bugün

bu sevdiğimin savunduklarını o kadar güzel savunan ehli beytten başka birini daha görmedim.
Mekke'de ilk kez halkın içersinde "La ilahe illallah" diyen sahabe.
islam'ı ilk kabul eden sahabilerden biriydi. islam Peygamberi Muhammed kendisine Abdullah adını vermiştir. Beni Gifar kabilesindendi. Doğum tarihi bilinmemektedir. 652 yılında, Medine çölü yakınlarındaki El-Rabaza kentinde ölmüştür. *
Söylenişi "abuzer" olan isimdir.
(bkz: yalnız kahraman ebu zer el gıfari)
ali şeriati'nin ilham kaynağıdır. yaşadığı dönemin en aykırı isimlerinden birisidir, temel meselenin aslında mülkiyetten ve altın biriktirmekten kaynaklandığını belirlemesiyle de aynı zamanda bir sosyolog olarak anılabilir. islam tarihiyle ilgili araştırma yapmak isteyen arkadaşlara tavsiye edebileceğim ilk isim ebu zerr'dir.
haydut kabilenin hakperest evladıdır...
kendisini bu şekilde niteliyorum, çünkü mensubu olduğu ben-i gifar kabilesi, biz müslümanlarda olduğu gibi müşriklerde de hanif dini mensupları içinde kutsal olan haram aylarda bile baskın yapmaktan, yağmacılıktan hatta ve hatta tüccarlardan haraç almaktan ve yol kesmekten geri durmayan bir kabileydi. bu öyle bir kabileydi ki, kabileler arası ticari sebeplerle çıkan savaşlarda, kan davalarında bir bakıma ''kiralık katil'' ihtiyacını karşılıyorlardı. herhangi birine suikast düzenlemek isteyen gifariler'e giderdi; ya da mekke'nin sözü geçen tüccarlarından biri rakibi olan diğer kabilelerin ya da mekke'ye dışarıdan gelen tüccarların önünü kesmek için gifari'lerle anlaşırdı, gifariler ise yağmalama görevini yerine getirdikten sonra kendi paylarını alırdı. cahiliye döneminin ''mafyası'' demememiz yerinde olacaktır ebu zerr'in mensup olduğu kabile için. işte o yüzden eşkiya kabilenin hakperest oğlu tanımlamasını getiriyorum ebu zerr için.

gerçek adı kaynaklarda çeşitli formlarda gözükmekle birlikte Cundub bin Cunade bin Sekan'dır. şam'daki kaynaklarda ise bazı zaman bureyre ya da berir olarak geçtiği de olmuştur. en sahih ittifak isminin cundub bin cunade bin sekan olduğudur.
kendisine ebu zerr el gifari denilmesinin sebebi de o dönemdeki arap toplumunun foklorik bir öğesi ve en çok da övünç kaynağı olan kişinin mensup olduğu kabile, kişinin ve ya ailenin o toplum nazarındaki karizması, önemi, özelliğine göre takılan lakaplardan oluşan bir betimleme sistematisidir. halen daha araplar da bu gelenek devam etmektedir. nitekim arap toplumu çok sıkı biçimde kabileci/nesepçi bir toplumdu; kabileler, ilim, cesaret, savaşçılık soylulukla övünürlerdi. gifari kabilesi gibiler de mekke'ye saldıkları kötü ün ve korkuyla övünürlerdi.

bilindiği gibi arap toplumunda insanlar belli künyelerle anılırlardı, künye; o kişinin ilk erkek çocuğunun adından oluşurdu. mesela hz.peygamber'in künyesi ebu'ul-kasım'dır. bunun sebebi ise peygamber'in ilk erkek çocuğunun adının kasım olmasıdır yani kasım'ın babası anlamındadır. bu biraz arap toplumunun ataerkil özellikler taşıyor olmasından ileri gelir. bu künyelerden öte, nisba denilen bir takı daha eklenirdi kişileri tanımlamak, isimlendirmek için. bir kişinin mesleğini, kabilesinin yaşadığı bölgeyi; kabile, aşiret, boy ırksal kökenini açıklamak için kullanılırdı nisba. ebu zerr; zerr'in babası, el gifari; yani gifarili zerr'in babası. araplarda şahıs tanımlamaları genelde bu şekildeydi.
konu ebu zerr'in kişiliğinden biraz uzaklaştı ancak bu vesile ile hem bilgi vermek hem de ebu zerr'in yetiştiği çevreye rağmen islam'ın o'nun kişiliğine kazandırdığı ''katma değeri'' biraz olsun tartışmak istedim; eşkiyalar arasından bir hakperest; hatta tevbekar bir ''eşkiya''; işte islam'ın temel amacı, işte islam'ın en temel kavgası; zalimlerin teslim olmuşlara dönüşmesi, hakk'ı gözetenler olması... ebu zerr islam'ın temel amacının en bariz örneklerinden biridir bu vesileyle.

ebu zerr, kur'an'ın özüne vakıf olmuş, peygamber aleyhisselatu vesselam'ın terbiyesinden geçmiş naif bir sahabedir. ancak tüm islami figürlerde olduğu gibi mitolojileştirilmiş kıssalarda anlatılan ebu zerr el gifari'nin islam'ın gelişinden üç yıl önce putlara tapmayı bıraktığı, ibadet ettiği hatta namaz kıldığı söylenceleri dolaşmaktadır ortalıkta. hatta hikaye olunur ebu zerr'in ağzından;

– Dedim ki; “Allah Rasulü’nü görmeden üç yıl önce namaz kıldım.
– Kimin için, diye sordular.
– Allah için, dedim.
– Yüzünü hangi tarafa çeviriyordun, dediler. Dedim ki:
– Hangi yana dönsem Allah’ı görüyordum.

gibi kıssalar anlatılır. ayrıca bu hikaye en temelde doğrudur çünkü islam'ın o coğrafyaya inzalinden öncede sabii olarak bilinen -bunlar genelde yıldızlara tapıcılar olarak bilinir ama doğru değildir- kesimler de vardı. hanif dinine yani ''iabrahim'in dinine'' tabi olanlar diyelim biz onlara.
genel de o dönemdeki arap coğrafyası tamamı ile pagan olduğu sanılır. hayır, manevi anlamda ciddi bir çeşitlilik vardı o dönemde. nasraniler yani hristiyanlar, yahudiler, sabiiler, hatta ve hatta hetorodoks anlayışlarına mensup mülteci denilebilecek hintliler de mevcuttu; ibrahim'in dinini bozmamış hanifler de.

hanifler bir yana, paganist araplarda bile salatı ikame etme; hac; haram aylar; oruç, cenabetten gusletme gibi adetler zaten vardı. kabe de onlar için değerli idi, kabe'nin bulunduğu yerde kötü söz söylenemez, kabe'ye yani beyte sığınan hırsız orada infaz olunmazdı. çünkü haramdı.
kur'an indiği dönemde yeni nükuslar, hiç bilinmedik ibadetler getirmemiş, var olan ritüelleri allah'a tevcih etmiş, insanları şirkten, tevhide yöneltmiştir. bugünün algısı ile müşriklerin ateist olduğunu sanmayalım; çünkü onlarda ateist bir algı yoktu, kur'an'da anlayabiliyoruz ki onlar da ibrahim'in yolunda olduklarını savunuyorlardı ancak bir farkla, lat, menat, uzza olmadan allah'a ulaşamayacaklarına, onların şefaatçi olacaklarına inanıyorlardı. işte bu yüzden salatı(namazı) o putlara eda ediyorlardı, oruç belli zamanlarda onlar içindi, kurban kanları o tahtadan yapılmış putların üzerine akıyordu ve hiçbir garibana dağıtılmadan gömülüyordu. ''maksat allah için kan akıtmak'' deyimi de o dönemin algısından bizlere miras kalmıştır. hayır, amaç kan akıtmak değil, allah'ın verdiği nimeti fiili olarak infak etmektir düşkün olanlara, acizlere. hatta amacın sadece ''kan akıtmak'' olmadığının cevabını yine kur'an veriyor;

--spoiler--
Onun (kurbanların), etleri ve kanları asla Allah'a ulaşmaz. Fakat sizden O'na, takva (Allah'a teslim olma) ulaşır. işte böylece size, onu musahhar kıldı. Sizi hidayete erdirdiği şey üzerine (hidayete erdirmesi sebebiyle) Allah'ı tekbir etmeniz için. Ve muhsinleri (Allah'a fizik vücutlarını teslim edenleri) müjdele! (hac 37)
--spoiler--

farkındayım ebu zerr başlığındayız buna rağmen uzun uzadıya açıklıyor olmamın sebebi de kavramların, anlatıların iç yüzüne derinlemesine vakıf olmanızdır bu arada.

konumuza dönelim, başta dediğim gibi ebu zerr el gifari'nin peygamber'den öncede namaz kıldığı allah'a kulluk ettiği söylemi çok şaşırtıcı çok sıra dışı bir durum değildir bu sebepten, şunu anlıyoruz ki, el gifari ''haydutluğu'' ve şirki bırakıp hanif dinine geçmişti. çünkü hanif dini mensupları salatı putlara değil, ''ibrahim'in rabbine'' ikame ediyorlardı. o'na kulluk edip o'na iman ediyorlardı. kısaca ebu zerr için haniflerden biri olduğunu söylemek daha doğru olacaktır.

daha sonrasında ise gifar kabilesine gelen bir kişi aracılığı ile hz. peygamber'den haberdar olur, mekke'ye gider, o günlerde peygamber'in durumu belli oranda tehlike altında olduğu için günlerce görüşemez, görüşmenin yollarını arar ve zoru zoruna peygamber'le tanışır ardından ise tebliği dinledikten sonra ''teslim olur'' yani müslüman...
hatta peygamber'in böyle bir kabileden böyle bir takva sahibi insanın çıkmasına şaşırdığı yönündeki saçma menkıbelerde vardır ancak islam'ın tebliğ esasına taban tabana zıt olan bu anlayışın yalan olduğunu kestirmek için menkibelerin senetlerini aramanın mantığı yoktur. çünkü peygamber zalimlerin hak yoluna girmesine şaşırmak için değil, tam olarak bunu gerçekleştirmek için gönderilmiştir.

bundan sonra ebu zerr el gifari'nin ikinci hayatı başlar diyebiliriz, öncelik kardeşi Uneys'in müslüman olmasına vesile olur, ardından ise kabilesine giderek onlara tebliğ yapar. o haydut kabilenin bir çoğunun müslüman olmasına vesile olur böylelikle. islam'ın bireysel ve toplumsal teskin edici özelliğinin en bariz örneği ebu zerr ve ''eşkiya gifariler'' olduğunu söyleyebiliriz böylelikle.

savaşlar döneminde de aktif olarak yer almıştır, hatta peygamber'in vefatından sonraki dönemler hz. ebu bekir'in emrinde ve hz.ömer zamanında da aktif olarak fetih hareketlerine katılmış, hatta ve hatta muaviye ile birlikte şam'ın fethini gerçekleştirmiştir.
peygamber'in vefatı, ardından hz. ebu bekir'in vefatı; ve sonrasında ise hz. ömer'in şehit edilişinin ardından ebu zerr'in yalnızlaştığı söylenebilir bir bakıma.
çünkü hz.ömer döneminde başlayıp, hz.osman döneminde ayyuka çıkan fetih hareketleri, yeni katılan topraklar, alınan yüklü ganimetler ile firdevsi'nin tabiri ile;

--spoiler--
deve sütü içip çekirge yiyen arap
--spoiler--

belli oranda zenginleşmiş, ekonomik ve askeri güce ulaşmıştı, bununla beraber fetih ruhu, ordugahlara inkilap etmiş, yani kurumsallaşmıştı. işte bu noktada mekke ve medine'ye akan para ve hizmet, yeni fetih olunan ve arapların aşağılamaktan zevk duyduğu eski kadim kültürlerin halklarına hiç uğramıyordu. tabi bu noktada hakperest gifari de sahneye çıkmış oluyordu.
muaviye ile hz.osman'la ciddi anlamda ters düşmüştü. sonunda da rebeze sürgünü. evet bu bir sürgündür ancak gifari'nin iradesi dahilinde olan bir sürgün. nitekim beyt'ul mal'dan yine ailesinin ve kendisinin ihtiyaçları karşılanmıştır. ölene dek.
tabi ki her durumda gifari'nin metodu 'muhammedi'' ve islami'dir. bu noktada ebu zerr'e haksızlık edilmiş ve çok çetin ayrılıklar, savaşlar bu sebepten yaşanmıştır, denilebilir ki gifari o dönende ciddiye alınıp dnlense idi, sonrasında var olan savaşlar ve günümüze değin devam eden mezhepsel düşmanlıklar doğmayacaktı. çünkü o dönemde islam'ın ruhuna ters ve islam'ın kenz olarak adlandırdığı kur'an'ın lanetlediği mal biriktirme ayyuka çıkmış, infak ruhu söndürülmüştü. tabi üzerine bir de islam'ın savaş açtığı kabilecilik ve ırkçılık da belli oranda baş gösterince, ebu zerr gibi hakperest bir kahraman yalnızlaşmaya başladı.

ebu zerr'e haksızlık yapıldığı barizdir. hz.osman'ın yaptığı bir hatadır. bu kaçınılmaz bir gerçektir. buna rağmen hz.osman'a sövülmesinin altındaki sebepleri de iyi biliyorum şimdi konumuzu dağıtmamak adına o ayrıntıya girmiyorum.
ebu zerr ve hz. osman olayı sadece bir perdedir basit bir perde. yoksa amaç çekirge yiyen arabın hakkını savunmak değildir. bu uzun ve tafsilatlı bir konu. yeri geldikçe değineceğiz.

ayrıca temelde din,iman maneviyat gibi konulardan şeytan görmüşçesine kaçan seküler sosyalist anlayışların ebu zerr üzerinden bir islami kimlik oluşturmaya çalışıyor olması da ebu zerr'in adının manüpile edildiğinin kanıtıdır. islam sosyalist bir dindir gibi sadece ''dini siyasete alet etme'' güdümlü bir algı benim nazarımda sadece bir komedi ve ironidir. islam sosyalist bir din değildir çünkü islam'ın bu tip ''tanımsal'' argümanlara ihtiyacı yoktur. islam'da iki kıstas vardır toplumsal refah açısından, ya infak; ya kenz. işte bu yüzden politik dincilerimizin islam sosyalsittir, ebu zerr ise sosyalistin feriştahıdır sloganları, samimiyetten uzak söylemlerdir. kendilerine seküler biçimde sosyalizm kavgası vermelerini tavsiye ediyorum, çünkü ebu zerr ve islam üzerinden yürütülen propoganda fazlaca sırıtıyor. konunun biraz olsun dışına çıktık farkındayım, buna da değinmek istedim biraz olsun.

bir diğer konu da şii-alevi kültürde kendisine atfedilen kutsiyettir, 17 kemerbestten biri olması malumdur. nitekim o 17 kemerbest arasında hz. ebu bekir'in oğlu, muhammen bin ebu bekir'de vardır. ebu bekir ki bu taifelerin en büyük düşmanlarından biridir. bu da şiilerin ''alın bakın ebu bekir'in oğlu bile imamı ali'nin yanında idi şiası idi, siz ise ne hakla onun şiası değilsiniz'' gibi akıl dışı bir propoganda yürütmeleri için tasarlanmış uyduruk bir silsiledir.
yoksa ebu zerr şii falan değildi, sadece muaviye'nin benmerkezci tavrı onun kavgasıydı. tabi muaviye'nin karşısında olan herkesi şii-alevi zanneden sakat bir anlayış, onu da ''şii'' yapmıştır ancak alakası yoktur. mesela o çevrelere soruyorum, ebu zerr hz.ali'nin ''nas ve tayin ile allah tarafından atanmış bir imam'' olduğuna inanıyor muydu? bu mühim bir konu çünkü.
kısaca ebu zerr'in ''şiileştirilmesinin'' hiçbir tarihsel ve itikadi bir anlamı yoktur.

islami figürlerin tümünde olduğu gibi ebu zerr'de belli oranda bu mitolojik hikayelere dahil edilmiştir. o da hz.osman ve muaviye ile karşı karşıya gelmiş olmasından dolayıdır. tabi ki ebu zerr'in haklılığı aşikardır.

kendisi hakkında ali şeriati'nin ebu zerr kitabını tavsiye ederim. nitekim şeriati'nin kafasındaki ebu zerr tam olarak islam sosyalist bir dindir komedisi içerisindeki arkadaşlara güzel bir cevaptır. ayrıca ali şeirati'lerin de piridir denebilir ebu zerr için.

kısaca ebu zerr el gifari; islam'ın ruhuna aşina, islam'ın zalim ile mazlum kıstaslarına hakim, infak'ı hakkı ile özümsemiş değerli bir sahabedir, mekanı cennet olsun.

kısa bir not: cennetle müjdelenen 10 sahabe olayı tümüyle bir zırvadır. yani ebu zerr el gifari'de müjdelenmemiştir. o yüzden önüne geleni cennete sokmamamız dini ciddiye almamız açısında önemlidir.
lükse ve ihtişama karşı ilk çığlığı koparan olmaz böyle islamiyet diye bağıran ve haykıran o koca insan şu an yöneticilerimizin bulunduğu hatta bizim içinde bulunduğumuz duruma ne derdi?
zamanında bazı valileri iran kisralarına benzettirken acaba zamanın ötesinde miydi bu koca sahabi. selam olsun o'na.

"eğer bu sarayı kendi paranla yaptırdıysan müsrifin, yok halkın parasıyla yaptırdıysan hırsızsın"

korkakların gözü uyku görmesin.
isminin çağtırştıdığı

görsel

ayrıca hayatı incelenmeye değer gibi duruyor.
türkiye'de kendine islami diyen kesimde pek anılmayan kişilerdendir. neden acaba?
Hayatı "Yalnız Kahraman Ebu Zerr El Gıfari" isminde bir film ile Reha Yeprem tarafından canlandırılmıştır. Youtube'da tek parça halinde mevcut. Ben izledim. Gayet iyiydi. Tavsiye ederim.
hayatı okullarda ders olarak verilmesi gereken gerçek sahabe.
Bu Ümmete Ebu Zerr el-Gifari'nin sosyal adalet anlıyışını benimsemiş sistemle kavgalı kapitalizmi red eden kadrolar lazım. Namaz kılıp oruç tutup sistemle mücadele etmeyen muhafazakar kapitalistler hiç bir şey değitiremedi değiştirmez.
uzunca bir kısmını bitirdiğim kitapta *açıkça peygamberimiz* gibi sosyal adalet ve çalışmaya göre eşit gelir dağılımını savundugundan dolayı halife osman ve muaviyeden sürgün yiyen parayla satın alınmaya çalışılan yiğit peygamber dostu sosyalist sahabi. (bkz: doğru söyleyenin dokuz köyden kovulması)
günümüzdeki "abuzer" adının atası.
muaviye kadar değer verilmeyen sahabe.
Bir gün Hz. Ali, Kâbe’nin yanından geçerken, Ebû Zer gözüne takıldı. Hâlin­den garip ve yabancı biri olduğnu anladı:
“Sen garip biri misin?”
“Evet.” “Buyur, benimle gel, seni misafir edeyim.” dedi. Ebû Zer kabul etti.
Ebû Zer kadar Hz. Ali de tedbirli ve ihtiyatlı idi. O gün birbirlerine açılamadı­lar. Zira müşrik zulmü öylesine kuvvetliydi ki, birinin Müslüman olduğunu ha­ber alır almaz hemen üzerine çullanarak bayıltıncaya kadar dövüyorlardı…

Sabah olmuştu. Ebû Zer hemen kalkıp Kâbe’ye gitti. “Belki Yeni Peygamber’i görebilirim!” diye düşündü.

Akşama yakın yine Hz. Ali oradan geçiyordu:
“Henüz bir yer bulup yerleşemedin mi?”
“Hayır. Aslında burada kalmaya pek niyetim yok.”

Hz. Ali onu tekrar evine davet etti. Birlikte gittiler. Eve vardıklarında Hz. Ali aralarındaki sır perdesini araladı:
“Doğru söyle, seni buraya getiren bir şey olmalı! Sen bir şeyler arar gibi­sin.”
“Gizli tutacağına söz verirsen söylerim.”
“Emin olabilirsin.”
“Bize ‘burada birinin çıkıp peygamberlik iddia ettiği’ haberi ulaştı. Ondan ha­ber getirmesi için kardeşimi gönderdim. Ancak kardeşimin getirdiği haber beni tatmin etmediği gibi, bu zata karşı merakımı daha da artırdı. Bunun için bizzat gelip onunla görüşmek ve konuşmak istedim.”

“Şüphesiz, sen tam aradığının içine düştün! Ben de onun yanına gideceğim. Sen arkamdan gel. Beni takip ederek onun huzuruna girersin. Yalnız ben yolda sana zarar verecek bir durum görürsem, ayakkabımı düzeltir gibi bir duvara yönelirim. Sen de durmaksızın ilerlersin.”

Ebû Zer bunları duyunca pek sevindi. içine tatlı bir heyecan dalgası yayıldı. Günlerce araştırdığı gerçek, karşısına çıkmıştı. Merakı bir kat daha arttı. Hz. Ali’nin peşine takılıp gitti. Re­sû­lul­lah’ın evine yaklaştılar. Hz. Ali önden, Ebû Zer de arkadan takip etti ve içeri girdiler.

Ebû Zer’de heyecan son haddine varmıştı. Peygamber’i görür görmez ona hayretle baktı ve “Bana hemen dinini anlatıver!” demekten kendisini alamadı. Peygamberimiz, tebliğ ettiği yüce dini kısaca kendisine anlattı.

içi içine sığmıyordu. Sanki dünyaya meydan okuyacak bir Ebû Zer olmuştu. Duyduğu hakikati kâinata haykırmak, her önüne gelene anlatmak istiyordu. Yüce Peygamberimiz, ona tedbirli olması tavsiyesinde bulundu, “Ey Ebû Zer! Bu işi şimdilik gizli tut. Memleketine dön. Bizim ortaya çıktığımızı haber aldı­ğında döner, gelirsin.” Buyur­du.

Fakat Ebû Zer, “Seni hak ile gönderen Allah’a yemin ederim ki, ben bu haki­kati müşriklerin ortasında haykırırım!” dedi.

Kötülük yolunda gözünü budaktan esirgemeyen Ebû Zer, hak yolunda mı çe­kinecekti?!

Kâbe’de Kureyş müşriklerinin toplu bulunduğu yere vardı, “Ey Kureyş ce­maati!” dedi, “Beni dinleyin. Biliniz ki, ben Ebû Zer, Allah’tan başka ilah olma­dığına ve Muhammed’in O’nun kulu ve Resûlü olduğuna kesin olarak şehadet ediyorum.”

Bu meydan okuyuşu duyan azgın müşrikler, ellerine geçirdikleri taş ve sopa­larla Ebû Zer’in üzerine saldırdılar. Ebû Zer mücadele ettiyse de nafileydi, bayı­lıp yere yığıldı. Bu hâl birkaç kere tekrar edildi. Bir keresinde Peygamberimizin amcası Abbas, Kureyş’e, “Ne yapıyorsunuz?! Dövdüğünüz bu zat, sizin ticaret yolunuz üzerindeki Gıfar kabilesindendir.” deyince onu bıraktılar.

http://www.resulullah.org/ebu-zer-el-gifari-ra
onun hakkında peygamber efendimiz (sav)
'yer ebu zerr'den daha doğru kimseyi taşımamış, gökte ondan daha doğru birini gölgelememiştir.' buyurmuşlardır.
selam olsun bu ümmetin en doğru sözlü kahramanına.
peygamber efendimizin '' güneş ebu zerr den daha doğru söyleyen kimsenin üzerine doğmamıştır'' methine mazhar olmuş sahabedir.
tarihte alevi olduğu için muaviye tarafından zulme uğruyan ilk kişidir. Sonrasında her dönem ebu zerr'ler ve muaviye'ler oldu.
Alevi'den kastım günümüz sözde alevileri değildir. Ali taraftarı manasında alevidir.
bir alevi olarak mezhebin bile olmadığı dönemde şu aleviydi bu sünniydi gibi tartışmalar çok ayıp. ebu zer müslümandı. hem de hadislere göre allah'ın peygamber efendimizi sevmekle yükümlü kıldığı müslümanlardan.
--spoiler--
"bana ismail b. Musa el-Fezari anlattı, dedi ki: Şerik bana Ebi Reybe’den, o ibni Bureyde’den, o da babasından anlattı, dedi ki: Rasulullah s.a.a dedi ki: “Allah bana dört kişiyi sevmeyi emretti ve kendisinin de onları sevdiğini bana bildirdi.” Bunun üzerine denildi ki: “ya Rasulullah s.a.a, bize onların isimlerini bildir” Rasulullah s.a.s dedi ki: “Ali onlardandır -bunu üç kere tekrarladı- diğerleri ise Ebu Zerr, Mikdad ve Selmandır.”"
--spoiler--
dürüst, anti-kapitalist, tabiaten fakir, zâhid ve inzivâyi seven bir sahâbî olarak bilinir.

Dünyaya hiç değer vermez, Saraylar, köşkler, konaklara karşı çıkarmış, Mal ve servet biriktirme hırsı hiç olmamış. Debdebeli bir hayat tarzını seçenlere gereken ikazları yapar; bu durumun onlara kötülükten başka bir şey vermeyeceğini, bir gün bunların hesabının sorulacağını söylermiş. Ve sık sık delil olarak: "Altın ve gümüş depo edip Allah yolunda sarf etmeyenlere elim azabı müjdele..." meâlindeki âyeti okurmuş. haklı bir meselede de halifeye karşı gelmekten çekinmezmiş.

http://www.enfal.de/ecdad55.htm
sadece bu sahabenin hayatı incelense hak ile batıl birbirinden ayırt edilebilir.
peygamber efendimizin '' güneş ebu zerr den daha doğru söyleyen kimsenin üzerine doğmamıştır'' methine mazhar olmuş sahabedir.
Adem Göksügür ün romanı Zer' de ebu Zer geçiyor.
ZER de ebu ZERle tefekkür başlıklı olup aşağıda linkini verdiğim yazıda Ebu Zer ile ilginç detayllar verilmektedir. meraklısı tıklayıp okur:
http://www.akhisarhaber.c...-zerle-tefekkur-876yy.htm