bugün

entry'ler (315)

demo cafe bar restaurant

Bursa Fatih Sultan Mehmet Bulvarında bulunan, bulvarın en dolu, dolu olmasına rağmen müşterileriyle en ilgili mekanı. Menüsünde bulunan 175 çeşit * ürünü ile göz dolduruyor. Sıkı müşterilerinden olmamla birlikte, her gün kendini yenilediğini, hızlı geliştiğini, ürün lezzetini ve hizmet anlayışını günden güne mükemmelleştirdiğini söyleyebilirim. Bursa'nın ve Bursalının gözünde sosyal nokta! olmayı başarmış bir işletme, aldığımız duyumlara göre menüsündeki bir çok ürünün patentini almış ve 2. hatta 3. şubeleri çok yakıdaymış. Bilin istedim.

Ayrıca sosyal medyada http://www.facebook.com/demotr ve http://www.twitter.com/democafebar adreslerinden bu başarılı işletmeyi takip edebilir, ürünleri ve belli olan konseptleri hakkında daha çok bilgi edinebilirsiniz.

hastası olunan sözler

"kadınların peşinden koşma paran biter, paranın peşinden koş kadınlar bitmez."

yasa ve yasat

dale carnegie'nin dost kazanma kitabında ise bu fikir akımı şöyle pekiştirilir;
-yapacağın şeyi severek tam manasıyla inanmak
-içimizdeki heyecanı sürekli telkin etmek
-heyecanlı insanlarla ilişki kurmak
-kafamızdaki kyvvet ve heyecan düşünceleri yaratmak.

bu 4 maddenin belkide anahtarı sayılabilecek son madde klişe mesajlardan lügatımıza giren; kendini değiştirmek istiyorsan, fikirlerinden başlamalısın mantığıyla birebir özdeşleşir gibime geliyor an ve an itibariyle. yalnız burada parmak basılan ya da basıldığına inandığım kavram heyecanın yaşama olan katkısıdır. işin daha özü; yaşayıp yaşatmak isteniliyorsa mutlaka heyecana inanılmalı, içindeki ilahi kuvveti ayyuka çıkarmalıdır kimse...

yasa ve yasat

avrupa'da enthousiasme olarak bilinen şevk ve heyecan duygularının analizini yunancası theos içimizdeki ilahi kuvvetle bütünleştirerek ortaya çıkan fikir akımı diyebiliriz sanırım. bir yazar müsfettesinin kaynaklarına göre ilk olarak doğu ile batıyı ayıran roma uygarlığında benimsenen bu düşünce, günden güne avrupayı olduğu gibi içine alarak, doğu ile ayrılmasının en büyük sebebi olmuştur, niye mi ?

şöyleki; insanoğlu enerjisinin onda biri dahi kullanılamayan en büyük kaynaktır ki bu kaynağıda çıkarmak için sadece heyecan denilen vasfın tüm bünyeyi kapsamış, hegemonyasına almış olması gerekir. yer ve zaman faktörü olmaksızın bir şeyler yapabilme isteğini sınırlamayan insanlar, heyecanına bariyer çekmemiş, öğrenilmiş çaresizliklerinin gölgesini üzerine düşürmemiş kimselerdir. yani uzun lafın kısası amaçları yaşamak ve yaşatmaktır.

özünde bu felsefe birey ve devlet yahut birey ve millet arasındaki bağı empoze edecek şekilde gösterilebilir, ancak ikili ilişkilerinde hemen hemen temelini oluşturur, hele hele kapitalist bir dünyada, tamamen geçerliliğini korumakla beraber neredeyse tüm ilişkileri tasvir eder. hatta bunu artniyetli olarak düşünürsek çıkar ilişkisi olarak kabaca tarifini bile yapabiliriz.

buraya kadar işin birçok okuyana göre sıkıcı kısmı idi. şimdi biraz ilgi çekecek kısmına gelelim. "hımm" nasıl çekebiliriz o ilgiyi düşünürken her ne hikmetse aklım uçkuruma gidiverdi. evet, buldum! sanırım "one night stand" ilişkiler birebir ve olayı en basite indirgemiş örnekleridir bu felsefenin. düşününki, güzeller güzeli bir hatun. tüm amacı sizi baştan çıkarmak. siz ise ona çoktan abayı yakmış ve ilişkinizin devamını onu kelepçeldiğiniz bir yatakta hayal etmekle meşgulsünüz. bu durumda onunla tanıştığınız yere göre biraz kendinizi kullandırttıktan sonra, ne bileyim birkaç yanardöner meyve, bir iki şişe şampanya bilemedin bir chivas iş görür ölçülerdir. tüm bunları hali hazırda sağlayıp yaşattıktan sonra sıra bir boş eve geçmeye gelirki, yaşattıklarınızından sıra yaşamanız gerekene geçsin...

etik olarak yukarıda örnek kulağa hoşgelmesede fikrin temel prensipleri arasındadır. bu konuyu üç aşağı beş yukarı çekerek farklı örneklendirmelerle vatana millete faydalı olabilecek karşılıklı "mutualist" bir ilişkiye sokulup sonunda tebessümle ayrılınabilir.

ve son olarak yaşa ve yaşat akımı mı desem felsefesi mi desem yoksa fikri mi desem, ben bilemedim siz karar verin, yaşama sanatı ile bağdaştırılıp daha özgün fikirler sentezlenebilir.

tanım: yaşayarak yaşatma üstüne kurulu bir felsefi akımdır.

ps: yazar müsfettesi ibaresiyle yazar kendine iltifat etmiştir, çok görmeyin.

babayla vakit gecirmek

başlarken net olarak söyleyebilirim ki kıymeti ya iş işten geçtikten sonra anlanan ya da çok geç farkına varılan bir duygudur. hatta duygudan da öte, evladı evlat, babayı baba yapan en değerli kavramdır.

bir şeylerin arkasına saklanmayı marifet sananların uydurma bir kuşak farkı teorisiyle büyüdü 90'ların çocukları. neymiş arada 20 ila 30 yaş olunca iletişim eksikliği oluyormuş, biz bilgisayarın efendileri onlar radyonun sultanlarıymış. şimdilerde ise gülüyorum, nasıl doğru olabileceğine ihtimal vermişim zamanında idrak edemiyorum, nasıl benim iyiliğimi istedi diye ona basitçe ve bir o kadar adice "ya, sen bunlardan ne anlarsınki, farklıyız biz" dediğime. çocukluk işte... yumurta dayanınca kapıya mumla arayacağımı bilseydim mahalledeki çocuklarla dokuz aylık oynayıp hamile kalacağıma, tasolarımın hepsini üttüreceğime ah diyorum, vuruyorum kafamı duvarlara. ha, geç mi, geç kalınmış mı, allah bilir...

oysa ne hayalleri vardı kim bilir yorgun argın biten her haftanın sonunda evladıyla bakın eşini bir kenara bıraktım sadece evlatlarıyla bir şeyler yapabilmek belkide o hafta işlerindeki tüm çıkan aksaklıkların üstünü örtebilecek tek yorgan idi. hadi o zaman ufaktık, fırlamalık mevsiminde savrulan bir yapraktık. ya ergenleşince ? o zaman akıllandık mı? lanet olsun yine hayır. bu seferde sinemaya gidip ilk aşkının elini nasıl tutabilirim diye yollu düşünceler sardı beyinlerimizin içine. ama o zaman daha anlayışlıydı babam. hani sünnette olmuşuz ya. erkek adamın erkek oğlu olur hesabı. yine ses çıkarmıyordu. ama ya içindekiler. ya içinden geçirdikleri ? işte onu anlıyorum simdilerde. ben hep hatalarımı 20li yaşlarda yaptım sanırdım. asıl hatalarımı çocukluğuma inince gördüm. takılmışız lanet olası kuşak kavramı, baba anlamaz, arkadaş iyidir ayağına. şimdi bakıyorum da, facebook olmasa acaba kaç tanesinin sesini duymayı bırakın resmini görebilirdik. ha baba ? o hala yanımda, hatta içeride beni bekliyor. hergele mars olmak istiyormuş, alıcam ifadesini. neyse dağıtmayalım konuyu. heh ne diyorduk. babayla vakit geçirmek. evet. şöyle bir düşünün ki mastercardınızın bile alamayacağı tek sevgiyi. sizi gönülden sevebilen hiçbir amacı olmadan. (bu arada türkiye'de ekonomik problemler yüzünden her yıl kaç çift boşanıyor biliyor musunuz?) işte öyle bir varlıkla vakit geçirmektir. kaç yaşında olursan ol hiç ama hiç farketmez ki. hala onun prensi, hala onun prensesindir. seninle bir dakika geçirmek ya da onunla bir dakika geçirmek değer biçilemeyendir. niye mi? çünkü hayatındaki tüm terini sizin için döken bir insan düşünün. gerisinide boşverin...

netsozluk

7.nesil yazar alımlarına başlayan oluşum.

suspus

pek çok oluşumdan tanınan, dürüst şen şakrak, harbi bir sözlük dostudur. arada tripleri çekilir mi? oldukça zor.

gozlerindeki labirentin basindayim

yolun başındayken, henüz sevda yeni yetme bir çocuk, duygular karmakarışık iken; mantık ile beyin arasındaki nöronların hallaç pamuğu gibi karmakarışık ve bir o kadar kabarık olduğu bir andayken dökülüverir kelimeler, oluşturuverir bu cümleyi.

zamanını bozuk para gibi harcarken ansızın alabildiğini geçer olmuş bir zamandan. kim bilir belki evvel zaman, kalbur saman. belki garip bir aşk hikayesi, belki birkaç mısra, kötü bir lise şiiriyle geçiştirilebilecek gündelik bir aşk. ama hepsinin başlangıcı aynı değil mi sonuçta. bir iki kelam arkasından gülen belki masum, belki masum görünen gözler. çoğu zaman benzetmede hata olmaz klişesiyle benzetir sevenler; engin denizlere, yemyeşil kırlara sevdiceklerinin gözlerini. ancak cicim aylarının geçmesidir mühim olan. sonra yavaş yavaş gerçek yüzler çıkarken ortaya; alışmanın getireceği bastırılmış duygular çıkarlar yırtık dondan. ikilem arasında kalmamak mümkün değildir. bazen istenilmeyen bir değişme, bazen sıcaklığını yitirmiş gözler bazense kıymeti bilinmeyen yaşlar sembolize farkındalaşmanın. evet, evet farkına varıyorsundur içinde kaybolacağın ve çıkışı oldukça güç bulunacak bitsede ileride bir gün mutlaka tebessüm yaratacak bu hikayenin. belki uğruna yıllarını verecek, kim bilir öğrendiğin her şeyin yalan dolandan ibaret olacak, belki aldatılmış, belkide parçalanmış bir kalp kalacak ve düşüncelerini geç reflekslerini dahi kontrol edecek gücün kalmayacak, nefes almanın zorluğuna varacaksındır. ve yine kim bilir? pembe panjurlu evinde şömine başında ufaklığın mavi patiklerini koklayacaksındır. dedik ya labirent bu? sezgilerin ve iç benliğini aklın tarafından kullanabilirsen ne mutludur sana aksi taktirde vay anam.

netsozluk

aktif ziyaretçi sayısını an itibariyle 2123 olarak görmemle şoke olduğum sözlüktür, teknik açıdan sorun olmadığına dair şahitlerim var abi, durduramıyoruz, toparlanıyor.

(bkz: reklamın iyisi kötüsü olmaz ama iyisi güzel olur) *

zarar vermeyeyim derken seni yasamayi unutmusum

aşk ile alışkanlık arasında gel-gitler ile sıkı bir mekik dokumuş bünyenin, kimi zaman gözü gibi baktığı, sevdiceğinin parmağına batan bir kıymığın kalbine saplanan bir hançere eş koşmuş zatların, zaman zaman depremden bile koruyamam mantığıyla 5.dereceden deprem kuşağına yaptırdığı sözüm ona pembe panjurlu evinden kafasını çıkarıp dışarı samanyolunu izlerken ansızın farkına varır. onla yaşamak mı güzeldir, onu yaşamak mı güzeldir farkına varamaz, ve içine atarak patlayacağı güne kadar biriktirirsin usulca. henüz desibelleri keşfedilememiş çığlıklar, bir türlü doldurulamamış ve dolduralamayacak ukdeler kaplar içini. öyle ki koruma iç güdüsü öyle bir hal içine girmiştirki; kıskançlığa dönüşmüştür. nefes almadan önce dahi sana haber vermesini beklersin, salaklık işte sanki bilebileceksin havanın o anda içindeki virüsleri, ama gel görelimki söz geçiremezsindir yüreğine. ne de olsa hayat bozuktur, düzen kötüdür. herkes potansiyel katildir ona yaklaşan yahut sapık. zarar vermesinler istersin çünkü gözbebeğindir. ancak bir gün dank eder kafana; hep koruyayım derken, gözlerindeki gülüşe dahi zarar vereceğini düşündüğünden olsa gerek gülen gözlerin sıcaklığını yaşamayı unutmuşsundur. yüzündeki eşsiz tebessümü yaratan sanki sımsıcak dudaklar senin sevdiceğinin değildir. ulan sanki kor yakacak seni dersin. pişman olursun, ha faidesi olur mu? çoğu zaman iş işten geçmiştir, bir beyaz mendil kalır elinde sana ya salya sümük sileceksindir, ya da uğurlar olsun diyip güneşe doğru sallarken ipek olduğunu farkedeceksindir.

edit: başlık 50 karakter sınırına toslamış olup orjinali işbu şekildedir,
(bkz: sana zarar vermeyeyim derken seni yaşamayı unutmuşum ben)

uzun entry girmeyi bir halt sanmak

sevgili pek muhterem dindar aborjin kardeşlerim; sözlerime başlamadan önce müsadenizle ajdar dayıma ve nihat amcama selam etmek isterim der ve ukalalığı bırakırım. şimdi efendiler; sözlük oluşumlarında ne yazık ki öyle kendini bilmezler, öyle densizler vardır ki; uzun entry girerek gözlerimizin bozulmasına yol açtığı gibi boşu boşuna okumaya uğraştırırlar adama. hadi okumasan olmaz, adamın yanlışlıklarını düzeltmen lazımdır filan falan. kısacası çok lüzumsuzdur, özelliklede uzun entry girdikten sonra kendisini edebiyat profesörü olarak görüp, omuzlarında birkaç santim kayma saptanan bu kasıntı belirirki bu tipitiplerde hiç sormayınız.işin daha da özüne indiğimizde eziklik ve büzüklüklerini uzun entry girerek kapatmaya çalıştıkları gözlenebilir; böylelerini aslında taksim de asmak gerekir, vatana milleti arkadan bıçaklarlar ne mi lazım.

peşin edit; ne aborjinin ne demek olduğunu ne dindarın ne işe yaradığını bilir gözlerinizden öperim.*

gunden gune eriyen idealizm

özellikle genç kuşak olarak tabir edilen 20 ila 40 yaşlar arası kesimin, toplumun çarklarına çomak sokacak hareketleriyle paralel olarak kamuya açık alanlarda göreceğimiz riyakarlıklar ile başgösteren işbu sebeplede insanı korkutan ve şüpheye sürükleyen, kendi olma, amaç uğruna yaşama fikrinin günden güne çürümesidir.

evvel zaman kalbur saman içinde var olan dedelerimizden duymuştuk biz en son idealizmi. teker teker seçilmişti vekillerim yurdumun dört bir yanından. meclisi kurup; turgut özakman'ın güzel üslubunda anlattığı çılgın türkler'deki gibi kaderimizi çizeceklerdi baştan. oralarda kalmıştı boyun eğmezliğimiz. gizlice yapılan antlaşmalarda lehimizi olmasına rağmen kabul etmemeyi öğrenmiş idik biz. ne ziya gökalpler korktu istanbul'a rağmen ankaraya gelmeye ne halide edip hanımlar.

şimdilerde ise kafaların her kaldırıldığını türlü dolambaçları görüyoruz, kültürparklara kurulu olmuş hayatımız dönme dolap misali. yok efendiler yok. idealizm artık yok. çok net giriş oldu aslında sonda söyleyecektim ben bunu ama dayamadım...

okullarda, hastanelerde en kutsal meslek olarak tabir ettiğimiz öğretmenlerimiz doktorlarımız bile gencecik fidanlar eğitecekken yahut hayat kurtaracakken bile parayı seçer olmuş. hangi firma hangi kitabı seç der komisyon verilirse o yardımcı kaynak seçilir, hangi ilaç firması promosyonlu ilaç verip, komisyonunu arttırırsa o hastaya verilir olmuş. kısacası etik davranışlara hançer misali saplanır olmuş bünyelerdeki para hırsı.

peki ya nedenler ? başlıca idealizmi eriten kaptilazimdir ey ahali. yeşilin rengi namusun şerefin yerini çoktan ele geçirmiş; miras uğruna anaları evlatları ayırır olmuş. polisimin içindeki çatlak yumurtular hırsız liderlerinin sus paylarıyla kapamış çenelerini, askerimin içine dahi bölücüler girmiş iken, idealizmden bihaber yetişen üniversite gençliğiyle boğuşurken elbet nedenleri bilsekte elimizden bir şey gelmiyor diyeceğimi düşünsenizde yanılgıya varacaksınız. zira biz öyle bir tembel toplum olmaya alışmışız ki her şeye bahane bulup, x elden gidiyor derken, bizi anlayacak yok derken daha da bir kabuğumuza çekilip meydanı boş bıraktığımızdan bu nedenlere köstek yerine destek olmaktayız.
ancak bir titreyip kendimize gelsek, özümüze dönsek, ah işte o zaman avrupa birliği, asya birliği ne olaki. biz bize yeter artarız bile.

seviyorum sizi.

odak merkezini kontrol altinda tutmak

bir nevi başarının anahtarı sayılabilecek bu ilke, kişinin yapacağı işe konsantresini dolayısıyla verimini yükseltir. bunun için öncelikli olarak kişinin nefsi ile iyi geçinmesi akabinde gücün kendisinde olduğunu anlamasıdır. örneğin ders çalışmak yahut kitap okumakla bu işin antremanları yapıldığı gibi ilgi duyulan bir şey üzerinde de denemeler sonuç vermektedir. çevre faktörü göz önüne alınıp farz-ı misal cep telefonunun sesi kısılmalıdır.

bugün bir kez daha sevmeyi öğrendim

kimi zaman kuşluk vaktinde aynaya baktığında çoğu kez bir şeyler görmek istemişimdir. ancak genellikle karşıma bir iki göz torbası kalmıştır elde. alabildiğince uykuya muhtaç bir o kadar da uykular ona haram. işte böyle vakitte düşüncelerle kenetlenip bir vücut olmuşken insan; yüreğine saplanır..

saplanan bir o kadar güzel ve bir o kadar derinden etkileyen ve duyguların her ne kadar aya düşsede en asil olanı, en doyulmazıdır. sevdadır, sevgidir. üzerine ne yiğitler dünyalarından olmuş ne hatunlar sırma saçlarıyla yalnızlığa hapsolmuşlardır. tüm bunları düşününce ürkmemek her ne kadar elde olmasada, ya bismillah.

bazen bir bakış başlangıcı olur, bazen sıcak bir tebessüm. heyecanı farklıdır genel tabiriyle cicim aylarıdır, bir sevdanın olmazsa olmazı. her şey o kadar güzeldir, iki tarafta yenilikten olsa gerek birbirine saygı sevgi ve önemlisi heyecanlarını koruyarak yaklaşır. yeri gelir göz kaçırmalar bile hoşnutluk verir bünyede. ama ansızın ve tadına doyamadan geçer zaman. alışkanlık ile sevgi arasındaki ince çizgiyi iyi çizilmemiş olmasından kaynaklansa gerek yahut, insan vucudunun tüm biyolojik zorluklara 40 günde alışabilmesi gerçeğiyle düz mantıkla hareket ederek vardığım beyninde alışma probleminde olsa çabuk biter. yerini kavgalara, heyecansız süprizlere, on dakika sonra atılacak mesajı tahmin etmelere kadar götürür. işbu sebeple ilişkinin tüm renkleri yavaş yavaş siyahlaşmaya bir o kadar da sıradanlaşmaya başlar. işte burada başlar yeniden sevmeyi sevebilmeyi öğrenmek. burada aslolan karşı taraftaki kişideki ortak noktaları gün yüzüne çıkartmak ve biraz daha kendinden bir şeyler bulabilmektedir. kimsenin inkar etmesine gerek olmayan kişisel egolar vardır her insanın hayatında ve mutlak suretle dürtülmesi gerekir. her ne kadar benim egolarım yok derse kişi o kadar çamura batmış ve bir o kadar da kendini kandırır olmuştur. egoyla bunun ne alakası var diyecek olursanız, ortak nokta bulma aşamasında kendi tarafında ağır basan duyguları buldukça, karşı tarafın ellerinde yetiştiğini görecek ve "ona yaşamayı dahi ben öğrettim" şeklindeki mecazi kavramlarla tatmin olacak ve bunun getirdiği daha çok bağlanma ile şevk ile dolacaksınız.

aslında lafı fazlada dallandırıp budaklandırmaya gerek yoktur. ufak çaplı gerek fiziksel gerek fikirsel değişimler reksizleşen ilişkiyi canlandırıp her geçen gün aynı kişiye tekrar aşık olma gibi bir muhteşem duyguyu sizlere hediye edeceklerdir. ha ben fiziksel değişimden ziyade fikirsel gelişime daha çok önem veriyorum dersem bunu diyen herkes gibi yalan söylemiş olur muyum ? sonuna kadar... ortasını bulup, kıvamını tutturmalısınız.

zorunlu tanım; ilişkisinin boyutu alışkanlık düzeyine gelmiş kimsenin sevdiğine tekrar aşık olması ve bu durumu keşfedip gün içinde yeniden filizlenen sevgi damlacıklarını ilan etmesidir.

netsozluk

günümüzde sözlükçülük kavramını karıştıran bir takım genç yahut heyecanlı beyin fırtınalarında yelkenlerini çekemeyen vatandaşlar tarafından ne kadar kolaydır sultan of the uludağ'lılar. bir bakmışsın o bitmiş, gitmiş. oh onu da bitirdik şunu da bitirdik, ne güzel abicim evet devam et. peki ya eline geçenler. sanal ortamı bukadar mı reele indirgemiş bir topluluğuz ki; her olayı ciddiye alıyor sürekli birilerine ayar verme bir şeyleri parçalama yok etme gayesi içine giriyoruz, anlayabilmiş daha doğrusu sizin diyeceği gibi kafam basmamıştır.

şimdi gelelim fasulyenin faydalarına dostlar. nedir sözlük? sözlük dediğin alt tarafı fikirlerini masumane kurallar çerçevesinde paylaşıma açmak onların bir kaç kişi tarafından okunduğunu bilip hoş sohbetlere girmektir efendiler. ne amacımız kavga ne de ne güzel laf soktum "nihahah" demek değildir. böyle olunca ben kişinin insanlara saygısından şüphe ederim (yeri gelmişken kahrolsun hümanizm). ama olaylar ve bu gerek "klon" gerek "oluşum" furyası öyle bir hal kazandı ki, herkes taraflara çekilip çepheleşti. görende üçüncü dünya savaşını çıkaracaklar sanacak. azıcık efendi olup, sevmediğin yahut sevemediğin kişi için bir çok insanın yazdığı oluşuma "yok o kaka, yok bunu sevmiyorum, teması kötü, şuyu var" demek etik açıdan şahsımca yanlıştır. çünkü senin tanımadığın bilmediğin insanlar orada öyle ya da böyle yazıyor ve emek sarfediyordur, ve yapılan düpedüz emek hırsızlığıdır.

işin daha da özüne inecek olursak ütopyalı arkadaşlarla; şahısları sevmeyebilirsin ancak tanımadığın şahıslara karşı önyargılı davranmak ve arkadan konuşmak eril ya da dişil kişinin karakter sorunuyla alakalı olup komik düşmektir. sevmiyorsan sevmezsin, zaten kimsede tapmıyordur sana vay o beni sevmiyor ama idolümdü demez ama bunu belirli bir saygı çerçevesinde yaparsınki o zaman sözlükçülük oyununa kaldığın yerden seviyeli şekilde devam edebilirsin.

sonuç olarak net sözlükte; fikir ve görüşleri ne olursa olsun birçok kesimden birçok kaliteli insan vardır ve olmaya devam edecektir aynı isterse 5 yazarı olan sözlükler gibi. çünkü unutulan en önemli şey niceliğin nitelikten daha önemli olduğudur. ve dışarıdan kimselerin tiye alması sebebiyle değil yazarları için tekrar açılmıştır, kısacası emekler göz önünde bulundurulmuş ve zaten harcayanın az olduğu ülkemde emekleri hiçe saymama kararı alınmıştır. vatana millete hayırlı uğurlu olsun...

kapak sözlük

hakkında tüm iyi ya da kötü söylemlere karşın kalitesinden ödün vermemiş ve vermeyecek olan oluşum.

sivridilli

yönetim gayet hızlıca davranmış ve 4. nesil silik olmuştur.

sözlüğümüzü temizleyenin ellerine sağlık diyor, güzel gözlerinizden öpüyorum.

superman abi

uzunca bir süreden beri muhabbet edilmemiş olmasına rağmen hatırlayıp hal hatır soran nazik ve kibar yazar.

ekşi sözlük ten entry çalan zihniyet

(bkz: sivridilli)

(bkz: sivridilli/#2866851)

sivridilli

birçok oluşumda nickine rastladığım ve buralarda yaptığım ufak incelemeler sonucunda ekşi sözlükte yaklaşık 5 6 tane yazar hesabı olduğunu düşündüğüm yazar *. zira birçok entrysinde kaynak göstermeden alıntı yapan yazar. burada da biraz baktım şimdilik bir iki tane gözüme ilişti sayın seyirciler.

http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?id=452783
(bkz: #2023126)
http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?id=1500534
(bkz: #2009246)
http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?id=3501261
(bkz: #2009237)
http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?id=2501122
(bkz: #2009225)

tesadüf müdür bilemem. ancak (bkz: sozlukle ilgili istekler/#2342599) nolu entrysinde kalite isterken, kalitesiz yollara başvurması aslında hatayı kendisinde değil, aceleci davranan yönetimde aratmaktadır.

(bkz: her şeyin suçunu yönetime atmak)