bugün

+Kızım ya saçmala işte. Bak ne zamandır hoşlanıyorum ben o çocuktan sen biliyorsun gezeriz işte hep beraber ne var.
-iyi de hiçbiriyle konuşmuşluğum yok ki benim.
+Ya saf saf konuşma. Sanki benim çok var. Bak benim yakın bir arkadaşım var, çocukluk arkadaşım, bu onlarla aynı okula gidiyor arkadaşlar yani. Şimdi oraya gittiğimizde o da gelecek yanımıza sanki tesadüfmüş gibi takılırız.
-Boşuna dememişler arkadaş ayağı göt ayağı diye. Tamam zaten benim de başka yapacak bir şeyim yok fark etmez yani.

+Heh işte Eyüp de geldi.

Bazı şeyler kendiliğinden olmaz, araya üçüncü tekil şahısların girmesi gerekir. Ama o üçüncü tekil şahıslar birinci tekil şahıs olmadan da aradan çıkarılması gerekir. Boka sarmadan.

+Eyüp oğlum nereye getirdin lan sen bizi? Ne bu? Duman altı her yer, başımıza bela almayalım bak sonra.
O an ilk defa gülümserken gördüm onu, hani böyle hafif piçimsi gülüş vardır ya kadınlar deli olur, nedeni bilinmez hiç.
Sonrası kahkaha tufanı. Bütün arkadaş grubunun, ben de dahil, kahkahayı patlatmasıyla Sevinç hafif kızarmayla birlikte o da patlattı bi kahkaha. Bulaşıcıdır çünkü sevinçler, gülüşler, ama acılar öyle değil. Kimseyle paylaşamazsın hüznünü. Onun hüznü değil ki, nerden bilsin seninkini, hem niye bilsin? Onlara ne ki amk.
Oturma planı yapmadan çöktü herkes bir yerlere, Sevinç hariç, tabi durur mu?, çakal çöktü hemen çocuğun yanına onlar ayrı alem biz ayrı. Söyledi herkes biralarını. Biz de yeni tanışmanın verdiği bilinmezlikle başladık sohbete. N’aparsın, n’edersin den sonra sohbet kaybolmadı bu sefer o kalabalık, karanlık cümlelerde. Gözlerini senden kaçırmayan insandan korkmayacaksın çünkü biraz da olsa sende bir şeyler bulmuştur ya da ne bileyim dinliyordur en azından seni. Göz göze değecek arkadaş. Ben de bir şeyler bulduysam onda demek ki, o sordu ben cevapladım. Gözlerinin verdiği güvenle mal gibi anlattım her şeyi. Koymuşum başımı omzuna. Omuz önemli. Belki de en iyi şey. Hiç kimse koymaz başını başkasının omzuna kolay kolay bir nedeni yokken, ben hiç yapmadım en azından. En güzel cümleyi de kurmamışlar mı zaten, ‘Omzum acıdı yine, kime yasladın başını.’
Çok nadir anlar vardır. Hani belki beş, altı sene de bir denk gelen, bazen bir ömür gelmeyen. Bana on sekiz senede gelen. Hep ‘o’ an öyle kalsın dediğin, sonsuzluk bulunmadı mı daha amk diye sitem ettiğin. Değil dünya galaksi yok olsa sikinde olmadığı hani. Etrafındaki tüm o üçüncü çoğul kişilerin bir ‘hiç kimse’ zamirine dönüştüğü zamanlar.
Bizimkilerin bize bakıp ‘kıs kıs kıs’ gülüşmeleriyle birlikte dünyaya iniş yapmamız bir oldu. Sonrası boş, kalabalık muhabbet. Aklında cevaplanması gereken sorular varken kimse dinlemez kimseyi. Sonra o kimseler daha kimse olur, uzaklaştıkça uzaklaşır.

Bizim grup sohbet ededursun, Alper kendi aleminde takılmaya başlamıştı çoktan, biranın da verdiği sersemlikle. Bir başladı mı anlatmaya eski sevgilisini, yandığının resmidir. insanlar bence kelimeleri anlamıyorlar ya da anlamak istemiyorlar. ‘Eski’ lan ‘eski’. Ne bunun anlamı? Kabullenmek mi istemiyorsun yani nedir. O an bira bardağını ovalarken içinden cin çıkıp bir dilek hakkının olduğunu söylese, ‘eski’nin anlamını ‘yeni’ olarak değiştirilmesini isteyecek kadar da saf ama. Sonra o da anladı saçmaladığını ki boş verin lan siz beni, büyük balık küçük balığı yutar dedi.
-Ben de ona ‘sekiz’e de bir şans ver’ dedim.
Anlamadı. Herkes kendi dilinde konuşuyordu anlaşılan o gece. Önemli olan da o dili anlayacak kişiyi bulabilmekte.
Gelen telefonla birlikte hepimizin önce afallayıp sonra koşturmaya başlaması bir oldu. Bir de otobüsü kaçırmayalım dedik gece gece. Sonrası aynı sıradanlık işte.

http://tipsychannel.com/sekize-sans-vermek/