bugün

bir çeşit bağlaç tipidir. yakın olmanın ilk şartıdır.. *
(bkz: yakın olmak için uzak dur)
hiçbir ortak noktası bulunmayan ama birbirinden başka da kimsesi olmayan iki adamın anlatıldığı film.*
Türk sinemasının son yıllardaki başyapıtıdır. Nuri Bilge Ceylan büyük şehirdeki yalnız insanın içinde yaşadığı boşluğu çok iyi görmüş ve doğru şekilde ifade edebilmiştir. Köylü çocuğun gelişiyle birlikte yalnızlığı zedelenir Muzaffer'in. Tüm tepkisi bunadır. Diğer taraftan çocuk da yalnızdır. Araya farklı yaşam düşlerinin girmesiyle değişen insanlar aslında aynı kaderi yaşarlar. Birisi köyde, diğeri şehirde yalnızdır. Köylü çocuğun içtiği sigarayı içmeyen Muzaffer, filmin sonunda güzel bir istanbul manzarasına karşı sigaradan derin nefes çeker. Arabası az kişi alır, ufacıktır. Bu gibi ayrıntılar filmi farklı kılar.
Birbirinden zorla soyutlanan yaşamları aynı noktada zorunlu olarak buluşturmak Nuri Bilge Ceylan'ı iyi bir yönetmen yapar.
yaprak dökümünün güzel müziği. ninni gibi sanki, ama hüzünlü bir ninni... garip bi'şey..
eğlenceli ya da akıcı bir film izlemek isteyenlerin uzak durması gereken bir yapım. edebiyat, felsefe ya da psikoloji gibi konulardan hoşlananların ve biraz da tutunamamış olanların aşık olacağı tarzda bir eser. eser diyorum, çünkü bu yapıma film demek terbiyesizlik olur.

sakin bir günde yağmuru izlemiş olmak gibi bir his veriyor insana. damıtıyor, pası temizlerken aslında yine biraz da kirletiyor ortalığı. içinizde kırık bir zaman dilimi bırakıyor.

(bkz: acı çekmekten hoşlandığını fark ettiğin an)
(bkz: dünyanın en tırt bkz ı)
yaprak dökümü dizisinin toygar ışıklı * tarafından bestelenmiş, icra edilen şarkısı. 5 kere dinlemek bunalım garantisi getirir.
uzaklar çeker insanı
ve hal böyle iken
uzakları seçenlerin öyküsü
ve işte karşıdan bakanların...

***

Uzaktın
Uzak kaldın hiç olmadığın kadar
Yüreğini alıp gittin benden
Çevirip başını ve serseri saçlarını
Alıp gözlerini gözlerimden gittin
Kayboldun karanlığımda, yine yittin

Siğindiğim bir limandın
Fenersiz denizlerde sana yanaştığım
Hep kaybolacakken yüreğine yaslandığım
Halatlarımla sıkı sıkı sarıldığım
Dalgalara kapılıp koyvermeyeyim diye
Tüm gücümle bağlandığım

Sessiz bir gemiydim
Gizlice kestin halatlarımı
Uzaksın, uzağımda kaldın
Aldın gittin yüreğini
Aldın gittin gözlerini
Gözlerim ardımda kaldı
Sana derdimi
Sana yüreğimi
Anlatamadım
Uzaklarda kaldın
Çok uzağımda...
bütün sahnelerde izleyiciyi döven, son sahnede nakavt yaparak ringden dışarı, kendi hayatlarının içine yollayan film...
julio cortazar kalemine mürekkebine ne görev yüklediyse, nuri bilge ceylan da kamerasından benzer bir görevi işlemiş.
eşkıya'dan sonra son dönem türk sinemasının en başarılı eseri.
her ne kadar maskeli beşler kadar itibar edilmese de.
nuri bilge ceylan' in istanbul'daki kendi evini filmdeki ev sahneleri icin kullandigi filmdir.

filmin abarti derecede ve cok uclarda gezinen bir yalinligi vardir. bazen o kadar yalin ve dogaldir ki, film moduna bir turlu giremez insan. sanki iki kisiyi gizli gizli izliyormus gibi...

mehmen emin toprak'in hayatini filmden hemen sonra hemen kaybetmesiyle, herkese nasip olmayacak dünya sinemasının kalbinin attığı Cannes'da, Elizabeth Hurley'in elinden alacağı En iyi Erkek Oyuncu ödülünü gururla havaya kaldiramamasi da basli basina bir handikaptir.
oruc aruobanın 1995 yılında metis yayınlarından cıkmıs kitabı.
iki dus arasinda gezinmek kadar yakin.
hafızalarda iz bırakacak mükemmel bir nuri bilge ceylan filmi. ben hayatımda metaforun bu derece yoğun ve ustalıkla kullanıldığı bir film daha izlememiştim.
bir ehl i keyf şarkısı sözleri :

Bak yine
Yalnızlığımın nöbetindeyim
Üşüyorum
Ellerimden bir şey gelmiyor
Yorgunum

Sensizliğinde
Bu kentte
Saatler iktidar oldu
Şehrin tüm iklimleri
Yüzüme kapandı

Hangimiz sözlerine
ihanetten yaralandı
Hangimiz O sözlere
Zaten hiç inanmadı

Bak şimdi ortasında
Ağlasam, ağlarım hayatın
Kızsam yine;

Yine de, bakar mısın
Yeşil yeşil giderken
Yine bir kalp çizer misin
Ben ölürken
Onlara da sözler verir misin
Ağlarken
Yeni bir hayat kurar mısın
Orada bensizken
Sen, mutlu ol kalbim
Ben bakarım anılara;

Hangimiz sözlerine
ihanetten yaralandı
Hangimiz o sözlere
Zaten hiç inanmadı

Bak şimdi ortasında,
Ağlasam, ağlasam yine,
Kızsam yine;

Yine de bakar mısın
Yeşil yeşil giderken (öyle derinden)
Yine bir kalp çizer misin
Ben ölürken
Onlara da sözler verir misin
Ağlarken
Yeni bir hayat kurar mısın
Orada bensizken

Sen mutlu ol kalbim
film değil, adeta insanların hayatlarını onlardan habersiz çeken bir gösteri.
tüm sahnelerdeki doğallığa hayran kaldım.
oyunculuklar başta çok yadırganıyor, çünkü alışılmışın çok dışında. biz hollywood ve türk dizileri ile, gece saat 11-12 olsa bile takım elbise ile, tahtta oturur gibi oturup, düzgün biçimde telefonla konuşan tiplere alıştık. bu filmin ise her noktasından doğallık akıyor. adamın evinde oturuşu, ayağını sağa sola uzatması, telefonla konuşurken, karşı taraf araya girdiği için sık sık cümlelerini tamamlayaması.
filmin başında, iç güç, kriz muhabbetinin döndüğü masadaki tavırlar ve laflar, kesinlikle ezberlenmiş olamaz. yoldan iki adamı çevirip, konuşun ekonomik durum hakkında desen böyle bir diyalog çıkar. gene çok önemli olan, doğallık ve gerçekçilik.
ayrıca mahmut'un porno izlerken, akrabasının odaya dalması, mahmut kanalları değiştirirken akrabanın televizyona dalıp bir türlü odadan çıkmayıp ambiyansın içine etmesi, bu nedir ya? bu kadar gerçek, bu kadar hayatın içinden, bu kadar başarılı, nasıl yansıtılmış filme?
bazen çok yakın olmaktır.
--spoiler--
rahmetli babam da en cok rifat'i severdi
bu cocukta aga mayasi var derdi
yani benim gibi derdi
nazmi bey!
ankara cok mu uzaktir?
--spoiler--

vizontele filminde en iyi bu şekilde yapılmıştır uzağın tanımı... hasret, özlemle karılmıştır muheviyatı. "ankara çok mu uzaktır?" sorusu saflığın ne demek olduğunu da anlatmıştır aynı zamanda...
oturmuş şehrin yanıbaşındaki parka;
şehri izliyordu adam.
şehirden, parktan çok uzakta!

oturmuş adamın yanıbaşındaki banka;
adamı izliyordu kadın.
şehirden, adamdan, banktan cok uzakta!

zargonyali-xargn 20 haziran 2005
pohpohlamaktansa kışkışlamayı yeğlediğim curi nilge beylan filmi.

zira derin bir kış mevsimi ister bu film. karla karışık yağmur bile kesmez. bildiğin kar lazım. beyaz beyaz. soğuk soğuk. ve yalnızlık...birçok güzide şehrimizin birçok güzel insanı, sırf karlı bir gecede bu filmi izleyemediği için onlar adına hüzünleniyorum. inandırıcılıktan uzaklaşıp zevzeklik sınırlarına da girdiik, oh mis. değilmesin keyfime. neyse bir u dönüşü atalım şurdan.

uzak filmini izledikten sonra, filmi çok beğendiğini ve türk sinemasını artık daha da merak ettiğini mesaj atan bir katalan arkadaşım vardı. hatta beni, filmdeki mehmet emin toprak'a inceden inceye benzettiğini yazmıştı. " allalla, benzemiyorum aslında! sen çok özlemişsin beni, ondandır " diyemedim...üzülmesindi kızceğiz. "hadi ya" dedim. buna benzer ingilizce bişeyler işte, her neyse...şimdi aramızdaki mesafeyi tanımlamaya ne uzak kelimesi ne de uzak filminin damaklarda bıraktığı harbici hüzün yeter.

hayat diyorum başka da bişey demiyorum.
Uzak diye bir yer varsa
yer diye bir uzak olmalı
yeri bulmaya gidiyorum ben
sen uzaklarda kal...

Nuri Bilge Ceylan... iyi film , asil ruh.
oruç aruoba nın 1995 de çıkan şiir kitabı. içinde "Özlem Çekene Kılavuz" diye bir bölüm vardır ki, her özlem çeken okuyup, acısını sevmelidir bu sayede.
" .. birkaç yudum içebildiğin kahveni yudum yudum içtim, sen gidince -ama bitirmedim; bıraktım biraz. sonra yürüdüm. anlamsız cadde boyunca. öylesine. amaçsız. bir yerlere girdim. oturdum bir süre. sonra, dışarıdan, ışığın geldiğini gördüm. kalktım, çıktım, yürüdüm... geldim. gürültüler vardı -oysa tamamiyle sessiz olmalıydı. değildi. ama bomboştu -gürültü aralarından işitiliyordu boşluk.
kafam gibi.
gitmiştin -ben ne zaman gelebilecektim?-
gözyaşların içimde duruyor: 'daha kötü mü olur?' -' daha kötü oldu ' ..
üç kez dönüp bakmıştın.
bugün gökyüzü apaçıkken, şimdi, batıdan gelen bulutlar kaplıyor her yeri. önce çelik mavisi, sonra kapkara.. ışık, azıcık -geçiyor. ve hep gürültü..
nasıl dayaranırım..
şimdi maviler mora dönüşüyor; karalar da siyaha.
kara ve siyah - kapkara, simsiyah. artık böyle olacak. hiç renk olmayacak. gri bile olmayacak.
yalnız, karanlık..
şimdi, artık, simsiyah. "
herhangi bir yere değil; istanbul'a veya büyük şehirlere yabancılığın en iyi anlatıldığı film.
filmin anlatmak istediğini, benim gibi anadolulu bir insan, doğma büyüme istanbullu olan birinden çok daha iyi anlar. biz; küçük şehirlerden gelenler..
biz; büyük şehirlerde aile büyüklerinin hatrını kıramayıp, hiç tanımadığımız, bizden nefret eden ama en küçük tebessümünde sevmeye hazır olduğumuz akrabalarının yanında kalanlar..
evde olsa bi ayakkabıyı bir yana, öbürünü bir yana atmak, ev ahalisine bağırmak varken; misafirlikte kendi eşyalarını, ev sahibinin eşyaları önünde aşağılayanlar.. ev sahibiyle göz göze gelmeye çekinip, ona siz diyenler.. ona, içinden küfretmeye bile korkanlar..
üstünü değiştirirken bile ses çıkarmaya çekinenler..
pasaklı biri zannedilmemek için, elini yüzünü aşındırırcasına yıkayan, "bak ben güvenilir biriyim" imajı vermek için, bavulunu ev sahibinin gözüne soka soka toplayanlar...
vücut diliyle "ben buraya gezmeye tozmaya gelmedim, başı boş değilim, aslında yapacak işlerim var haa" demeye çalışanlar..
kendi geldiği şehirde aynı yüzleri görüp, karşısından bir anda bu kadar farklı simayı görüp şaşanlar..
o bilinmeyen şehrin sokaklarında gezerken, aslında aynı şehirlerden geldiğiniz; fakat burada karın tokluğuna garsonluk, tezgahtarlık yapan hemşeriye abartılı bir saygıyla yaklaşanlar,, o hemşeriden ise küçümseyici karşılıklar alanlar...

işte,, bu film bizimdir, bizi anlatır.

pink floyd'un hey you'su varsa; nbc'nin uzak'ı var!
toplamda 20 dakikada zar zor bitirdigim film. sıkıntıdan patlatan, delirten, kafada sac bırakmayan eser. bayılmadan kurtulduguma sukrediyorum.
(bkz: finali muhtesem olan filmler)