte diğerlerinden ayrılıyor. bu bir tercih mi yoksa çocuklar üzerine de bir eleştiri mi tam olarak emin değilim. yani vermek istediği mesajı çocukları konuşturarak vermek istemiş de olabilir ya da çocuk da olsa insan insandır, uygun şartlarda hepsi birer caniye dönüşmeye hazır dimağlardır demek istemiş de olabilir. her iki ihtimal de mümkün.

hikayeye gelirsek; aslında çok bildik karakterler var. güç savaşına girişen iki farklı lider tipi. jack ve ralph, aklın, bilimin ve sağduyunun sesi domuzcuk, mistisizmin simgesi simon, ve muktedirin kolluk kuvveti roger. yaratılan hayali düşman ve bu düşman üzerinden insanlar üzerine korku salıp, sonra da onları koruma vaadiyle kontrol altında tutma hikayesi de mevcut. bu açıdan bakarsak aslında klasik bir distopya gibi duruyor. farklı tarafıysa; bunları çocukların ilkel şartlarda, bir adada ve çocuk akıllarıyla yaşamış olmaları. yani kuralların olmadığı, medeniyetten uzak, denetimden azade bir dünyada kurulan yeni bir dünya. hikaye ilerledikçe adadan kurtulmaya çalışan, mantıklı kararlar alan bir grup ile avcılık, eğlence ve şiddete eğilimli bir gurup arasında gerginlikler başlıyor ve iş değişik yerlere varıyor. bütün bunları çocukların gözünden takip etmek de ayrıca bir keyif veriyor insana.

kitabı bitirdikten sonra bir de filmlerine göz atayım dedim. 1963 ve 1990 yapımı iki adet filmi bulunuyor bu hikayenin. garip gelecek ama 1963 yapımı siyah beyaz olan bu versiyon diğerinden kat kat iyi. yani ikisi de başarılı filmler değiller aslında ama yine de bir tercih hakkınız varsa ilkini izleyin. benim için sineklerin tanrısına doyarak geçirdiğim eğlenceli bir iki güne vesile oldu bu eser. okunması gereken kitaplar arasında zaten yıllardır gösteriliyor. bir göz atın derim.