bugün

Gerçek ya da düş ürünü bir olayı aktaran kısa düz yazı şeklindeki anlatıdır. Kısa oluşu, yalın bir olay örgüsüne sahip olması, genellikle önemli bir olay ya da sahne aracılığıyla tek ve yoğun bir etki uyandırması ve az sayıda karaktere yer vermesiyle roman ve diğer anlatı türlerinden ayrılır.
(bkz: oyku reklam)
(bkz: öykü serter)
Bulutlar içleri dişliyor, yenik Yapraklar altında, çimlere uzandığında okyanuslardan dalgalar kopup geliyor. Burada öyküler hep böyle biter, kuşlar uyanır, biz susarız. Kanatsız gökyüzüne uçarız, yükselip eskitiriz yaşadıklarımızı. Başka oluruz, azalırız. Kırlangıçlarımızı kovarız gökyüzünden, sesleniriz bulutlara -acıt!- Yıldız oluruz sonra. Yasaklarız, yalanlarız, çoğalırız. Başka bir dil buluruz kendimize, başka hayatlar. giderken döner ve gecikiriz herşeye..*
şiirin kızkardeşi..
bir yazın türü ayrıca güzel bir isim. *
Gerçek ya da gerçeğe yakın bir olayı aktaran kısa düz yazı şeklindeki anlatıya öykü veya eski adıyla hikâye denir.

Kısa oluşu, yalın bir olay örgüsüne sahip olması, genellikle önemli bir olay ya da sahne aracılığıyla tek ve yoğun bir etki uyandırması ve az sayıda karaktere yer vermesiyle roman ve diğer anlatı türlerinden ayrılır.

Öyküde, olayın geçtiği yer sınırlı, anlatım özlü ve yoğundur. Karakterler belli bir olay içinde gösterilir. Bu karakterlerin de çoğu zaman sadece belli özellikleri yansıtılır. Konu tümüyle düş ürünü olabilir, ya da son derece gerçekçidir. Genellikle ironik bir rastlantı yoluyla yaratılan özel bir an üzerindeki yoğunlaşma sürpriz sonlara olanak verir.
(bkz: sozluk yazarlarından öyküler)
Edebiyatımıza 19. yy da girmiş realizm ve romantizm in etkisiyle yayılmış gerçege yakın olarak aktarılan düz yazı şeklindeki anlatılara ya da yazılara denir.
hikayenin eş anlamlısı.
gürman kardeşlerden berk'in ikizi.
duyulması en zevkli kız ismidir.
erkeğe de çok yakışan isimlerden biri. pek sık rastlanmaz ama ne yazık ki ismi öykü olan erkeklere. var işte bir tanıdığım onu da cam fanusta saklıyoruz zaten.
(bkz: hoş geldin hayatımın hikayesi)
en büyük zevki akli dengesi bozuk arkadaşı ile geceleri mezarlığa gidip, ölülere dünyada olup bitenleri anlatmaktır. iki gün önce gittiğinde mezarcı abiye uğrayıp iki kelam etmek istedi. içeri girdiğinde mezarcı abi masadaki kemik parçalarını saklamaya uğraştı ama nafile, gördüler. tamam gelin çocuklar size gerçeği söyleyecem dedi mezarcı. huzursuzlanan gençlerin geçen izledikleri film akıllarına geldi. mezarlıkta katledilen ergen çocuk; mezarcı bunlara doğru yaklaşıp elindeki kemikle kafalarına vurmaya başladı. akli dengesi bozuk arkadaşı mezarcının üstüne atılıp kemiği elinden aldı ve hışımla kemiği kemirmeğe başladı. gerisini aklı başında olan çocuktan dinleyelim:

arkadaşımın elinden aldım kemiği ve hesap ver dedim mezarcıya. bak evlat dedi günahımı alıyorsun sığırın ayağı o. bana bak mezarcı başı vicdansızlık yapma hangi mezardan çaldıysan geri yerine koy, ayıp lan, dedikten sonra aklıma geldi: sahi sen ne yapıyon lan bunları. mezarcının gözleri doldu, ağlamaya başladı. o benim eski sevgilimin kalça kemiği, öldükten sonra bizim mezarlığa gömdüler. bu kemiği hatıra olsun diye aldım. öbür kemikler ne peki. kem küm edince ağzının üstüne yapıştırdım tokatı. bir daha yapmam deyip özür diledi.

kahkaha atarak kemiği uzattım ve acına saygı duyuyorum dedim. bugün mezar ziyaret günü, hiçbir şey keyfimi bozamaz. hadi bi çay koy da içelim diyerek mezarlığın keyfini çıkardım o akşam.
Kaba saba, soluk, yıpranmış giysiler içindeki yaşlı çift, Boston treninden inip
utangaç bir tavırla rektör'ün bürosundan içeri girer girmez, sekreter masasından
fırlayarak önlerini kesti. Öyle ya, bunlar gibi ne idüğü belirsiz taşralıların
Harvard gibi üniversitede ne işleri olabilirdi?
Adam, yavaşça rektörü görmek istediklerini söyledi. işte bu imkansızdı.
Rektörün o gün onlara ayıracak saniyesi yoktu.
Yaşlı kadın, çekingen bir tavırla; "Bekleriz" diye mırıldandı.
Nasıl olsa bir süre sonra sıkılıp gideceklerdi. Sekreter sesini çıkarmadan
masasına döndü. Saatler geçti, yaşlı çift pes etmedi. Sonunda sekreter,
dayanamayarak yerinden kalktı. "Sadece birkaç dakika görüşseniz, yoksa
gidecekleri yok" diyerek rektörü iknaya çalıştı. Anlaşılan çare yoktu.
Genç rektör, isteksiz bir biçimde kapıyı açtı. Sekreterin anlattığı tablo içini
bulandırmıştı. Zaten taşralılardan, kaba saba köylülerden nefret ederdi.
Onun gibi bir adamın ofisine gelmeye cesaret etmek, olacak şey miydi bu?
Suratı asılmış, sinirleri gerilmişti.
Yaşlı kadın hemen söze başladı. Harvard'da okuyan oğullarını bir yıl önce
bir kazada kabetmişlerdi. Oğulları, burada öyle mutlu olmuştu ki, onun
anısına okul sınırları içinde bir yere, bir anıt dikmek istiyorlardı.
Rektör, bu dokunaklı öyküden duygulanmak yerine öfkelendi. "Madam"
dedi, sert bir sesle, "Biz Harvard'da okuyan ve sonra ölen herkes için
bir anıt dikecek olsak, burası mezarlığa döner."
"Hayır, hayır" diyerek haykırdı yaşlı kadın. "Anıt değil. Belki, Harvard'a
bir bina yaptırabiliriz". Rektör, yıpranmış giysilere nefret dolu bir nazar
fırlatarak, "Bina mı?" diyerek tekrarladı, "Siz bir binanın kaça mal olduğunu
biliyor musunuz? Sadece son yaptığımız bölüm yedi buçuk milyon dolardan
fazlasına çıktı."
Tartışmayı noktaladığını düşünüyordu. Artık bu ihtiyar bunaklardan
kurtulabilirdi. Yaşlı kadın, sessizce kocasına döndü: "Üniversite
inşaatına başlamak için gereken para bu muymuş? Peki, biz niçin
kendi üniversitemizi kurmuyoruz, o halde?"
Rektör'ün yüzü karmakarışıktı. Yaşlı adam başıyla onayladı.
Bay ve bayan Leland Stanford dışarı çıktılar. Doğu California'ya,
Palo Alto'ya geldiler. Ve Harvard'ın artık umursamadığı oğulları için
onun adını ebediyyen yaşatacak üniversiteyi kurdular.
Amerika'nın en önemli üniversitelerinden birini STANFORD'u.
(bkz: öykünmek)
guzel bir kiz ismidir.
New York'ta yasayan bir öğretmen, Lise son sınıfındaki öğrencilerinin "diğer insanlardan farklı özelliklerini" vurgulayarak onurlandırmaya karar vermiştir. California Del Mar'dan Helice Bridges tarafından geliştirilmiş süreci kullanarak, her bir öğrencisini teker teker tahtaya kaldırdı. ilk önce öğrencilere sınıf ve kendisi için ne kadar özel ne kadar özel olduklarını belirtti. Sonra her birine üzerinde altın harflerle"Siz çok önemlisiniz" yazılı birer mavi kurdele verdi.Daha sonra kabul görmenin toplum üzerinde ne gibi etkileri olacağını anlayabilmek amacıyla sınıfına bir proje yaptırmaya karar verdi. Her bir öğrencisine üçer tane daha kurdele verip, onlardan bu töreni gerçek dünyada devam ettirmelerini istedi. Öğrenciler, daha sonra sonuçları takip edecek, kimin kimi onurlandırdığını tespit edecek ve bir hafta boyunca sınıfa bilgi vereceklerdi.Çocuklardan biri, gelecekteki kariyer çalışmaları için kendisine yardımcı olan yakınlarındaki bir şirketin üst düzey görevlisini onurlandırmış, adamın yakasına mavi kurdeleyi iliştirmişti. Ardından, iki tane daha kurdele vermiş ve ; "Sınıfça bu konuda bir projemiz var. Sizden onurlandırmanız için birini bulmanızı istiyoruz. Onurlandırdığınız insanlara ekstra kurdele de verin. Böylece onlarda bu projenin devam etmesi için başkalarını bulabilirler. Daha sonra, lütfen bana ne olduğu konusunda bilgi verin" diye rica etti. O gün üst yönetici, süratsız biri olarak bilinen patronunun yanına gitmeye karar verdi. Patronun odasına girdi ve onun "iş dünyasında bir deha olduğundan ötürü" onu takdir edip örnek aldığını söyledi. Bu mavi kurdeleyi yakasına takması için izin verip vermeyeceğini sordu? Şaşkına dönen patron ; " Tabi ki " şeklinde cevap verdi.Yönetici de mavi kurdeleyi, patronun tam kalbinin üstüne, ceketine iliştirdi.Ekstra kurdeleyi verirken de ; "Bana bir iyilik yapar mısınız?. Siz de bu kurdeleyi onurlandırmak istediğiniz birine verir misiniz?.Bunu bana veren çocuk, okulda bir proje yaptıklarını söyledi. Bu kabul görme töreninin devam etmesi gerekiyormuş. Böylece "bunun, insanları nasıl etkilediğini belirleyeceklermiş." Dedi. O gece patron evine geldiğinde, on dört yaşındaki oğlunun yanına oturdu. "Bugün inanılmaz bir şey oldu" dedi."Ofisteydim. Üst düzey yöneticilerimden biri içeri geldi, bana hayran olduğunu söyleyip, "iş dünyasında bu kadar basarılı olduğum için" göğsüme bu kurdeleyi iliştirdi.Bir hayal etmeğe çalış Benim bir dahi olduğumu düşünüyor."Siz çok önemlisiniz" yazılı bu kurdeleyi tam göğsümün üstüne taktı.Bana ekstra bir kurdele verdi ve onurlandıracak başka birini bulmamı istedi. Arabayla eve gelirken, bu mavi kurdeleyle kimi onurlandırabileceğimi düşündüm ve aklıma sen geldin.Ben "seni" onurlandırmak istiyorum. Günlerim aşırı yorucu geçiyor. Eve gelince sana pek ilgi gösteremiyorum. Bazen derslerden aldığın notları beğenmeyince veya odanı toparlamayınca sana bağırıp çağırıyorum. Oysa bu gece bir şekilde buraya oturup, sana benim için ne kadar farklı ve özel olduğunu söylemek istedim. Annen gibi sen de benim hayatımdaki en önemli insansın. Sen mükemmel bir çocuksun."Seni seviyorum" diye devam etti. Şaşkına dönen çocuk simdi ağlamaya başlamıştı.Bütün vücudu titriyordu.Başını kaldırdı, gözleri yaş içinde olarak babasına baktı, ve : "Yarın intihar edecektim" baba, dedi."Baba, ben senin. çünkü ben senin. beni hiç sevmediğini. beni hiç önemsemediğini düşünüyordum. Ama artık her şey çok farklı.Sen baba, şu an.oğlunun hayatını kurtardın!.
Yıl kırk yediydi sonbahardı
Üstümde başka gök başka bulut
Cebimde param vardı
Tramvaylar taksiler emrime hazır
Durağım istanbullar Ankaralardı

Yıl kırk yediydi sonbahardı
Demiri büken ellerim
Üzüm gibi saçım vardı
Bir güzel geçse sokaktan
içim aşkla dolardı

Yıl kırk sekiz mevsim sonbahar
Ankara'nın taşına bak
Neden böyle gözlerim dolar
Neydim n'oldum n'olacağım
Şu feleğin işine bak

Mehmet Başaran..
Mehmet ile Handan öğrenci olup, aynı evi paylaşmaktadırlar. Bir gün Handan ve Me...hmet, Mehmet'in annesini yemeğe davet ederler. Mehmet'in annesi akşam yemeği süresince Handan'ı uzun uzun süzer ve aslında Handan'ın çok alımlı ve güzel bir kız olduğunu, acaba aralarında ev arkadaşlığından daha ileri bir boyutta bir ilişkinin mevcut olup, olmadığını merak eder.

Aklını okumuşcasına Mehmet annesine der ki: Ne düşündüğünü biliyorum ama emin ol ki sadece ev arkadaşıyız, ötesi yok. Akşam yemeğinden sonra Mehmetin annesi evine döner.

Aradan bir iki gün sonra Handan der ki: Mehmet, annen bize yemeğe geldiğinden beri gümüş çorba kasesini bulamıyorum. Mehmet yanıtlar: Annemin almış olabileceğini tahmin etmiyorum ama ben yine de kendisine bir mektup yazayım.

Oturur ve yazar:

Anneciğim, gümüş çorba kasesini sen aldın demiyorum, ama almadın da demiyorum.Fakat konu şu ki: Sen bize yemeğe geldiğinden beri gümüş çorba kasesi kayıp.

Sevgiler oğlun Mehmet.

Bir hafta sonra Mehmet'in annesinden mektup gelir:

Sevgili oğlum:Handanla yatıyorsun demiyorum, ama yatmıyorsun da demiyorum.Fakat konu şu ki:Handan kendi yatağında yatıyor olsaydı, gümüş çorba kasesini çoktan bulmuş olurdu.

Sevgilerle annen...
isanbul bilgi üniversitesini liseler arasında gelenksel düzenlediği ve benim 3.de 2. olduğum güzide edebiyat türümüz.
birisi öykü mü dedi? evet evet duydum sizi.. ne zamandır bu kelimeyi duymak istediğimi ve içimdekileri haykırmak istediğimi ben bile hatırlamıyorum. herkesin bir öyküsü vardır, benim de var bir öyküm. kimine göre çılgın bir arkadaş, kimine göre de vazgeçilmez bir sırdaş belkide.. benim içinse her şeyden önce.. siz hiç aranızda kan bağı olmayan birini tüm içtenliğinizle aileden hissettiniz mi? evet ben hissettim. ne zaman onu görsem, duysam aynı duygularla, aynı sevinçle, mutlulukla haykırdı gözlerim. bir ablanın sıcaklığı, doğallığı, sevgisi vardı onda benim gördüğüm.. kimine göre çalakalem yazılmış bir öykü, kimine göre de ustaca betimlenmiş bir öykü o. her şeyin en iyisini en güzelini hak eden, beş dakika önce kulaklarımızı kahkahalarıyla çınlatan, beş dakika sonra kendi sessizliğinde kendini arayan bir öykü o belkide. bazen diyorum ki o gelsin yanıma konuşalım, saatlerce konuşalım. abarttığımın farkındayım. ama öyle işte..
biliyorum ben onun için sıradan biriyim belki ama o bizim için bir öykü misali. nedendir bilmem ama çoğu şeyi ilk onunla paylaşmak isterim. çok sorum var sorulacak belki. yoksa bütün soruların cevabını barındıran bir öykü mü o? ne olursa olsun her şeyden önce ablam o benim ablam. şimdi soruyorum sana. bir, iki defa söylediğin '' sen de benim kardeşimsin'' sözcüklerini içeren bir öykü müsün sen?
(bkz: sözlük yazarlarından öyküler)
sonsuzla karışık yine duygularım. bütün benliğimi avucunun içinde eritebilecek kadar sendeyim kelimelerle. ışıkları tutup gökyüzünden, karanlık sayfalara seni yazıyorum, seni seviyorum.

geceler için daha mürekkebi kurumamış şiirlerim vardı, mutluluk 'yok' demezdi ruhuma, hayalleri gerçek olsaydı.

dolunaydan süzülen güzellik kadar saflar rüyalarım, mutlulukta kendimi düşleyebiliyorum. sensizliğe alışmış sessizliğe son verirken kıyılardan kaçmaya çalışan dalgalarda bile seni bekliyorum, seni seviyorum.

kibarca öpülen yalanlar gecelere şiir yazılarak unutulsaydı, kaşanede saklı kalsaydı umutlarım yağmurlar gökyüzünde iz bırakmazdı.

bütün dileklerimde ikimizi konuk ediyorum parmak uçlarıma. hüzün omuzlarımdan dökülmeye başlıyor sensiz geçen uykularımda.

olmayan bir ihtimal üzerine düşler büyütülür mü? yoksa siz hiçbir yalanı dudaklarından öptünüz mü ?