bugün

can yayınları ve bordo~siyah yayınları tarafından türkçeye çevrilmiş victor hugo romanıdır.
"bir toplum yaşatıcı olduğu kadar öldürücü de olabilir."
(bkz: le dernier jour d un condamne)
idam cezasını hiç bir insanın haketmediğini, suç işleyen insana pişman olması için zaman verilmediğini, devlet eliyle cinayet işlendiğini anlatmaya çalıştığı kitaplardan biri. diğerleri için;
(bkz: Claude Geaux)
(bkz: tapner davası)
hallowed be thy name isimli iron maiden sarkisi etkili bir sekilde bu durumu anlatmaktadir.
yusuf aslan bu son günde bütün gün hücresinde uzun ince bir yoldayım'ı söylemiştir.
victor hugo'nun -diğer romanlarına göre- kısa denebilecek romanıdır; ancak son derece etkilidir.
120 sayfa civarında kısa ama öz, tam anlamıyla bir başyapıttır. bir yerden sonra okur, o hücredeki mahkuma dönüşür. siz de onun yaşadığı tüm sıkıntıları yaşarsınız. aynen boğazda düğümlenen lokma gibi, okurken acıtır, kalbinizi sıkar, ruhunuzu bunaltır.
erdal eren gibi daha çocuk olanların bilmediği ölümün keskin nefesini acımasızca tattıran son gündür.
nevzat çelik'in şafak türküsüşiiri, bir idam mahkumunun son gününü- günlerini nasıl geçirdiğiyle ilgili dehşete düşüren bir betimleme yapmıştır. bu şiiri ahmet kayâ'dan dinlemek ise insanı idamlık mahkum psikolojisine sokar. dinlerken yanınızda asla delici- kesici madde bulundurmayın.
victor hugo nun müthiş eseridir. bu eseri 26 yaşında yazdığına inanamıyorum doğrusu. eser adından da anlaşılacağı gibi, bir idam mahkumunun son gününü anlatmakta ve idamın saçmalığına işaret etmektedir. kitaptan kısa bir alıntı yapmak istiyorum. bu kısım beni çok etkiledi. idam mahkumunun son kez görmesi için küçük kızı marie getirilir:

''- marie dedim. küçük maire'm.

hıçkırıklarla şişmiş göğsüme bastırdım onu sıkıca. küçük bir çığlık attı:

- ah! canımı yakıyorsunuz bayım. dedi bana.

bayım! zavallı çocuk, beni görmeyeli neredeyse bir yıl olmuştu. unutmuştu beni, yüzümü, konuşmamı, ses tonumu; hem sonra kim tanıyabilirdi beni bu sakalımla, bu giysiler ve bu solgunluk içinde? bu bellekten çoktan silinmiştim, var olmayı istediğim biricik bellekten! tanrım! artık baba değilim! bu sözcüğü, çocukların kullandığı bu söcüğü insan dilinin en güzel sözcüğü olan baba söcüğünü duymamaya mahkum olmuşum.

ve yine de, bu sözcüğü bu ağızdan duymak, bir kez daha, yalnızca bir kerecik olsun duyabilmek; işte benden alınan kırk yıllık yaşam karşılığı olarak isteyeceğim tek şey. ''
okurken insani; "neden idam ve kürek mahkumu cezalari var, insanlar isledigi suctan pisman olup düzgün bir hayat süremezler mi?" diye düsündüren, düsündürürken de ölümü hatirlatan, ölüme giderken caresiz kalan insan dramini mükemmel dille anlatan harika bir viktor hügo romanidir.
oscar wilde nin "the ballad of reading gaol" adlı şiir kitabından bir kaç dize;

onun gibi kimseler bakamazdı
bakamazdı böylesine tutkuyla
mahkumların gökyüzü dedikleri
bu küçük ve mavi bez parçasına
gümüş yelkenleri ile göklerde
süzüle süzüle giden buluta

**********************

dans etmek hoştur keman eşliğinde
yaşam ve sevda yüzüne gülerse,
oynamanın tadına doyum olmaz
klarnetler çalar,udlar çalarken,
yaptığının adına dans denir mi
ayakların boşlukta sallanırken!

****************

kabil in habil i öldürdüğü
günden beri hiç dinmedi acılar
çünkü insanların insanlar için
koymuş olduğu tüm yasalar
tıpkı adaletsiz bir kalbur gibi
taneyi eleyip samanı tutar

bildiğim başka bir şey daha var
-ki bilmeli benim gibi herkes de-
insanın kardeşlerine ettiğini
isa efendimiz görmesin diye
utanç tuğlalarıyla, parmaklıklarla
örüldü yapılan her hapishane

*********************
ağır siyasi ve felsefi kitaplardan bunalanlar için çerez niyetine okunacak kısa ama etkileyici bir viktor hugo eseri. kitap öylesine kısa ve akıcı ki benim yaptığım gibi saat 12:00'da okumaya başayıp 13:00'da bitirebilirsiniz. ve kitaptan aklınızda ne düşünüyorsunuz bayım sorusuna verilen şu cevap kalabilir;"bir daha asla düşünemeyeceğimi düşünüyorum".
şiir gibi bir victor hugo kitabıdır. o incecik haliyle pekçok sayfasında ağlatmıştır adamı. özellikle birinci tekil şahsın kızı için yazdığı bölüm...... hatırlamak bile boğazda bir düğüm...
bir gunde bitirilen, bir günü anlatan kitaptır.
victor hugo eseridir.
victor hugo'nun yirmi altı yaşında yazdığı ölümsüz bir klasiktir.

--spoiler--
romanın kahramanının ağzından yazılmıştır ve en acısı da kitabın sonu yoktur.idama gider ve devamı gelmez.kahramanımız ölmüştür
--spoiler--
bordo siyah dedikleri kitaplar arasındadır.
son isteğinin yerine getirilmesi farz olabilitesi yüksektir...
Okuduğum en güzel kitaplardan biridir.

--spoiler--
Tam kahramanın suçunu anlatacağı zaman bir sonraki sayfada "bu sayfa kayıptır" yazması insanı öldürür.
--spoiler--
idam cezası ile ilgili bir referandum olsa bugün ülkemizde yüzde 80 gibi bir evet çıkar, belki daha fazla. bunun nedeni ise ülkemizde işlenen suçların çok iğrenç ve aşağılık seviyelerde olmasıdır. mesela düşünün çocuk tecavüzlerinde dünya üçüncüsü bir ülkeyiz. dolayısıyla hepimizin aklına idam cezası geliyor.
aslında böyle düşünüyor olmamız, yaşadığımız ülkenin, gazetelerin üçüncü sayfalarında ki tablonun gerçekliğidir. evet türkiye bir üçüncü sayfa ülkesidir ve toplumsal ve bireysel psikolojimizde bunun aynasıdır.

kitap suça ceza vermeyi değil suçun nedenlerini anlamız gerekliliğini bize çok gizli bir şekilde aşılarken (kitapta suçu bilmiyorsunuz), ölüm ve şiddet psikolojisi ile empati yapmamızı sağlıyor. ve bunu romantizm döneminin usta kalemi victor hugo çok iyi aktarmış.
bir dip not vereyim size; avrupa birliğinin idamı kaldırmasında bu kitap büyük bir etkidir ve yine avrupa birliğinin ortaya çıkmasında yine victor hugo'nun rolü önemlidir.

sözlüğümüzde idam geri gelsin sloganları atılmakta, fikirlere saygım var fakat bu düşüncenizi sorgulamak isterseniz kitabı kesinlikle okuyun derim.
"Zaten bu hayatta özlem duyacağım kadar beni üzebilecek ne kaldı ki? Aslında hapishanenin karanlık gündüzü ve kara ekmeği; kürek mahkumlarına çok az miktarda verilen çorbaya benzer yemek, horlandığımı görmem, o kadar eğitim almış birisi olmama rağmen, gardiyanlar ve diğer mahkumlarca aşağılanmak, sohbet edebileceğim ve anlattıklarını dinleyebileceğim özellikte bir insan görememek, yapmış olduğum ve bana yapılacak olan şeylerden dolayı tedirgince ürpermek. işte celladın elimden alabileceği bütün servetim budur."
okumak gereken kitap. henüz okumadım.
45elma'ya saygilarimla...

alinti...

70 metrekarelik bir oda. hemen insanın gözünün önüne gelebiliyor. kolay bir tasvir. beş tane çift katlı ranza ve içeride sekiz tane ölüm tarihini bekleyen idam mahkumu. cezaları kesinleşmiş.

dünya üzerinde 1 den 8 e kadar en fazla tekrar yapan insan olarak rekorlar kitabına girebileceğimi düşünüyorum. başka yapacak başka hiçbir şey yok burda. devamlı sayıyorum.

ölüm günü yaklaştığında, konsantre olabilirse zamanı durdurabileceğini düşünen bile gördüm ben. birkaç gün önce öldü ama. başaramadı.

akıllı ile deli arasındaki araf burası; kenarlarda geziniyorsun ama düşeceğin tarih belli. daha önce tatmadığım değişik bir şey, garip bir duygu.

kararları kesilmiş idam mahkumlarıyız. en yakınımız 32 gün sonra önden gidecek, en son gidecek olanın ise 57 günü var. aslında dokuz kişiydik ama biri birkaç gün önce asıldı. günü geldi ve uçurdular; daha 29 undaydı.

insanlığın en güzel tarafı öleceği günü bilmeden yaşaması. sanırım bizim cezamız da buradan başlıyor; tarihimiz belli, kulaklarımıza fısıldanmış yani.

saatler, dakikalar, saniyeler derken başgardiyanın bağırışı yankılanıyor koridorlardan;

+ idamlıkları toplantı odasına alın!, elleri arkadan kelepçeli olsun!

- emredersiniz efendim.

küçük de olsa bir umut ışığı oturuyor insanın içine. göz göze geliyoruz. birbirine bakan 16 tane soru işareti şeklinde göz.

gardiyanlar geliyor ve elleri arkadan kelepçeli 8 mahkum, toplantı odasına doğru ilerlerken görünüyor koridorlarda. yan yana oturtuluyoruz; önümüz, arkamız, sağımız, solumuz her taraf gardiyanlarla dolu. en az 20 kişiler.

bekliyoruz, inanılmaz bir sessizlik hakim.

simsiyah camları olan bir çift güneş gözlüğü ilk dikkatimi çeken. gözleri görünmüyor ve bunun için itina gösterilmiş gibi. takım elbisesi de siyah. kısa ve seri adımlarla geçiyor platformu ve minik kürsüye doğru yaklaşıyor. elinde küçük bir evrak çantası var.kafasını bana doğru çevirdiğinde nereye bakmam gerektiğinin sorununu yaşıyorum, ilk değil ama; her zaman olmuştur.

güneş gözlüklü biri ile konuşurken, bir de gözlerinin görünmeyeceği kadar koyu camlı bir gözlüğe sahipse, yıllar yılı neresine bakacağımı düşünmüşümdür. boş camlara bakıp kendimi seyretmek konsantremi bozuyor. eminim size de olmuştur. küfür bile etmişsinizdir belki benim gibi. ama ben o gün etmedim.sadece bekledim.

konuşmaya başladı; ''arkadaşlar öncelikle merhaba. ben bu ülke için çalışan bir bilimadamıyım. konuyu fazla uzatıp sizleri de meraklandırmak değil amacım. fakat gerekli prosedürleri de uygulama emrini yerine getirmek zorundayım. bunun için beni bağışlayın.
hepiniz dönüşü olmayan bir yola girmiş idam mahkumlarısınız. cezalarınız kesinleşmiş ve ölüm tarihinizin gelmesini bekliyorsunuz.
benim buraya gelme amacım şu; ülke adına çalışan bilimadamları olarak, devletten de aldığımız yetki ile bir deney yapıyoruz; bir insanın el ve ayak bileklerindeki kan yollarından kesikler açarak, yani damarları kesilerek, tam olarak kaç dakikada kan kaybından öleceğini saptamak için bir tane gönüllüye ihtiyacımız var.

öncelikle ''neden gönüllü olayım ki?'' diye aklınızdan geçireceğiniz en olası soruyu siz sormadan cevaplamak istiyorum; belirlediğiniz kişi veya kişilere verilmek üzere nakit beş yüz bin lira ve yine belirlediğiniz beş kişiye her biri lüks ve yeni yapılmış olmak üzere birer tane daire verilecek. ailenizden yine sizin belirlediğiniz üç çocuğun da sınırsız okul masrafları karşılanacak. teklif bu.

düşünmek için süreniz var. ilk kabul eden kişi, vakit kaybı yaşanmaması adına denekliğe kabul edilecektir. hepinize teşekkür ederim.''

biri tepki gösterdi;

+ saçmalık bu, sizin saçma deneyleriniz için kobay olmaktansa kendi cezamla ölürüm daha iyi!

mırıldanmalar oldu; ''biz insanız dostum, kurbanlık olarak görünmemiz ne acı''

''tabi ki böyle bir şeyi kabul edemem''

orası toplantı odası değildi, pazardı orası; can pazarı!

kabul ettim. saatlerce düşünmeden. koyu güneş gözlüklü adam teşekkür ettikten bir kaç saniye sonra hem de. mırıldanmaların ardından yani.

+ teklifinizi kabul ediyorum.

- yani denek olmak için gönüllüsünüz öyle mi?

+ evet!

gerekli işlemler yapıldıktan sonra tekrar görüşmek üzere ayrıldık birbirimizden. koyu güneş gözlüklü bir tarafa, kalan 7 kişi bir yana, birkaç gardiyan ve ben bir yana. kalan 7 kişi giderken arkalarından bakıp onları tek tek saydım. güldüm kendi kendime. hala gülebildiğim için sevdim kendimi ve öleceğim için üzüldüm.

başgardiyanın odasındaydım.

+ denek olmayı kabul etmişsin

- evet ettim

+ senin adına zor bir deneyim

- sonuç kalitesinde değişiklik olacak, sonuçta değil

+ akıllı bir adamsın neden burada olduğunu sorguluyorsundur kendi kendine

- bu sorgulama çoktan bitti, sağlaması yapılmış bir hesabı bozup tekrar kurcalamak adetim değil

+ bol şans o zaman

- şansa ihtiyacım olmayacak

sayfalarca evrak imzaladım. bir avukat tahsis ettiler ve hepsini kelimesi kelimesine okudum imzalatılan belgelerin. son nefesimi verirken kazıklanmak istemiyodum haliyle.

gerekli prosedürleri yerine getirdikten sonra, dini anlamda hangi inanca sahip olduğumu sordular. söylemedim. bir din görevlisinin başıma dikilip ''tövbe et yavrum'' demesini istemiyordum. tanrı'yla konuşmak için tercümana gerek duymadım hiçbir zaman. üstelemediler.

ameliyathane tarzı bir odaydı götürüldüğüm yer; sanki biraz daha teşekküllü gibi. hayatında hiç ameliyat olmamış ve bu sahneleri sadece televizyonda izlemiş biri için kıyas yapmadan anlatabilmek zor gerçekten de.

ortada bir sedye ve sağında solunda bir sürü kablo vardı. her tarafta monitörler ve ne olduğunu anlamadığım bir sürü zımbırtı. hiçbiri umrumda değildi.

ameliyat masasına yatırıp, gözlerimi siyah bir bantla bağladılar önce, küçücük bir ışık dahi kalmamıştı. tıpkı umut ışığının karanlıkta yutulması gibi herşey bir anda kaybolmuştu.

sakin olmamı söylemelerini aptalca buldum. sanki bir makina!! ''sakin ol düğmesine bas evlat''

karanlıkla başbaşa kalmıştık işte; romantik olmasa da biraz mizah buluyordum içinde.

azrail'i beklemiyordum. zira koyu camlı güneş gözlükleriyle gelip toplantı odasında tanışmıştı benimle. pazarlık yöntemini duymamıştım açıkçası. gülmek istedim; ama tuttum kendimi. nedenini bilmiyorum, başımda dikilenlerin negatif enerjilerinin yansıması sanırım.

ellerimden ve ayaklarımdan bağlayacaklarını söylediler. cevap vermedim. onay ister gibi bir halleri de yoktu zaten. kıpırdayamayacak hale geldiğimde içerisinin de kalabalıklaştığını hissettim sanki. o iğrenç elbiseleri, yüzlerinde maskeleri ve ellerinde neşterleri ile dolaşıyorlardı odanın içinde.

sonra o tanıdık ses; '' herşey hazır olduğunda haber verilsin lütfen''

''seni tanıyorum'' dedim,

+ öyle mi? kimim?

- azrailimsin; koyu güneş gözlüklerinle gelmiştin. dr. azrail.

güldü.

dışardan ''hazırız'' komutu geldi.

''son olarak söylemek istediğin ya da yapmak istediğin birşey var mı?'' diye sordu dr. azrail.

''ne gibi?'' dedim,

+ ne bileyim belki son bir sigara

- sağlıkla ilgili soğuk bir espri geldi aklıma, ama yapmak istemiyorum. ben hazırım, bundan sonrası sizin.

önce üzerime bir sürü kablo bağladılar. kalp, nabız bilimum ölçme cihazları. kafama da garip bir cihaz bağlandı ve dr. azrail son uyarısını yaptı;

''önce sağ sonra sol bileğinden çok keskin özel bir neşter ile ana damarlarını keseceğiz.

hemen ardından aynısını ayak bileklerine de uygulayıp beklemeye geçeceğiz. belli bir zaman dilimi sonunda, öncelikle şuurunu kaybedeceğin için, belli bir uyku haline geçeceksin. sonra bir daha uyanamayacaksın!

''öleceksin'' kelimesini bile kullanmadı doktor ağızlı piç! ağzımdan sadece ''tamam'' kelimesi çıktı.

sağ el bileğimde bir acı hissettim önce. sonra ılık kanımın kollarıma doğru aktığını, yerlere damladığını hissettim. aynı işlemleri ayaklarıma da uyguladılar.

kendi aralarında bile konuşmuyorlardı, fısıldaşma dahi olmadı. ölüm; sükunetle, hiç ses çıkarmadan, ayaklarının ucuna basarak geliyordu.

önce kulaklarımda bir uğuldama oldu, sonra ağır bir uyku hali. ölüyordum! iyi uykular diledim kendime...

+ vücut ısısı düşüyor efendim

- nabzı kontrol edin

+ nabız düşüyor

- kalp atışları

+ atışlar yavaşladı

ve mahkum ölür. buraya kadar herşey normal sanırım. ya da anlatıldığı üzre olması gerektiği gibi. dr. azrail'in gözleri parıldamaya başladı. sedyede yatan ölüye bir mucizeymiş gibi bakıyordu. diğerleri de utanmasa alkışlayacaklar, utanmaz göt yalayıcılar.

+ hemen deneğe otopsi yapılsın, sonuçları bir saat içinde istiyorum.

- tabi efendim hemen başlıyoruz.

bir saat sonra sonuçlar doktorun beklediği kadar şaşırtıcıdır; kan kaybından ölüm!

hastanın kalbine kan gitmediğinden vücutsal işlevlerin yavaşlaması ve zamanla durması sonucunda gerçekleşen ölüm. bu inanılmaz!

doktor elindeki tüm verileri alır ve bölüm başkanının yanına gider. başkan masasında oturmakta ve tüm sükunetiyle dr. azrail'i beklemektedir.

+ merhaba sayın başkan, müsaitseniz uzun zamandır üzerinde çalıştığımız proje üzerinde ulaştığımız sonuçları sizinle paylaşmak istiyorum.

-buyrun doktor

+ efendim; daha önce de yaptığımız müzakerelere paralel, idam mahkumları ziyaret edildi ve bir insanın el ve ayak bileklerinden ana damarlarından uygulanan kesikler sonucunda kan kaybından kaç dakikada öleceğini test etmek istediğimiz söylendi.denek olarak katılmak isteyen gönüllüye de kendi tespit edeceği kişiler doğrultusunda doyurucu vaatlerde bulunuldu. bir kişi gönüllü oldu ve gerekli şartnameler imzalandıktan sonra uygulamaya geçtik.

denek , özel ameliyatheneye getirildi ve gözleri hiçbir şekilde ışık sızmayacak biçimde kapatıldıktan sonra ameliyat masasına kıpırdayamayacağı bir biçimde el, ayak ve vücudunun belli bölümlerinden bağlandı.

ilk önce sağ el bileğinden daha önceden hazırlamış olduğumuz aparat ile kesik izlenimi yaratacak ufak bir çizik ve can acısı verildi ve bunun üzerine yine daha önceden hazırlanmış olan kan ısısı ve kanın sıvı yoğunluğunu birebir taşıyan özel sıvı, acı verilen çiziğin üzerinden deneğin anlayamayacağı bir biçimde hastanın bileğine aktıldı.

- siz bu sıvıyı enjekte ederken deneğin anlamaması gerekiyordu

+ kesinlikle anlamadı efendim. normal şartlarda kesilen bir bilekten akacak olan kanın hacmi hesaplandığı gibi, bunun bile aynı hacimde akıtılmasına özen gösterildi. denek o sırada sağ bileğinin kanadığına yüzde yüzbir emindi. sonrasında aynı işlem sol bileğe de uygulandı ve ayak bilekleriyle devam edildi. içeride konsantreyi bozacak hiçbir konuşma yapılmadı, gerektiğinde iletişim işaretleşmelerle gerçekleşti.

- sonuç için sabırsızlanıyorum doktor.

+ birkaç dakika sonunda ilk olarak vücut ısısının düştüğünü gözlemledik. nabız ölçümlemelerinde de bariz bir düşme yaşandı ve deneğin yaşamsal faaliyetleri iyice yavaşladı. sanırım o sırada bir uyku haline geçti. ardından kalp atışları da yavaşladı ve zamanla tamamen durdu. hastayı kaybettik sayın başkan.

- buna inanamıyorum doktor! buna gerçekten inanamıyorum. yıllardır üzerinde çalıştığımız büyük deney gerçekleşti he.

+ evet efendim biz de böyle bir şey ile ilk defa karşılaştık ve çok şaşırdık. bir insanın tam olarak, yani firesiz bir şekilde bir şeye inandığında neler yapabileceğini göstermek için bundan daha iyisi olamazdı.

- herşey için teşekkürler doktor. eminim bu deney sizin yüksek terfi almanız için fazlasıyla yeterli olacaktır.

+ teşekkürler efendim. ha bir de bir şey daha var efendim.

- buyrun doktor nedir?

+ denek, operasyona başlamadan birkaç dakika öncesinde bana bir lakap taktı.

- öyle mi nedir?

+ azrail.... doktor azrail.

bölüm başkanı güldü. bir ölünün üzerinden yapılmış bir espriye ne kadar gülünebilirse o kadar güldü...
3 1 3
okumadım ama güzelmiş.
Sonunda ağlatan etkileyici bir kitap.