bugün

"hiç ellerin taşi bana değmez, ille dostun gülü yaralar beni"

öncelikle söze pir sultan abdal'ın bu güzel sözüyle başlayalım. mevzu şöyle gelişir, pir sultan hızır paşa tarafından ölüme mahkum edilir. o dönem bizim anadolu'da hala barbarlık hüküm sürmektedir. sehpaya getirilen pir sultan önce taşlanır. bu esnada kalabalığın içinden bir dostunu görür. fakat dostu taş atmıyordur gül atıyordur pir sultan'a. ve bir sultan bunun üzerine bahse konu sözü söyleyiverir.

gelelim konumuza {kesin bağlayacağım}. şimdi hep şu geyik döner. erkek sevgiliye her an dalmaya hazır kaplan tadındadır. en azından böyle algılanır kadın cephesinde. sevgilidir ama bir noktadan sonra o tehlikedir. abazandır (hep karıştırıyorum bunu, doğrusu için bir yerlere bakınız). fakat kız kısmıda (ki bu kalıptan nefret ederim [kadın demek daha yerinde olur]) insan olmasından mütevellit onun hayatında da cinsellik denen olgu öyle ya da böyle vardır. ne kadar diplere bastırılmış olsa bile bir şekilde vardır. eğer bir kız, yani sevgili (bu sözlüklerde sevdicek, halk dilinde yar, benim dilimdeyse bal kabağım) artık kendisini hayatındaki erkeğe teslim etmek istiyorsa bilinmelidirki hayatında güvendiği kişi sizsinizdir artık.

işte bu nokta önemli. çünkü erkek, bazen öyle algılamaz. ama kadın reddedilmenin hiç bir halini sevmediği için bu defa sevgi noktasını sorgulayacaktır. burda özlü söze geri dönecek olursak. eğer istediğini yaparsan gül atmış dostsundur. yok hayır demişsen sanırım taş atansındır.
erdemdir.
boş bir mekanın bulunamamasından da kaynaklanabilir.