bugün

normal hücrelerin kontrolsüz çoğalması sonucunda meydana gelen illet.
radyasyon onkologlarına göre kanserlerin %65 i şu an tedavi edilmekte imiş, hadi hayırlısı.
(bkz: neoplazi)
komplo teorilerine göre çaresi bulunmuş fakat ilaç firmalarının gelirleri kesileceği endişesiyle ortaya çıkarmadıkları söylenmekte.
bazı hücrelerin var olan düzene isyan edip eşkiyalaşması bu hareket bazen zaralı bazen kendi halinde yerel dir
bir çare; (bkz: uludag sozluk grid computing)
tedavi haberleri külliyen yalan olan hastalıktır. çok ama çok zordur kanser. bulaşıcı olmamasına rağmen hastanın kendisinden çok yakınlarına zarar veren bir hastalıktır.

bir nevi günahların dünyada cezalandırılıp tertemiz bir şekilde diğer tarafa gitme vesilesidir objektif olamayan gözlere göre.

bazıları için sadece laftadır kanserin soğuk ve korkunç telaffuzu. sonra birden bir bakarsın hiç beklemezken babanı eline geçirmiş bu illet. piyango gibi... büyük ve kaba! ameliyatlar geçer, uykusuz geceler geçer, tedaviler geçer sonra bir bakmışsın ki yıllar geçmiş o allahın belası hastalık olduğu yerde kalmış!

gün gün gözlerinle tanık olursun kanserin o kolay tanımındaki kontrolsüz çoğalan hücrelerin babanı nasıl içten içe erittiğini. kan kusturur ona. uyutmaz kimseyi evdeki. hep tetikte beklersin çünkü o da uyumaz bir türlü.

hem adidir bu hastalık. saklanır bir süre arkalara göremez kimse onu iyice semirip güçlenene kadar. zaten sonrasında da önüne geçilemez. kendine tokat attıracak düşüncelere iter seni nefret ettirir kendinden babanın ölmesini dilediğin için.

ardından bir bekleyişte yanına oturur senin ve hep o cümleyi fısıldar kulağına: babanı ben alacağım! yavaş yavaş...
her zaman daha iyisi olacağına kendimizi ikna etmek zorunda olacağımız hastalıktır. madem hayat var ve bizi denemek için bu denli kelek bi hastalık seçti. bırak anasını satayım...rahat ol...takma kafana...ne de olsa inceldiği yerden kopmayacak mı?
üzerine düşeni yapıyorsan eğer kim yıldırabilir seni bu çetin yolda?
bilirim ki başkasından eser kalan bir hastalıktır...ya da kişinin kendi üzerinde oynadığı en büyük kumardır.hiç kimse yek oynamak istemez...şeşbeş varken.
kaybetmeyelim umutlarımızı eğer bulmak istiyorsak kendimize küçük bir yer hayatta. o limanda kalmamışsa artık nereye sığınır insan.

-inanasın gelsin!!!-

ilkokul'da
bize öğretilen
hücrenin
en küçük
temel birim olduğuydu.
kim bilebilirdi bu denli
yaman olduğunu???
hangi kitap yazardı başrol oynayabileceği ihtimalini.
ilaç mıydı gereken yoksa...?
dünyalar güzeli bir kadın varmış zamanında.. öğretmenmiş, bir sürü minicik öğrencisi varmış.. anneymiş, düşünmeden her şeyi yaptığı bir kızı varmış.. ablaymış, ona tapan bir kız kardeşi varmış..
bir gün göğsünde bir kitle olduğunu farketmiş bu kadın. ama nedense gitmemiş doktora, önemsememiş. bir yıl geçmiş aradan, aklına gelmiş şu kitle. " gidip bir kontrol ettireyim " demiş. biyopsiye girmiş kadın..
biyopsi sonuçları açıklandıktan sonra annesiyle kız kardeşinin yanına gelmiş, " bir şey söyleyeceğim size ama sakin olun. " demiş. ve sonra yıllarca unutulmayacak o cümleyi kurmuş kadın.. " kitle kötü huylu çıktı. kansermişim. "
kız kardeşi o an bina yıkılmadan da tavanın düşebileceğini anlamış. tavan onun üstüne çökmüş tüm ağırlığıyla, kalkamamış altından kıpırdayamamış. bağırmak istemiş ama çıkmamış sesi.. benim ablam kanser olamaz ki demiş, yaklaşamaz ona kanser yakışamaz.. hiç bir zaman kabul etmemiş ablasının kanser olduğunu, ameliyata girdiğinde bile..
ve ablası, o dünya güzeli kadın.. bir yıl boyunca direnmiş. annesi, kardeşi, kızı, kocası üzülmesin diye bir kere bile ağlamamış, asmamış suratını. " evet kanserim, ama geçicek. " demiş hep. o umut vermiş insanlara..
göğsünü almışlar üzülmemiş, o dalgalı güzel siyah saçları dökülmüş " kellik de yakıştı bana. " demiş. yıllarca sürmüş tedavisi, yorulmamış hiç.. ya da yorulmuş da belli etmemiş..
ve kurtulmuş, bitmiş kabus.. hala dünyalar güzeliymiş kadın, hep de öyle kalacakmış.
benim ablammış o eşsiz varlık, taptığım insan..
yavaş yavaş çalar insan hayatından, işkence çektirir. bedbahtlık hissiyatı verir yaşayana.
(bkz: telomeraz)
Bütün denizlerin ayni limana çıkması neden?
Neden gökyüzünun bu sınırsız karamsarlığı?
Yitirecek neyimiz var ki umutlarımızdan başka?
Ve batacak başka bir gemimiz mi kaldı?

Dev bir ağaç yapraklarını dokuyor içimizde
Nereye baksak her haliyle o çıldırtan sonbahar
Kaç yüz org birden çalınıyor, duyuyor musun?
Hani o birlikte söylediğimiz şarkılar?

Ne oldu o düşlere? Nemde o iyimserlik
Biz seninle şatolar kurmadık mı bir zaman
Simdi biz o değiliz sanki, hiç o olmamışız,
Sanki bir şey var incinen dağılan bozulan.

Şu martının kanatları neden kırık biliyor musun?
Bu adamı dört duvar içine kim koydu sensiz?
Eğil bir kuyuya seslen, yankılanan benim hep
Benim içimde can verdi o gök o deniz!

Sonunda tek başımayım, bak böyle bıçaklanmış!
Biliyorum bir ölü var, ama ne? Ama kim?
Soğuk, merhametsiz kollarıyla sarmış her yerimi
Bir KANSER tümürü gibi buyuyor çaresizliğim. *
ing: cancer
vücudun her yerinde olabilen bulunduğu yerde çoğalan ve yayılan insanı öldüren ur.
geride gözü yaşlı, yüreği yaralı insanlar bırakan zalim hastalık.
peki Kanser en çok neyi sever?

Her doktor, öğrenciliği sırasında Otto Warburg'un buluşunu öğrenir. 1930'lu yıllarda Warburg kanserin en temel biyokimyasal sebebini, yani sağlıklı bir hücreyi kanser hücresinden ayıran şeyin ne olduğunu bulmuştur. Bu, o kadar önemli bir buluştur ki, Otto Warburg'a Nobel ödülü kazandırmıştır. Otto Warburg'a göre kanserin bir temel sebebi vardır. Bu da, vücudun normal hücrelerinin oksijenli solunumunun, oksijensiz - anaerobik- hücre solunumuyla yer değiştirmesidir. Warburg'un buluşu bize başka neleri anlatmaktadır? Birincisi, kanser, normal hücrelerden çok farklı bir biçimde metabolize olmaktadır. Normal hücreler oksijene ihtiyaç duyar; kanser hücreleri oksijenden kaçınır. Hiperbarik oksijen terapisi alternatif kanser tedavisi uygulayan kliniklerde kullanılan bir yöntemdir. Bu buluşun bize anlattığı başka bir şey de, kanserin bir mayalanma (fermantasyon) süreciyle metabolize olduğudur. Kanserin metabolizması normal hücre metabolizmasından 8 kat daha fazladır. Yukarıda söylediğimiz her şeyi birleştirirsek ortaya şu tablo çıkıyor: Vücut, kanseri beslemeye çalışırken mütemadiyen kapasitesinin üstünde çalışır. Kanser devamlı açlıktan ölmenin eşiğindedir ve vücuttan kendisini beslemesini talep etmektedir. Besin alımı kesilirse kanser açlıktan ölmeye başlar. Tabii kendisini beslemek için vücudun şeker üretmesini sağlayamazsa... Proteinlerden şeker. Bu ziyan sendromuna kaşeksi denir. Kaşeksi vücudun proteinlerden (evet, doğru duydunuz, karbonhidratlardan veya yağlardan değil de, proteinlerden) "glükoneogenez (yeniden glükoz yapımı)" işlemiyle, şeker elde etmesidir. Bu şeker kanseri besler. Vücut sonunda, kanser hücresini beslemeye çalışırken kendisi açlık çeker. Şimdi, kanserin şekerle beslendiğini öğrenmişken, onu şekerle beslemek mantıklı geliyor mu size? Yani karbonhidratlardan zengin bir diyet uygulamak? Bugün, kansere karşı uygulanan birçok besin terapisi mevcuttur (işe de yaramaktadırlar) çünkü günün birinde birisi şeker ve kanser arasındaki bağlantıyı görmüştür. Bu terapilerde, karbonhidratlar bakımından zengin gıdalara izin verilmez. Terapilerin hiçbirinde şekere de izin verilmez çünkü şeker kanseri beslemektedir. Peki doktorunuz bu gerçekleri size neden söylemez? Kim bilir? Belki doktorunuz kanseri tedavi edecek kişinin siz değil, kendisi olduğunu düşünmektedir. Belki Otto Warburg'un buluşunu duymuştur ama geri kalan parçaları tamamlayamamıştır. Belki de beslenmeyle ilgili hiçbir şey öğrenmemiştir. Aslında 1978'e kadar ABD'nin resmi kuruluşlarından biri, beslenmenin kanserle bir ilgisi olmadığını iddia etmekteydi!!!! Kanser ve şeker bağlantısından haberdar olanlar ise, dikkate değer terapilerle ortaya çıktılar. Bunlardan biri 'Laetrile'dir. Kaşeksili hastaların yüzde 50'den fazlasında glükoneogenez sürecini durduran hidrazin sülfat bunlardan bir diğeridir. Bugün, Minnesota Üniversitesi kemoterapi alanında bir "akıllı bomba" üzerinde çalışmaktadır. Akıllı bomba diyebileceğimiz ilacın üzerinde bir kaplama vardır. ilaç, vücutta oksijensiz bir bölge ile karşı karşıya geldiğinde bu kaplamayı üzerinden atar. Kanseri yok etmek için kemoterapiyi serbest bırakır. Çünkü, vücutta oksijensiz tek alan, kanserli bölgedir. Kanser hücresini aç bırakmaya çalışan besin terapileri de vardır. Kanserin ne sevdiğini bilen hasta, bunları yemekten kaçınır. Kanser, çiğ yiyeceklerdense pişmiş yiyecekleri sever. Pişirme işlemi, besinlerdeki enzimleri ve vitaminleri yok etmektedir. Bir de, kanserin şeker sevdiğini aklınızdan çıkarmayın. Kanserinizi sevmiyorsanız, onu beslemeyin! Şeker yerine tatlandırıcı kullanmak çözüm değil. Şeker yerine tatlandırıcı kullanmayı düşünüyorsanız, başka bir tuzağa düşmüş olursunuz. Tatlandırıcıların da vücuda ciddi zararları olduğu, yapılan araştırmalarla kanıtlandı. Örneğin, Amerikan Gıda ve ilaç Dairesi (FDA), sakarin içeren her türlü gıda maddesinin üzerine "Sağlığa zararlıdır. Hayvanlar üzerinde yapılan testlerde kansere yol açmıştır." ibaresinin konmasını şart koştu. Aspartam ve sükraloz gibi diğer tatlandırıcılar da yan etkileri nedeniyle uzak durulması gereken gıdalar arasında. (Editörün notu: Ama maalesef hiç birinin üzerinde böyle bir ibare yok).

Kaynak: International Wellness Directory

Prof. Dr. Ahmet Aydın'ın yorumu:

Şekerli gıdalar nasıl kansere neden olur? Aslında Nobel Tıp Odülünü alan Alman Otto Warburg yıllar önce (1931) kanser hücrelerinin sağlıklı hücrelerden farklı bir metabolizmasının olduğunu (oksjenli metabolizma yerine oksijensiz metabolizma) ve şekerin kanserli hücreleri beslediğini göstermiştir
Aşırı şekerli gıdalar yemek insülin direncine yani hiperinsülinizme yol açar. Hiperinsülinizm, insüline benzer büyüme faktörü (IGF) bağlayıcı protein-1 ve -2 (IGFBP-1 ve IGFBP-2) sentezini azaltarak serbest IGF-1 düzeyini artırır. Serbest IGF-1 hemen hemen bütün dokular için potent bir mitojeniktir. Yani hücre üremesini kontrolsüz bir şekilde artırarak kansere neden olur . Son iki yüzyıldır şeker tüketimi nasıl arttı? ingiltere'de 1815 de 5 kg civarında olan kişi başına yıllık çay şekeri tüketimi 1970de 50 kg'ın üzerine çıkmıştır. 1970-2000 yılları arasında ABD vatandaşları önceki yıllara oranla yılda 100 litre daha fazla şekerli meşrubat tüketmişlerdir. Türkiye'deki durum da artık çok farklı değildir. Çocuğu ile büyüğü ile çılgınca şeker ve beyaz un kullanılmaktadır. Bütün bu bilgiler kanserlerin niçin arttığını göz önüne açıkça sermektedir. Aşağıdaki tedbirlerle kanserlerin en az üçte ikisi önlenebilir;
* Un ve şekerden kaçınarak insülin direncini yenin.
* Hiçbir şekilde tatlandırıcı ve tatlandırıcı içeren 'light' hafif yiyecek ve içecek tüketmeyin.
* Katkı maddesi ilave edilmiş, paketlenmiş gıdaları yemeyin. Taş devri diyetini uygulayın.
* Bol taze sebze ve meyve yiyin
* Yeterli omega-3 alın; ayçiçeği, mısır, soya, pamuk ve margarin gibi yağları diyetinizden çıkartın. Bunların yerine zeytinyağı ve doğal hayvani yağları (tereyağı, iç yağı ve kuyruk yağı) yiyin.
* Kefir, yoğurt, turşu, sirke, nar ekşisi ve boza gibi probiyotiklerden (faydalı mikroplar) zengin gıdalarla beslenin.
* Özgür dolaşan hayvanların etini ve yumurtasını yiyin.
* Pastörize sütlerden mümkün olduğunca kaçının. Kutu sütü tüketmeyin. Mümkünse manda sütü kullanın. Süt yerine süt ürünlerini (yoğurt, peynir) tercih edin.
* Günde iki diş sarımsak ve/veya 1 baş kuru soğan tüketin.
* Günde 1-2 tatlı kaşığı zerdeçal tozu tüketin.
* Yeşil ve siyah çay tüketin (şekersiz!)
* Streslerden uzak durun.
* iyi uyuyun.
* Çevresel toksinlerden ve sigaradan uzak durun.
* D vitamini düzeylerinizi yükseltmek için dengeli bir şekilde güneşlenin ya da D vitamini takviyesi alın.
* Yeteri derecede egzersiz yapın.
* Aşırı alkol kullanmayın.
* işlenmiş soya ürünü yemeyin.
* Yemekleri geleneksel yöntemler (buğulama, buharda pişirme) ile pişirin. Turbo fırınlar da kullanılabilir.
* Hızlı pişirme yöntemleri (mikrodalga gibi) besin kayıplarına yol açar; ayrıca kanserojen olabilirler.
* Daha çok toprak (güveç), cam ya da kalaylı bakır kapları tercih edin. Emaye ve çelik tencere daha sonraki tercihlerdir.
* Teflon ve alüminyumu ise kesinlikle kullanmayın.

Prof. Dr. Ahmet AYDIN
iÜ Cerrahpaşa Tıp Fak.
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ABD
Metabolizma ve Beslenme Bilim Dalı Başkanı
kanserli hücrelerin yayılışı yengecin yürüyüşüne benzermiş *. bunu farkeden doktorlar hastalığa yunanca yengeç anlamına gelen "cancer" demişler.
yeryüzünde köpekbalıkları hariç bütün canlıların taşıdığı bir hücredir. çoğu insan sonradan ortaya çıktığını sanarken her canlıda bulunur ve ortaya çıkışı vücudun her açıdan zayıf düşmesiyle kanser hastalığının meydana gelmesini sağlar. bu hastalık arsız ve vurdumduymaz olmayı kesinlikle gerektirir. kemoterapi ilaçlarının içinde %99 bitkisel terapi bulunur. ama en önemli ilaç moralin ta kendisidir.
karadenizde her 10 kisinin 9unun ölüm nedenidir.
bu hastalığın tedavi sürecinde doktorlar hep hastanın moralinin yüksek tutulmasını söylerler. çok doğrudur, hastalığını yenebileceğini düşünen ve bu yönde desteklenen hastalar iyileşmek için çok büyük bir adım atmış olurlar.
ve siz onun moralini yüksek tutmak için elinizden geleni yaparsınız; güzel şeylerden bahsedersiniz, birlikte tatil planları yaparsınız, o hastalığın adını bile anmamaya çalışırsınız. ama güzide dizilerimiz sizin bu hassasiyetinizi hiç düşünmezler; ya birisi bu hastalığa yakalanır ve tedavi olmak için tüm vatandaşlarımızın hemencecik gidebildiği bilmem hangi ülkeye gider(bizde işinin ehli doktor yok çünkü) ya da bu hastalığa yakalanır ve ölür. anlamıyorum, hiç anlamıyorum.
(bkz: cilt kanseri)
öldürmeyip süründüren hastalık. gece sırt ağrılarının uyandırması kanserin yayılıyor olmasının bir göstergesidir. her şey en başta normaldir. ama hastalık çok sinsidir. farkedilemez. zaten fark edilse. erken teşhisten hasta kurtulur. sonra bu gece uyandıran sırt ağrıları başlar. hastalık yayılmaktadır. en kötüsü de yumuşak doku(mide bağırsak...) kanseridir. çünkü vücudu birden sarar. kanser hastası birden çöker. kemoterapi sırasında hiçbir şey yiyemez. tüm kokulara karşı duyarlıdır. bağışıklık sistemi çökmüştür. derisini kaşısa hemen yara olur. her kemoterapi sonrasında çok ama çok halsizleşir. sırt ağrıları da artmaktadır. derinin altında kemik vardır ve bu sırada sarılığa yakalanır. gözlerinin beyazı artık sarıdır. tüm vücudu da. sırtına konulan morfin bantları hiçbir ağrıyı dindirmez. ağrı çekmekten yüzünün şekli bile değişmiştir. devasa olan bir insan bile çocuk kadar kalmıştır. acılara dayanamadığı için artık ölmek ister. yine morfinin etkisiyle çevresindekileri tanıyamaz. bilincini kaybeder.

edit:tüm bunlar yaşandı ve tek sebebi sigara.

Uzun bir süre sonra gelen düzeltme: Okuyunca aynı günleri, aynı acıyı yine yaşamış kadar oldum.
bir çikolata ismi olsa kulağa ne kadar hoş gelebilecekken bir hastalık ismi olduğunda hele ki hastalığın etkileri gözlendiğinde insanda müthiş bi ürküntü yaratan kelime.
erinde gecinde yenilmeye mahkum kalınan hastalık türünün genel adı.
(bkz: lösemi)
(bkz: akciğer ca)
(bkz: meme ca)
hasta bir şey yiyemiyorsa bağışıklık sistemini güçlendiren ilaçlar kullanılabilir. imuneks gibi. ya da köpekbalığı yağı hapları gibi. bunları içen hasta bir süre de olsa birkaç lokma bir şey yiyebiliyor.
hücrelerin çocukluğuna dönmesi..özellikle bir örnekle anlatmak gerekirse yalnızca cenin kalın bağırsağında bulunan CEA isimli proteinin erişkin bir insan için kalın bağırsak kanserinde marker olarak kullanılması!duygusal olarak bakarsak oldukça zor ağır bir aşama..