DÖRT AŞK ŞARKISI Bertolt Brech
1.
Senden ayrıldığımda
O güzel günün sonunda
Açılınca gözlerim
Ne çok sevinçli insan varmış dedim.

işte o akşamdan sonra
Sen bilirsin ya
Daha güzel dudaklarım
Çekirge gibi çevik bacaklarım

Ben böyle olalı beri
Daha yeşil ağaç, fidan ve tarla
Daha bir güzel suyun serinliği
Başımdan aşağı boşaltınca
2.
Beni sevindirdiğinde
Bazen düşünürüm:
Şimdi ölüversem
Mutlu kalırım
Sonsuza kadar.

Sonra yaşlanıp
Beni düşündüğünde
Tıpkı bugünkü gibi görünürüm sana
Bir sevdiceğin olur
Henüz gencecik.
3.
Küçücük dalda yedi gül
Altısını rüzgar alır
Ama biri kalır
Bulayım diye onu

Yedi kez çağıracağım seni
Altısında gelme
Ama söz ve yedincisine
Tek sözümle gel.
4.
Bir dal verdi bana sevgili
Üzerinde sarı yapraklarda

Yıl dediğin geçer gider
Aşk ise hep yeni başlar.
annabel lee- edgar allan poe
Ebedi gecesinde bu dönüşsüz seferin
Hep başka sahillere doğru sürüklenen biz
Zaman adlı denizde bir gün, bir lahza için
Demirleyemez miyiz?

Ey göl, henüz aradan bir sene geçti ancak,
Seyrine doymadığı o canım su yanında
Bir gün onu üstünde gördüğüm şu taşa, bak
Oturdum tek başıma!

Altında bu kayanın yine böyle inlerdin;
Gene böyle çarpardı dalgaların bu yara,
Ve böyle serpilirdi rüzgarla köpüklerin
O güzel ayaklara.

Ey göl, hatırında mı? bir gece sükut derin,
Çıt yoktu su üstünde, gök altında uzakta,
Suları usul usul yaran kürekçilerin
Gürültüsünden başka.

Birden şu yeryüzünün bilmediği bir nefes
Büyülenmiş sahilin yankısı ile inledi.
Sular kulak kesildi, o hayran olduğum ses
Şu sözleri söyledi:

Zaman, dur artık geçme, bahtiyar saatler siz,
Akmaz olunuz artık!
En güzel günümüzün tadalım o süreksiz
Hazlarını azıcık!

Ne kadar talihsizler size yalvarır her gün,
Hep onlar için akın;
Günleriile birlikte dertlerini götürün,
Mesutları bırakın.

Nafile, isteyişim geçen saniyeleri;
Akıp gidiyor zaman;
Geceye: "daha yavaş" deyişim boş; tan yeri
Ağaracak birazdan.

Sevişmek! hep sevişmek! akıp giden saatin
Kadrini bilmeliyiz!
insan için liman yok; sahil yok zaman için,
O geçer, biz göçeriz.

Kıskanç zaman, kabil mi sevginin kucak kucak
Bize zevki sunduğu sarhoş edici anlar,
Kabil mi uzaklara uçup gitsin çabucak
Matem günleri kadar?

Nasıl olur kalmasın bir iz avucumuzda?
Nasıl olur her şey büsbütün silinerek?
Demek vefasız zaman o demleri bir daha
Geri getirmeyecek?

Loş uçurumlar: mazi, boşluklar, sonrasızlık,
Acaba neylersiniz yuttuğunuz günleri?
Alıp götürdüğünüz derin hazları artık
Vermez misiniz geri?

Ey göl! dilsiz kayalar! mağaralar! kuytu orman!
Siz ki zaman esirger, tazeler havasını,
Ne olur, ey tabiat, o günleri saklasan
Bari hatırasını!

Sakin demlerde olsun, deli rüzgarda olsun,
Güzel göl, etrafını süsleyen oyalarda,
O kapkara çamlarda, sularına upuzun
Dökülen kayalarda!

ister meltemlerinde, bir ürperişle esen,
Seslerde, ister uzak ister yakın olsun,
Yahut gümüş pullarla sular üstünde yüzen
Ay ışığında olsun!

Kuduran fırtınalar, sazlar bize dert yanan,
Meltemini dolduran kokular, hep beraber,
Ne varsa işitilen, görülen ve koklanan,
Desin ki: "Seviştiler!"

(bkz: Alphonse De lamartine)
bekle

bekle beni, döneceğim ben.
çok çok, bıkmadan bekle!
sarı yağmurların
hüznü basınca,
kar kasıp kavururken,
kızgın sıcaklarda.. bekle.
başkaları dünden unutulmuşken,
beklenmedikleri zaman bekle.
uzak yerlerden mektuplar kesilince
bekle beni.
birlikte bekleyenlerin beklemekten
usandığına bakma, bekle.
bekle beni, döneceğim.
unutmak zamanı geldiğini
ezbere bilenleri
hayırla anma!
varsın oğlum, annem
hayatta olmadığıma inansın,
dostlarım beklemekten usansın,
ocak başında toplanıp
acı şarapla
yadetsinler beni
sen bekle, onlarla birlikte
içmekte acele etme.
bekle beni; döneceğim,
bütün ölümleri çatlatmak için döneceğim!
'şansın varmış..' desinler.
beklemedikleri için,
beni bekleyerek
düşman ateşinden
nasıl koruduğunu anlayamazlar.
sağ kalışımın sırrını yalnız
senle ben bileceğiz..
bütün sır.. senin
başkalarının bilmediği gibi beklemeyi bilmende.

(çev.: n.yalaza taluy)

konstantin simonov
en iyisi

dağ tepesinde bir çam olamazsan,
vadide bir çalı ol.
fakat oradaki en iyi küçük çalı sen olmalısın.

çalı olamazsan bir ot parçası ol, bir yola neşe ver.
bir misk çiçeği olmazsan bir saz ol.
fakat gölün içindeki en canlı saz sen olmalısın.

hepimiz kaptan olamayız, tayfa olmaya mecburuz.
dünyada hepimiz için bir şey var.
yapılacak büyük işler, küçük işler var.
yapacağınız iş, size en yakın olan iştir.

cadde olamazsan patika ol.
güneş olamazsan yıldız ol.
kazanmak yahut kaybetmek ölçü ile değildir.
sen her neysen, onun en iyisi olmalısın.

douglas malloc
Sana önceden yazdığım dizeler yalan söylüyordu;
Seni bundan daha çok sevemem diyenler hani;
Ama o zamanlar aklım bir türlü almıyordu,
içimdeki alevin daha da parlak yanabileceğini.
Oysa zaman, kralların fermanını bile değiştirir,
Yeminler arasına girer, milyonlarca oyunuyla,
Kutsal güzelliği karartır, sivri niyetleri köreltir;
Nice dik başları değişimin çarkına uydurur sonunda;
Heyhat! Ben de zaman denen zorbanın korkusuyla,
'En çok şimdi seviyorum seni,' diyemez miyim;
Aşkımdan kuşku duymadığım, en emin olduğumda,
Geleceği unutup, o güne taç giydiremez miyim.
Aşk bir bebek olduğuna göre,
hayır, bunu diyemem,
Büyümesini sürdüren şeyi,
büyümüş gibi göremem.

William Shakespeare
* *
dream within a dream- edgar allen poe
adam fısıldadı: ''tanrım konuş benimle''.
ve bir kuş cıvıldadı ağaçta.
ama adam duymadı.
sonra adam bağırdı:
''tanrım konuş benimle''.
ve gökyüzünde bir şimşek çaktı.
ama adam dinlemedi onu.
adam etrafına bakındı ve,
''tanrım seni görmeme izin ver'' dedi.
ve bir yıldız parladi gökyüzünde.
ama adam farkına varmadı.
ve yüksek sesle haykırdı:
''tanrım bana bir mucize göster''.
ve bir bebek doğdu bir yerlerde.
ama adam bunu bilemedi.
sonra çaresizlik içinde sızlandı:
''dokun bana tanrım ve burada olduğunu anlamamı sağla, ne olur!''
bir kelebek kondu adamın omzuna.
ve adam kelebeği, elinin tersiyle uzaklaştırdı...

halil cibran
Yeni bir ülke bulamazsın, arama;
bulamayacaksın başka denizler de;
nereye gitsen bu kent ardından gelecek senin,
aynı sokaklarda dolaşıp duracaksın yine,
aynı hep aynı mahallede yaşlanacaksın,
aynı hep aynı evlerde ağaracak saçların
ve dönüp bu kente geleceksin sonunda;
yanılma sakın, bir başka şey umma,
seni bekleyen bir gemi yok, bir çıkar yolun yok...
Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte
öyle kıydın demektir ona, bütün yeryüzünde."

Konstantin Kavafis kent
ameri̇ka
amerika sana her şeyimi verdim,şimdi bir hiçim ben.
amerika, iki dolar yirmi yedi sent 17 ocak 1956.
kendi kafama bile dayanamıyorum.
amerika, ne zaman bitireceğiz insanlarla savaşı?
al da kıçına sok atom bombanı.
keyfim yerinde değil, sıkma canımı.
kafam düzelmeden yazmıyacağım şiirimi.
amerika ne zaman melekleşeceksin?
ne zaman soyunacaksın çırılçıplak?
ne zaman bakacaksın kendine mezarlıktan?
ne zaman yaraşır olacaksın milyonlarca troçkistine?
amerika neden gözyaşı dolu kitaplıkların?
amerika yumurtalarını hindistan'a ne zaman yollayacaksın?
amerika bu senin çılgın isteklerinden artık bıktım.
ne zaman süpermarkete gidip gerekeni alabileceğim
güzel gözlerimin hatırı için?
amerika ne de olsa bir sen varsın, bir de ben kusursuz
olan, öteki dünya değil.
şu makinaların da sıkıyor artık beni
bana ermiş olma isteğini sen verdin.
bir başka yolu olmalı bu tartışmayı sona erdirmenin.
burroughs tanca'da şimdi, döneceğini de sanmıyorum, korkunç
bir şey bu.
sen de korkunçlaşıyor musun, yoksa bir eşek şakası mı bu?
konuya gelmeye çalışıyorum.
saplantılarımdan vazgeçmeyi reddediyorum.
amerika itip kakma öyle, ben ne yaptığımı biliyorum.
amerika erikler çiçek döküyor.
aylardır gazetelere bakmadım, her gün birileri yargılanıyor
insan öldürmekten.
amerika wobbly'leri düşündükçe duygulanıyorum.
amerika küçükken komünisttim ben, pişman da değilim.
şimdi her fırsatta marihuana içiyorum.
günlerce evde oturup kenefteki gülleri seyrediyorum.
ne zaman çin mahallesine gitsem sarhoş olup kimseyle
düzüşemiyorum.
sen beni asıl marx okurken görecektin.
hiçbir şeyim olmadığını söylüyor ruh doktorum.
rabbin duasını okumayacağım.
mistik hayaller görüyor, kozmik ürpermeler geçiriyorum.
amerika sana daha söylemedim max amca'ya yaptıklarını
rusya'dan geldikten sonra.

sana sesleniyorum amerika.
duygusal hayatını time dergisinin yönetmesine
göz yumacak mısın?
şu time dergisine de çok bozuluyorum.
her hafta düzenli okuyorum.
kapağı hep bana bakıyor köşedeki şekercinin önünden
gizlice geçerken.
berkeley halk kitaplığının bodrum katında okuyorum time'ı
durmadan sorumluluktan söz ediyor bana. i̇ş adamları ciddi.
film yapımcıları ciddi. herkes ciddi benden başka.
birden anlıyorum ki ben amerikayım.
gene kendi kendimle konuşmaktayım.

asya ayaklanıyor bana karşı.
bir çinlinin bile şansı yok bende.
yeniden düşünsem iyi olacak ulusal kaynaklarımı.
i̇ki plaka marihuana, milyonlarca cinsellik organı, asatte
1400 mil hızla giden basılamıyacak bir özel edebiyat ve
yirmi beş bin akıl hastanesi ulusal kaynaklarım.
zındanlarımı, beş yüz güneş ışığı altında saksılarda
yaşıyan milyonlarca hakkı yenmiş insanı hesaba katmı-
yorum.
fransa'daki genelevleri kapattım, şimdi sıra tanca'dakilerde.
katolik olmasına katoliğim ya, gene de cumhurbaşkanı olmak
bütün tutkum.

amerika senin bu budala havanda nasıl kutsal bir övgü yazarım?
ben de henry ford gibi işi bırakmıyacağım benim dörtlükler de
onun çıkardığı otomobiller kadar kişisel, hem de
daha özgün çünkü her biri değişik cinsiyetten.
amerika sana tanesi 2500 dolara dörtlüklerimi satacağım,
verdiğin her eski dörtlüğü de 500 dolar eksiğine
alacağım.
amerika tom mooney'i serbest bırak.
amerika i̇spanyol cumhuriyetçilerini kurtar
amerika sacco vanzetti ölmemeli
amerika scottsboro çocuklarıyım ben.
amerika ben yedi yaşındayken komünist hücre toplantılarına
götürürdü beni anam bir bilete bir avuç dolusu leblebi
satarlardı bize bir bilet beş sent konuşmalar parasızdı
herkes melek gibiydi duyguluydu işçilere karşı her şey
o kadar içtendi ki bilemezsin partinin 1935'te ne kadar
iyi bir şey olduğunu scott nearing sapına kadar erkek
heybetli bir ihtiyardı bloor ana ağlatmıştı beni bir
kez de israel amter'i görmüştüm orda yakından. herhalde
herkes birer casustu.
amerika gerçekten savaşa girmek istemiyorsun biliyorum.
amerika o kötü ruslar savaşı isteyen.
o ruslar o ruslar sonra o çinliler. evet o ruslar.
çiğ çiğ yutmak istiyor bizi rusya. rusya iktidar delisi.
otomobillerimizi almak istiyor garajlarımızdan.
şikago'yu ele geçirmek istiyor. bir kızıl reader's digest
istiyor rusya. sibirya'ya götürmek istiyor otomobil
fabrikalarımızı. o koca bürokrasi işletsin istiyor
benzin istasyonlarımızı.
i̇yi bir şey değil bu. of. var rusya öğretmek kızılderililere
okumak. var istemek koca koca zenciler. yaa. var bizi
çalıştırmak günde on altı saat. i̇mdat.
amerika bu işin şakası yok.
amerikan televizyonu seyretmekten edindim bu izlenimleri.
amerika doğru mu bütün bunlar?
en iyisi hemen kolları sıvamak.
doğrusu ne askere gitmek istiyorum, nede fabrikada tornacı
olmak, hem gözlerim iyi görmüyor, hem de ruh hastasıyım
üstelik.
amerika o biçim bir omuz da ben veriyorum şu dönen çarka.
allen ginsberg
tek geçerim dostlar.
(bkz: madem iyisin)
Çoğu Bukowski'ye aittir.
mavi kuş

bir mavi kuş var yüreğimde
çıkmaya can atan
ama ben ondan güçlüyüm, kal,
diyorum ona, kimsenin
seni görmesine izin veremem.

bir mavi kuş var yüreğimde
çıkmaya can atan
ama viski döküyorum üstüne
sigara dumanına
boğuyorum,
fahişeler, barmenler ve
bakkal çırakları hiçbir zaman
bilmiyorlar onun orada
olduğunu.

bir mavi kuş var yüreğimde
çıkmaya can atan
ama ben ondan güçlüyüm,
yat lan aşağı, diyorum ona,
ocağıma incir dikmek mi
niyetin?
Avrupa'daki kitap
satışlarını sabote etmek mi?

bir mavi kuş var yüreğimde
çıkmaya can atan
ama zekiyim, sadece
geceleri izin veriyorum çıkmasına,
herkes yattıktan sonra.
orada olduğunu biliyorum, derim ona,
kederlenme
artık.

sonra yerine koyarım yine
ama hafifçe öter
tamamen ölmesine de izin
vermiyorum
ve birlikte uyuyoruz
gizli antlaşmamızla
ve insanı ağlatacak kadar
güzel,
ama ben
ağlamam,
ya siz?

charles bukowski
Bahamalı martılar beni çağırdı
bir ikinci bahar gecesi.
Yalan söyledim
yırtık blucinli tayfalara
Seni sevmediğimi söyledim.
Oysa rıhtımlar
en şarkılı dalgalarla yıkanıyordu
Midye kabuklarında sakladım gözyaşlarımı;
Hastaydım
kırık kötümser bir öksürük yapışmıştı boğazıma
Seni unutmak gerekiyordu...

Bahamalı martılar beni çağırdı
bir ikinci bahar gecesi.
iskele fenerlerinin altında oturup
seni bekledim sevgilim
Ellerim ıslaktı, gözlerim ıslaktı.
Gelip caydırabilirdin beni gitmekten
Oturup sigara içer, anlaşabilirdik...
Sana tapacağım yalan değildi
benim olursan
Seni seviyordum, seni istiyordum...
Bahamalı martılar beni çağırdı
bir ikinci bahar gecesi.
Filler gibi içtim liman meyhanelerinde;
seni unutmak için içtim...
Senin sokağında geceler yıldızsızdı
senin sokağında gece yağmur yağıyordu
Ben zayıftım, çabuk ıslanıyordum
Bana sevmek yaramıyordu,
ben sevilemiyordum...
Bahamalı martılar beni çağırdı
bir ikinci bahar gecesi.
Sana bırakacağım bu kentin
üç semtinde üç damla gözyaşı döktüm
Birincisi seni ilk gördüğüm yerdi
ikincisi seni ilk öptüğüm yerdi
Üçüncüsü... söylemeye dilim varmıyor,
üçüncüsü bana git dediğin yerdi
işte bu mısraları orda karalıyorum;
işte demir aldı şilebimiz
Gidiyor, gidiyor, gidiyorum...

Yazar : (bkz: edgar allan poe)
gülüşün

Ekmegi al benden istersen
havayi al, ama
alma benden gülüsünü.

Alip götürme gülü,
kopardigin ok cicegini,
sevincinde ansizin
öne atilan suyu,
sende dogan apansiz
dalgasini gümüsün.

Savasimim uzun-zor, dönerim
gözler yorgun
kimileyin görmüsken
degismeyen topragi,
ama gülüsün girisken
yükselir gökyüzune kosturarak pesimden
ve acar bana tüm
kapilarini yasamin.

Sevgilim, en karanlik
saatte aciverir
gülüsün ve eger ansizin
görürsen ki saciliyor kanim
sokagin taslarina,
gülüver, cünkü gülüsün
denk gelir ellerime
bir kilic gibi yalin.

Denizle birlikte güzün
gülüsün yükseltmeli
köpüklü caglayani
ve baharin sevgili,
gülüsünü ararim
bekledigimce o cicegi,
mavi cicegi, gülü
yankiyan memleketimin.

Gül gecede,
gündüz de ayda,
gül carpik
sokaklarinda adanin,
gül sana sevdali
bu kaba saba oglanda,
ama ben actigimda
gözlerimi ve kapadigimda onlari,
ayaklarim alip götürdügünde beni,
dönüp getirdiginde beni ayaklarim,
esirge benden ekmegi, havayi,
isigi, bahari,
ama gülüsünu asla
ölürüm cünkü.

yazar: (bkz: pablo neruda)
dilenci

sen, hergün köşe başlarında
yırtık urbanla kirli ellerinle
avuç açan, sefil insan.

inan yok farkımız birbirimizden.
sen belki tüm yaşamınca dilenecek;
beklediğin beş kuruşu biri vermezse,
ötekinden isteyeceksin.

ama ben, tüm yaşamım boyunca
tek bir kez dilendim,
bir acımasız kalbin sevdası ile alevlendim.
öylesine boş öylesine açık kaldıki elim,
yemin ettim bir daha dilenmeyeceğim.

(bkz: victor hugo)
ray malifalitiko
lay şalimalitiko
hoy loy loy loy
lay lay lay lay
ma me me me
se me me me
loy loy loy loy

Mexico City'li Malifalitiko Kasım.
çoğu bir boka benzemeyen şiirlerdir.

duygulanamıyorum arkadaş ben bu yabancı şiirleri okuyunca.
Seni bir yaz gününe benzetmek mi, ne gezer?
Çok daha güzelsin sen, çok daha cana yakın:
Taze tomurcukları sert rüzgârlar örseler,
Kısacıktır süresi yeryüzünde bir yazın:
Işıldar göğün gözü, yakacak kadar sıcak,
Ve sık sık kararı da yaldız düşer yüzünden;
Her güzel, güzellikten er geç yoksun kalacak
Kader ya da varlığın bozulması yüzünden;
Ama hiç solmayacak sendeki ölümsüz yaz,
Güzelliğin yitmez ki asla olmaz ki hurda;
Gölgesindesin diye ecel caka satamaz
Sen çağları aşarken bu ölmez satırlarda:
insanlar nefes alsın, gözler görsün elverir,
Yaşadıkça şiirim, sana da hayat verir.

-tabiki orijinali çok daha iyidir ama en önemlisi anlamı tabii.
"Ağır ağır ölür ...
her gün aynı yoldan yürüyenler.

tanımadıklarıyla konuşmayanlar.

Ağır ağır ölür yolculuğa çıkmayanlar,
okumayanlar,
müzik dinlemeyenler,
gönlünde incelik barındırmayanlar.

Şanssız olduklarından, yağmurdan yakınanlar.

Bilmediklerini sormayanlar,
bildiklerini söylemeyenler.
"

[Pablo Neruda - Ağır Ölüm]
yok, artık bir işe yaradığın yok.
tam otuz yıl zavallı
kanı çekilmiş bir ayak gibi
içinde yaşadım senin kara kundura,
ancak bir soluk, ancak bir hapşu.

babacığım, öldürmek zorundayım seni.
ben zaman bulamadan ölüverdin...
mermer gibi ağır, bir torba dolusu tanrı,
san fransisco ayıbalığı gibi kocamandı
bir ayak tırnağın, iğrenç anıt,

hele o çılgın atlantik sularındaki kafan
güzelim nasuet açıklarında mavi sulara
fasulye yeşili akıtırdı.
dua ederdim iyileşsin diye.
ach, du.

alman dilinde savaş, savaş, savaş
silindirinin yerle bir ettiği
o polonya kentinde.
herkes bilir bu kentin adını.
polonyalı dostum

bir iki düzine var diyor.
bu yüzden nereye ayak bastın,
kök saldın, hiç bilemem.
hiç konuşamadım ki seninle.
dilin yapıştı kaldı damağıma.

dikenli tellere takıldı kaldı.
ich, ich, ich,
güçlükle konuşurdum.
her alman'ı sen sanırdım.
hele o yüz kızartıcı dilin

bir lokomotif, ben bir yahudi gibi
çuf çuf alıp götüren lokomotif.
dachau'ya, auschwitz'e, belsen'e.
yahudi gibi konuşmaya başladım.
sanırım pekala bir yahudi olabilirim.

tyrol'ün karları, viyana'nın temiz birası
o kadar saf ya da gerçek değildir.
çingene ninelerim ve acayip talihim
ve fal kağıtlarımla, fal kâğıtlarımla
pekala ben de birazcık yahudi olabilirim.

hep korktum senden,
luftwaffe'nden, lafı ağzında gevelemeden.
ve o düzgün bıyığından
hele masmavi ari gözlerinden.
hey tankçı, tankçı, ah sen-

tanrı değil, bir gamalı haçsın
öyle karasın ki hiç bir gökyüzüne geçit vermezsin.
her kadının gönlünde bir faşist yatar,
suratına yer tekmeyi, hayvan
senin gibi hayvan, hayvandır kalbi.

bendeki resminde
karatahtanın önünde duruyorsun baba,
ayağın yerine çenen ikiye ayrık
ama daha az şeytan sayılmazsın bu yüzden,
yoo, küçük kan kırmızı yüreğimi

isırıp ikiye ayıran adam sensin.
daha on yaşındaydım seni gömdüklerinde.
yirmimde ölmek istedim
sana dönmek, sana dönmek istedim.
kemiklerim bile becerir sandım.

ama çıkardılar beni torbadan,
tutkalladılar, yapıştırdılar yeni baştan
o zaman anladım ne yapmam gerektiğini.
bir örneğini yaptım senin,
meinkampf bakışlı, işkence askısı,

burgu düşkünü karalar giymiş herif.
sonra, evet dedim, evet, evet.
işte böyle babacığım, sonunda işim bitti.
kara telefon kökünden kesildi,
kımıl kımıl sesler geçmez artık.

bir değil iki adam birden öldürdüm-
bana sen olduğunu söylen
ve bir yıl, doğrusunu bilmek istersen,
tam yedi yıl kanımı emen vampiri.
babacığım, sırtüstü uzanabilirsin şimdi.

bir kazık saplı şişko kara kalbinde
hatta köylüler bile sevmediler seni
üstünde dans edip tepiniyorlar şimdi.
sen olduğunu hep biliyorlardı.
baba, babacığım, alçak herif, seninle işim bitti.

sylvia plath.
READING ZiNDANI BALADI'NDAN -oscar wilde
I


Kulak verin sözlerime iyice,
Herkes öldürebilir sevdiğini
Kimi bir bakışıyla yapar bunu,
Kimi dalkavukça sözlerle,
Korkaklar öpücük ile öldürür,
Yürekliler kılıç darbeleriyle!

Kimi gençken öldürür sevdiğini
Kimileri yaşlı iken öldürür;
Şehvetli ellerle öldürür kimi
Kimi altından ellerle öldürür;
Merhametli kişi bıçak kullanır
Çünkü bıçakla ölen çabuk soğur.

Kimi aşk kısadır, kimi uzundur,
Kimi satar kimi de satın alır;
Kimi gözyaşı döker öldürürken,
Kimi kılı kıpırdamadan öldürür;
Herkes öldürebilir sevdiğini
Ama herkes öldürdü diye ölmez.
Geri gelmeyecek Şeyler vardır, çeşitlidir-
Çocukluk – bazı Umut şekilleri – Ölmüş olanlar –
Ama Sevinçler – insanlar gibi – bazen Yolculuk yaparlar ya –
Yine de kalırlar –
Arkasından ağlamayız Yolcunun – ya da Denizcinin –
Hoştur rotaları –
Bize uzun uzun anlatacaklarını düşünürüz
Buraya döndüklerinde –
“Burası!” Tipik “Buralar” vardır –
Belirlenmiş Mevkiler –
Yerinde durmaz ki Ruh –
Dormaz O – kaç Kulaçta da olsa
Kendi Öz Yurdu –

Emily Dickinson
Buraya gel, buraya ölüm,
Ve bırak bir hüzünlü servi altında yatayım.
Uç uzaklara nefes, uç uzaklara!
Güzel, zalim bir kız beni öldürdü

William Shakespeare

(12. Gece)
iKiNCi TRUVA YOK

Niye suçlayayım onu günlerimi doldurdu diye
Eziyetle, ya da ne diye öğretti diye son zamanlarda
En vahşice yolları cahil adamlara,
Ya da küçük sokakları fırlatıp attı diye üzerine büyüklerin,
Varmıydı hiç cesaretleri onların arzularına eşit?
Ne onu barışsever yapabilirdi bir akılla,
asaletin bir ateş kadar basitleştirdiği,
Güzellikle gerilmiş ok gibi, bir çeşit,
Tabiimidir bunun gibi bir çağda,
Yüksek ve yalnız ve bu kadar acımasız oluş?
Neden, ne yapabilirdi o, varlığı onu gerektirdiğine göre?
Başka bir Truva’mı vardı ona yakmak için?

W. Butler Yeats