bugün

kedileri kundaklayıp bebek arabasında gezdirirdim. Onların da buna izin vermesi garip tabii.
ilkokul öğretmenime aşığım diye trafik kazası geçirdiğimin ertesi günü okula gitmiştim.
derslerime verdiğim önemde etkiliydi tabi.
sonuç mu ? okumuyorum.
3.5 yaşımda biberondan çay içiyorum
çocukken trafik kazası geçirdim diye annem de benimle uyuyor, ayağımı salladım diye deprem oluyor sanıyor.
civciv isteyip alınmamıştır ve evdeki yumurtaların üstüne oturarak civciv çıkması beklenmiştir akabinde yumurtaların kırılması terlik show vesaire.
Çocukluğumun ateri salonunun önünden geçtim şu an. Serhanlar market olmuş. Market çalışanlarını tokatlayasım geldi yeminle.
O ateri salonunda az yenilmedim. Elim bi sike yakışmıyordu. Alekspuuuuuu......
oldum olası duygusal biri olmuşumdur. bunda; çocukluğumda maddi durumumuzun kötü olması, kendimi mahcup hissederek büyümem, ufak beklentilerle yetiştirilmem gibi şeylerin etkisi vardır elbet. ama bu yazıda konumuz bir insanın neden duygusal olduğu değil, o duygusal insanın içinden gelerek yapıyor olduğu bir sürprizden neden vazgeçtiği üzerinedir.

ilkokul çağındayım, ikinci el bir bisiklet almışız zar zor. iyi de sürüyorum hani, kısa zamanda kapmışım. bizimkiler serbest bıraktı bizi çocukken, çocuğu bırakacaksın düşe kalka kendini geliştirecek abi. her neyse...

hoşlandığım kız boş arazide, mahallenin diğer kızlarıyla oturup bir şeylerle uğraşıyor. ben de bisikletle gidip halı saha var birkaç mahalle ötede, bahçesinden gül koparmışım. o zamanlar gül çok lüks olm, şimdiki gibi her yerde bulamıyordun. her neyse, benim planım; düşmüş gibi yapacağım, kız yanıma gelecek. ben de bu arada dönüp gülümseyerek çiçeği uzatacağım. çok güzel kurgulamışım her şeyi. kaldırıma çıkacağım, onların oturduğu yerden geçerken direksiyonu çevirip kendimi düşmüş gibi yere bırakacağım...

dediğim gibi de yaptım. ağır ağır sürdüm bisikleti bir kaza çıkmasın diye, arkalarından geçip az ilerledikten sonra attım kendimi. bir elim yine her şeye rağmen kaldırıma sürtüp yanmaya başladı, biraz bekledim ama ses seda yok. dönüp baktım, umurlarında bile değilim mk. bir iki saniye bakıp güle eğlene konuşmalarına devam ettiler... dizimi falan da demire vurmuşum, nasıl şakadan düşmeyse anasını. üzülerek toparlanmaya çalıştım, aldım bisikleti kaldırımdan yola. atladım, bastım gittim bizim büyük bir tarla ve kumlardan oluşan bir tepe vardı oraya. gözlerim dolu dolu düşündüm, çiçeği parça parça ettim.

hayatı ilk o zamanlar anlamaya başlıyordum. *
1. sınıfa başladığım günü hatırlıyorum. annem okula bırakmıştı. gitmeden önce "ağlamazsan seni denize götürcem" demişti. o gazla 40 tane çeşmenin arasında ağlamadan durmuştum. hoca özürlü zannetmiş o kadar salya sümük arasında mal gibi bakan, gaza gelmiş şahsımı görünce. sonra matasyona** gittik ama hava kapalıydı. annem denize gitmeme izin vermedi amk. okuduğunuz için teşekkürler.
yıl 1996. susurluk kazası her yerde gündem. aydınlık bir türkiye için bir dakika karanlık eylemleri her akşam haberlerde gündem olmakta. belirli saatlerde türk halkının evdeki ışıkları açıp kapatarak yaptıkları bir eylem!

çocuk aklımla bana çok ilginç gelmişti. bir gün babama dedim ki:

-babağğ biz de açıp kapatalım mı ışıkları?

-sıçtırtma ışığına da lambana da hıyar herif! git bana su getir!

çok sevilirdim aile içinde. 9 yaşında bile olsam fikirlerim dikkate alınırdı!
1994'ün yaz ayları... Sanki yer, mahalle kalmamış gibi işlek sayılabilecek bir caddede yerden yüksek oynuyoruz. Arkadaşın babasının bakkal dükkanı da aynı caddede. Ben karşıdan karşıya geçmeye çalışırken bakkala mal getiren yoğurt arabası bana bir koydu. Yemin ederim havada takla attım. Ben bir tarafa Terliğim bir tarafa gitti. Beyaz Toros lan bu boru mu?

Neyse efendim ben kalktım yerimden. Yoğurtcu amca koşarak geldi. Dedi hastaneye götüreyim. Yok dedim. Gel yoğurt yedireyim, yok dedim. Götümü tuta tuta eve gittim.

Evde de Babaannem var. Yüzüm sapsarı. Noldu dedi, dedim yok bir şey. Bir baktım arkadaşlar gelmiş mahallede ismimi bağırıyor. Balkona çıktık. Araba çarptı ya geçmiş olsuna gelmişler. Hey allahım. Babaannem beni bir dövdü. Yemin ederim Toros o kadar canımı acıtmadı!
üst not: orijinali için (#35822376)

1994'ün yaz ayları... sanki yer kalmamış gibi işlek sayılabilecek bir caddede yerden yüksek oynayan çocuklar var. mal getireceğim bakkal dükkanı da aynı caddede. çocuğun biri karşıdan karşıya geçmeye çalışırken kullandığım yoğurt arabasıyla çocuğa bir koydum, yemin ederim havada takla attı. çocuk bir tarafa terliği bir tarafa gitti. beyaz toros lan bu boru mu?

neyse efendim çocuk kalktı yerden. koşarak gittim yanına, dedim hastaneye götüreyim. yok dedi. gel yoğurt yedireyim, yok dedi. bişe olmamış gibi eve gitti.

evde de babannesi varmış. yüzü filan sapsarı. arkadaşları gitmiş mahallede ismini bağırıyor. balkona çıktı. arabam çarptı ya geçmiş olsuna gitmişler. hey allahım. babannesi çocuğu bir dövdü, yemin ederim benim toros o kadar canını acıtmamıştır!

Tabi ben durur muyum, vın..
Sene 1995. Ekonomik kriz ülkeyi degil; işçiyi, memuru yani fakirleri kanser gibi sarmış. Tabi çocuksun kriz mriz nedir anlamıyorsun, bilmiyorsun.

Benim babam da işçiydi. Çok iyi hatırlarım 32 milyon maaş alıyordu. 71 model bir opel Arabamız vardı. Bir de dedemin ufak bir zeytinliği o kadar. Ev zaten kira. Zaten kiradan kurtulmak için de bir kooperatife gitmiştik. Maaşın 20 milyonu her ay oraya gidiyordu.

Birgün babam zeytinlikten elinde yeşil bir muhabbet kuşuyla geldi. Kafesinden kaçmış sanırım babam da yakalamak için saatlerce uğraşmış. Ben de sevindim kuş besliycez diye. Ama babamın şu cümlesini unutmam: "bir kafes falan ayarlayıp satabilirsek bu ayı belki rahat geçiririz."

Kaç yaşıma geldim. Bu cümle ne zaman aklıma gelse içimde bir yerler cız eder.
9 yaşındayken ramazanda mahallede arkadaşlarla teravih namazına giderdik. iftardan hemen sonra erkenden gider yer tutardık ama yaşlı teyzeler son dakika gelerek bizi yerimizden kaldırır şevkimizi kırarlardı. bir gün yine erkenden gittik yer tuttuk ezanın okunmasını bekliyoruz. yine teyzeler geldi ve bizi yerimizden kaldırdılar. tabi cami kadar büyük bir yer değil mescid insanlar gelince tıka basa doluyordu bizde teravih namazını kılamıyorduk. o akşam teyzelere bir ders vermek istedik biraz acımasız olabiliriz. o teyzelerin ve bazı masum insanların terliklerini farklı farklı yerlere attık kimisininkini çamura sapladık. tabi kendi terliklerimizi de yakın yerlere götürmüştük inandırıcı olsun diye. namaz bitince herkes gibi çıkıyor gibi yaptık. Herkes terliğini arıyor tabi bizde arıyoruz kendi terliklerimizi ama buluyoruz tabiki. Ama onlar bulamadılar terliklerini ve kimisi tek terlikle kimisi de yalın ayak eve gitmek zorunda kaldılar. Çocukların namaz şevkini kırmayın teyzeler amcalar sonra böyle acımasız olabiliyorlar...
Hep evcilik oynardık ben üvey olduğunu öğrenen çocuk olurdum.
Mahalle maçı yapardık ben kaleci olurdum. Öyle bahtsız bir çocukluk.
Bi gün karşı evin balkonundaki güzel kızı dikizlemek amacıyla terasın üstündeki pirketlere çıkmıştım.

Alttaki bacaya ayağımı dayıyor şekil şukul hareketler yapıyorum. Bacadan destek alıp aşağı iniyim dedim ulan baca olduğu gibi bi yıkıldı...

Ev kaç gün sobasız kaldı. Evde ailecek götümüz dondu.
sene 1996. yaz ayları. 1971 model bir opelimiz var ama mahalleye park ettiğimiz zaman yolun yarısını kaplıyor. araba değil kaldırım mübarek. ben de o zamanlar silik, sümüklü, arkadaş çevresi olmayan bir tipim. düşünün bütün gün mahallede yaptığım tek eğlence çiviyle kaldırım taşlarının arasındaki toprakları kazımak!

neyse efendim bir gün mahallede ortam yapma ve aranan çocuk olma yöntemi keşfettim. bizim olimpik havuza benzeyen opelin ön kaputuna oturmak ayrıcalığı mahalledeki salaklara ve bana çok cazip geldi. oturmak için benden izin almaya falan başladılar. ben de kafama göre istediğime izin verdim, istemediğimi oturtmadım falan. yemin ederim o gün harika bir çocukluk yaşadım. bildiğin çevrem oldu mahallede. ne çok oturmak isteyen varmış o kaputa, sanırsın altın taht...

neyse efendim ben böyle mahallede krallağımı ilan etmişken; kaputun üstünde 5 çocukla babam beni bir gördü. yemin ederim dinlene dinleme dövdü. sigara molası vererek dövdü.

ertesi gün yine elime çiviyi alıp parke taşlarının arasını kazımaya devam ettim. hızlı yükselişim bir anda dibe çökmüştü. hava çok sıcaktı...
r harfini y ile telaffuz ederdim. sürekli alaylara maruz kalırdım.

herhangi salak- wine, arı mı uçar ayı mı?
wine- ayı.

herhangi salak ve arkadaşları- wine, arı mı uçar ayı mı?
wine (kızarak)- kelebek!
Çiviyle mahalledeki bütün parke taşlarının arasını kazımak gibi ilginç fikirler barındıran anılardır!
Geceleri uyumayıp herkezin yanına gider tek tek uyudun mu diye sorardım kimse tepki vermeyince babamı uyandırıp evcilik oynardım onunla. Canım babam nöbetten çıkıp bir de iki saat benimle çay partisi yapardı.
90lı yıllarda ekmeklerin altında böyle yuvarlak yuvarlak desenler olurdu hatırlayanlar vardır. Altı düz olan ekmekler ise yeni yeni çıkmaya başlamıştı.

Babam da bu altı düz olan ekmekleri seviyordu. Nasıl bir takıntıysa artık! Bir gün beni ekmek almaya yolladı. Özellikle de uyardı altı düz olanlardan al diye. Ben tabi ultra zeki bir çocuk olduğum için altı desenli ekmek aldım. Ama ne bok yediğimin de farkında olduğum için azar yememek adına eve gidene kadar o ekmeğin altında yuvarlak desenleri tek tek koparıp yedim. Kendi çabamla altı düz ekmek yaptım.

Sonuç olarak babadan azar yemedim. Başarılı olmuştum!
küçükken yine bir toprak kazılan günde, toprağın içinden bir şeylerin görünmesi. görünen şeyi hazine sanıp daha da çok kazmak. en sonunda gömülü olan şeyin pimapen olduğunu anlamak. 20 yıl sonra bile olayı sorgulamak.
Bir çoğu komik olan anılardır.
sevim vardı ilkokul aşkım.*

birgün okulda şemsiyesini unutmuştu ve hava yağmurluydu. evini bildiğim için ''işte'' dedim ''olum fırsat bu fırsat''. götür şemsiyeyi etkile kızı. götürdüm ve kapıyı çaldım. şansa bak ki çıkan sevim'di.*
''şemsiyeni okulda unutmuşsun onu getirdim.'' dedim.
keşke getirirken açsaydın ve ıslanmasaydın dedi.

insanın aşıkken ne kadar salak olabileceğini ve kızların bunu yüzüne vurabileceğini o gün anladım.
Hiç unutmam topum inşaata kaçmıştı.
küçükken çok şişman bir arkadaşım vardı ve 2-3 sene okula geç gittiği için çok iri duruyordu. neyse birinci sınıfta ilk gün yanımda çok sıska bir arkadaşla rastgele oturduk ertesi gün bu sıska arkadaş arka taraflarda bir yere geçmişti. ertesi gün yanıma bu iri şişman arkadaş oturdu ilk defa gördüğüm için ve bayağıda iri biri olduğu için diğer sıska arkadaşı bu şişman kardeşimin yediğini düşünüp ağladım şansa bak ki bu şişman çocuk o gün çok hastaydı ve sınıfta kustu. bende tam sevinecekken bu sefer daha çok ağlamaya başladım. edit:kurgu
Akranım olan Kuzenime barbie bebek evi alınmıştı. Babaannemlere getirdiğinde birlikte oynamıştık. Bebek evini çok beğenip özenmiştim benim de olsa diye. Sonra bir gün yolculuk esnasında arabada yasin suresini dinlerken babam "bu sureyi ezberlersen bebek evi alırım" demişti. Çakallığa bak * Ezberleyememiştim tabii. *

O zamandan beridir Hala içimde uktedir bebek evi. Yaşımdan başımdan utanmam oynarım o kadar diyeyim.
1995 yılındayız. yaz ayları. hava gerçekten çok sıcak. üst katımızda oturan bir soner var. yaşı 16 17 ama aklı 8-9 yaşında. yanağında kocaman bir ben var. simsiyah ve üzerinde kalın bir kıl.

soner ile çok sıkılıyoruz. ve soner diyor ki şu dağların orada zübeyde hanım'ın evi var. hadi oraya gidelim. hayat bilgisi kitaplarından öğrendiğim kadarıyla zübeyde hanım atatürk'un annesi. lan ne alaka demeden tamam diyorum. dağa taşa vuruyoruz kendimizi. patikalardan, tarlalardan yürüyoruz. amaç zübeyde hanım'ın evine varmak(!)

o kadar çok yürüyoruz ve şehirden uzaklaşıyoruz ki ben korkmaya başlıyorum. soner diyorum dönelim. tamam diyor. dönüş otobüsü şimdi hazır. biletinizi kesiyoruz deyip bana yerden bulduğu bir takvim yaprağını veriyor. allah'ım diyorum ne çeşit bir deliymiş bu böyle. soner'den daha çok tırsıyorum.

soner otobüs taklidi yaparak beni mahalleye geri getiriyor. ara sıra duraklarda hayali yolcular indirip bindiriyor. tupp tıssss diye otomatik kapı açma kapama sesi yapıyor. daha da korkuyorum. nihayet güneş battığında eve geliyorum. babam, "lan o deli çocukla ne işin var dağda bayırda" deyip çok pis dövüyor beni.

o gece rüyamda soneri görüyorum hep. yanağındaki siyah beni titreyip duruyor.