bugün

biraz fazla mesainin ardından proje danışmanlığını yürüttüğüm bir mağazanın son halini görmek için sefaköy'e attım kendimi.

işimi bitirdiğimde saat 22:45'ti ve yanılmıyorsam 22:30 itibariyle son otobüsün bitmiş olması ihtimaldi. oysa cebindeki bütün parayı, ihtiyaç sahibi bir arkadaşına borç verecek kadar aptal bir adam olmasaydım dolmuş ile metrobüse ulaşmak çok da uzak bir seçenek olmayacaktı ya, bir rivayete göre şemsiye açılmazdı artık.

gene de ısrarla inönü mevkiinden, sefaköy metrobüs istasyonuna doğru seyreden bir otobüs beklemekte kararlıydım. yol, resmen büyüyor.

konumuz bu değil. beklerken epeyce seyretme imkânım oldu etrafı. hemen karşımdaki "kültür merkezi" olarak anılan taş yığınına diktim bakışlarımı önce. bir kültüre yakışmayacak kadar ciddi bir yapıydı ve garipsedim ne yalan söyleyeyim.

sonra yol kenarından bir aşağı, bir yukarı adımlayan hanım kızlar çekti dikkatimi. 2-3 kişilik gruplar halinde ve kolkola. sonra önümden geçen her üç arabadan ikisinde çok ciddi bir ses sistemi olduğunu farkettim kulaklarımın, ırzına geçilirken.

şahin, honda, toyota, volvo, renault ve hatta audi... hiçbiri, diğerinden farklı değildi aslında. yani evet aslında hepsinin birbirinden ayrıldığı pek çok nokta vardı, yoksa ki amacımız audi'ye hakaret etmek değil. sadece o anda tüm bu şeylerle sigmund fraud'u "tu kaka" ilan etmeye sebep tezi düşündüm.

kelime-i şahadet getirerek baktım saatime: 23:30... o sıra bir çöp kamyonu, bütün modernliği ile gelip de az aşağıdaki modern çöp konteynerının içini dökmesine imkân veriyordu. sokak lambasının ışık hüzmesinde yükselen uçucu bir hafif bulut çekiyor dikkatimi.

sonra yol kenarında yürüyen bir çift kadının dikkatini çekmek için vitesi boşa alıp da gaz pedalına yüklenen bir spor araba şoförü süzülüyor hemen önümden. ve ben bir sigara yakıyor, inönü mahallesi'nden sefaköy metrobüs istasyonuna yürümenin imkânsız olmadığını kabul ettirmeye çalışıyorum kendi kendime. en azından erken boşalma sıkıntıları yaşayan bir vitesle muhattap olmayacağımın mutluluğunu yaşayarak.