bugün

içilir de içilmez... Öldü mü kaldı mı, kaçtı mı bilinemeyen Saddam'ın kırolukları bir bir ortaya dökülüyor ya (insan yenilmeye görsün, vururlar abalıya), sarayının zevksizliklerinden sonra şimdi de eski aşçısı, hem de bir Türk, Hüsnü Arslan usta, hazretin patlıcanla viski içtiğini açıklamış.
Türk yemeklerini çok severmiş (ne de olsa eski imparatorluk çocuğu), ama rakı değil bira ve viski içermiş, hacı anasının korkusundan bira içerken yakalanınca 'kayısı suyu içiyorum' dermiş, ama ille 'köy usulü' patlıcanla viski...

(Elli senedir patlıcan yerim, yoğurtlu ya da sarmısaklı ve domates soslu tava, Yunan tarzı 'beşamel' soslu musakka, oturtma, karnıyarık ya da imambayıldı severim, ille peynirli patlıcana biterim... Fakat 'köy usulünü' duymamıştım... Baba Gannuş gibi bir şey mi?)

Lahmacunla viski içeni biliriz ama, patlıcanla içeni duymamıştık.

Bu mesele Türkiye'de epeydir, şöyle böyle bir yirmi seneden fazladır tartışılıyor, biz bir yandan küfür ediyoruz, onlar da 'kıroyum ama para bende' özdeyişinin bir çeşitlemesini yaparak, bu tutumlarını sürdürüyorlar.

Aslında, patlıcanla viski içilir. Lahmacunla da içilir. Yoğurtlu kebapla da içilir.

isterseniz, canınız çekiyorsa, balıkla kırmızı şarap, etle beyaz şarap da içebilirsiniz. Damak sizin, mide sizin, keyif sizin.

Zehirli olmadığı, bulantı yapmadığı, cırcır etmediği sürece herşeyle herşey yenilir ve içilir.

Ama bu 'bir şeyin bir şeyle içilmesi', bir tıp meselesi değil, bir 'sosyal norm' meselesidir.

Her sınıfın, her zümrenin belli 'davranış kalıpları' vardır ve bunlar zaman içinde gelişirler, hatta değişirler. Bu davranış kalıpları, 'görgü' dediğimiz kurallar bütününü oluştururlar.

Bu kuralları nasıl uyguladığınıza göre yerinizi alırsınız toplumda.

Örneğin, peçete günümüzde dize yayılıyor (her iki dize değil, sağ dizinizde tutacaksınız), bir kırk yıl öncesine kadar kravat gibi boyuna bağlanırdı. Şimdi öyle yaparsanız herkes güler.

Örneğin, etle kırmızı, balıkla beyaz şarap içmek 'Avrupai' bir görüntü yaratır, 'bu işi biliyor' dedirtir. Oturmasını kalkmasını öğrenmiş olduğunuzu gösterir, yanınızda gezdirdiğiniz kadın da size iyi gözle bakar.

(Ama örneğin Norveç'in balıkçı köylerinde balıkla kırmızı şarap içerler, fakat onlar, adları üstünde, köylüdürler. Siz de köylüyseniz, mesele yok, el ne karışır?)

Tersini yaparsanız da, görgüsüz sayılırsınız.

Bunun züppelikle, 'elit takılmakla' falan ilgisi yoktur. Ancak günümüzde bazı gençler, bu kuralları çiğnemeyi özgürlük sanıyorlar.

Aslında, her türlü kuralı çiğnemeyi özgürlük sanıyorlar, böylece 'birey' mertebesine yükselecekleri gibi bir yanılgı içindeler ya...

Trafik kuralını tanımamak onlara nasıl doğal geliyorsa, 'yemek kuralını' takmamak da onlar için o kadar olağan.

Tabii birincisinin ardında arabayı parçalamak, para cezası, hapis yatmak, yaralanmak, sakat kalmak, hatta ölmek var da, ikincisinin bir 'müeyyidesi' yok. En fazla, Engin Abi küfür eder, eh ona da alıştık nasıl olsa!

Engin Abi'yi boşverin, kafanıza göre takılın.

Patlıcanla, lahmacunla, kebapla viski içerseniz, kırmızı şarapla beyazın yerini ayırdetmezseniz, korkmayın, zehirlenmezsiniz, ölmezsiniz.

Pek pek, yan masada oturan, ya da lokantanın garsonu arkanızdan 'ayı' der, o kadar!

Canım, bu tanıma da şimdiye kadar alışmış olmanız gerek...

Sonuçta, nasıl olsa 'para bizde değil sizde' değil mi hayvancıklar? *