bugün

entry'ler (60)

sözlük yazarlarının itirafları

hiçbir şey hiçbir zaman kolay değil.

istediğim gibi biri olamayacağım. ama rol yapmaya devam etmek zorundayım.

diğerlerine bakıyorum yine, en yakınımdakilere. onlar yanlışlarının farkında bile değil.

aslında bence onlar da benim gibi.

sadece bundan rahatsızlık duymuyorlar.

belki daha bile kötü yapar beni bu onlardan.

ama daha iyi yapmıyor, biliyorum.

zor olmaya devam edecek.

zorunluluk olmaya da devam edecek.

her gün, her gece veda etmek çok zor.

her gün tekrar tekrar vazgeçmek.

artık godot da gelse bir şey değişmeyecek.

godot geldiği gün de veda etmek zorundayım.

çok geç kaldı.

geçmişe dönsem bile değişmez.

yaşananlar yaşandı yine.

kimse bilmese ben biliyorum.

sessiz sedasız yine bu güne gelirim.

sözlük yazarlarının itirafları

hiçbir anlamı yok ya. hiç. boşuna. her şey boşuna.

kendimi de, diğerlerini de... tüm bu anlamsızlık içinde riyakârlıktan bıkmayan herkesi, utanmadan kendilerini kandıran herkesi...

ne insanım ama. çok farklı olduğuma inandım kaç sene. oysa aynı riya, aynı uzlaşma, aynı inançlar...

ben napıcam ya. nasıl tutacağım kendimi, ne için, nereye kadar.

ne boşuz.

artık en yakın arkadaşlarımla bile gülemiyorum.

artık beni derinden mutlu etmiyor hiçbir şey.

bomboşum. artık üzülmüyorum da.

kandırsınlar kendilerini tüm yüzeysel vasat gerizekalılar, kendilerini bir şey sananlar.

zaten ne kaldı ki. çok değil.

sözlük yazarlarının itirafları

garip düşünceler içerisindeyim. her zaman böyleydim gerçi, değişen bir şey yok.

bazen düşünüyorum, 11. sınıfın ilk günü oturup bir şeyler yazmasaydım, düşünmeseydim daha iyi olmaz mıydı? bizimkilere uyup dışarı çıksaydım, eskisi gibi kahvemi içip keyfime baksaydım.

düşündükçe umutlarımın, hayallerimin eksildiğini fark etmeme rağmen neden devam ettim düşünmeye? ya da asıl soru, şimdi neden devam ediyorum? bilmiyorum. hiçbir şey eskisi gibi olmuyor ama 2 yıldır daha kötüye de gidemiyor. buna sevinmeli miyim? bilmiyorum.

birazcık anlam. birazcık olsa...

artık hiçbir insana güvenmiyorum. hayatıma girmelerine dahi izin vermiyorum. zaten gerek de yok ama güven güzel bir duyguydu. özlediğim bir duygu. aşk gibi, ya da umut.

aslında bu aralar kendime en çok sorduğum soru şu: bir aşkı ya da bir umudu hak edecek kadar iyi bir insan mıyım? hiç zannetmiyorum. iyi olmak için fedakarlık yapmak gerek. ben hiç fedakar olmadım.

zevk için yaşayabilen biri olmayı düşünürdüm, ya da kendini uyuşturabilen biri olmayı... ikisi de ağır geliyor. takıntılar...

buralardan gitmek... güzel bir his.

geçmişiyle yaşayan biri için tam bir intihar.

boş çabalara karşı güzel bir reddediş.

anlamı reddedebilmek basit. düşünen her insan reddedebilir. ya bu anlamsızlığın kaynağını reddetmek?

fedakarlık yapmam gerek.

biraz düşünmeyi bırakmam...

biraz mutlu etmem...

biraz uyumam...

ambivalenz

ne kadar derin düşünürsen o kadar ambivalenz bi' hal alır hislerin.

bir şeyi hem istemek hem istememektir.

umut, gurur, kuşku ve benzeri duyguların karmasıdır.

anathema dinlemenin şartları

tartışmasız dünyanın en iyi grubu olan ve tartışmasız dünyanın en iyi şarkısını yapan ulu grubu günaha girmeden dinlemek için uyulması gereken şartlardır.

kural 1- anathema boş boş dururken "hadi bir şarkı açayım da dinleyeyim" diyebileceğiniz türden şarkılara sahip değildir. anathema sadece derin bir buhrandayken ya da o buhrana girmeye hazırken dinlenilebilir.

kural 2- anathema her yerde dinlenilmez. mesela sokakta yürürken veya spor yaparken dinleyemezsiniz. hele tuvalette falan büyük günahı vardır.

kural 3- anathema her saatte dinlenilmez. anathema'nın en güzel saatleri gece 12-3 arasıdır. istisnai durumlarda (kız terkeder falan) diğer saatlerde de dinlenilebilir.

kural 4- anathema'yı mutluyken dinleyemezsiniz. zaten anathema dinleyen adam mutlu değildir.

kural 5- anathema dinleyen adam şarkıların anlamlarına da bakmalıdır. (öneri)

kural 6- anathema kız düşürmek amacıyla kullanılmamalıdır. anathema'yı bu şekilde kullananlar bütün dini kitaplarda lanetlenmişlerdir.

bu kurallara uymayıp anathema dinleyenler aslında anathema'yı hiç dinlememişler, anlamamışlar, hissedememişlerdir.

sözlük yazarlarının favori şairleri

yakın arkadaşım hakan.

yalnızlığın insana yaptırdıkları

şiir yazmak, yazı yazmak, gitar çalmak, kitap okumak, düşünmek.

intihar etmeyi düşünmek

sahte ve çıkarlarla örülmüş bu dünyaya karşı duran her insanın en az 1 kere kafasından geçirdiğidir. kafka şöyle der: "ölümün olduğu yerde daha ciddi ne olabilir ki?"

anlamsız bir yaşam mı, yoksa anlamlı bir ölüm mü?

eklemekte yarar var: "intihar bir kaçış değil, reddediştir." sartre.

sözlük yazarlarının itirafları

ülkemde, çevremde bu kadar salak ve boş insan olması çok acı. onlarla ayni ortami paylaşma zorunlulugu daha acı.

neredeyse her şeyden nefret ediyorum. çıkardan, boş çabalardan, hayallerden, insanlardan...

yalnız içince mutlu oluyorum artık. geçmişimi ancak bu şekilde anabiliyorum.

Bu kadar berbat şeyi ancak bu berbatlıkla engelleyebiliyorum.

laikliği anlayamamak

içinde bulunduğu çevreden dolayı anlamak istememektir aslında.

laikliğe değil; diğer dinlere, düşüncelere karşıdır bu kişi içten içe. kabullenemediği şey "dinin elden gitmesi" değil, kendine ailesi, ortamı tarafından yıllarca empoze edilen şeyin diğer insanlar tarafından çürütülmesidir. konu din değildir. konu insanın içindeki bencillik ve bulunduğu ortam koşullarıdır.

o kişiye bunu kabul ettirmek de imkansızdır. çünkü siyaset bilimi nesnel olmadığından insanlar tarafından her yöne çekilebilir. "laiklik batı tarafından müslümanlığı parçalamak amacıyla yayılmıştır türkiye'de" der ve konuyu bu delilsiz komplo teorisiyle bitirebilir. sizin vereceğiniz cevabın da bir önemi kalmamıştır artık. zira adamın düşüncesi böyleyken bunu değiştirmek için ne kadar söz söyleseniz de zaten boşa gidecektir hepsi.

laikliğin olmadığı ülkelerdeki geri kalmışlık, insan hayatına değer verilmemesi gibi konulardan bahsedildiğinde ise "ad hominem" taktiğini uygulayacaktır bu laikliği kabul edemeyen insan. yani konuyu değiştirecektir. üstaddan bir örnek: "benim türbanlı bacımı dövdüler".

laikliği anlamamanın bir sebebi de çıkarcılıktır tabii ki. bir şirkette çalışıyorsa mesela, kişinin o şirketin çıkarları doğrultusunda hareket etmesi gerekir. askerse ve suriye'yle savaşma durumu olursa mesela, her ne kadar bunu doğru bulmasa da savaşması gerekir. diplomatsa, devlet ne istiyorsa bunu yapması gerekir. işte aynı şekilde, bir sağ şeriat partisindeyse, veya bir tarikata üyeyse de o kesim neyi düşünüyorsa o da aynı söylemlerde bulunmak zorunda kalmıştır. aksi takdirde pozisyonunu, makamını, güzel bir hayat olanağını kaybedecektir.

yani laikliği anlayamamak, aslında tamamen insanın geçmişiyle olan bağından, yani ailesinden, veya bencilliğinden kaynaklanır.

yine de farklı bir noktadan da girmek istiyorum konuya o da şu ki, herkes melissu gibi rahat bir ortamda büyümüyor, aramızda rabia'lar da var ve melissu hayatı boyunca her istediğini yaparken rabia sahip olduğu her şeyi kıt kanaat geçinen ailesi sayesinde kazanmış. melissu kadar rahat bir seçme şansı olmadığı açık. bu yüzden aslında bu bencilliği de çift taraflı olarak ele almak gerekir.

bize göre bencillik, "sırf akp'ye yaranmak için atatürk'ü eleştirmek"tir.
rabia'ya göre ise, "yıllar boyunca ona bakmış ailesinin görüşlerine ihanet edip kendi yolunu çizebilmek".

yani aslında her açıdan bakıldığında birçok farklı etmeni var bu durumun. bu yüzden yargılaması da bu kadar kolay değil. sonuçta hem rabia, hem melissu olunmaz. ama rabia değiliz diye bütün suçu rabia'ya atmak, melissu değiliz diye de bütün suçu melissu'ya atmak "laikliği anlayamamak"tan daha kötü bir durum olan "insanlığı anlayamamak" kapsamına girer. ki suçlu da ne rabia'dır, ne melissu. suçlu rabia'ya seçim şansı vermeyen, melissu'ya ise rabia'yı sorgusuz dışlatan sistemdir aslında.

elitist

net bir tanıma gerek yoktur.

bana göre elitist, sırf arkadaşımın adı muhammed diye onunla arkadaş olmayı reddeden kızdır.
yeni aldığı i-phone bilmem kaçıyla oynarken fakir arkadaşımın "az bakabilir miyim" sorusuna "hayır" cevabını veren zengin kızdır.
zengin tiplerle muhabbet edip fakirlerin selamını bile görmezden gelen insandır.
restorantta oturup "öhöm öhöm" diye gerinip garsona cevap verme nezaketi bile göstermeyen adamdır.
dinlediği müzikler, beğendiği filmler, okuduğu kitaplar bile bir kalıp içinde olan insandır. zevk aldığını söylediği şeyleri bile gerçekten zevk aldığı için değil, ambalajından sapmamak için yapandır.

tabuları çok olan, kasıntı insandır.

platonik aşk

özgüvensizliğin insana getirdiği mahcup utangaçlıktan güç bulan aşkların en temizi, içte en büyük yaşananı.

erişilmez bir melek var önünde, utanıyorsun. daha önce kimseye bu kadar derin hisler beslememişsin. sadece utana sıkıla bakıyorsun arada, gözünü kaçıra kaçıra. anlamasın diye başkalarıyla muhabbet ediyorsun. ilk gördüğün anda "hayatımın en güzel kızı" demene sebep olan kız bu.

onun olduğu mekanda kabına sığamıyorsun. heyecan, umut, mutluluk sağlayıcın senin. ondan uzaklaştığında enerjini kaybediyorsun. eve geldiğinde sadece yatıyor, hayal kuruyorsun. telefonuna resimlerini indirmişsin. uzun uzadıya o resimlere bakıyorsun tekrar tekrar. müzikler belki de hiç dinlemediğin kadar melankolik.

eskiden yapmaktan hoşlanmadığın şeyler artık güzel bile gelebiliyor. önceden okula gitmek istemeyen sana okul artık çok kısa geliyor. hareket etmeyi sevmeyen sen, her gün sahilde yürümeye başlıyorsun onu düşünüp. yemek yiyemiyorsun. hayatında ne kadar önceliğin varsa, -ki bu kitap okumak, araştırma yapmak, ders çalışmak, siyaset, din, spor her şey olabilir- hepsi yerini bu kıza bırakıyor.

önceleri herkese bahsettiğin kızı artık paylaşamıyorsun kimseyle. en hafif şakayı kaldıramayacak kadar ağırlaşmaya başlıyor yükün. her gün sosyal medya hesaplarını kontrol ediyorsun "acaba yeni resim eklemiş mi?", "acaba sevgilisi var mı?" diye.

yavaş yavaş o mutluluk, umut, yerini umutsuzluğa bırakmaya başlıyor. bir gün bir hırsla, yine naif bir şekilde -ya sarhoş olmuşsundur, ya bir başkasının onunla konuştuğunu öğrenmişsindir- bir şekilde derdini anlatıyorsun.

kız, bu özgüvensizliği zaten hemen anlıyor ve muhtemelen de olmuyor.

o zaman, platonik aşk, bir başka platonik aşk oluyor zaten.

en kötüsü hemen kesilmesi olmuyor, onunla bu şekilde konuştukça için hep daha bir umutla doluyor. ta ki, o umutlar bir anda bitinceye kadar. sonra zaten dibe vuruyorsun.

en kötüsü bir başkasıyla olduğunu duymak oluyor. en dibi bu oluyor.

yine en kötüsü, bu platonik aşkı bu aşamadan sonra kafada bitirememek oluyor.

paul walker

aslında onun öldüğüne değil, kendi anılarımda bulunan bir filmde yine kendi anılarımdaki bir adamı kaybettiğime üzüldüm. aslında ben anılarımın gerçek dünyadan git gide farklılaşmasına üzüldüm.

sevmekten usanmam

sevilmese de aşkı için emek harcamış kalbin akla gelen her hatırada kendi kendini şartlama cümlesidir.

aşkın amacını anlamıştır kalp. çabalamaktır aşk ve o çabalayışlarını hatırladıkça kalbinin sıkışmasıdır. yıllar önce sakladığı fotoğrafını bulunca, arkadaşlarıyla eskiyi yad edince, yolu düşüp de evinin önünden geçince, başkasında o ismi duyunca bile filizlenen o ağrıdan dolayıdır ki, kalp hep yaşatır o aşkı içinde. belki insan söyleyemez, ama kalp istese de sevmekten usanmaz.

yer yarılsa da içine girsem denilen anlar

lise 2'deydim. lise 1'deki bir kızdan hoşlanıyorum ama nasıl anlatamam yani, ilk kez böyle bir kızla falan kesişiyorum, facebook'tan fotoğraflarına bakıp duygusal müziklerle tribe giriyorum vesaire. bunla aynı kattayız, her gün merdivenlerin oraya dayıyorum kıçı, arkadaşlarla muhabbet ediyorum bir yandan da kapının önünden bizim tarafa bakan o kızla bakışıyorum. gidip konuşmaya da utanıyorum ama kalbim sanırsın gondol'a binmiş, öylesine bir mutluluk, öylesine bir keyif ve öylesine bir heyecan var içimde. herkese de anlatmamışım, nasıl anlatılır ki? özgüvensiz biriyseniz ve bir kızı erişilmez görüyorsanız diğerlerinin yapacağı ibnelik ve esprilerden kaçınmak istersiniz sonuçta. neyse bir gün yine dayamışım kıçı merdivenin oraya, kız bir arkadaşıyla benim yanıma doğru yürümeye başladı tam o sırada. yakın 2 arkadaşım var yanımda, bir de piç bi çocuk. kız yaklaşırken kalbimdeki gondol'un demiri çıkmış gibi hissettim, heyecan korkuya büründü. suratım kızarmaya başladı. sonra arkadaşlar da geliyor, geliyor bak diye gülüşmeye başladı. o piç çocuk da bunu duyunca üzerime çıkıp "geliyuur geliyuur" diye bağırmaya başlamasın mı? hem kıza, hem çevredeki millete rezil oldum. kalbime sıcak çay döküldü sanki. sonra kızların sınıfına girdi piç. ben de kendi sınıfıma kaçtım, son dersti zaten ama ne dersi ne bişeyi dinleyebiliyorum. "mınakoyim amınakoyim" diye küfredip "napcam lan ben" diye yüzümde "hasiktir" ifadeli gülüşle o son dersi geçirdim. hani, şimdi çok basitmiş meğer ama o çocuksu utancı, yüzümdeki hasiktir gülüşünü, vücudumdan akan soğuk terleri hala hatırlarım.

platonik aşkın başka bir platonik aşkı olması

öğrenilmediği sürece umutları çok yaralamayacak durum. öyle bir şey sezilir veya duyulursa kadere isyan, duygusal müzikler, depresyon kaçınılmaz. değişmeyecek şeyler ise az da olsa umut, o acı çekiş, her gün facebook sayfasına girip resimlerine, ilişki durumuna falan bakmak.

yürekte çok ağır izler açsa da şair, yazar olmaya, alıntılar yapmaya gerek yok bu durum için. sen onu seversin, o başkasını.

hayatın anlamsız geldiği an

aşık olduğunuz kıza karşı hala umut beslerken, uzun zamandır başka biriyle çıktığını öğrenmek.

zaten çalışmadığınız sınavda 0 aldığınızı duyduğunuzda huzur ve umursamazlıkla karışık rahatlama anı.

aşk romanının sonuna yazılabilecek en son cümle

yeni gün başlarken, kendini kandırmayı bırakmıştı. dünyanın sonu bile kıyametti, hiç mutlu son yoktu.

birinden iyi geceler mesajı beklemek

sadece aşık olduğum kişiden pes etmeden beklediğim mesajdı.

şimdi hayat boş gelse de, o mesaj beklediğim geceler hep bir anlamı olurdu hayatımın.

hiç gelmeyeceğini bildiğim halde, umudum uyanıktı geceleri.

sonuçta, hiç gelmedi.

michael sikkofield

kitabını alacağım yazar. 4 yıldır ta inci'den, avare'den, twitter'dan, blogundan takip ettiğim, kaliteli yazar.

seviyoruz.