bugün

spider man 3

içine venom kaçmış sam raimi filmidir.**

spider-man 2 gibi ders niteliğinde bir uyarlamanın ardından yaklaşık bir buçuk yıllık "allaaah!" nidalarımı elime elime vermiş*, daha ilk günden sinirlerimi tepeme fışkırtmış, "ulan sam- ya neyse bi' şey demiyorum sana!" dedirtmiştir.

--- spoiler ---

efendim, daha ilk film ortada bile yokken, karmaşa yaratacağını bildiği için bir filmdeki hikayeye birden fazla kötü karakter katmaktan itinayla imtina eden sam raimi, (kuşların söylediğine göre) yapımcıların bitmek bilmez inadı yüzünden bu filme üç tane kötü karakter katılmasına göz yummuş, spider-man 2'nin ardından, o gazla bize şöyle unutulmayacak bir tecrübe yaşatmak yerine, gördüğüm ilk ses çıkaran metal yığınının yanında içimden çıkarmak isteyeceğim rezil duygulara terk etmiştir şahsımı.

sen ki, the evil dead'la rüştünü ispatlamış, spider-man'e el atarak aylık gelirini* katlamış, efendi bir yönetmensin. hele ki spider-man 2 de, ilkinden sonra daha fazlası için dilediğince saçmalama lüksüne sahipken, bunu elinin tersinlen itmiş, çizgi roman uyarlaması alanında adı x2'yle, batman begins'le anılan bir film yapmış adamsın.

ah be abicim...

ne gerek vardı? sorarım sana. hadi yapımcılar sana yaptı baskıyı; bırak çekip gitmeyi, onlar bir bastırıyorsa sen on bastırma şansına sahipsin. "hayır kardeşim, bu böyle böyle olmalı; yoksa çekip giderim, siz de kalırsınız yine brett ratner'a!" derdin. zaten ömrünün sonuna kadar karar veremeyeceğin bir "ulan bi' tane daha yapsam mı?" süreci yaşıyor ve bizlere de yaşatıyorsun, yapardın "spider-man: the ultimate movie" diye kült bi' film; içine superman'i de sokardın, batman'i de, mister no'yu da!

ama tabi bu işin hasbelkader pembe tarafı. bi' de venom'un sam raimi'nin içine kaçtığının sinyalini veren bir ipucu var elimizde: senaryoda adı geçiyor. spider-man 2'den önce adını sanını duymadığım alvin sargent, ağzına sıçasımın olduğu david koepp'ten devraldığı -bence- ortalama bir süper kahraman hikayesini*, evirip çevirip güzelleştirmiş, ikinci filmde, filmden sonra herkesin diline pelesenk olan dramatik yapıyı sağlam kurmuş, seyirlik özelliği dışında arşivlik özelliğe de sahip (tamamen götümün kriterlerine göre konuşuyorum, kimse sonra çıkıp "bu mudur bu işin ölçüsü artiz?!" demesin; kaynak gösteririm.) bir filmin yaratımına ön ayak olmuş bir abimizmiş meğer. üçüncü film yapım aşamasındayken senaryoda onun adını görünce yine bir "allah!" çekmiş, umutlanmıştım. yanına ilişmiş sam raimi adı da "e, tamam ulan, korkmuyorum." dedirtmişti. bok yemişim.

ama kızamıyorum kendime de. gavurun author dediği kavram, bir filmi nispeten iyi yapmaya yardımcı olur, benim bildiğim (kaynak aynı, gelmeyin üstüme. ben de biliyorum bu dünyada ne authorlar var.). sam raimi adı da bana bir tür huzur vermiş, geceleri daha rahat uyur olmuştum. gel gör ki, bu önermem götümde patladı. (bkz: süper kahramanların kaynağı yok etme arzusu)

şimdi yapımcıların ısrarlarını bir kenara bırakırsak, bu filmi sınıfta bırakan başka etmenler de var. her şeyden önce, bu film şımarık bir film. dedik ya; "içine venom kaçmış." diye. öyle işte. elindeki malzemeyi fütursuzca kullanan, tüm seyirciyi salona mega boy patlamış mısırla girip, o mısırı bitirme telaşı içinde yalnızca aksiyon sahnelerini dikkate alacak birer adet salak yerine koyan bir film. örneklerle sağlamlaştıralım:

ilkin, venom öncesi noktalar...

gwen stacy

şimdi, gwen stacy denen hatun, çizgi roman ve çizgi filmde de işlendiği üzere, peter parker'ımızın hayatında önemli bir yere sahip, marj jane watson'la birlikte öyle veya böyle bir aşk üçgeninin parçası. yine sam raimi'nin sadelik tercihleri doğrultusunda ilk filmde öyküye katılmamış, dolayısıyla öykünün dramatik gidişatında kendine yer bulması absürd kaçacağından ikinci filmde de yer almamıştı. bu örnek, sam raimi'nin ana karakter odaklı öykücülüğü ne denli savunduğunun kanıtı olması bakımından önemli. zira gwen, peter'ın hayatında önemli bir yer tutmakla birlikte, peter'ın ne tür bir hayat arkadaşı* istediğinin de göstergesidir. çünkü acıların çocuğu peter parker, her zaman için seçimini gwen'den yana yapmış, günümüz tabiriyle tam bir tiki olan mary jane'le daha sonraları tanışmış ve ona olan aşkı asla gwen'e olanla yarışamamıştır.

her ne kadar beraberinde kökten bir değişiklik getirse de, gwen stacy'i öyküye kaynak yapmama (ki benim de kişisel görüşüm kendisinin öyküye eklenmesi halinde kaynak yapılmış gibi durmasının kaçınılmaz olacağıydı [spider-man 3 de bu açıdan iyi bir örnek oldu]) seçimi sinemaya uyarlanacak bir çizgi roman karakteri açısından uyumluydu ilk filmde. her şeyi fragman formatında isteyen izleyici kitlesinin artmasından kelli, bu seçime ses çıkarmazlık edebildik. ki zaten gwen stacy'nin katılmamasıyla birlikte ilk filmde mary jane'in tikiliğinden neredeyse eser yoktu. bu sayede mj görüntüsü altında ikisi bir arada modeli bir süper kahraman aşkı görmüş olduk.

bu tablo ışığında, tamamen değişim yaşamış bir gwen stacy (vinç tecavüzünden hemen önce gördüğümüz kadarıyla kendisi öykünün gerçek tikisi haline getirilmiş) beni pek de tatmin etmedi. ki, ben spider-man mitolojisiyle deli bir hayran kadar ilgili değilim. varını yoğunu çizgi romana akıtmış birinin bu -şimdilik- üçleme ve daha çok son ayak konusunda neler hissettiğini tahmin bile edemiyorum.

üçüncü filme gwen stacy'nin eklenmesinin benim için iki güzel yanı oldu: babası rolünde bir james cromwell ve kendisi rolünde bomba bir sarışın haline gelmiş bir bryce dallas howard.

sandman/flint marko

(sanırım yine deli bir spider-man takipçisi olmadığımdan olacak, sandman hakkında neredeyse hiçbir fikrim yok. ben yine olaya film açısından bakacağım.)

spider-man, ezik bir karakteri* süper kahraman yapmasının çekiciliği dışında 'iyi' 'kötü'ye giden yolu keskin bir biçimde ayırmaması dolayısıyla da diğer örneklerinden ayrılıyor. ilk iki filmde de gördüğümüz üzere, iyi bir karakterken içine kaçanlardan ötürü kötüye doğru yol alan karakterler bir nevi şizofrenik vaka. green goblin ve doc ock'ın önceki hayatlarında dünya üzerinde oynadıkları kötücül oyunlar yok. hepsi daha sonra kötü oluyorlar. spider-man öyküsünün vakıf olabildiğim bölümünde gördüğüm kötü adamların tümü (venom dışında elbet) aynı biçimde evriliyorlar. hepsi iyi amaçlar uğruna yol alırken gerçekleşen kazalar sonucunda kötü oluyorlar.

bu filmde flint marko, spider-man kötülerinin evrimi açısından bir zirve. kendisinin filmin başında aktarılan sulu zırtlak aile trajedisiyle birlikte, bir şekilde (hatırlamıyor da olabilirim) mahpusa düştüğünü ve kaçarak kızını tedavi etmek için "ne pahasına olursa olsun"* her şeyi yapacağını öğreniyoruz.

(burada şunu eklemekte de fayda var: flint marko-sandman dönüşümünde flint marko hiçbir şey yapmadan, tamamen bahtsız bedevi misali kötü adam olmuştur. bu açıdan da bizden "ay, yazııık!" efekti istenmiştir. şahsen ben vermedim.)

anladık, kızı uğruna elinden gelen her şeyi yapmaya çalışan zavallı baba... şimdi, sam raimi'ye bu kadar kızmamın başında gelen sebeplerden biri de ilk iki filmde iyiden kötüye giden yolu çok iyi aydınlatmasıydı. 'film başına bir kötü adam' avantajını sonuna kadar kullanıp bize o kötü adamın yaşadığı tüm çelişkileri gösteriyordu (dr otto octavius'un doc ock kollarıyla yaptığı muhteşem konuşmayı hatırlayın). bu filmde de bu çaba içine girdiği aşikar. ama özellikle havada kalmış sandman karakteriyle birlikte 'film başına üç kötü adam'ın ne boktan bir şey olduğunun kanıtını kendi sunuyor bize. muhteşem sandman'e dönüşüm sahnesi dışında, öyküye kattığı hiçbir şey yok. benim gibi bilmeyene çekici hale getirmek ve üçleme arasında bir bağ kurmak adına araya sıkıştırılmış 'ben parker'ın gerçek katili' oyununa değinmiyorum bile.

thomas haden church iyiydi hoştu da, o bile farkındaydı galiba.

new goblin/harry osborn

new goblin hakkında söyleyebileceğim tek şey şudur efendim: "ben back to the future 2'deki halini daha çok sevmiştim."

harry osborn'a gelince... bu karakter de peter'ın hayatındaki kanka/düşman ikilemi açısından önemli. spider-man 2'nin tek günahı olarak sondaki 'baba mirasını keşfetme' sahnesini saysam da, yine de umutluydum harry'nin dönüşünden. ama ilk filmde green goblin'in power rangers modeli spastik hareketlerinin kostümün spastikliğinden kaynaklandığını çok şükür ki çakmış olan ekip, kostümü değiştirirken biraz fazla radikal davranmış gibi geldi bana. kostümle ilgili yukarıdaki tırnak içinde belirttiğim eleştirim dışında spidey'nin ilk aksiyon sahnesinde bu kostümün heyecan dozunu artırıcı etkisini gördük de, biraz olsun affettik.

bunun dışında sonradan spidey'nin "ben ettim, sen etme!"si... sonradan "geldim kanka!"... "bam", "küt", "pat", "heyooo!", "ühüüü!"...

böyle.

(ölümüne de sevindim biraz. gerçi onunda açığını beş kötü adamla kapayabilirler ama...)

--- spoiler ---

not: devamı aşağıda bi' yerlerde.