bugün

entry'ler (471)

ekşi sözlük

tüm klonları ile tanışıp, en çok uludag sozluk'ü beğendiğim ama son gördüklerimden sonra; yani en sonunda yine kendisinden vazgeçemediğim oluşum.

(bkz: ne varsa sende var)

uludağ sözlük

adil davranmadığından yakınan insanları okuyup "allah allah" çekerken, en sonunda ne demek istediklerini zorla bana anlatan sözlük.

kutuplaşmalar ve sanal yalakalıklar, yanlış anlamalar ve sünepelikler, daha yazmaya içimin elvermediği sahtecilikler yüzünden beni yazmadan, okumadan soğutmuş oluşum.

sürekli ekşiye laf söyleyenlerle dolu olmasına, oradan farklı olduğunu ima eden pek çok kişinin bulunmasına rağmen, buranın daha saygısız ve okunmaz hale getirildiğini görmek çok acı. (evet yeniyim ama ikisinde birden yazan biri olarak farkı görebilmek için çok zaman gerekmedi)

bütün entrylerimi silip gitmek istediğim yer artık burası... bana ne deyip trip atan uuser, senin başına geldiğinde anlayacaksın nasılmış. emek verdiğin, kastığın, belki de çocuğun gibi gördüğün ve korumaya çalıştığın bu yer seni ısırdığında, kalıplara sokmaya çalıştığında, suçlandığında, okudukların anlamsız gelmeye başladığında, cahillerle kapışmak zorunda kaldığında nasıl sıkılıyor canın göreceksin. sana bok atanın bok kadar değeri olmadığını bile bile ağlayacaksın belki de, çamur atınca kalan izler kuruyacak üstünde. üstelik senin sözlerin ok gibi delip geçince silinecek. kimin gücü kime yeterse! çok değil kısa bir süre sonra balçıkla sıvamaya çalışacaklar güneşi, dur o zaman seyret. böyle bana ne diye omuz silkersin sen yine...

korumaya çalıştığım şeye ait olmadığımı hissettiğim şu andan itibaren yazmayacağım yer.

(bkz: hadi bana eyvallah)

leonardo da vinci

zekası 220 kabul edilen, ölçülemeyen dahi sınıfında incelenen çok yönlü kişilik.

ölümünün üzerinden yüzyıllar geçmesine rağmen saygı uyandırması ile zamanında hem ibne, hem piç olarak damgalanması arasındaki derin ironi gözlerden kaçıyor aslında. mezarı fransız devrimi esnasında yok edilmiş bu anatomi takıntılı harika bilim adamı, zamanında biraz daha teşvik edilseydi, daha ne gibi eserler çıkarırdı acaba diye düşünmekten kendimi alamıyorum...

trafik için çözüm önerileri

aslında kesin çözüm için motorlu taşıtların trafiğe çıkışı yasaklanacak. o zaman trafik diye bir şey kalmayacağından toptan halolur konu. yok bu çok radikal geldiyse şunlar var:

1) sürücü belgesi almak, tereyağdan kıl çekmenin 534827** adım ötesine geçerek nitelikli eğitim isteyen bir olay haline gelsin.
2) belirli aralıklarla sürücü belgesi sınavları tekrar uygulansın.
3) yayalara yolda yürüme ehliyeti verilsin.
4) ahmaklara kurallara uymayıp yakalanmamanın övünülecek değil utanılacak bir şey olduğu zorla idrak ettirilsin.
5) insan ahlakına güven olmadığı anlaşıldığından, kurallara moda mod uyan taşıt üretilecek; mesela makas atamayan lastik, zorla baktıran aynalar, ihtiyaç dışı basmayan korna, köklenemeyen gaz pedalı gibi donanımlar geliştirilsin. ( bu konuda japon ya da isviçreli bilim adamlarına güveniyorum )
6) metro ağı yaygınlaştırılsın, her evin ve iş yerinin giriş kapısında bir durak olsun* üstelik bu hizmet bedava verilsin.
7) yapanlar için: dolmuşlar, dolmuşçuların bir tarafına sokulmak suretiyle 'da da da daaat' sesini kessin ve trafikten kaldırılsın.
8) taksiciler ve otobüs şoförleri ayda bir trafik kursu alsın, terapi görsün.
9) trafik cezaları illa ki ağırlaşsın. iğne, giyotin ve idam sehpaları köşe başlarına, kazalı araçların ve trafik canavarı yazılarının yerine konulsun. trafik polisleri ceza yazmak yerine direkt elektrik şoku vererek titretip kendimize getirsin.

tüm bunlar uygulanır uygulanmaz trafik sorunu diye bir şey kalırsa adam değilim! ortada araç kullanacak birileri kalır mı onu bilemiyorum...

(bkz: iddialı demeç)

tabakta yemek birakmak

annemin "o lokmalar seni kovalar, tabakta kalmasın haa" şeklindeki telkinleri yüzünden, çocukken karabasan görmeme neden olmuş olaydır. şimdi akıllandım, çözüm buldum tabii; ya hiç yemek yemiyorum* ya da tabak kullanmıyorum. dönem dönem değişiyor seçimim.

(bkz: teşekkürler anne)

hazreti atatürk

çocukken iğrenç espriler yapan bir çocuk vardı bizim mahallede. biz şiir okurken dalga geçmek için "hazzretiii ataaatüürrrkk!" diye bağırıp, kendi kendine gülmüştü bir gün. yaklaşık bi 10 kişi dövmüştük kendisini. sonra annesi gelip bize kızmıştı. meğer çocuk geri zekalıymış. biz de üzülmüştük onu adamdan sayıp tepki verdiğimize...

iron yapacağım diye kasan, dünyadaki gelmiş geçmiş en başarılı liderlerden biriyle dalga geçmeye çalışan kişilerin kullanabileceği bir söz öbeği olmuş şimdi. yazık.

bir de şu var, çok serbest ve oturaklı çağrıştırdı bunu yapanlara:

(bkz: okumak cehaleti alir eseklik baki kalir)

anlamayana edit: iş bu entrydeki örnek olay ve kişiler tamamen hayal ürünüdür. entrynin anlatmak istediği terbiyesizlik ise günümüzden alınan bir gerçektir. düşünce tarzını, zekanın geri kalmışlığını dayak-deynek yerine getirmiyor kısmını anlayın, yeter. yoksa özürlüleri dövmüyorum, dövsem öğretmen olmam.

havlayana edit: hoşt.

bebegi cope atan zihniyet

an itibariyle flash tv'de gözüme çarpan ve gecemi zehir eden haber ile olduğunu gördüğüm zihniyettir.

daha göbek kordonu kesilmemiş olan kız bebeği çöpe atan insanlar, pardon hayvanlar var efendim. hayvan da değil, hiç bir sınıfa ait olmayan yaratıklar bunlar. hiç bir beddua, küfür, dayak ya da cezanın paklamayacağı yaratıklar! kendilerine diyebileceğim tek şey şu: allah ıslah etsin.

neden yaşıyorsun sorusuna alternatif cevaplar

- neden yaşıyorsun?
- inadına!

gece yatmadan önce entry girmek

alışkanlığa dönüşen zevk.

sütünü iç, dişini fırçala, entry gir, cumba yatak...

oklofobi

adam fawer'in empathy kitabında da geçen kalabalık korkusu.

(bkz: ochlophobia)

haphephobia

dokunulmaktan korkmadır. dokunmayı çok seven türk toplumunda, olduğundan daha illet bir hastalık olduğu aşikardır.

denizli anadolu lisesi

gülümseten bir dolu anıma merkez üssü olmuş bu okul için artık bizim zamanımızda ile başlayan cümleler kuruyorum. görmeye gittiğim hiç bir hocamı bulamadım, kadrolaşma yüzünden kaçmış herkes. eskiden hocalarımızla gezindiğimiz bahçe hapishaneye dönmüş. türlü sosyal etkinlikler, öğle arasındaki müzik yayını, amatör öğrencilerin konserleri, ateşli basketbol taraftarları yokmuş üstelik; şaşırdım. eğlence, muhabbet ama bolca inekleme de yokmuş. eskisi gibi arkadaş değil, kardeş olduğun ortam; tatlı rekabet de kalmamış...

eski çamların bardak olduğu, bana sadece ah çekmenin düştüğü okul olmuş artık.

(bkz: yazık)

ayrildiktan sonra eski sevgilinin cirkin gelmesi

kimin olduğunu hatırlayamadığım bir cümlenin, harika özetlediği durum:

insan güzel sevmez, sevdiğini güzel bulur...

bebek

dünya üzerindeki tüm yaratıkların en şirin, en masum, en sevilesi hali...

ufaklık, mis gibi kokusuyla, tüm dünyadaki en güzel duygularla çıkageldiğinde ne hissedeceğini şaşırıyor insan. sanki bebekle yeniden doğuyor gibi tanıyor dünyayı, bambaşka gözlerle bakmayı öğreniyor! bebek bir nimet, bir hediye, yepyeni bir aşk oluyor yuvaya...

insan bebek beklerken hep ağzını, burnunu, gözlerini merak ediyor. tekmelerken minicik ayaklarını, ellerini düşünüyor. sonra çıkıp geldiğinde, henüz açamadığı gözleriyle ilk karşılaştığında değişiyor duygular. ilk inatlarını yaptığında, ilk bilinçli kahkahasını attığında algılıyor onun da insan olduğunu. kişiliği olduğunu anlamaya, o ufak tefek karamela sepetinin kendinden bir farkı olmadığını görmeye başlıyor...

bebek, küçük insan! tüm yaşamımı gözden geçirmeme neden olmuş mucize. hayatımın büyük bir bölümü 3 haftalık bir bebeğe bakıp "acaba ne düşünüyor şu an? ne hissediyor?" demekle geçiyor şu an. onu anlamaya çalışmakla... sarıp, koruyabileyim; öpüp koklayabileyim; hep yanında olabileyim istiyorum elbette ama hiç böyle bakmamamıştım bir bebeğe daha önce. insan olduğunu, kişiliğini kavrayarak; saygıyla. önce anlamak istiyorum seni bebek, anlayayım ki daha çok sevebileyim...

birlikteyken ayri olmak

bazen acıtsa da sesini çıkaramadığın bir zorunluluk. birsin, birliktesin ama ayrısın işte... vatan borcu sonuçta!

(bkz: askerlik)

siyahilerle basketbol oynamak

beyazlarla oynamaktan pek bir farkı olmayan eylem.

o da insan, öteki de insan. basketbol aynı basketbol. sonuç: ben bi numara göremedim. karşımda lebron, iverson ya da jordan olmadığından herhalde...

sözlüğe okur kazandırmanın yolları

(#3114057) gibi olaylara girişmek olabilir pekala.

empati

adam fawer'in bu ay april yayınlarından çıkan kitabı. orjinal ismi empathy'dir.

ön yargılı olmadan okunduğunda, konusu itibariyle oldukça ilgi çekici ve başarılı romandır.

--spoiler--

ne isteyeceğinizi kontrol edemezsiniz.

--spoiler--

okuyacak kitap bulamamak

çok fazla ve çok hızlı okuyan insanların yakındığı şeydir. bütün boş vakitlerinizi kitap okuyarak geçiren, çocukluğundan bu yana hastalık halinde yazar ve kitap takip eden bir insan olarak benim de canımı sıkan olaydır. pek çok eski kitabı bulmak çok zor, yeni ve ilgi alanı dahilinde, iyi kitap çıkma olasılığı ise düşüktür maalesef.

sikmek

basitleştirilmiş, aşağılama yüklü sözcük. iğrenç olmasına rağmen öfke kusma aracı olarak oldukça yaygın bir kullanımı var maalesef.