bugün
- güçlü kadınların ortak özellikleri13
- sokak ortasında ilişkiye giren muhafazakar çift13
- hadise'nin parasız erkeklere tepkisi38
- türklere peygamber gönderilmemiş olması9
- türk polisinin güzel kızlara karşı olan nezaketi12
- sözlükte artık yazılamayacağı gerçeği8
- erkeklerin meme tercihi11
- osman gökçek8
- icardi190514
- zalbert ramstein16
- üstteki yazarın sevdiği iki şey8
- mfö'nün en güzel şarkısı14
- kadınları öldüren bir virüs yaratıp dünyaya salmak20
- hazır olun yeni pandemi geliyor13
- 8 bin lira maaş teklif edilen öğretmen13
- evliliklerin çoğunun para yüzünden bitmesi10
- anın görüntüsü10
- kaç tane gerçek istanbullu tanıdınız14
- albay kemal14
- diyanetin bütçesi emekliye dağıtılsın13
- iki çift bir masada nasıl oturmalıdır8
- gizli samyel ile evlenmek12
- türkiye cidden almanyadan daha iyi16
- yahudileşmiş türk13
- erdoğan yargılanınca akplilerin savunmaları13
- dünyanın patlama ile oluştuğuna inanmak22
- fethullah gülen öldü mü sorunsalı16
- tek eşliliğin çok güzel bir şey olması10
- 4 haziran 2024 anayasa mahkemesi kararları16
- trt de memesi gözüken kadın38
- bulunduğunuz yerin hava durumu27
- insanoğlunu yerleşik hayata geçiren neydi13
- bedenini hunharca teşhir eden türk kızı9
- 90 lı yıllara dair akılda kalanlar11
- sinemaya gitmeme sebepleri8
- israil'deki orman yangınına sevinen araptaparlar9
- galatasaray'a verilen komik faul10
- 3 haziran 2024 hakkari'ye kayyum atanması14
- sözlük erkeklerinin birbirini kıskandığı gerçeği8
- devletin imanı arttıkça aklı azalır11
- 4 haziran 2024 istanbul sıcağı9
- türbanlı porn starlar9
- jose mourinho35
- türkiye de intihar vakalarının artması9
- albay kemalin sözlükteki yeri10
- travesti ile aynı yatakta uyanmak10
- kadınlar konusunda bilmek istediğiniz ne var9
- taksim'e ekran dikip kuran yayınlamak13
- albay kemal sözlükten atılsın kampanyası16
- suriyelilere karşı sorumluluklarımız19
entry'ler (13)
Filmde gösterilen hikaye kısım kısım gerçeği yansıtmamaktadır. Mesela, Kore gazileri gününde Güney Kore'den Türkiye'ye gelen Koreli yetkililerce Ayla bulunmuştur. Filmde ise, Türk belgesel ekibince bulunduğu gösterilmiştir. Spiker Özge'nin senaristin eşi olması, gerçek olayın değişmesine sebebiyet verdi düşüncesindeyim.
Diğer olay, Süleyman baba her ne kadar merak ettiyse de gerçekte pek fazla olayın peşine düşmemiş. Fakat Ayla, yıllarca Süleyman babasını aramış. Her yere başvurmuş.
Başka olay, Kore'de o tarihte bir Türk yayını veren radyonun bulunmamasıdır. Dolayısıyla filmdeki radyodan şarkı gönderme ve dinleme sahneleri gerçekte yaşanmamıştır.
Ayrıca filmde Ayla'nın çocuğunun olmadığını söylediler fakat gerçekte iki çocuğu ve torunları var. Özellikle bu kısmı neden değiştirdiklerini anlamış değilim.
Bence bu filmde duygusal anlar yeterince işlenmemiş. Mesela yönetmen Çağan Irmak olsaydı, duygu daha iyi aktarılırdı. Tam ağlayacakken kuru bir sahne giriyordu araya.
Çetin Tekindor yerine Şener Şen'i isterdim mesela ben. Yinede filmin gerçek bir öyküye dayanmasından ve bu konuda ilk defa ortak yapım film oluşundan dolayı sevdiğim bir kaç film arasında yerini aldı.
Diğer olay, Süleyman baba her ne kadar merak ettiyse de gerçekte pek fazla olayın peşine düşmemiş. Fakat Ayla, yıllarca Süleyman babasını aramış. Her yere başvurmuş.
Başka olay, Kore'de o tarihte bir Türk yayını veren radyonun bulunmamasıdır. Dolayısıyla filmdeki radyodan şarkı gönderme ve dinleme sahneleri gerçekte yaşanmamıştır.
Ayrıca filmde Ayla'nın çocuğunun olmadığını söylediler fakat gerçekte iki çocuğu ve torunları var. Özellikle bu kısmı neden değiştirdiklerini anlamış değilim.
Bence bu filmde duygusal anlar yeterince işlenmemiş. Mesela yönetmen Çağan Irmak olsaydı, duygu daha iyi aktarılırdı. Tam ağlayacakken kuru bir sahne giriyordu araya.
Çetin Tekindor yerine Şener Şen'i isterdim mesela ben. Yinede filmin gerçek bir öyküye dayanmasından ve bu konuda ilk defa ortak yapım film oluşundan dolayı sevdiğim bir kaç film arasında yerini aldı.
Bu başlığı ciddi ciddi düşünenlere başımdan geçen bir olayı buraya bırakıyorum.
Sene 2001, Temmuzun en sıcak günlerinden biriydi. Türkiye'den Afrika'ya gönüllü olarak katılan arkeolog grubundaki tek stajyerdim. Neyi araştırdığımızı açıkcası tam anlamıyla bilmiyordum. Ama bu benim gibi biri için bulunması zor bir fırsattı. Seyahatimizden bir ay öncesinde tüm vize, pasaport işlemlerimiz halledildi. Son ana kadar kendimi acayip şanslı hissediyordum. Uçuş günü geldi, uçağa bindik, indik. Sıkış tepiş bir dolmuşa bindik. içimden kendime sövüyordum. Kemal Sunal'ın oynadığı bir filmde ki gibi bir dolmuştu. Tabi bizim dolmuşlar gibi konforlu değildi. Bizim dolmuşlar gibi diyorum, siz düşünün artık. Boyası ağzına kadar gelmişti. iskemlemsi oturakları vardı. Gübre gibi kokan çuvalları, bizim bavulların üzerine istiflediler. iki dakikada bir istop etti. Hoplaya zıplaya vardık. Otele yerleşmeye geldi sıra. Afrika'yı az çok biliyordum. Fakir bir ülke, zor hayatlar... Otelde kalacağız denildiğinden mütevellit, benim gözümde on numara beş yıldız bir otel canlanmadıysa da butik bir hotel yada sevimli bir pansiyon canlanmıştı. Tabii boş hayaller kurduğumu o eti dökülmüş lahmacuna benzeyen tek katlı, tek bloktan ibaret olan barakaya gelince anladım. Amacım onları yermek değil. Bana otel diye aktaran ekibeydi atarım. Baştan söyleseler, hayal kırıklığına uğramazdım. içine girdik. Artık beklentilerim oldukça düşüktü. iki ayrı oda vardı. Ranzalar vardı. Bir odada toplam 2 ranza ve dört yatak vardı. Buna da şükür dedim. Arkeolog grubunda ki profesörleri yan yan kesiyordum. Hiç biri halinden şikayetçi görünmüyorlardı. Bende toparlanıp kendime geleyim dedim ve termosumdaki kahveden bir kap içtim. Odamıza küçük Afrika'lı çocuklar geliyor, Amerikalılardan sonra alışkın olmadıkları suratlara ponçik ponçik bakıp kaçışıyorlardı. Çok şekerdiler. Nedense ekip tarafından devamlı hamamböcekleri gibi kovalanıyorlardı. Yanımızda getirdiğimiz konservelerden yedik aceleyle. Ekip, dinlenmek istemedi. Yorulmuştum. Ben yatayım siz gidin de diyemezdim. Bir haftalık ziyaretimizde hemen işe koyulmalıymışız. Bak bak. Alana safari arabası kiralayıp ulaştık. Tozun toprağın içinden geçip, yerleşim alanından fazla uzakta olmayan kazı alanına geldik. Başka ekiplerde vardı. Bunlar Afrika'lı ekiplerdi. Aralarında bir de tercüman vardı. Getir götür işleri dışında hiç birşey yaptırmadılar bana. Çantalarını falan taşıttılar. ikinci gün de erken saatte kalkıp gittik. Her sabah Afrikalı çocuklar ile birbirimize kaçamak bakışlar attık. Dillerini bilsem masal anlatırdım onlara. Ama bilmiyordum. Buradaki değersiz varlığımın tek ışıltıları onların bembeyaz gülümseyişleri olmuştu. Biz yemek yerken etrafımıza dizilip, yediğimiz konservelere bakıp, gözleriyle yiyorlardı. Bir kaç kere kendi konservemden verecek oldum. Ekiptekiler tarafından yapılan uyarılarla vazgeçirildim. Biri yer biri bakar anlayışından yoksun bu kimseler, birde beni engelliyordu. Bu bir haftanın içinde, konservelerimizi neredeyse bitirmiştik. Ben az yediğimden, geriye iki kutu konservem kalmıştı. Ekiptekilere uyuz olmuştum. Getir götür işleri dışında bana hiç bir şey yaptırmadılar. Hatta bu yabancı toprakların üzerinde neyi bızdıkladığımızı bile hala bilmiyordum. Stajyer her yerde ikinci sınıf vatandaş muamelesi görüyordu. Burası kesin. Bağımsız gezen şempanzeler kadar değerim yoktu ekibimin gözünde.
istanbul'a dönüşümüze bir gün kala hem çocukları sevindirmek, meraklarını gidermek hem de diktatör ve uyuz ekibimden intikam almak istiyordum. Odalarda kimse yokken, çantalarındaki son konserveleri, kuru meyveleri, çikolataları çantama doldurdum. Etrafımda koşturan küçükleri alıp biraz yürüdükten sonra, yere çöktüm. Topladığım yiyecekleri önümüze koydum. Tek tek açtım. Kaşıkları ellerine tutuşturdum. Kaşık kullanmayı hemen kaptılar. Yada biliyorlardı, anlamadım. Kuru meyveleri ve çikolataları paylaştırdım. Hepsi payını alıp bekledi. Kendime de ufak bir pay bıraktım. Yüzleri daha bir aydınlanmıştı. Hepsini tek tek kucakladım. Koşarak gittiler. Ertesi gün hasta olduğumu söyledim. Ağrım var dedim. Alana gitmedim. Ekip üyelerinin akşam Hindistan cevizi ve tatsız muz kızartması yediğini gördüğümde içimin yağları eridi. Ben uyuyordum birileri çalmış olmalı, görmedim dedim. Hepsinin gözünün feri sönmüştü. O taptıkları şempanzeler de rahat vermemişti. Yemeklerini falan çaldılar. Ben de palmiyelerin ardına gizlenmiş çocuklarla beraber, kıs kıs gülüyordum.
istanbul'a döner dönmez bölümü bıraktım.
Sene 2001, Temmuzun en sıcak günlerinden biriydi. Türkiye'den Afrika'ya gönüllü olarak katılan arkeolog grubundaki tek stajyerdim. Neyi araştırdığımızı açıkcası tam anlamıyla bilmiyordum. Ama bu benim gibi biri için bulunması zor bir fırsattı. Seyahatimizden bir ay öncesinde tüm vize, pasaport işlemlerimiz halledildi. Son ana kadar kendimi acayip şanslı hissediyordum. Uçuş günü geldi, uçağa bindik, indik. Sıkış tepiş bir dolmuşa bindik. içimden kendime sövüyordum. Kemal Sunal'ın oynadığı bir filmde ki gibi bir dolmuştu. Tabi bizim dolmuşlar gibi konforlu değildi. Bizim dolmuşlar gibi diyorum, siz düşünün artık. Boyası ağzına kadar gelmişti. iskemlemsi oturakları vardı. Gübre gibi kokan çuvalları, bizim bavulların üzerine istiflediler. iki dakikada bir istop etti. Hoplaya zıplaya vardık. Otele yerleşmeye geldi sıra. Afrika'yı az çok biliyordum. Fakir bir ülke, zor hayatlar... Otelde kalacağız denildiğinden mütevellit, benim gözümde on numara beş yıldız bir otel canlanmadıysa da butik bir hotel yada sevimli bir pansiyon canlanmıştı. Tabii boş hayaller kurduğumu o eti dökülmüş lahmacuna benzeyen tek katlı, tek bloktan ibaret olan barakaya gelince anladım. Amacım onları yermek değil. Bana otel diye aktaran ekibeydi atarım. Baştan söyleseler, hayal kırıklığına uğramazdım. içine girdik. Artık beklentilerim oldukça düşüktü. iki ayrı oda vardı. Ranzalar vardı. Bir odada toplam 2 ranza ve dört yatak vardı. Buna da şükür dedim. Arkeolog grubunda ki profesörleri yan yan kesiyordum. Hiç biri halinden şikayetçi görünmüyorlardı. Bende toparlanıp kendime geleyim dedim ve termosumdaki kahveden bir kap içtim. Odamıza küçük Afrika'lı çocuklar geliyor, Amerikalılardan sonra alışkın olmadıkları suratlara ponçik ponçik bakıp kaçışıyorlardı. Çok şekerdiler. Nedense ekip tarafından devamlı hamamböcekleri gibi kovalanıyorlardı. Yanımızda getirdiğimiz konservelerden yedik aceleyle. Ekip, dinlenmek istemedi. Yorulmuştum. Ben yatayım siz gidin de diyemezdim. Bir haftalık ziyaretimizde hemen işe koyulmalıymışız. Bak bak. Alana safari arabası kiralayıp ulaştık. Tozun toprağın içinden geçip, yerleşim alanından fazla uzakta olmayan kazı alanına geldik. Başka ekiplerde vardı. Bunlar Afrika'lı ekiplerdi. Aralarında bir de tercüman vardı. Getir götür işleri dışında hiç birşey yaptırmadılar bana. Çantalarını falan taşıttılar. ikinci gün de erken saatte kalkıp gittik. Her sabah Afrikalı çocuklar ile birbirimize kaçamak bakışlar attık. Dillerini bilsem masal anlatırdım onlara. Ama bilmiyordum. Buradaki değersiz varlığımın tek ışıltıları onların bembeyaz gülümseyişleri olmuştu. Biz yemek yerken etrafımıza dizilip, yediğimiz konservelere bakıp, gözleriyle yiyorlardı. Bir kaç kere kendi konservemden verecek oldum. Ekiptekiler tarafından yapılan uyarılarla vazgeçirildim. Biri yer biri bakar anlayışından yoksun bu kimseler, birde beni engelliyordu. Bu bir haftanın içinde, konservelerimizi neredeyse bitirmiştik. Ben az yediğimden, geriye iki kutu konservem kalmıştı. Ekiptekilere uyuz olmuştum. Getir götür işleri dışında bana hiç bir şey yaptırmadılar. Hatta bu yabancı toprakların üzerinde neyi bızdıkladığımızı bile hala bilmiyordum. Stajyer her yerde ikinci sınıf vatandaş muamelesi görüyordu. Burası kesin. Bağımsız gezen şempanzeler kadar değerim yoktu ekibimin gözünde.
istanbul'a dönüşümüze bir gün kala hem çocukları sevindirmek, meraklarını gidermek hem de diktatör ve uyuz ekibimden intikam almak istiyordum. Odalarda kimse yokken, çantalarındaki son konserveleri, kuru meyveleri, çikolataları çantama doldurdum. Etrafımda koşturan küçükleri alıp biraz yürüdükten sonra, yere çöktüm. Topladığım yiyecekleri önümüze koydum. Tek tek açtım. Kaşıkları ellerine tutuşturdum. Kaşık kullanmayı hemen kaptılar. Yada biliyorlardı, anlamadım. Kuru meyveleri ve çikolataları paylaştırdım. Hepsi payını alıp bekledi. Kendime de ufak bir pay bıraktım. Yüzleri daha bir aydınlanmıştı. Hepsini tek tek kucakladım. Koşarak gittiler. Ertesi gün hasta olduğumu söyledim. Ağrım var dedim. Alana gitmedim. Ekip üyelerinin akşam Hindistan cevizi ve tatsız muz kızartması yediğini gördüğümde içimin yağları eridi. Ben uyuyordum birileri çalmış olmalı, görmedim dedim. Hepsinin gözünün feri sönmüştü. O taptıkları şempanzeler de rahat vermemişti. Yemeklerini falan çaldılar. Ben de palmiyelerin ardına gizlenmiş çocuklarla beraber, kıs kıs gülüyordum.
istanbul'a döner dönmez bölümü bıraktım.
Çift cinsiyetlilik de vardır. Adı : hermafrodit
https://m.inploid.com/t/c...-nedir-neden-olusur/42002
https://m.inploid.com/t/c...-nedir-neden-olusur/42002
Kakülü kahkül olarak daha samimi bulmuşumdur hep.
Android telefonum bir sene önce kırıldı ve ben de bu olaydan önce de pişmanlık olduğuna karar vermiştim. Nedeni sürekli virüs girmesiydi. Ve hayatımın nadir boş zamanlarını çalıyordu. Saçma sapan oyunları indirip oynuyordum. Kitap okuma alışkanlığımı bile yutmuştu. Velhasıl kırıldı. Yeni telefon almadım. Tuş takımlı ve iki boyutlu bir telefon kullanıyorum. Tabi bununda eksileri olmadı değil. Mesela havaalanlarında çekmiyor. Kafasına göre takılıyor. Kendi kendine açılıp kapanıyor falan. Kalabalık mekanlarda ortaya çıkaramıyorum. Ya bir ağaç arkasında ya bir köşe başında konuşuyorum. Bence android pişmanlık, androidsizlik iki kat pişmanlıktır.
Eğer Şstanbulda yaşıyorsanız, muhtemelen Belgrad ormanına götürmüşlerdir. Barınaklara götürüldüklerinde başlarına iyi şeyler gelmiyor. insanların egosu yüzünden hayvanlar ceza çekiyor bu hayatta.
Nedense dünya magazin basınında o veya bu sebepten bir kaç kez haber olmanın yettiğini düşündüren durum. Ne günlere kaldık.
Sözlüğün kendi kendini imha etme sürecinde önemli rol oynayan alt kapasitede, cahil, moron, embesil olan yazarlardır. Onlar sözlük yazarlığını Facebook yada oyun forumlarında görmüş, YouTube yorumlarından MasterCard yapmış kişilerdir. Forum kültürünü yansıtmıyorlar.
Kaypaklıktır. Sevgilisi olan kıza aşık olmak neyse bu da odur.
Karakterini bilmediğim, fazla magazinsel bir kadın sanatçı olarak gördüğüm, sesinin yalnızca ingilizce şarkılara gittiğini düşündüğüm, kişi.
Türkçe şarkılarını hiç sevmiyorum. Dili dönmüyor bir türlü. Güzellik ise görecelidir.
Türkçe şarkılarını hiç sevmiyorum. Dili dönmüyor bir türlü. Güzellik ise görecelidir.
Bence, yazarların cinsiyetiyle ilgileneceğinize ne yazdıklarıyla ilgilenin.
Hiç bir zaman yapmadığım ve kendimi bu konuda alay eden insanlardan üstün gördüğüm konudur. EGO'mu tatmin etmemi sağlamasının nedeni, Yeni nesile, bir türlü aşılayamadığımız insani duyguları bünyemde barındırıyor olma sevincimdir. Bir kez bile en azından akıl yaşıma ulaştığımdan beri, kimseyi dış görünüşüne bakarak alay konusu etmedim. Ve yine çok şanşlıyım ki yanımda yöremde kimse, yani arkadaşlarım bunu alay konusu etmiyorlar.
Bence alay konusu edilecek bir çok gündem maddesi halihazırda beklerken, dış görünüş gibi delisaçması konularla zaman kaybetmemek lazım.
Bence alay konusu edilecek bir çok gündem maddesi halihazırda beklerken, dış görünüş gibi delisaçması konularla zaman kaybetmemek lazım.
Hastalanmıştım. Küçük de değildim hani. Lise bitmişti, iki yıllık üniversite bile bitmişti. Ben evde yatıyordum. Griptim ve ateşim 38 civarıydı. Ailem ile yaşıyordum. Ailem salonda ben odamda yaşıyordum. Mutfakta bazen buluşup birbirimize hasretle sarılıyorduk, çünkü onların paydosları da, hayat felsefelerimiz de birbiriyle çakışıyordu. Evde herkes razıydı, arada sırada koridorun bir ucundan diğerine mesajlaşılır 'yemek hazır' yada 'bakkala gidilecek' gibi olaylar haber verilirdi. Hiç abartmıyorum. Evdeki tek çocuk ben değildim. Benden büyükler vardı. Abilerim, ablalarım. Misal yani. Abi yada abla fark etmiyor. Cinsiyetçi bir durum yaratmamak için burayı es geçiyorum. Fark etmiyor. Abla yada abi olması, abla veya abisi olanlar bilir. Onlar ilk göz ağrısıdır. Hep onların dediği olur. Onlara alaka gösterilir vs. Ben griptim ve geberiyordum odamda. Ailem bunun bilincindeydi. Öyle böyle derken hasta yatağımdan masaya tutunup zar zor kalkıp hastaneye kendimi götürdüğümde büyüdüğümü hissettim. Hoş, çoğu kez hissetmiş olsamda öldürücü darbeyi o gece almıştı çocuk kalbim. Dramatize etmekten çekinerek burada sonlandırıyorum. Şimdi ailem ile aramda kilometreler var, arasıra telefonda yada giderek ziyaret ediyorum onları. Büyümek güzel şey bence. Çocuk kalbim kırılmıyor artık.