bugün

Türkiye Cumhuriyeti yeni merkez başkanı.
süreyya serdengeçti' nin görev süresinin bitmesi nedeni ile 18.04.2006 tarihinden itibaren T.C. Merkez Bankası başkanıdır.
uşak dogumlu, öğrenimini ingiltere'de görmüş, merkez bankasında 26 yıl görev yapmıs sahsiyet.
haber sitelerinde hanımı türbanlı olmasına rağmen!( ki ben bu bahaneye g.tümle gülüyorum) atanan yeni merkez bankası başkanı yazan kişidir.
(bkz: hayırlı olsun)
1947 yılında Uşak’ta doğan Yılmaz, Lisans eğitimini ingiltere’de The City University London’da tamamladı. 1980 yılında Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Dış Borç Erteleme Servisinde göreve başladı. 1995 yılında Müdür, 1996’da Genel Müdür Yardımcısı oldu. 2002 yılında işçi Dövizleri Genel Müdürü olan Yılmaz, 01 Mayıs 2003 tarihinden itibaren Banka Meclisi Üyesi olarak görev yapmaktadır.
enflasyon beklentilerini gun itibariyle aciklamis turkiye cumhuriyet merkez bankasi baskani.
2007 yili icin enflasyon orani %3.4 olarak hedeflenmistir...
hukumetin dumen suyuna girmemesine karsin sicak paracilarin dumen suyuna girme ihtimali olan politikalarin sahibi. ic talep zaten dusmusken, petrol ve gida gibi faizlerle etkileyemedigi kalemlerden kaynaklanan enflasyona faiz artirarak mudahale edilmesi pek mantikli degil. ki bunu ben degil uc ay onceki raporlari ile merkez bankasinin kendisi soyluyordu.
artan enflasyonu faiz arttırımı ile gidermeye çalışan merkez bankası başkanı.

2001 krizinin etkilerinin 2004 ortalarında son bulduğu halde aynı ekonomik politikayı devam ettiren akp hükümeti için durum iki ucu kakalı değnek durumuna gelmiştir.

ekonomimizdeki enflasyon artık kağıt üzerinde de düşük değildir. tük'in hemen hemen her sene enflasyon sepetindeki mal ve hizmet listesini değiştirmesi ile kağıt üzerinde düşük görünen enflasyon artık minik hesap oyunları ile kağıt üzerinde bile dizginlenememektedir.

burada 2 seçenek vardır, ya faizi düşürüp enflasyonun yükselmesine izin vereceksiniz, faiz düşünce dövizde yükselme gerçekleşecek ve reel değerine yaklaşacak, böylece ihracatçı rahatlayacak, üretici rahatlayacak, ithalatçı zorlanacak, yabancı sermaye dedikleri sıcak para sahibi yabancılar paralarını dövize çevirecekler ya da faizi yükselteceksiniz, enflasyonu dizginlemeye çalışacaksınız -ki, dizginlenemeyecek yine de- ihracatın önüne set çekeceksiniz, üretici maliyetleri çoğalacak, ithalatçı ve yabancı sermaye dedikleri yabancı sıcak para babaları bayram edecek.

yani durum böylesine pis bir durum. akp hükümeti diyor ki; "enflasyonu tek haneye indirdik" kağıt üzerinde enflasyonun tek haneye inmesinin 2 sebebi var. biri dünyanın en yüksek reel faizini vermemiz -ki, bu dünyada en yüksek faizle borç almak demektir aynı zamanda, faizlerin yükselmesi ile döviz düşer, aradaki kur farkı ile yabancı sermaye olarak pembe şekilde anlatılan kişiler ülkemizde elini sıcak sudan soğuk suya sokmadan %40 para kazanır sırtımızdan, böylece içeride para çoğalır ve enflasyon güya düşük olur- diğeri de tüik'in enflasyon sepetini enflasyonu düşük göstermek için devamlı değiştirmesidir. zira devamlı olarak kullanılan ve fiyatları %50 ila %300 arasında artan ürün ve hizmetlerin birçoğu sepette yoktur.

şimdi, eğer enflasyon tek haneye inmişse, bunda merkez bankasının faiz politikasının payı büyüktür, yani akp hükümeti övünürken merkez bankası'na da dua etmeli, ha şimdi diyor ki akp; "biz faiz indirin diyoruz indirmiyorlar" e o zaman sen nasıl "enflasyonu tek haneye indirdik?" diye caka satacaksın etrafa? enflasyon kağıt üzerinde bile %25-30 olduğunda ne olacak?

hem yabancı sermaye diye inleyeceksin -yabancı sermaye akp'nin kara kaşı, kara gözü için gelmiyor, ülkemin sırtından, insanımın sırtından kazanacağı parayı hiçbir yerde kazanamayacağı için geliyor, bir yılda parasını kur farkı ile birlikte %40 değerlendeceği başka bir ülke yok- hem de "faizleri indirin" diyeceksin. e tabi baktın ki üretci ihracat yapamıyor, maliyetleri kurtaramıyor, kepenk indiriyor bir taraflar tutuştu değil mi?

enflasyon tek haneli olsun, yabancı sermaye gelsin, faizler düşük olsun, istihdam artsın. bunların hiçbiri aynı anda olmaz yiğitler.

ekonomiyi 2004'te değiştirmen gereken politika ile hala yönetmeye çalış, bir yandan popülizm yapmaya devam et, sonra da "merkez bankası bizimle inatlaşıyor"

ah keşke merkez bankası faizleri indirse de, enflasyon kağıt üzerinde ble %25'leri görse, döviz reel değerine yaklaşsa da elinizde enstruman kalmasa, o zaman da akp der ki; "merkez bankası faiz düşürdüğü için artıyor enflasyon, özerk olduğu için biz müdahale edemiyoruz, bakın biz yapsak vallahi enflasyon düşer" der.

ekonomiden zerre anlamayan, bütçe görüşmelerinde makarna, simit, çay hesabı ile anlatılan ekonomiyi alkışlayan düdükler de bunu afiyetle yerler. faturayı da ali babacan ve mehmet şimşek başta olmak üzere akp hükümeti'ne değil de ne olursa olsun merkez bankası'na ve başkanına keserler.
faizleri arttırarak doğrusunu yapmış kişidir. önümüzde karışık günler var, akp kapatılacak gibi... işler karışık. yabancı sermaye kaçtı kaçacak... bu ortamda faizleri indirseydi çok riskli olurdu. peki akp neden faizlerin yüksekliğinden şikayet edip duruyor? çok basit. suçu oraya atıp kendisini temize çıkarmak için. aslında akp temiz zaten. çünkü asıl suçlu akp'ye kapatma davası açanlardır.
haziran 2008 verilerine göre, aylık maaşı 31 bin 831 lira olduğu belirtilen başkan. varsa çocuğu da, babasının maaşından şikayetçi olmayan hemen hemen tek memur çocuğu olmalı.

(bkz: memur çocuğu olmak)
aynı isimde bir de milliyetçi-vatansever çizgide değerli bir tarihçimiz mevcut.

http://www.durmusyilmaz.com/
2008 krizinin çıkış belirtilerini;
tünelin sonundaki ışık, tren diyerek oyalayan ve bizi adeta öküz yerine koyan adam.
muhabir soruyor: "bu yıl davos'ta yalnız başınızasınız; başbakan da yok bakanlar da. nasıl bu durum?"

cevap geliyor, pek keyifli, pek memnunca: "valla, bir haller var. önceden gelirdim, otelime gider kendim yerleşir ederdim. şimdi hem onlar karşıladı, hem de 2 koruma verdiler bana. ben öyle tehlike mehlike de görmedim, pek ağarlanıyorum."

muhabir vazgeçmiyor, ısrarlı: "eh ama sıkıntılar, durumlar belirtmek için birileri olsa daha mı iyi olurdu?"

memnuniyet de ısrarlı, yeri gelince alakasız: "efendim, türkiye burada temsil ediyor. tarafımca.."

cevap veren taraf tabii başlıkta geçen zat-ı muhterem; pek bizden, pek - saçma gelecek ama - gülümsetici..

merkez bankası başkanı, esaslı yeri olan adam da.. ekonomiyi boşverin, adam pek keyiflenmiş yaa!
görev süresi 18 nisan 2011 de dolacak olan hali hazırdaki T.C. Merkez Bankası başkanı. yerine atanması muhtemel isimler ise;

bir dönem devlet bakanı ve başbakan yardımcısı ali babacan’ın danışmanlığını da yapan merkez bankası başkan yardımcısı erdem başçı,

hazine müsteşarı halil ibrahim çanakcı,

merkez bankası başkan yardımcısı ibrahim turhan,

ziraat bankası genel müdürü can akın çağlar,

bddk başkanı tevfik bilgin olarak kulislerde fısıldanıyormuş.
alper görmüş'ün "haram lokma yemeyenler koalisyonu ve ilk zenci merkez bankası başkanı" ifadeleri ile çok güzel betimlediği insandır.

--spoiler--
sizin de vardır öyle çemberleriniz: içinde hiçbir problem yokmuş gibi yaşadığınız,zaman zaman aklınıza geldikçe rahatsız olduğunuz... sonra belki yıllarca aklınıza getirmemek üzere kafanızdan kovduğunuz, ama illa ki gelip sizi bulan...
benim var birkaç tane.
bunların başında, sempatilerimi, siyasi-ideolojik açıdan kendime yakın insanlara yöneltmek gelir. bazen yıllar boyunca unuturum bunu, her şey normalmiş gibi gelir, sonra bir gün hatırlayıveririm, rahatsız olurum,"neden" diye sorarım kendi kendime. sanıyorum ortak kötü huylarımızdan biri bu; ama eminim bazılarımız bunu bir "çember" olarak kabul etmez, doğal bir insan hali sayar. doğrusu, bu tatsız refleksin gücünü sınadıkça bazen bana da öyle geliyor.

kemal sayar bir yazısında insanları siyasi, dinî, felsefi inançlarına göre bölüp ittifaklarımızı bu benzerlikler üzerinden oluşturmaya karşı çıkıyor, sonunda da "haram lokma yemeyenler koalisyonu" öneriyordu.
elbette bugünkü bilincimiz, ruh hallerimiz, hayatı algılamamızla ilgili hakikatlerle birlikte değerlendirildiğinde hayli "naif" bir önerme... fakat o yazı ve yazının sonundaki müthiş formülasyon benim ezeli "çember"imi öyle bir harekete geçirdi ki, o gün bu gün bir daha kafamdan atamadım onu. hakikaten: mesela erdemli bir solcuya, erdemli bir sağcıdansa alçak bir solcuyu tercih ettiren etmenler nelerdir acaba? neden biri sağcı, öbürü solcu iki erdemli insan bir "koalisyon" kurmaz da her biri gider kendi "alçağını" tercih eder?

"iyi insandır..."

aynı anlama gelmek ve konuyu yavaş yavaş durmuş yılmaz’a getirmek üzere soruyu şöyle de sorabiliriz: sempatilerimizi neden hayat tarzı bize yakın olan insanlara yöneltiriz? neden sırf bize benzemiyorlar diye iyi, diğerkâm, vicdanlı, dürüst insanların bu özelliklerini hiç görmeyiz, hayatlarını zehir ederiz de bize benzeyen vicdansız ve sahtekârları tolere etmek için bin dereden su getiririz?

iki yıl kadar önce merkez bankası başkanlığına atanan durmuş yılmaz’la ilgili olarak akrabalarından, yakın çevresinden, çalışma arkadaşlarından hep aynı şeyi duyduk: çok iyidir, çok dürüsttür, çok mütevazıdır. zaten o büyük gerilim içinde, seçilmesinden herkesin memnuniyet duymasından da belliydi bu. anlatılanlar içinde beni en çok, yılmaz’ın karakterinin temellerinin nerelerden kaynaklandığını da gösteren yakınlarının sözleri etkilemişti.

ablası dulkadir kil (kardeşinin, annesinin "seni okutamayacağım" sözlerini izleyen kayboluşundan sonra): "akşama kadar bekledik, kardeşim gelmedi. akşam hava kararınca annem dışarı çıkarak, "oğlum, hadi gel ortaya çık, seni okutacağım" diyerek bağırmaya başladı. durmuş bizim bahçedeki dama gizlenmiş. annemin, "seni okutacağım" sözünü duyunca ortaya çıktı.annem tarlayı sattı, dağlarda odun kesip, sarıp, eşeğe yükler, yayan kasabaya gidip odunları satardı. kardeşimi bu zor şartlarda okuttu. kendisi alçakgönüllü bir insan. kibirli değildir. geldiği zaman özel yatak yapılmasını istemez. nerede olursa, orada uyur. bulunduğu ortama kolay uyum sağlar."

en hararetli rekabetlerin yaşandığı bankacılık sektöründen onu tanıyanlar bile her şeyden önce "iyi insan"lığını hatırlatıyorlardı ki, bu benim için olağanüstü güzel bir sürpriz olmuştu.

sonra malum "kapı önündeki ayakkabılar" krizi baş gösterdi. akşam gazetesi muhabirleri, yeni başkanın "yenimahalle’deki 30-40 yıllık mütevazı evi"ni uzun uğraşılardan sonra bulmuş, kapıyı tıklatmışlardı. haberin fotoğrafında, yarı açık kapının önünde durmuş yılmaz’ın eşi duriye yılmaz görünüyordu. ne var ki, başörtülü olmasına rağmen ("duydun mu, yeni merkez bankası başkanı’nın eşi de türbanlıymış!"), asıl ilgi ona değil, kapının önündeki ayakkabılara çevrilmişti.hürriyet gazetesi genel yayın yönetmeni ertuğrul özkök:

"en tanıdık ama en çarpıcı unsurlar, kapıdaki ayakkabılar. üçü de erkeklere ait. üçü de çamurlu. 'acaba bu evin kadınları hiç mi dışarı çıkmaz' diye sordurtan bir görüntü. evin girişindeki holde yere gazete kâğıtları serilmiş. (...) acaba köylerden ve varoşlardan gelen bir "garibanizm ihtilali mi" yaşıyoruz. acaba bu ihtilal "beyaz türklerin tasfiyesi sürecini mi başlattı?" acaba "beyaz türkler" tasfiye edilince bu ülke daha mı güzel olacak?"

özkök, bundan bir süre sonra yazdığı bir yazıda da, gene aynı fotoğrafagönderme yaparak "bana imaj önemli değildir demeyin, önemlidir" diyecekti. fakat ne oldu biliyor musunuz, o "imaj" öylesine öne çıkarıldı ki, durmuş yılmaz deyince aklımıza başka bir şey gelmez oldu. onun iyi insan özellikleri bir anda unutuldu. özkök'ün durmuş yılmaz'ın eşi için yaptığı haksız, kibirli tarif("kadınlık farkı neredeyse sadece türbana indirgenmiş"), o fotoğraftan sonra durmuş'un üzerine yapışıverdi:

"evinin kapısının önünde çamurlu erkek ayakkabıları olan merkez bankası başkanı."

çok sonra açıkladı, onlar, kendisini tebrike gelen üç öğrencinin ayakkabılarıymış. bu bilgi, özkök’ün "bu evin kadınları"na ilişkin sosyolojik tahlilini açık pozisyonda bıraktı ama, bunu kaç kişi duydu acaba?

ilk "zenci" merkez bankası başkanı;

aslında, türk basınının en "beyaz" gazetecisi pek de haksız sayılmazdı tepkisinde. gerçekten de "tatsız"dı durum. merkez bankası başkanlığı, cumhuriyet elitlerinin gözünde, sembolik önemi çok yüksekte olan bir makamdı.
artık yaşınız nereye müsaade ederse, şöyle bir gözünüzün önünden geçirin eskimerkez bankası başkanlarını, ne demek istediğimi anlayacaksınız.

sanmayın ki sadece laiklere yaranamadı durmuş yılmaz. hayır, kendisi dindar olsa da, muhafazakâr basının yoğun aleyhte yayını nedeniyle oraya da yaranamamış durumda, orada da "iyi, dürüst, çalışkan insan"lığını hatırlayan kalmadı.

onun da birkaç sebebi var: her şeyden önce merkez bankası'nın bağımsızlığı konusunda "fazla hassas" olması rahatsızlık yaratıyor. sonra, herkesin görünürde pek hevesli olduğu, fakat aslında istemediği bir hedefe samimiyetle inanıyor: düşük enflasyon. belki dindar fakat laiklerle arasının iyi olması" da (eski merkez bankası başkanı yaman törüner) bir etmendir bunda, bilmiyorum.

adı en son, tutturulamayan enflasyon hedefi nedeniyle gündemde. hedefte revizyon, bir merkez bankası başkanı için kaçınılmaz olarak itibar kaybı anlamına geliyor; bunu göze alabildi. ama asıl artı puanı, adını bir mahalleye vermekisteyen uşaklı hemşerilerine verdiği cevapla kazandı:

"bunu hak etmek lazım. oysa ben esas işim olan enflasyon oranını düşüremedim. olmaz!"
bir "haram lokma yememişler koalisyonu" kurulsa, bana da isim sorsalar,durmuş yılmaz vereceğim ilk isimler arasında yer alır...
--spoiler--
ali demir'in merkez bankası başkanı versiyonudur.

edit : pek övenler ya şahsen tanımaz ya da maksatları başkadır. her şey bir yana çok "başarısız" bir bürokrattır.
kimselere padişahım çok yaşa denmemesi gerektiğini söylemiş biridir. sırf birilerine yaranacağım diye ülke ekonomisi için hiçbir doğru karardan vazgeçmemiştir. yaptıkları her zaman ülke içindir.

röportajından güzel bir kısım.

--spoiler--
-Zaman zaman hükümetin bazı üyeleri sizi incitecek şeyler de söylediler. Zafer Çağlayan size "Şaban!" dedi. Kürşat Tüzmen'in yine sert eleştirilere muhatap oldunuz. Bunlar sizden beklenen minnet duygusunun göstergeleri miydi?

-Herkesin bir sorumluluk alanı var. Merkez Bankası'na verilen görev, fiyat istikrarını sağlamak. Sayın bakanımız da dış ticaretten sorumlu. Seçmenin ondan bir takım talepleri var. Sayın bakanın kendi söylediklerinin doğru olduğuna inandığı ve kendi işini, en iyi şekilde yapma isteğinden kaynaklanarak bunu yaptığı varsayımıyla söylüyorum. Ve bize eleştiri yöneltiyor. Bu eleştiri kutsaldır, bu eleştiri yapılmalıdır. Fakat biz de kendi penceremizden, ülke ekonomisinin bütünlüğü açısından kuşbakışı baktığımızda sayın bakanın dediklerini yapmak mümkün mü, mümkün. Fakat onu yaptığınız zaman bir başka şeyi bozuyorsunuz. O bozduğunuz başka şeyin maliyeti ile bu yaptığınız iyinin maksimum faydası eksi yönde mi, artı yönde mi? Bütün bunların hesaba, kitaba katılması gereken bir durum.

-Bunları kendi beyninizden mi geçiriyorsunuz, yoksa "Sayın Çağlayan siz ne diyorsunuz? Bu işin bir de bu yönü var" gibi konuşmalar geçiyor mu aranızda?

-Para politikasının en önemli unsurlarından biri doğru iletişim. Bunun yüzde ellisi teknik analiz, yüzde ellisi de doğru yerde, doğru ortamda, doğru kelimelerle ne yapmak istediğinizi anlatmak. Eğer sayın bakanı her defasında telefonla arayıp efendim öyle değil, böyle desek, veyahut da kamuoyu önüne çıkıp cevap verirsek ülkemiz bundan zarar görür. Biz genel olarak para politikasını anlatırız. Ve onun içerisinde de bunların cevapları vardır. Piyasa da bunu bunun içerisinden çıkartır. Dolayısıyla birebir her şeye cevap vermek doğru değil. Sayın bakanımız ne dedi? Merkez Bankası yanlış, kurda şöyle şöyle yapsaydı Türkiye 10 milyar dolar daha fazla ihracat yapabilirdi dedi.

-Doğru muydu peki?

-Gerçekten Merkez Bankası öyle bir şey yapsaydı 10 milyar dolar fazla ihracat yapılırdı. Ama bütçe açığı ne olacaktı? Kamu borç stokunun milli gelire oranı ne olacaktı? Risk primi ne olacaktı? Kriz döneminde Türkiye iki defa derecelendirme artışı aldı. Bu not artışını alabilir miydi? Bütün bunların hesabını yapmak lazım. Çünkü A noktasından B noktasına giderken tek düz bir çizgide gitmiyorsunuz. A noktasına gitmek için aldığınız tedbirleri oynattığınız zaman sistemin 32 tekmil taşı birden oynuyor. Ve her şey değişiyor. Şaban'la ilgili şunu söyleyeyim. Ben alınmadım. Ama tek bir tespitim var. Filmlerinde Şaban hiçbir zaman kaybetmedi.
--spoiler--
merkez bankası guvernörlüğüne ( evet,ukalalık olacak ama merkez bankası başkanlarına böyle denir ) hak ettiği saygınlığı vermiş yüksek bürokrattır kendisi. gazi erçel,yaman törüner gibi adamlarla hayli örselenmişti,öncelikle itibar ve itimat ile akla gelmesi gereken o makam.
ekonomiyle ilgili güzel nasihatlar vermiş, sakin insan. iş bilenin ağırbaşlılığını taşıyor.
http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/19338450.asp
köylülerle mahkemelik olmuş:
görsel
"türkiye nin cevresindeki ülkelerde, herkesin cebinde türk lirası var" anlamında sözler söylemiş.
kaynak: tv ler.
o söylüyorsa doğrudur. inanırım.
iyidir kötüdür bilemem ama "sorumluluklarınızdan kaçabilirsiniz ama kaçmanın sonuçlarından kaçamazsınız" diye RTE'ye zamanında iyi ayar vermişti.
Mhp'den bugün itibariyle aday adaylığı başvurusunu yapmıştır.
Abdullah öcalan'la aynı lisede aynı dönemde okumuşlardır. Yahut birisi birisinden bir dönem öncedir.
dün akşam ki cnn türk programında Ahmet Hakan'a içselleştirilmiş kapak yakan vekil adayıdır. sağlam donanımlıdır.
Gündemdeki Haberler
güncel Önemli Başlıklar