bugün

en iyi iletişim kurma yöntemlerinden birisi. küçük çocuklar hayatı , dış dünyayı çok büyük görürler. insanlar, insanların kullandıkları araç ve gereçler, yaptıkları işler...vs. her şey onlara ulaşılamaz ölçüde güç gelir. onların içinde bulundukları ve gözlerine çok ama çok büyük gelen bu dünyayı tanımaları için fırsat vermek en doğrusudur. bir birey olarak ona saygı duymak, ona değer vermek, onu yüceltmek sağlam bir karakter oluşturmasına olanak sağlamak en güzelidir. işte bütün bunları gerçekleştirebilmek için çocuk ile göz teması kurmamız yeterlidir. onları dinlediğimizi ancak bu şekilde gösterebiliriz.

montessori eğitiminde de bu yöntem sıkça kullanılır. eğitimci çocuğun kendi boyuna uygun büyüklükteki sandalyeyi taşımasını, yerleştirmesini öğretir. sonrasında çocuk kendi sandalyesini kendisi taşır ve çalışma masasının yanına yerleştirir. eğitimci de aynı boyutlardaki bir sandalyeyi alarak çocuğun yanına oturur ve çalışmaya başlar. çalışma esnasında hiç konuşmaz sadece ve sadece göz teması kurar ve çocuğun dikkatini yaptığı çalışmaya odaklamasını sağlar. böylece çocuğa emir vermeden kendi kendine gözlemleyerek, keşfederek öğrenmesine yardımcı olmuş olur.

aklıma gelmişken söyleyeyim: leyla navaro'nun "beni duyuyor musun ?" diye bir kitabı var. kitapta anne babalık sanatı, çocuğunu kabul edebilmek , kabul edilmez davranışlara engel olmak , nasıl bir disiplin? , çocuklar neden söz dinlemez? , çocuğu dinlemek , anne babanın kızgınlığını duyurması , karşılıklı güven gibi konular yer almakta. herkesin okumasını tavsiye ederim. çünkü kitabında;
"sadece söylenen sözcükleri duymak 'gerçekten' duymak anlamına gelmiyor. çoğunlukla söylenenleri, sarfedilen sözcükler seviyesinde diller ve benzer seviyede de yanıtlarız. oysa, özellikle sorun zamanlarında söylenenler, yani duygu yüklü mesajları, söylenildiği gerçek anlamlarıyla duymayı bilebilmektir.

sözcüklerin 'gerçekten' söylemek istediğini 'duyabilmek' için, eğitilmiş bir kulağa ihtiyaç vardır.acı deneyimlere yol açan pek çok sorunun kökeninde, insanların birbirini gerçekten duymaması, duyamaması yatmaktadır.
çünkü sadece söylenen 'sözcükleri' duymak, sözcüklerin ardındaki duygu dolu mesajları alamamak, yanıtların da yüzeyde kalmasına yol açar; bu durum ise iletişimin engellenmesi anlamına gelir.

önem verdiğimiz insanlarla ilişkilerimizin onarılmaz yaralar almasını engellemenin tek yolu, doğru iletişim kurmayı bilmektir. doğru iletişim kurmanın yolları öğrenilebilir." açıklamasını yaparak dinlemenin küçük yaşlarda öğretilmesi gereken bir iletişim unsuru olduğunu vurgulamış. çocuklara bu konuda yardımcı olabilmemiz için önce bizim dinlemeyi öğrenmemiz gerekir. dinlemesini bilmeyenin kendisine saygısı olmadığı gibi karşısındaki yetişkin kişiye bile saygısı olmuyor. yeni nesile ne faydası olabilir ki böyle insanların?
bir doğan cüceloğlu hikayesi;

Kaliforniya' da Long Beach şehrindeki Eyalet Üniversitesi' nde öğretim üyesi olarak ders verirken, aynı sömestrde benim iki dersimi alan bir kız öğrencim dikkatimi çekmeye başlamıştı.
Bu genç bayanın şu özelliklerinin farkına varmıştım: Her şeyden önce çok güzel bir kızdı; gözüm gayri ihtiyari ona gidiyordu.
ikinci olarak çok iyibir öğrenciydi; bütün sınav ve ödevlerde en yüksek notu o alıyordu.
Ayrıca, çok hanımefendi, çok nezih bir kişiliği vardı.
Bölümün bir pikniğinde kız öğrencimin nişanlısıyla tanıştım ve itiraf edeyim, ilk aklımdan geçen, 'Armudun iyisini ayılar yer'düşüncesi oldu.
Yukarıda özelliklerini saydığım o güzel kızın bana tanıştırdığı erkek, yirmi yedi-yirmi sekiz yaşlarında, saçı birazdökülmüş, şişman denecek kadar toplu, çirkin, kısa boylu biriydi.
Bu kişiye parası için yüz vermiş olabileceğini düşündüm.
Daha sonra öğrendim ki, bu genç adamın parasal gücü yok; başka bir üniversitenin psikolojik danışmanlık bölümünde doktora öğrencisiolarak okula devam ediyor ve ileride akademisyen olarak kariyer yapıp profesör olmak istiyor. Acaba benim güzel öğrencim bu adamda ne bulmuştu?
Bir hafta sonraders çıkışı koridorda öğrencimin yanına yaklaştım ve Sally adıyla anacağım öğrencimle aramızda şöyle bir konuşma geçti: 'Sally, nişanlınla nasıl tanıştığınızı merak ediyorum?
'Bir kilise faaliyetinde aynı komitede çalıştık; o zaman tanıdımkendisini ' 'Nesi seni etkiledi; hangi özelliklerini sevdin?
Sally, bir Amerikalı olarak bu soruyu hiç beklemiyordu. Amerikan kültüründe, bu tür sorular kişinin mahremiyetine tecavüz olarak kabul edildiğinden pek sorulmaz. Amerikan kültürüne göre ben o anda Sally'nin mahremiyetine 'burnumu sokuyordum.
' Şaşkınlığı geçince çok içten, gözlerinin içi gülerek, 'O şahane birinsan; o benim kahramanım! Ben ondan çok şeyler öğrendim' dedi. O anda ilk hissettiğim şey kıskançlık duygusu oldu.
Güzel bir kadının erkeğine, 'Sen benim kahramanımsın' duygusu içinde bakmasının erkeğe verilmiş en büyük hediye olduğunu hissettim veanladım.
Bu hediyeyi, hayatım boyunca hiç almadığımı biliyordum ve o kişiyi kıskandım. 'Nasıl yani?' dedim.
'Frank bir yetimhanede büyümüş. Yetim olmanın ne demek olduğunu bildiği için, üniversite öğrencisi olunca, yetimhaneden iki çocuğa ağabeylik yapma kararı almış. Haftada on saatini onlara ayırıyor;onlarla buluşup oynuyor, kitap okuyor, onları müzeye götürüyor.
Onların iyi gelişmesi için elinden geleni yapıyor. Biri ameliyat oldu, hastanede yatıyor ve Frank şimdi akşamları hastanede kalıyor, geceleri ona bakıyor.
' Kendime kızdım.Yüzüme tokat yemiş gibi oldum. Utandım.
Ben güya enyüksek eğitim düzeyine gelmiş biriydim ve karşımdakini hala dış görünüşe göre yargılıyor ve onu 'ayı' olarak görüyordum. içimdeki pislikten utandım.
Bir süre sonra Sally'nin içinde yetiştiği aile ortamını merak etmeye başladım. Şöyle bir mantık yürüttüm: oadama baktığım zaman ben neden, 'Armudun iyisini ayılar yer' diye düşündüm?
Çünkü ben, içinde yetiştiğim ortamda sık, sık bubenzetmeyi duyarak büyümüştüm. içinde yetiştiğim ortam beni nasıl etkilemişse, Sally'nin içinde yetiştiği ortam da onu öyle etkilemiş olmalıydı.
Birkaç hafta sonra Sally'e, ailesinin nerede oturduğunu sordum. Los Angeles'in üç yüz elli km kuzeyindeki bir kasabada oturuyorlarmış. Onun ailesiyle tanışmak istediğimi, bunu mümkün olup olamayacağını sordum.
'Kendilerine bir sorayım, eminim sizinle tanışmak isteyeceklerdir, ' dedi ve iki gün sonra, 'Ailemle konuştum; sizinle tanışmaktan mutlu olacaklarını söylediler,' dedi. Dört-beş hafta sonra San Francisco'ya gidecektim,
Sally'nin ailesinin yaşadığı kasaba yolumun üstündeydi, onlara uğrayabilir, onlarla tanıştıktan sonra yoluma devam edebilirdim.
Bu planımı Sally'e söylediğimde Sally, 'O gün ben de ailemegidecektim; isterseniz beraber gidebiliriz, ' dedi. Ailesine haber verdi. Onlar da sabah kahvaltısına gelmemizi söylemişler. Long Beach'ten sabahın altısında yola çıktık ve dokuz buçuk civarında Sally'nin ağabeyi Brian'ın evine vardık.
Sally'nin babası Georgeorada buluşmamızı uygun görmüş. Çok güleryüzlü bir aileydi.
Brian'ın, en ufağı dört yaş civarında dört çocuğu vardı.
Ziyaret ettiğim bu güler yüzlü sıcak ailede, iki olay gerçektendikkatimi çekti. Bunlardan ilki, Sally'nin babası George'un torunlarıyla konuşurken onların göz hizalarına inmesiydi.
Bunu okadar doğal yapıyordu ki, artık farkına varılmadan yapılan bir davranış olduğu belliydi.
Sally'ye, babasının torunlarıyla hep böylemi konuştuğunu sordum. 'Evet' yanıtını alınca, kendisi çocukken de babasının, onunla göz hizasına inerek mi konuştuğunu sordum. 'Evet, biz böyle biliyoruz. Ağabeyim Brian da çocuklarıyla böyle konuşur; ben de kendi çocuklarımla böylekonuşacağım. Biz böyle biliyoruz', dedi.
Tüylerim diken diken oldu. Ben üniversite öğretim üyesiydim ve insan psikolojisi benim uzmanlık alanımdı ama üç çocuğumdan hiçbiriyle göz hizasına inerek konuştuğumu hatırlamıyordum.
Kendime kızdım; sonra kendime kızmaktanda vazgeçtim, beni yetiştirenlere kızdım.
Sonra onlara kızmaktan da vazgeçtim ve bütün nesilleri yetiştiren kültür ortamına kızdım.
Daha sonra kimseye kızmayacağımı anlayarak, oradaki öğrenme fırsatından yararlanmaya karar verdim.
Torunlarının önündediz çökerek konuşan dede George'a 'Beyefendi, çocukların göz hizasına inerek konuşuyorsunuz!' dedim.
Bana biraz şaşkınlıkla gülümseyerek, 'Tabii, onlar küçük insanlar!' yanıtını verdi.
Öyle bir bakışı vardı ki, bu bakış sanki 'Bu kadar doğal bir şey ki,herhalde bunu herkes yapıyordur; sen yapmıyor musun?' diyordu.
O bakışa karşı bütün yaptığım, mahcup bir gülümseme oldu. Bu güler yüzlü sıcak ailede dikkatimi çeken ikinci olay, Sally'nin ağabeyi Brian'ın davranışı oldu.
Brian, Pasifik ülkeleriyle ticaret yapan, oldukça varlıklı biriydi.
Evlerinin büyüklüğünden,yüzme havuzundan, çiftliklerinden, arabalarının türünden ailenin zenginliği belli oluyordu.
Kahvaltıdan sonra saat on bir dolaylarında telefon çaldı ve Brian bir süre telefonla konuştu. Ofisten arıyorlarmış, Koreli bir işadamı Los Anegeles'ta imiş, kendisiylegörüşmek için helikopterle saat 14'te gelmek istiyormuş.
Başka bir randevusu olduğunu söyleyerek bu teklifi reddetmiş olan Brian,bize durumu şöyle açıkladı: 'Dört çocuğum var ve her hafta biriyle dört saat baş başa geçiririm.
Bugün dört yaşındaki kızım Mary'le randevum var.
Çocuklar çok çabuk büyüyorlar, eğer dikkat etmezsen, bir bakıyorsun, büyümüşler ve onlarla beraber zaman geçirme olanağı kaybolmuş.
Brian'ın yaşam vizyonunu sormadım, ama davranışından nelere öncelikverdiği belli oluyordu.
Brian için çocukları şüphesiz en az işi kadar önemliydi. Brian'ın yaşamında bununla ilgili bir pişmanlık duygusu, bir 'keşke' olmayacak.
Sally'e sordum: 'Baban seninle randevulaşır mıydı?' 'Evet', dedi, 'yalnız benimle değil, her çocuğuyla sırasıyla baş başazaman geçirirdi. Ve ilave etti, 'Biz böyle gördük, böyle biliyoruz. Benim çocuğumun da babası böyle yapacak!'. Gülümseyerek, 'Nereden biliyorsun?' diye sordum. 'Biz Frank'le konuştuk' diye cevap verdi.
Yine içim cız etti. Dahadoğmadan çocuğun gelişme ortamıyla ilgili bir bilinç oluşmuştu. Kendi çocuklarıma içim yandı.
Evlenmeden önceki bilincimi, kafamın karmaşıklığını, evlendiğim kıza ettiğim eziyetleri ve ondan da acısı, kendi yavrularıma çektirdiğim acıları düşündüm. Biraz daha düşününce kendimin de acı çektiğini anladım ve bu sefer kendi çocukluğuma içim yandı.
Daha sonra babamın, anamın çocukluğuna içimyandı.
Ve son durak olarak ülkemin tüm çocuklarına içim yandı.
Yine kimseye kızamayacağımı anlayınca, 'bundan sonra ne yapabilirimle ilgili düşünmeye karar verdim.
işte değerli okurum; yazdığım kitaplar, verdiğim seminerler, hazırladığım televizyon programları,'Ne yapabilirim? ' sorusuna verdiğim yanıtların öğeleridir.
Sally'nin içinde yetiştiği ortamı görmüş ve anlamış biri olarak onun davranışlarına şimdi daha iyi anlam verebiliyorum.
Sally, içinde yetiştiği ailede, var oluşun beş boyutunu da doya, doya yaşayabilmişti.
Çocuğun hizasına inerek onunla göz göze konuştuğunuz zaman çocuk, 'Sen varsın, sen doğalsın, sen değerlisin,sen güçlüsün ve sen sevilmeye layıksın', mesajı alır ve çocuğun CAN'ı beslenir.
Çocuğuyla randevusuna sadık kalan baba, 'Seninle zaman geçirmek istiyorum, seni özledim', mesajını güçlü olarak verir.
Çocuk bu mesajı zihinsel olarak değil, sezgisel olarak alır ve aldığı bu sezgisel mesajlar sayesinde çocuğun hamuru, 'Ben sevilmeye layık biriyim!' diye yoğrulur.
Bir ana babanın çocuklarına verebileceği en büyük miras, var oluşun beş boyutunda beslenmiş ve buna inanmış güçlü bir CAN'dır. *
misafirlikte yaptıklarının sonucu olarak atılan " eve gidince görüşürüz" bakışıdır.
ruhu ve insanlığı kurtarmaya başlanabilecek adım.
Küçüğe seni anlayabiliyorum, sana yardım etmek istiyorum demektir.
büyüklerin aşağıdan bakıldığı kadar büyük olmadığını anlatmanın en güzel yolu.
yeğenimle oynarken, konuşurken bunu çok yaşıyorum. gözlerinin içine bakmam için bazen yüzümü sımsıkı tutup gözlerini gözlerime dikiyor, işte o an ieltişimin gözlerden başladığını daha bir kanıksıyorum.
etkili iletişim için uzman salığı. çocukla göz hizasına gelmek için illa çömelmek gerekmez. çocuğu kuca alma, masanın üzerine çıkarma ya da yanına yatırma aynı kapıya çıkar.
gözlerin konuştuğu dil her yerde aynıdır.
bak ben de seninle aynı boydayım yani aynı zekada sayılırız beni arkadaşın gibi gör ve söyleyeceklerimi iyi dinle demenin güzel bir yoludur.
çocuğun duygu dünyasına girip empatik bir iletişim kurmaktır. temelinde, onunla eşitlenmek ve bütün büyüklerin yaptığı; hiç çocuk olmamış gibi davranma gafletinden sıyrılmak yatar.
bir anaokulu öğretmeni çocuklarına anne babanızın resmini çizin diyor.
çoğu öğrenci normal insanlar şeklinde çizerken öğrencilerden biri iki tane sağda iki tane solda olmak üzere kocaman siyah yuvarlaklar çiziyor.
öğretmen biraz düşününce çocuğun anne babasını hep aşağıdan gördüğü için onların burun deliklerini çizmiş olacağı kanısına varıyor.

çocuklarınızın boyuna inerek konuşun. onların gözlerinde kocaman burun delikleri olmayın.