bugün

entry'ler (28)

kemalizm

Biz artık o ulus değiliz-Ahmet Altan

Birinci Dünya Savaşı'nın sonunda biz koca bir imparatorluğu kaybettik.

Elimizde, Urfa, Antep civarında Fransızların, istanbul'da ingilizlerin, Ege bölgesinde de Yunanlıların bulunduğu bir Anadolu kaldı. istiklal Savaşı'nda bu güçleri püskürtüp Anadolu'yu bir bütün olarak geri aldık. Anadolu'yu almak çok önemliydi elbette ama önemli ölçüde toprak kaybettiğimiz de bir gerçekti.

Bugünkü durumla kıyaslayarak anlatırsak sanırım durum daha berrak anlaşılır.

Bir savaşta bütün Türkiye'yi kaybettikten sonra Marmara Bölgesi'nin bazı kısımlarında bulunan düşmanı püskürterek Marmara'yı kurtardığımızı düşünün. Marmara'yı kurtarmak hiçbir şeyi kurtarmamaktan daha iyidir elbette. Ama bu, bütün Türkiye'yi kaybettiğiniz gerçeğini değiştirmez. Koskoca Osmanlı'yı kaybedip Anadolu’yu kurtarmak da, Türkiye'yi, kaybedip Marmara'yı kurtarmak gibiydi.

Mustafa Kemal yönetimi, halkın moralini ayakta tutabilmek için iki şeyi birden yapmak zorundaydı. Birincisi, kaybettiklerimizi unutturup, kazandıklarımızı abartmak... ikincisi, bizi yenip neredeyse bütün topraklarımızı alan "düşmanları" aslında bizim yendiğimize ve herkesin bize "düşman" olduğu bir dönemde bu "başarıyı" elde ettiğimize insanları inandırmak.

Bunu yaptılar.

Ama bu o kadar kolay yapılabilecek bir şey değildi. Halkın bütün hafızasını boşaltıp o hafızayı yeniden oluşturmak gerekiyordu. Bunun için de "eğitimi" kullandılar. Tarih kitapları, bu amaca uygun biçimde yazıldı. Kahramanlığımız, cesaretimiz, zaferimiz vurgulandı, "düşmanlar"ın kötülüğünün altı fazla abartılı çizildi. Neticede, yeryüzünün "en kahraman ırkı" olduğuna inanan ve neredeyse bütün dünyayı, özellikle de Rumlarla Ermenileri kendisine düşman gören kuşaklar yetiştirildi. Bu, öylesine koyu ve kaba bir şekilde yapıldı, çocukların beyni öylesine yıkandı ki, bu ülkenin "hukukçu" bir cumhurbaşkanı, "gayrimüslim vatandaşlarımıza" açıkça "yabancı" diyen yasalar imzaladı.

Yıllar boyu süren bu "propagandist" tarih eğitimi sonucunda Türk ve Müslüman olmayan herkesi düşman sanan insan kalabalıkları türedi ülkede. Şimdi bunlar rahatça kışkırtılabiliyorlar ve gidip gidip "yabancıları" öldürüyorlar.

Cumhuriyetin ilk yıllarında böyle bir eğitim belki anlaşılabilir bir şeydi. Yenilginin kalıntıları temizlenmeye çalışılıyor, güvenini kaybeden bir topluma güven verilmeye uğraşılıyordu. Ama artık çok zaman geçti. Dünya değişti, biz değiştik. Arada bir dünya savaşı daha yaşandı.

O savaşta dövüşenler bile birbiriyle barıştı, birbirlerinden kuşkulanmaktan vazgeçti, sınırlarını birbirine açtı. Biz hâlâ ilk savaşın etkisi altındayız. Hala bütün dünyaya, hatta kendi vatandaşlarımıza şüpheyle bakıyoruz. Bu, bizi "hastalıklı" bir toplum yapıyor.

Herkesin bize düşman olduğuna inanmak, hep yenilmekten, hep parçalanmaktan, hep toprak kaybetmekten korkmak, rahatça çözebileceğimiz sorunlar karşısında bile bize soğukkanlılığımızı kaybettiriyor, sağlıklı kararlar vermemizi zorlaştırıyor. Gençlerimizin dengesini bozuyor. Mahalleler dolusu "katil adaylarımız" oluyor. "Yabancılara" rahatça saldırıyorlar. Bunu değiştirmenin zamanı geldi sanırım.

Tarihi, propaganda amacıyla kullanmak yerine, gerçekleri anlamamıza yardım eden bir bilime dönüştürmeliyiz yeniden. Çocukları bu korkunç "beyin yıkama" ve "düşmanlaştırma" seanslarından kurtarmalıyız. Düşünsenize, bugünkü eğitimden geçmiş olan "hukukçular" bile devleti adaletten daha önemli zannediyorlar.

En parlak kadrolarımızın çoğunluğu ya başka bir ülkede ya da "yabancı dilde eğitim yapan" bir okulda okumuş oluyorlar. Tabulardan kurtulabilmek, daha esnek ve yaratıcı olabilmek, daha derinliğine düşünebilmek için mutlaka "yabancıların" bir yerinden değdiği eğitimlerden geçmemiz gerekiyor. Sadece bu gerçek bile, durumu bir daha değerlendirmemiz için yeterli değil mi?

Ben, son zamanlarda pıtrak gibi çoğalan "katil genç" tipini yeniden normale çevirebilmenin en önemli yollarından birinin eğitimdeki tuhaflığı düzeltmek olduğuna inanıyorum doğrusu. Bugünkü tarih eğitimi "katil ve manyak" yetiştirmeye çok müsait çünkü. Bütün dünyanın “kendisine düşman olduğuna” inanan birinden sağlıklı bir insan çıkartamazsınız öyle kolayca. Savaş şartlarında düzenlenmiş bir eğitimle yoluna devam eden bir ulus kendini hep savaşta zanneder. Birinin, bu çocuklara "savaş bitti" demesi gerekiyor. Yoksa, savaşın bittiğini bilmediği için ormanlarda saklanmayı sürdüren Japon askerleri gibi olacağız. Ormandan çıktığımızda da gördüğümüz ilk "yabancıyı" öldüreceğiz.

dtp li vekillerin sinirda canli kalkan olmasi

kürt sorunu ile ilgili şimdiye kadar yapılmış 123512979341287491287 operasyon ve harekat amacına başarıyla ulaştığı için, 123512979341287491288. harekatı engellemeye yönelik boş çabalardır bunlar.

islamda insana mantıklı gelmeyen şeyler

a-yatağımın altında bir ejderha var
b-ejderhalar yok ki
a-ama var
b-göster o zaman
a-görünmez bir ejderha o
b-ses çıkarsın o zaman
a-benden başkası duyamaz
b-alev çıkarsın o zaman ısısını görelim
a-onun alevi insanoğlu tarafından anlaşılamaz
b-osursun koklayalım
a-insanlar onun kokusunu alamaz

yörsan

sendikalaştıkları için 400 çalışanını işten çıkarmaya çalışan kuruluş.

yörsan boykot - http://www.facebook.com/group.php?gid=6425021181

850 kişinin çalıştığı Yörsan Susurluk tesislerinde, resmen bildirimi yapılmış 383 kişi çalışıyor. Herkes sendikasız. Büyük bir kısmı sigortasız. Türk-iş'in TEK Gıda iş Sendikası bu iş yerinde örgütlenmeye başlıyor. Ve sonra görün bakın neler oluyor!

Resmi bildirimi yapılmış işçilerin 235'i sendikaya üye olunca Yörsan 86 işçiyi işten çıkarıyor. Buna tepki olarak diğer işçiler de üye oluyor ve sendikalı işçi sayısı 350 kişiye çıkıyor. Bunun üzerine 8-9 Aralık'ta işten çıkarılan kişi sayısı 375'i buluyor. Artık sendikalı işçi sayısı 485!

iş barışını, insanlarımızı sendikasız, kayıtsız, güvencesiz çalıştırmaktan daha fazla hiçbir şey bozamaz.

YÖRSAN, işçilerin haklarını verene kadar tüm YÖRSAN ürünlerini boykot ediyoruz.

Muhtemelen kendisi de ücretli bir çalışan olan Yörsan müşterisi, Yörsan çalışanlarına sahip çıkıyor ve
TÜM YÖRSAN ÜRÜNLERiNi BOYKOT EDiYORUZ.

----

http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=14443
Tek Gıda-iş'e üye oldukları için işten atılan Yörsan işçilerine en büyük destek eski Yörsan işçilerinden geliyor. Patronun direnişi kırmak için çalışmaya çağırdığı eski işçiler, fabrika yerine direnişte olan işçilerin yanına gidiyor. Eski işçiler her gün sabah 07.00'den akşam 17.00'ye kadar direnişte olan arkadaşlarının yanından ayrılmıyorlar.

Tek Gıda-iş Balıkesir Şube Başkanı Mehmet Akgün, kendilerine verilen destek devam ettiği sürece başarıya ulaşacaklarını dile getirdi. Gazetemize bilgi veren Akgün, Yörsan patronunun daha önce fabrikada çalışan işçileri çalışmaya çağırdığını, ancak eski işçilerin direnişte olan arkadaşlarına destek verdiğini dile getirdi. Şeker-iş ve KESK'e bağlı sendikalar ile esnaf ve köylülerin de kendilerine destek verdiğini ifade etti. Sendika olarak işçileri yalnız bırakmayacaklarını belirtti. Daha önce Yörsan'da çalışan ve patronun teklifini geri çeviren Sezgin Ayer, çalışma koşullarının ağırlığını bildiği için arkadaşlarına destek verdiğini ifade etti. Fabrikada çalıştığı zaman kendisini haksız olarak işten atanların şimdi çalışmaya çağırdıklarını belirten Ayer, o günleri unutmadığını dile getirdi. Daha önce Yörsan'da çalışan Ramazan Dinç de direnişte olan kardeşine destek verdiğini ve başaracaklarını dile getirdi.

----

http://www.sosyalfanzin.n...ilerihalkiyaniltiyor.html

Yörsan halkı yanıltıyor






Susurluk'ta süt ve süt ürünleri üreten Yörsan fabrikasında 400 işçi sendikalı oldukları için işten çıkarıldı. Türkiye Tütün Müskirat Gıda ve Yardımcı işçileri Sendikası (Tek Gıda-iş) Ege Bölge Başkan Yardımcısı Gürsel Köse, halen fabrikanın önünde eylemde olduklarını, işveren çıkarılan işçileri geri alana kadar mücadele edeceklerini söyledi.

"işçiler anayasal haklarını kullanarak sendikada örgütlendi. Bunun üzerine işveren 'Otomasyona geçiyorum' diyerek dört günde 400 işçiyi işten çıkardı. Bakanlığa yaptığımız çoğunluk tespiti yakında çıkacak ve sendika yetki alacak. Talebimiz işçilerin iş başı yapması ve tespitten sonra toplu sözleşmeyi gerçekleştirmek."

Köse, 1984'te kurulan fabrikada 200 stajyer, 385 sigortalı işçinin yanı sıra taşeron firmalar için çalıştırılanlarla birlikte 750-800 işçi olduğunu söyledi.

Sendika beş buçuk ay önce örgütlenme çalışmalarına başladı. 481 işçi sendikada örgütlendi. Çalışma Bakanlığı'ndan konuyla ilgili yazı 4 Aralık'ta Yörsan'a ulaştı.

Ertesi gün 12 işçi işten çıkarıldı. Geçen cumartesi günü işten çıkarılanların sayısı 400'e ulaştı.

Köse, işverenin her gün Balıkesir ilçelerinden toplanan işçileri fabrikaya taşıdığını, sigortasız ve günü birlik çalıştırdığını, "otomasyona geçtik" gerekçesinin geçerli olmadığını belirtti.

ilçede bulunan meslek yüksekokulundan öğrencilerin fabrikada stajyer adı altında sömürüldüğünü, fabrikada işçilerin günde 12-16 saat çalıştırıldığını belirten Köse temel taleplerinin "insanca çalışma ve yaşama koşullarını sağlamak olduğunu" vurguladı.

Tekgıda-iş sendikası'nın 10.12.2007 tarihli ve işyerindeki sendikal çalışmaların işveren tarafından gayrı kanuni bir şekilde engellendiği yolundaki basın açıklamasının ardından, YÖRSAN A.Ş. Yönetim Kurulu'nun gazetelere yarım sayfa olarak verdiği açıklama karşısında, Tekgıda-iş sendikası ilanı ibret ve hayretle karşıladığını açıkladı.

Tekgıda-iş sendikası, YÖRSAN yetkililerinin açıklamalarıyla hem gerçekleri kamuoyunun bilgisinden gizlediği, hem saptırdığı hem de çalışanlarına örtülü bir şekilde tehdit savurduğu açıklamasında bulundu. YÖRSAN yetkililerinin demokratik ve yasal bir hak olan sendikalaşma mücadelesine saygı duymadığı kaygılarını belirten sendika yönetim kurulu, YÖRSAN yetkililerinin yaptığı açıklama karşısında bazı hususların bir kez daha kamuoyuna açıklanmasına ve yaşananların içyüzünün anlatılmasına gerek duyduklarını belirtti. Sendikanın açıklamasına göre, YÖRSAN ilanında "birtakım işçiler" diye anılan işçiler Anayasa, evrensel hukuk normları ve çalışma yasalarınca güvence altına alınmış sendikalaşma-örgütlenme haklarını kullanıyorlar. Bu durumda, hukukun üstünlüğü ve demokrasi ilkelerini rafa kaldıran YÖRSAN yönetiminin faşizan bir yönetim anlayışı benimsediğini, sendikal faaliyetlere izin vermemenin TCK 2821 sayılı Sendikalar Kanunu çerçevesinde soruşturma ve yaptırımı gerekli kıldığını belirten Tekgıda-iş sendikası yönetim kurulu, işçilerin tehdit altında bırakıldığını, YÖRSAN'ın müthiş bir işçi kıyımı gerçekleştirdiğini kamuoyuna duyurma gereği duydukların anlattı.

Kaynak: Bianet, Tekgıda-iş Sendikası

---

ve son olarak yörsan'nı evlere şenlik basın açıklaması

http://www.yorsan.com.tr/tr/duyuru.html

TÜRK KAMUOYUNA AÇIKLAMA

Günlük 1.200 ton üretim kapasitesine sahip Susurluk'ta 25 yıldan beri YÖRSAN olarak faaliyet göstermekteyiz. Süt ürünleri ve meyve suyunu yüksek
teknoloji ile üreten Yüzde Yüz Türk Sermayeli yegane entegre işletmesiyiz.
40.000'nin üzerinde süt müstahsilinin sütlerini toplamakta, ürünlerimizi; Amerika'dan Japonya'ya kadar dünyanın farklı ülkelerine ihraç etmekteyiz. Gerek
fabrikamız bünyesinde gerekse şirketlerimizde 3.000 kişi istihdam etmekte, yaklaşık 12.000 kişinin de
geçimlerini sağlayacak bir ekonomik kaynak üretmekteyiz.
Bu büyük organizasyon içinde; SSK. PiRiMLERi, KDV. STOPAJ ve DiĞER ÖDEMELER ile birlikte ülke ekonomisine yıllık trilyonlarca Türk Lirası
katkı sağlarken, aynı zamanda bölgemizin vergi rekortmeni olmanın gururunu yaşıyoruz.
YÖRSAN Yönetimi ve çalışanları olarak
huzur içinde çalışmalarımız devam ederken işyerimize; bir takım kişiler tarafından organize edilen ve çalışanlarımızı; yönetim,
iş yeri ve iş arkadaşları ile karşı karşıya gelmelerine neden olacak ve iş barışına zarar verecek bir takım faaliyetler yürütüldüğü; gerçek dışı ve doğru olmayan
beyanlarla bazı çalışanlarımızın bu menfi faaliyetlere katılmaları için zorlandıkları ve bununla alakalı olarak maalesef iş yerinde üretimi aksatmaya çalıştıkları,
bazı direnişçi personelin; makinalara, ürünlere ve çalışmak isteyen personelimize zarar verdikleri tesbit edilmiştir.
Çalışanlarımızın sağ duyulu yaklaşımları ve gösterdikleri özveri sonucu üretimimiz sorunsuz olarak devam etmektedir.
Yönetim olarak bizler bugüne kadar çalışanlarımızın hak ve hukukunu korumayı; onları enflasyona karşı ezdirmemeyi; hak ettikleri ücret ve sosyal yardımları
zamanında eksiksiz olarak ödemeyi görev bildik ve bundan da başarılı olduk.
Son yıllardaki ekonomik krizlerde binlerce işyeri kapatılıp milyonlarca kişi işsiz kalırken, çok şükür ki şirketlerimizden
hiç birisinde bu krizi çalışanlarımıza hissettirmedik. Ne işyerimiz kapandı ve ne de çalışanlarımız açıkta kaldı.
Yönetim olarak; bu gibi olumsuz propaganda ve faaliyetlere izin vermeyeceğimiz kesindir.
Unutulmamalıdır ki şirketimiz bir ticari işletmedir. Burada 850 kişi çalışmaktadır. Aileleri ve yan çalışanları ile bu şirketten ekmek yiyenlerin sayısı
2.500 kişiyi aşmaktadır. Bu kişilerden hiç birisinin en ufak bir zarar görmesini asla istemeyiz.
Ancak; şirkete zarar verecek kişileri de bir gün bile bünyemizde tutmayacağımız da bilinmelidir.
Bu nedenle çalışanlarımızın kötü niyetli kişilerin menfi propagandalarına kapılarak olumsuz herhangi bir davranışta bulunmamalarını, herhangi bir sıkıntı veya
problemle karşılaştıklarında hiç çekinmeden bizlere başvurmalarını, olumsuz bir durumdan en büyük zararın kendilerinin göreceğini hiçbir zaman
unutmamalarını hatırlatmak isteriz.
YÖRSAN olarak;
Ulu Önder Atatürk'ün işaret ettiği yolda; Türk Milleti'ni seven, O'na sadakatle bağlanan ve O'nun yükselmesini ve yücelmesini sağlayacak bir anlayışla;
Türk Sanayisinin gelişmesi için çalıştığımızı belirtir; ilanen Kamuoyuna saygıyla duyururuz.

YÖRSAN A.Ş. YÖNETiM KURULU

akp nin her seyi ozellestirme meraki

akp'ye has bir merak değildir. eğer ki seçimlerde başka bir parti hükümeti kurabilseydi, aynı şeyleri o da yapacaktı. belki kendisine yakın isimlere satacaktı ama gene genel mantalite bir gıdım farklı olmayacaktı. kaldı ki 12 eylül ve turgut özal'dan bugüne gelen hükümetler de özelleştirmeye çalıştılar devlet şirketlerini. satılan şirketlerin fazlalığı küresel likidite diye tanımlanan son 5-10 yılın olgusunun sonucudur. talep arttı.

ayrıca şirket sahiplerinin etnik kökeninin önemi ne var ki? aydın doğan tc pasaportuna sahip ancak sahip olduğu ana akım basın-yayın kurumları 9-11 sırasında abd'den çevirme canlı yayın yapmadı mı? veya yörsan daha mı az kapitalist? türk şirketleri daha mı çok pay-sosyal hak veriyor çalışanlarına? aynı ekonomik sömürü altyapısı devam ediyorken artı değeri cukkasına türk patronlar atsın'ı savunmanın pek bir anlamı yok.

kemalizm

eleştirel olarak ele alındığı çalışmalar için
(bkz: paradigmanın iflası) zamanında toplatılmışlığı vardır bu kitabın.
(bkz: kemalizm sol değil)

kemalizm

askeri ve sivil bürokrasi iktidarının ideolojisidir, ve fena bir kamburdur. parlemento tiyatrosu ile gizlenen ordu diktatörlüğünün adıdır.

türkiye benzeri üçüncü dünya ülkelerinin neredeyse hepsinde benzer oligarşik sınıf egemenlikleri görülmektedir, dolayısıyla benzer ideolojiler egemen ve resmi ideoloji olmaktadır.

kemalizmin dayandığı sınıf, ordu ve ordunun toplum ile olan ilişkisini halletmede aracısı olan sivil bürokrasidir. bu noktada güçler ayrılığı iddiasının bir inandırıcılığı yoktur. hiçbir kurum, tsk ve kemalist ideolojiyi karşısına alamaz. en güncel örneklerden bir tanesi şemdinli iddianamesini yazan savcının görevine son verilmesidir. darbeler ve 28 şubat ise parlementer sistemin sınırlı bir alan içinde faaliyet göstermesine izin verildiğinin açık bir kanıtıdır.

kemalizm bağımsızlıkçı bir ideoloji de değildir. koca bir yarı sömürge içerir. ve emperyalist zincir içerisinde ona biçilen çevre ülke rolünü başarıyla oynamaktadır. israil ve abd ile sayısız askeri ve sivil anlaşma mevcuttur. bir nato üyesidir türkiye.

kemalizm, diğer bütün azınlık diktatörlüğü ideolojileri gibi iktidara geldiği andan itibaren geçmişi çarpıtan, inkar eden ve kendine göre tekrar tekrar yazan bir ideolojidir. eğitim sistemindeki ağırlığı ve diğer üst sınıflar ile olan ittifakı sayesinde 80 yıl yıkılmadan ezebilmiştir alt sınıfları.

kemalizm son derece milliyetçidir. devlet eliyle organize edilen büyük bir zorunlu göç ile kendi içinde eritemeyeceği farklı sesleri dışladıktan sonra, potasında türkleştirmiştir anadolu insanını. kurtuluş savaşı olarak isimlendirilen savaşı yunanistan kazansaydı ve anadoluyu kontrolüne alsaydı, bugün hararet ile kemalizmi savunan insanlar, aynı hararetle helenizmi veya onun bir varyasyonunu savunacak, ne mutlu yunanım diyene diyecekti. aynı şiddetle osmanlı devletini ve türkleri barbar olarak niteleyip kurtuluş savaşına kurtuluşu barbar türklerden kurtuluş ve anavatana kavuşmak olarak tanımlayıp gene kurtuluş savaşı diyeceklerdi.

bunların dışında, sanayileşme, okuryazarlık oranı gibi toplumsal gelişim kalemlerinde gösterilen sıçrama, bir ideolojinin sınıfsal eleştirisinde yer sahibi olmadıkları için övünülecek şeyler değildir. örnekle açıklamak faydalı, nazizmin veya stalinizmin başardığı endüstriyel büyüme oranlarını dünyada çok çok az ülke başarabilmiştir.

2000lere gelindiğinde küreselleşen sermaye ve ab projesi, kemalizmin kapalı sınırları içinde kurduğu tartışılamayan iktidarını sallamaya başlamıştır. belki ekonomik olarak toplum içindeki gelir dağılımı daha da kötüye gidecektir ancak eğitim sisteminden kemalizmin sökülüp atılması ve özgür düşünceye daha yaklaşabilen insanlar ile yaşamanın değeri ölçülemez.

halkların kardeşliği

bir çocuk vardı ismi unutulan. 12-13 yaşlarındaydı, evinin önünde babasıyla birlikte öldürülmüştü terörist sanılıp. bedeninden çıkan tesadüfe bakın 12-13 kurşunu sıkan kişi sonradan yargılandı ve yaptığının nefsi müdafa olduğuna karar kılındı.

şimdi o adı unutulan çocuk ve babası, hiçbir kanıtı olmadan üstlerine yarım şarjör boşaltan kişi ve onu yargılayanlar için bir şeyler buldum ruhi su'dan,

olur mu böyle olur mu
kardeş kardeşi vurur mu
kahrolası .. neyse.

halkların kardeşliği

beyaz bereli trabzonspor taraftarı ile rahmetlinin eşi rakel dink pek kardeşe benzemedi.

gerçi rakel kardeşlerim diye başlamıştı, bir bebekten bir katil yaratan karanlığın üstüne gitmeden diye devam eden konuşmasına. lakin kısa bir süre içinde o kadar çok beyaz bereyi bulup kafasına geçiren trabzonsporluları sadece tebrik edebiliyoruz.

halkların kardeşliği

9 kasım 2005 günü hakkari'nin şemdinli ilçesinde birkaç asker (asker giysisi giymiş terörist de olabilir tabi, bilinmez), bir kitapevini bombalamış mıydı, bombalamak isterken ahali tarafından durdurulmuş muydu neydi, orasını tam hatırlayamıyorum, neyse sonradan iyi çocuklar oldukları anlaşıldı. yoksa onlar hakkında da kötü şeyler denilebilirdi.

haa bir de fıkra var, hoca öğrencilerine bu sandalyenin var olmadığını ispatlayın demiş, birisi hangi sandalye diye cevaplamış. yüz almış.

kahrolsun insan hakları

masalda veya olduysa eğer gerçek hayatta yer alan saygıdeğer polislerimiz bir yana, ki onların anayasamıza bu derece aykırı bir eylemde bulunduğu iddiası bana da garip gelmişti zaten, atanın mallığını apaçık ortaya koyan bir slogandır.

bunu diyen ya astığı astık bir zorbadır, ya da gerizekalılığının farkında olmayıp zorbayı tutan bir mazlumdur. ikincisi daha kötü olan seçenektir. edebiyatla, gerisi teferruat olan edebiyatla örtülemez.

ahmet kaya sarkilarini seven insan

nazım hikmet şiirlerini seven insan kadar günahkardır.

zaten nerede bir vatan haini varsa gidip onu sever yurdumun insanları. şanlı türk milletimizin kahraman evlatlarına ve yüce ordumuza, ulu önderimizin gösterdiği demokrasi ve özgürlük yolunda ilerleyen bütün kurumlarımıza yapılmış bir hakarettir ahmet kaya ve onun gibi soysuzların sempatizan bulması. moskof uşaklarına da bölücü katillere de bir kuruş para verilmemelidir. hatta bütün kürtler bu potansiyeli taşıdığı için onlardan alışveriş dahi yapılmamalıdır.

cümleten çıldırıp kendi kendimizi iyice gaza getirmeli ve ufak fanusumuzun içinde yedi düvele meydan okumalı, hepimiz türk'üz ulan! *.

mortgage

http://www.brasschecktv.com/page/187.html

mizahi (ve ingilizce) bir yaklaşım

örgüt

bu kelime sadece türkiye'de bu kadar negatif bir anlam taşımaktadır. bizim dışımızda bütün dünya toplumları, muz cumhuriyetleri hariç, örgütlenme konsepti üzerine inşa edilmiştir. sadece son bir ay içinde fransa'da ve yunanistan'da hükümetlerin sosyal hakları azaltmaya çalışması karşısında örgütlü halk sayesinde geniş çaplı genel grevler düzenlenmiştir.

bırakın örgütlü olmayı, sempatizan olmanın bile suç sayıldığı türkiye ise OECD içinde litre başına benzine en fazla vergi veren ülke olup sağlık ve eğitim kalitesinde sonlarda sürüklenmektedir.

kahrolsun insan hakları

bir varmış bir yokmuş.. allah'ın kulu çokmuş. evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal iken, pireler berber iken; eşek mühürdar, katir silahtar iken; ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken; yaranı safa, kızıştı kafa, ak sakal, kara sakal, berber elinden yeni çıkmış bir taze sakal.. kasap olsam sallayamam satırıi nalbant olsam nallayamam katırı, hamama girsem sorar mıyım natırı, nadan olan bilmez ahbap hatırı.

dereden geldim, tepeden geldim, sandığa girdim bir de ne göreyim, köşede bir hanım oturuyor. şöyle ettim, böyle ettim, hanım yerindne kalktı, yüzüme baktı, çıktık birlikte yola, ne sağa saptık ne sola.. az gittik, uz gittik, dere tepe düz gittik, altı ay bi güz gittik, bir de arkamıza baktık ki bir arpa boyu yer gitmişiz.. ne dönülür geri, ne gidilir ileri, sana bir masal söyleyeyim bari gel beri..

günlerden bir gün dağların ardındaki ülkenin birinde halkın güvenliğini sağlamak üzere kurulmuş olan emniyet teşkilatına bağlı kamu görevlileri eylem yapmak istemiş, yapmışlar da. e tabi slogansız eylem olmaz demişler.. ne slogan atsak bize yakışır diye düşünmüşler taşınmışlar hamama gidip kaşınmışlar, bir güzel paklanmışlar ve kahrolsun insan hakları sloganına karar kılmışlar. yaa yaaa.

siyular ın bağımsızlık ilanı

ve böylece koca bir oturan boğa efsanesi, bölücülükten hapse atıldı.

koyaanisqatsi

müzikleri de philip glass'a aittir.
(bkz: prophecies)

philip glass

1937 abd doğumlu. 6 yaşındayken müziğe yönlendiriliyor. 19 yaşında felsefe ve matematik eğitimini tamamlıyor. önce new york'a, oradan paris'e, oradan da kuzey afrika, hindistan ve himalayalara gidiyor. sonra bol bol film müziği yapmaya başlıyor. iyi de yapıyor. çok iyi yapıyor.

(bkz: koyaanisqatsi)

borsa

borsa genel anlamıyla kurumsallaşmış piyasa demektir. tarihi alışverişin tarihine yakındır, 1200lerdeki hatta 300lerdeki köy pazarlarının evrilmiş halidir. (doğru bir tanımlama için günümüzdeki yaygın kullanım anlamını, finansal enstürman borsalarını bir an için unutmak gerek.)

türkiyenin hali hazırda pek çok il ve ilçesinde, (atıyorum) yumurta, et ve buğday borsaları mevcuttur. yumurta üreticisi ile tüccarı-satıcısının bir araya gelmelerini ve güvenli bir şekilde ticaretlerini yapmasını sağlar. bu tarz kurumsal yapıların olmadığı bir ortamda üreticinin pazara ulaşma maliyeti artacak, ve üretim kararını etkileyecek bir belirsizlik oluşacaktır. bir un fabrikası, bahsedilen borsalara gidip bir buğday çiftçisinin 3 yıllık ürününü şimdiden satın alabilir. böyle bir işlem, hem çiftçinin hem fabrikanın belirsizlik risklerini azaltacağı için ideal piyasaya ulaşma yolunda büyük bir artı puandır.

borsalar, özel mülkiyete dayalı toplumlar için vazgeçilmez bir öneme sahiptir.

örnek olarak (bkz: etiyopya emtia borsası)

etiyopya, son on-onbeş yıl içine birkaç kez açlık ile karşılaşmış ve bu sebeple insanlarını kaybetmiş bir ülke. işin trajik yönü, açlık yaşandığı dönemlerin çoğunda ülkenin toplamında fazla yiyecek stoğu bulunması. yani pratikte kendi besin ihtiyacını üretebilen bir toplum, yemeğin tarladan sofraya ulaşmasını sağlayan mekanizmaların eksikliği sebebiyle, çocuklarını kaybedebiliyor.

ölüm ve ölmek üzerine

1 ölüm korkusu üzerine
2 ölmek ve ölümle ilgili tutumlar
3 birinci evre: yadsıma ve yalıtlanma
4 ikinci evre: öfke
5 üçüncü evre: pazarlık
6 dördüncü evre: depresyon
7 beşinci evre: kabullenme
8 ümit
9 hastanın ailesi
10 ölümcül hastalarla bazı görüşmeler
11 ölüm ve ölmek üzerine seminerine tepkiler
12 ölümcül hastalarla terapi

elisabeth kübler-ross yazmış, boyner holding yayınları basmış.