bugün

entry'ler (187)

clash of clans

Her oyun gibi bağımlılık yapabilen, bağımlılık yapmadığı müddetçe de güzel, kolay, kafa dağıtıcı çok iyi kurgulanmış bir oyun. telefon, tablet ve bilgisayarda da oynanabildiği için çok fazla vakit harcanmadan, otobüste, serviste, tuvalette, yatmadan önce veya çay molasında oynanarak köy geliştirilebiliyor.

"Sessiz ve Sakin" klanında süper asker bağışı sayesinde çok daha hızlı ilerlenebiliyor.

Oyunun temel amacı, sahip olunulan köyün savunma silahlarını ve saldırı askerlerini geliştirerek seviye atlamak, en sonunda da şampiyonlar ligine kadar ulaşarak nam ve unvan elde etmek. Bu gelişimi sağlayabilmek için iyi bir klana katılmak, süreci hızlandırabiliyor. Bu bağlamda 70 Lvl altı arkadaşları "Sakin ve Sessiz" klanına, 70 Lvl üstü arkadaşları "Sessiz ve Sakin" klanına davet ederim.

Oyunda sağlam bir gelişim sağlamanız için ipuçları vereyim;

1- Öncelikle, köy binanızı hızlı yükseltmeyin. Bulunduğunuz seviyedeki savunma ve saldırıya ait tüm geliştirmeleri tamamladıktan sonra köy binanızı yükseltin.

2- Ordu kamplarınızı her zaman maksimum seviyeye getirin. Mesela 7 ve 8. seviyedeki ordu kampı asker sayınız kesinlikle 200 olmalıdır.

3- işçi sayınız minimum 4 olmalıdır. Eğer oyuna çok fazla vakit harcayabilecek durumdaysanız 5 yapmalısınız. işçi sayısının çokluğu ve onların boş durmaması daha hızlı gelişminizi sağlayacaktır.

4- Hep sorulan soru şudur, hangi askerimi yükselteyim. Şu anda söyleyeceğim, kesinlikle sizi daha hızlı geliştirecektir. Altıncı seviye köy binasına kadar en değerli askeriniz goblin olacaktır. Hani o küçük, hızlı, yeşil ve paragöz olanlar. Goblinin üretim hızı kısa, sadece ganimet kovalarlar ve çok hızlıdırlar. Bir çok oyuncunun hatası, ilk aşamalarda hep kupa kasarlar, kupa 10. seviye köye kadar önemsizdir ve o seviyeye kadar önemli olan tek şey ganimettir. Bunu kolay elde etmenin en kolay yolu goblindir. Altıncı seviye köyden sonra Şifacı+Dev ve Sihirbaz kombini ile çok sağlam ganimetler alırsınız.

5- Duvarlara önem veriniz ve en azından 8. seviye de hepsinin mor olmasını sağlayınız.

6- Dokuzuncu seviyeye kadar kara iksir askerlerine vakit harcamayın.

7- Ganimetinizi korumak istiyorsanız, köy binanızı hep dışarıda bırakın. Bu sayede sadece köy binasını yıkan oyuncular sayesinde 12 saatlik koruma alırsınız.

Şimdilik aklıma gelenler bunlar. iyi Oyunlar....

ay büyürken uyuyamam

uzun yıllardan sonra sinemaya geri dönen "şerif gören"e, dönmeseydi daha iyi olacakmış dememe sebep olan film.

ayrıca, filme verdiğim parayı telefonda kontör isteyen dolandırıcılara kaptırmış gibi üzüntüye de gark etmiş bir filmdir.

şerif görenin bu filmdeki en büyük başarısı, devrimizde yapılan her türlü Türk filminden seyirci öyle ya da böyle mutlu ayrılırken, onun bu film ile küfür ettirmeyi becermesidir.

bu filme gitmeyip de, bu yazıyı okuyarak gitmekten vazgeçenlerin verilmiş sadakaları varmış. bu yazıyı okuduktan sonra gidenlere ise allah akıl fikir versin.

Selametle...

20 ekim 2011 dinamo kiev beşiktaş maçı

Tanım I : Son saniye golü ile beşiktaşımın mağlubiyeti ile sonuçlanan maçtır.
Tanım II : Son saniye golü gelmeseydi de, ezik oyundan dolayı beşiktaşımın tüm taraftarının kendilerini mağlup hissedecekleri maçtır.

beşiktaş taraftarı "yıllarca iyi oynadık yenildik, bu seferde ezik oynasaydık da puan alsaydık" demez, diyemez. çünkü beşiktaş taraftarı sevgisini aşkını tabelaya bağlamaz. hatta tabelayı görmez. Koy sahaya yüreğini, istersen 4 ye, 5 ye, 8 ye. ama koy yüreğini o sahaya.

Sonuç I : carvalhal ile olmaz. tabi ki ona kızmıyorum. sorumlusu onu getirenlerdir.
Sonuç II : demirören kimseyi yanıltmadı. bir sene aradan sonra boktan yabancı transfer politikasına geri dönmüştür.

carvalhal için ayrı bir paragraf açmak istiyorum;
stoke city maçında uzun, ağır ve hantal futbolcular ile kurulu rakibin göbeğine vücudunu iyi kullanan, top saklamayı bilen ama top sürme veya boşluklara kaçma özelliği olmayan edu'yu koyup, hızlı, seri holosoyu son 10 dakikaya kadar yanında oturttun.
hemen ardından ligde puanı olmayan, moral olarak bitkin ve en önemli futbolcusu olan olcandan yoksun gaziantep'e, öncelikle gol yememeyi düşüneceklerini bu yüzden kapanacaklarını düşünemeyip, kapalı rakibin ortasına geniş alanlarda oynayan holoskoyu tek başına bıraktın. hatta lig sonuncusu takıma karşı iki forvetle çıkma cesaretini bile gösteremedin.

hepsini geçtim, bu sene bir maçında bile karekterli bir takım izletemedin.

öyleyse git.

grand yazıcı marmaris palace

Asla gidilmemesi gereken marmaris - içmeler arası bir otel.

Uzun yazımı okumayacaklar için baştan görüşlerimin ana fikrini vereyim; "bu oteli kesinlikle tavsiye ETMiYORUM"... Otel yönetiminin küçük düşünürlüğüne ait bir örnek vermek istiyorum size; otelde içeceklerin neredeyse geneli plastik bardakla veriliyor. Bira, kola, kokteyl vb. gibi herşey dahile giren bir çok içeceğin plastik bardakla verilmesi yetmiyormuş gibi viski, tekila vb. gibi para vererek aldığınız içeceklerde plastik bardakla verilmektedir. Düşünebiliyor musunuz, viski ve tekila plastik bardakta, çok komik... Otelin yönetimine ait bir kişiye iletilen bu plastik bardak durumuna yapıalan eleştiriye yanıt "yılda kaç tane cam bardak kırıldığını biliyor musunuz?" cevabı olmuştur ki, yönetimin dar kafalığını ve haliyle otelin diğer konularında alacağınız hizmeti buradan tahmin edebilirsiniz.
Otel binasında deniz tarafı olarak rezervasyonunu yaptırdığımız odamıza girdiğimizde şok olmamamız elimizde değildi, çünkü 2. katta verilen odada deniz görmek için uzun boylu ya da sandalye üzerine çıkmamız gerekiyordu. ikinci günümüzde itiraz edince büyük bir ilgi ile hemen odamızı değiştirdiler, 4. kata çıkardılar. Genel taktik ne yazık ki bu, önce kötü odaya yerleştir, itiraz gelmez ise "oh ne ala", itiraz gelirse daha iyi bir odaya yerleştir, bu şekilde müşteriyi memnun etmiş ol. Her iki oda da ruh sıkıcı ve soğuktu, renkler mat, dizayn klasik ve eski. Sadece balkonda denize bakarsan biraz ferahlarsın ama otel yapı olarak V şeklinde olduğu için, içe yakın odalarda balkonda da nefes alamıyorsunuz. Kara tarafındaki odaları düşünemiyorum bile.
Servis diye bir şey yok. Her şeye kendiniz ulaşıyorsunuz, ancak bir kaç çalışan (Örneğin SAMET isimli personel gibi) kendi istekleri ile size servis yapıyor. Bir çok çalışan ise çok cıvık, alışmışlar turistlerin her halta gülmelerine, onların cıvıklıklarının hoşlarına gitmesine, size de öyle davranmaya çalışıyorlar. Cıvıklık yapacaklarına servis yapsalar daha iyi olur.
Yiyecekler kötü değil, çok iyi de değil. Çeşitlilik bulunduğum diğer oteller ile karşılaştırdığımda daha az. Buna rağmen çok rahatlıkla doyulur. içecekler ise sıradan. Bira garip bir şekilde tatsız, (Plastik Bardaktan da kaynaklanıyor olabilir, içim zevki yok), rakı alt sınıf bir rakı, votka ve cin altında altı. Kola, fanta vb. gibi içecekler normal. Meyve suyu içmeyin. Zaten bunlar dışında Her Şey dahile giren bir içecek yok, para vererek içtiklerinizde de iyi bir tat ve kaliye beklemeyin. Türk Kahvesi içmek için, türk kahvesinin verildiği yeri bulmanız gerekecek, her bar da nescafe ya da benzeri içecekler varken, çay ve türk kahvesinin sadece belirli barlarda olması da traji komiktir. Aslında türk turist istemediklerinin de bir göstergesidir.
Aktivite konusunda sadece bir aktivite var ki inanılmaz güzeldi; o da Grup Deha&Tuğba nın yaptığı canlı müzikti. inanılmaz güzel ve kaliteli müzik yapıyorlardı ki bu otelde olan tek güzelliklerdi. Buna rağmen, yani bu denli güzel ve kalite kişilerle müzik yaptırılıyorken, onlara verilen müzik tesisi ile canlı müzik yapılan mekana ne kulaklarınız ne gözleriniz inanamayacak. Çay bahçesinde müzik yaptırsanız inanın daha iyi olur. Otelin tek güzel yanına verilen önemsizlikte otel yönetiminin beceriksizliği ve dar görüşlülüğüdür. Deha&Tuğba grubundan duyduğumuz zevki diğer hiç bir aktivite de alamadık. Her gece yemek sonrası aynı müzik ve aynı figürler ile çocuklara yaptırılan aktiviteden çocuklar bile sıkıldı. Otelin cıvık animatörleri son derece rahatsız edici tavırları ile gereksizliğinde ötesindeler. Kısacası bu oteldeki tek güzel aktivite Grup Deha&Tuğba idi. Gerisi boş ve sinir bozucudur.

Otelin denizi çok kötü. iskele beton, deniz kara yosun dolu. Herkes kumsalı yok diyor evet kumaslı yok, dediğim gibi sadece betonu var, denizi de yok. Marmarisin neredeyse her yerinde inanılmas güzel deniz varken burada o yok. Deniz sevdalısıysanız bu otel size göre değil. E haliyle denizi kötü olduğu için, havuzlarda çok kalabalık ve kaçınılmaz son olarak havuzlarıda temiz değil.

fenerbahçe

"Ece Görgün"'ün yazısından alıntıdır;

Şunda bir hemfikir olalım önce: şikeyi camialar ve onların şanlı tarihleri değil, kişiler yapar. Kişilerin yaptığı soysuzluklar, gafletler ve hıyanetler bir kulübün şampiyonluk sayısını, oynadığı kümenin derecesini, tüm zamanlar total puanını değiştirebilir belki ama bizim ne o renklere olan aşkımız, ne de o camianın büyüklüğü üstünde bir etkisi söz konusu olamaz.

Dolayısıyla sarı-lacivert renklere gönül verenler anlamalı ki bugün sorgulanan da bunlar değildir. Ve Fenerbahçenin değerlerine leke sürecek bir şey varsa bu asıl, ortada işlenen bir suç varsa eğer bunun cezasız kalmasıdır. Şampiyonluk denen şey 1 seneden, bir kupadan ibarettir ama ama geride 100 küsur senelik bir geçmiş ve sayısız kupa vardır. Muhafaza edilmesi gereken geçmistir ve gelecektir. Bunun için gerekirse bu günden elbette vazgeçilebilir.

Biliyorum, bugünden vazgeçmek, eldekini kaybetmek gibi kavramlar zamanın ruhuna uygun düşmüyor. Vahşi kapatilizmin kişiliklerimize enjekte ettiği "ne olursa olsun kazan, başarılı olmak için her yol mübahtır" söylemlerine uymamak sanki artık doğamıza aykırı bir şey. Haksız kazancın kötü bir şey olduğu, alınterinin, dürüstlüğün kutsallığı, başkasından gaspedilen hakkın haram olduğu gibi modası geçmiş klişeler artık eski Yeşilçam filmlerinin bir köşesinde kaldı yalnızca.

Ama sokağa dökülmeye hazırlanan Fenerbahçe taraftarları kendilerine sormalı: Çocuklarına bırakmak istedikleri Fenerbahçe, kendi iktidarlarını ve hırslarını futbolun, klüplerinin önüne koymuş 3-4 adamın sporun ruhuna aykırı eylemleriyle şampiyon olmuş bir Fenerbahçe mi? Bu adamlar suç işledilerse, Şampiyonlar Ligi hatırına yanlarına kâr mı kalmalı?

Hadi öyle oldu. Yıllar sonra biri çıkıp itiraf ettiğinde şikeyi. Bu adamı savunmak için sokağa çıkıp yürüdüğünü hatırlayıp utanmayacak mısınız? Çocuğuna Fenerbahçenin büyüklüğünü, geçmişini anlatırken sıra 2010-2011 sezonuna geldiğinde ne söyleyeceksin?

"Sen ne dediklerine bakma çocuğum, biz o sene şike şike şampiyon olduk. Unutma, kazananlar hep haklıdır. Tarih hep kazananları yazıyor bak. Zaten tarihi de kazananlar yazar genelde. Anlayacağın başarıya ulaşmak için fırsat buldun mu kullanacaksın. Hile yapmışsın, başkasına haksızlık olmuş. Bırak bunları kaybedenler düşünsün. Kazananlar geriye bakmaz, daima ileriye bakar"

Kusura bakmayın, ben çocuğuma bunları söylemek istemezdim. Ortada suç varsa, bir ceza da olmalıdır. Zaten çok fazla görmezden geldğimiz bu basit kuraldan hiçbir şey uğruna vazgeçemeyiz. Ben ortada bir suç var diyecek konuma, bilgiye, kanıta sahip değilim elbette. Olasılıklar üstüne konuşuyorum. Peki siz ortada bir suç olmadığına dair kesin bilgiye ve kanıta sahip misiniz? Sokağa dökülmeden önce bunu bir düşünün derim...

izmir i sevmemek

izmiri bilmeyen için olası, yaşamının bir kısmını izmirde geçirenler için neredeyse imkansız bir durumdur.

joy türk

Titizlikle hazırladığım CD ve flashbelleğimi torpidoya attırarak arabada başka bir şey dinlememe engel olan güzel radyo kanalı. uzun senelerdir radyo dinlemediğimi fark ettim. hepsine teşekkürler...

beşiktaş

2011-2012 sezonu için istediğim ve beklediğim 3 transfer'den 2'sini yapan, yapamadığı 1 transferi de Real Madrid'e kaptıran, aşkım, sevdam, mutluluğum, huzurum...

Bu sezon sonunda sadece 3 transfer istemiştim. Birincisi olmazsa olmaz "Ersan Adem Gülüm"dü. Stresli geçen günler sonunda mutlu sona ulaştık.
ikinci isteğim ise "Mustafa Pektemek"ti. Alınması konusunda hiç ümitli olmasamda bir sabah gördüm ki evet Beşiktaşım artık transfer yapmayı öğrenmişti.
Üçüncüsü ise "Hamit Altıntop"tu. Eğer Real Madrid dışında bir takıma gitseydi elbette üzülürdüm ama gittiği takıma baktığımda yapılmamış bir transfer olarak görmüyorum.

Netice itibari ile Beşiktaşım çok önemli iki transferi gerçekleştirmiştir. Emeği geçen herkese teşekkürlerimi sunarım...

ersan adem gülüm

Villereal - Beşiktaş hazırlık maçından 15-20 dakika izledikten sonra kesinlikle bonservisinin alınmasını dört gözle beklediğim, bu sene bu adam transfer edilmezse hiç bir transferin beni sevindiremeyeceğini defalarca belirttiğim ve en nihayetinde Beşiktaş'a transfer olan, gelecek on yıla klüp ve milli takım düzeyinde damga vuracağını beklediğim defans oyuncusu.

Tüm Beşiktaş Taraftarlığım boyunca bir "Ertuğrul Sağlam"ın transferini bekledim günlerce, bir de senin. Hoşgeldin çocuk.

Yüreğini koy sahaya, binlerce beşiktaş taraftarının yüreği eşlik etsin ona...

24 şubat 2011 dinamo kiev beşiktaş maçı

beşiktaş bir aşk'tır, maç skorlarına göre ivme göstermez.

bu ve bunun gibi maç skorları ne sevgimizi, ne saygımızı ve ne de sadakatımızı azaltmadı, bitirmedi. bundan sonra da azaltmıyacak, bitirmeyecek.

bilgilerinize...

29 ocak 2011 bursaspor galatasaray maçı

birinci kaptan "ayhan akman",
ikini kaptan "sabri sarıoğlu",
sahada ki en golcü galatasaraylı futbolcu "servet çetin",
kurtarıcı olarak giren futbolcu "aydın yılmaz"
olan galatasaray takımının taraftarı adına üzüldüğüm maçtır.

jose maria gutierrez hernandez

fanatik gazatesi yazarı "Basri Baykoç"un 22.01.2011 tarihli yazısından alıntı yapıp buraya eklememi görev bildiğim inanılmaz futbolcu;

"Kimse darılmasın, sahada hepsinden özel bir tek oyuncu var, o da Guti... Yerlisinden de yabancısından da yandaşı ya da hemşehrisi yok belki. Ama o evrensel. Her iki kesimle de en iyi anlaşma becerisini gösteren, onun ötesinde tümünü yönetme gücünü elinde tutan özel bir karakter...."

scanner

eşimin taratacağı fotoğrafları taratabilmek için iş yerindeki tarayıcıyı eve getirmemi isterken; "akşame siken'i getir, sikilcekler var" demesiyle kopmama sebep olan makinenin ingilizce ismi.

boğa burcu yazarlar

(bkz: burda)

2010 yılının unutulmazları

abimin ölmesi...

ronaldo nun guardiola ya verdiği ayar

saygısız ronaldo'nun tiksinç hareketi. Ayar falan değildir, asıl ayarı 5 golle pep ve ekibi vermiştir ama anlayana *

ronaldo topu eline istedi, oysa pep sadece eline vermekle kalmadı...

31 ekim 2010 beşiktaş sivasspor maçı

son dakikalarında beşiktaşlı taraftarlar için "bitsin" diye bakılan, oyundan çok alınan üç puana sevinilen spor toto süper lig maçı.

guti'nin artık alıştığımız pasına, ibrahim üzülmezin hiç alışık olmadığımız "al da at" olarak tabir edilen ortası eşlik edince bobo'ya sadece dokunmak kaldı. hoş, bobo için sadece dokunmak kaldı derken goldeki en az başarı payını "bobo"ya veriyor olsamda, bobo yerine "nihat" ya da "holosko" olsaydı ve o golü aynı şekilde atsalardı, şahsım adına inanılmazı gerçekleştirmiş olacaklardı.

beşiktaş-sivasspor maçında sivasspor'un doğru dürüst bir gol pozisyonu bile yok iken necip'in hatası ile gelen gol sonrası neredeyse beraberliği alacaklardı. necip'in genç olması, yetenekli olması, diğer bir çok genç yetenek gibi "şımarık", "çirkef", "ukela" vb. olmaması sebebi ile hata yapma toleransı diğer futbolculara ve teknik heyete göre çok çok fazladır. büyük beşiktaş taraftarıda genç yeteneklerine sahip çıkmayı diğer takım taraftarlarına göre çok daha iyi bilir.

dün akşam ki maç sonrası zihnimde düşüncelere dalınca fark ettim ki beşiktaşlı futbolcuları dört sınıfa ayırmışım (kaleciler hariç);

1. sınıf : takıma varlıkları ile artı yoklukları ile eksi değer katan futbolcular; "Guti", "Quaresma", "Ernst"

2. sınıf : 1. sınıf futbolcuların varlığında onlara ayak uydurarak güzel işler yapan, 1. sınıf futbolcuların yokluğunda ise yetenekleri sınırlı fakat azim, çaba ve iyi niyetlerine üst limit konulamayan futbolcular; "ibrahim Toraman", "ibrahim Üzülmez", "Sivok", "Ferrari", "Fink", "Aurelio", "Bobo", "Nobre", "Ekrem Dağ". yine bu 2. sınıf futbolculara yetenek ve hırslarını göstermiş genç yetenekler "Necip Uysal", "Onur Bayramoğlu", "rıdvan şimşek" ve "Ersan Adem Gülüm"ü de eklemeliyiz.

3. sınıf : 1. sınıf futbolcuların varlığında sahadaki sayıca fazlalıklarıyla doğru orantılı olarak göze batmadan arada kaynayan ama saha içindeki sayıları arttığında ya da 1. sınıf futbolcuların yokluğunda takıma en ufak bir artı değer katmayan futbolcular; "rodrigo tabata", "filip holosko", "nihat kahveci", "roberto hilbert", "yusuf şimşek".

4. sınıf : hala beklentiler olduğu halde çıkış gösterememiş ya da istikrar yakalayamamış, sabırla performansları beklenen futbolcular; "ismail köybaşı", "erhan güven", "fatih tekke"...

beşiktaşımızın eksiği "1. sınıf" futbolcuların azlığıdır. "1. sınıf" olması ihtimali ile alınan futbolcuların 2 ve 3. sınıf olması da beşktaşımızın talihsizliği ve geçmiş yıllardaki transfer beceriksizliğidir.

dün akşamki maç sonrası yaptığım düşünce fırtınası sonucu tabata ve holosko yerine alınacak 1. sınıf iki futbolcu ile beşiktaşımızın özlenen futbola, özlenen sonuçlara ve kupalara ulaşacağına inanmaktayım.

rasim kara

milli takımın başında görmek istediğim teknik direktör.

guus hiddink

türkiye ligini izlemediğini "nihat kahveci"yi milli takıma çağırdığında hissettiğim fakat azerbeycan-türkiye maçında onu oyuna aldığında emin olduğum teknik direktör.

Ayrıca; Türkiye milli takımının başına tek adayım "Rasim Kara"dır, bu da böyle biline...

3 ekim 2010 trabzonspor beşiktaş maçı

yorgun beşiktaşın trabzonun sert ve diri futboluna yanıt verememesi sonucu kaybettiği maçtır.

hakem her iki takım açısından da kötü bir maç sergilemiştir. türk hakemlerinin derbilerdeki kart cimriliğini anlayabilmiş değilim, kendilerini bir premier lig maçı yönetir edasına sokmaları, fakat o liglerde milletin çatır çatur topa sert olduklarını anlamayıp, bizim futbolcuların aynı tekneden ekmek yiyen arkadaşlarının aşil tendonlarına, diz yan bağlarına, kaval ve elmacık kemiklerine yaptıkları kasti müdahelelere bırakın kartı faul bile çalmamaları, sanırım bir kaç futbolcumuzun futbolculuğunun bitmesi ile tartışılacak. hakemin barajları ayarlamasındaki standart bile hangi tarafın galibiyetinin onu çok yıpratmayacağını düşündüğünün göstergesidir. burak yılmazın ofsayt pozisyonu bir yan hakem hatasıdır, hakemin kendi aleyhlerine hata olarak bunu gösteren arkadaşlar, yan hakemin değil orta hakemin tartışıldığını bir anlasınlar lütfen. maçın son dakikasındaki serbest vuruşta barajı 6 mt.'ye ayarlatan, ayrıca yine son dakikalarda nobrenin kafasına tekmesini göstererek en azından ceza sahası içinden bir çift vuruş hakkı doğuracak pozisyonları görmezden gelen, 5 dakika uzattığı maçı 7 dakka oynatan ama bu 7 dakika'da sakatlıklarla, tartışmalarla sadece 2 dakika futbol oynatabilen hakem orta hakemdi ve yetersizdi.

burak yılmaz'ın beşiktaştan gitmiş olmasına bu maç sonrası bir kez daha sevindim. futbolculuğunun üzerine hiç bir şey koyamasa da, karektersizliği her gün aşama kaydediyor. taraftarımızı bu bağlamda kutlamak istiyorum ki bu herife daha beşiktaş forması giyerken gerekli tepkiyi koymuştur. helal olsun bize.

trabzonsporu tebrik ederim. maçı trabzonsporun alması süpriz değildir fakat bu hakemin kötü yönetimi ile olmuştur denilemez. yine de hakemin kötü olmadığını savunmak subjektiflik olur. saygılarımla...