bugün

asıl başlığı "türkiye de yabancı dil eğitiminin gelişmemesinin sebepleri" olan, malum sebepten dolayı başlığını bu şekilde açtığım, bir proje dersi için yazıp, ne silmeye ne de bilgisayarda tutmaya kıyamadığım, bu sebepten de sözlüğe aktardığım yazıdır.

Yabancı dil öğrenmenin önemi ve gerekliliği tarih boyunca tüm insanlık tarafından kabul edilmiş bir gerçektir. Ancak yabancı dilin öğrenilmesi konusu kadar hassas ve önemli bir konu daha varsa, o da yabancı dilin öğretildiği tekniklerdir. Zira kesin başarının sağlanmasına yardımcı olabilecek en önemli etken öğretimin veriliş şekli ve tekniklerdir.
Yukarıdaki yazıda da belirtildiği üzere Avrupa bir asırdan fazla zamandır dil öğrenimine çok büyük önem vermiştir. Her ne kadar öğretim hedefleri dil öğrenme veya öğretme çerçevesinden çıkıp, dillerini öğretme çerçevesine oturmuş olsa da, bu, dil konusunda dünya standartlarının ötesinde oldukları gerçeğini değiştirmemektedir.
Ülkemizde de dil öğrenimi aslında uzun zamandan beri üzerinde çalışılan bir mesele olmasına rağmen, bu konuda göstermiş olduğumuz gelişme Avrupalılar'ınki kadar büyük değildir. Gerek yanlış öğretim teknikleri, gerekse de öğrenimden çok ezbere dayanan bir eğitim sistemi dil öğrenimi konusunda geri kalmışlığımızın başlıca sebeplerindendir.
Bu konuda henüz oturmamış bir sisteme sahip olduğumuzun en büyük delili ise her geçen sene yeniden değiştirilen müfredat ve öğretim teknikleridir. Dil öğreniminin psikolojik bir süreç olduğu gerçeğini de göz önünde bulundurursak, bu konudaki psikolojik araştırma altyapımızın ne kadar zayıf olduğunu görebiliriz. Dil öğretiminin sağlıksız bir sistem dahilinde işlediği ülkemizde doğal olarak yeterli kapasiteye sahip olmayan eğitimcilerin varolması, kendini geliştirmiş ve çocuklara yararlı olabilecek eğitimcilerin de müfredat gibi aslında eğitimin önünde en büyük engel olarak nitelendirilebilecek bir sınırlamaya tabii tutulması da dil öğretimi konusunda geri kalmamızın başka sebeplerindendir.
Eğitim süreci içerisinde belli bir sistem mutlaka varolması gereken bir olgudur; ancak bu sistem en azından benim fikrime göre dikte etmekten çok hedef gösterme amaçlı olmalıdır. Eğitimciye hangi saat neyi işleyeceğini dikte eden bir sistem, kağıt üzerinde mükemmel olduğunu varsayarsak bile, yalnızca eğitimcinin özgüvenini olumsuz etkileyip, onu sınırlandırılmış hissettireceği için bile başarısız olmaya mahkumdur. Sistemin denetleyicileri öğretim anında eğitmenin her dakika denetlenmesinin mümkün olmadığını bildiklerinden olsa gerek, onun hangi zaman dilimi içerisinde hangi konuyu işleyeceğine karar verme yetkisini kendilerinde bulmuşlardır. Oysa bu sistemin teoride olmasa da pratikte imkansız olduğu gerçeğini biz bütün öğrenciler olarak lise sıralarında herhangi bir nedenden dolayı boş geçmesi gereken veya yıllık planda yazdığı kadar ilerlenemeyen bir derste öğretmenimizin işlemediği konuları işlemiş gibi göstermesinden biliriz.
Daha önce de söylediğim gibi eğitim süreci içerisinde bir sistem mutlaka bulunmalıdır ancak bu sistem yapıcı ve dikte edici olmaktan çok hedef gösterici olmalıdır. Örneğin bir öğretim görevlisine hangi gün ve hatta hangi saatte neyi işleyeceğini dikte etmekten ziyade, ona hangi zaman dilimine kadar hangi konuları işleyeceğini belirtmek ve bu zaman dilimi içerisinde hedefe başarıyla ulaşma şartıyla ona hak ettiği ve onu rahat hissettirecek serbestliği vermek önde gelen eğitim sistemlerinde görebileceğimiz ve ülkemizde de uygulanmasını arzu ettiğimiz uygulamalardır.
Müfredatımızın eğitim sistemimizin önündeki engellerden biri olmasının tek sebebi de maalesef bu değildir. Sınırlayıcığı ile eğitimciyi sıkan müfredatımız, yavanlığı ile de öğrenciyi eğitimden soğutmaktadır. Öğrenciyi konu içerisine dahil edip onu da bir birey olarak kabul eden ve böylece onun fikirlerini de önemsediğini hissettirerek öğrencinin ilgisini çekmeyi hedefleyen bir sistem yerine, öğrencinin öğrenmesi gereken her şeyin zaten müfredat içerisinde olduğuna ve öğrencinin herhangi bir yorum getirmesinin gereksizliğine inanan bir müfredat öğrencilerin üretmekten çok ezberlemeye ve tüketmeye dayanan bir beyin yapısı geliştirmesine sebep olmuştur. Bu durum öğrenciyi zamanla dersten soğumaya ve derste kendisine ezberletilen şeylerin sadece sınav kağıdı üzerindeki boşlukları veya çoktan seçmeli sınavdaki yuvarlakları doldurmasına yarayacağına inanmaya iter. Bilmesi gereken her şeyin kendisinine ezberletilenlerden ibaret olduğuna inanan öğrenci de konunun özünden koparak asıl anlaması gereken şeylerden uzaklaşmaya başlar.
işte eğitim sistemi üzerine yaptığım eleştirilerin haklılığı da tam bu noktada ortaya çıkar. Zira eğitim sistemi de öğretmenden bir konuyu öğrencilerine özümsetmesini değil, onu ezberletmesini talep eder ve bunun yapılıp yapılmadığını da öğrencilerin yaş aralıklarına göre düzenlediği periyodik sınavlarla test eder.
Eğitim sistemimizin hatalarla dolu olduğunun artık en yetkili merciilerce bile kabul edildiği günümüzde maalesef bu konu üzerine çalışmalar yeterince özenle yürütülmemektedir.
Hataların bilindiği durumlarda çözüme ulaşmanın daha kolay olduğunu varsaydığımızda bu yavaşlığı fark edebiliriz. Ülkemizin ciddi anlamda bir eğitim reformuna ihtiyacı olduğunun herkes tarafından bilincinde olunmasına rağmen bu konuda atılan adımların sorunun çözümünde yeterince etkili olmaması bu eksikliğimizi iyice kangrene çevirmektedir. Oysa yapmamız gereken değişiklikler önemli olduğu kadar zor değildir; eğitim sistemini doktrin odaklı bir yapıdan kurtarıp hem öğretmen hem öğrenci açısından birey odaklı bir hale getirmek sorunların çözümünde hem kısa vadeli hem de etkili bir yol olarak görünmektedir. Bu yolun en kısa zamanda alınmasını dilemek de şu an için maalesef biz öğrenci ve eğitimcilerin yapabileceği tek şeydir.
eurovisionu kazandık, ama şunu bir türlü öğrenmeyi başaramadık. elin almanı, hintlisi, japonu, arabı... aksanlı da olsa rahatça ingilizce konuşuyor. ama ülkemizde nedense bir türlü tam olarak verilemiyor bu eğitim. sorun, bizim farklı dil grubundan olmamız desek, aynı aileden olduğumuz fince'yi, macarcayı da becereni göremedik. bizim dil eğitiminde bir hata var ama nerde?
herşeyi yapıyoruz,ama nedense iş yabancı dile geldimi. abi ben ingilizce bilmiyorum derler.diğer ülkelerdeki insanlara bakın neredeyse kendi anadilleri gibi konuşurlar.bunun nedeni yabancı dillere ağırlık verilmemesinden kaynaklanıyor.ee tabi sen yeterince önem vermezsen. benim vatandaşım bir turist geldiğinde onun yüzüne aptalca bakar kalır tabi.
Eğitimci değilim,ancak yabancı dille eğitim veren bir kolej' mezunu olarak tespit ettiğim birkaç sıkıntıyı belirtmek isterim.
Öncelikle,evet,eğitim sistemimizde sıkıntı mevcuttur.Sırf yabancı dil eğitiminde değil, tüm programda bir değişikliğe gidilmesi ve ezberci sistemden uzaklaşılması gerekir.
Sıkıntı yabancı dil eğitimine adeta sömürge ülkesi düzeyinde bakmamızla başlıyor.
Anasınıfından itibaren ailelerde bir 'anadili gibi ingilizce konuşsun' kaygısı başlıyor.
Anadilini tam oturtamamış,kavramları hafızasında yerleştirememiş bir beyine hiç bilmediği sesler yüklenmeye çalışılıyor ve çocuk en nihayetinde kendi diline yabancı öğrenmeye çalıştığına çok uzak bir durumda kalıveriyor.
Sonrasında, bir 'yabancı dille eğitim' sıkıntımız başlıyor.Okulun tarihine,eğitim kalitesine,başarısına ve programına bakmadan,sırf reklamlarında 'yabancı dille eğitim veren ' cümlesi geçti diye yaka paça çocuk okula atılıyor.
Sözüm üst seviyede eğitim veren kolejlere değil,ancak parayı cebine koyup eğitimcilikle ilgisi olmayanların ve okulu ticarethane gibi görenlerin pıtrak gibi açtığı okullarda değil yabancı dille eğitim yabancı dil eğitimi bile verilmiyor.
Bu çığ gibi büyüyen özel okullar, yurtdışından kaliteli öğretmen transferi yapmak yerine,kar amacı içinde oldukları için, kalitelisini değil ucuzunu getirmeye çalışıyorlar.
Okullar böylelikle, sayıca fazla ancak nitelik olarak boş öğreticilerle doluyor.
Çoğunun eğitimen sertifikası bile bulunmuyor.Asker kaçağı,müzisyen..vs olup burda para kazanmak için okullarda ders verenleri gördüm.
Özel dil kursları ise işin en sıkıntılı yanı..Çoğu 'sadece eğitimci sertifikasına sahiplerle çalışıyoruz' deseler de, çalıştığım bir kurumun yüksek lisans yapmak için ya da sadece 1-2 aylığna vakit geçirmek için istanbul'a gelenlerin yoldan geçerken uğrayıp 'ders vermek istiyorum' talebi ile '' çalıştırdığını biliyorum..
işin teknik kısmında elbet sıkıntı vardır.
Örnek olarak, öncelikle dilbiligisi eğitimi ile çocuğu bunaltmak verilebilir.Tıpkı kendi dilimizi öğrenir gibi konuşmayı öğrenip ilerleyen dönemde dilbilgisine geçilmesi gerektiğini düşünürüm.Kelime ezberletmek yerine çizgi film seyrettirmek de alternatif olabilir.
Ancak eğitim kurumlarında denetimin arttırılması ve yabancı öğretmen alımına özellikle özen gösterilmesi başlangıç için çok olumlu bir adım olacaktır.
Devlet okullarında 4. sınıftan başlayıp orta okulu bitirene kadar mr and miss smith'i ingilizce derslerinin bir parçası haline getiren sistemdir. yabancı dil ağırlıklı eğitim veren(!) liselerde tanışılan yeni ders kitabı karakterleriyle de lisenin ilk 3 yılı geçip gider. türkiye'de 17 yaşına gelen her genç gibi öss, ygs, lys vs ile tanışılan lise son sınıfta da daha önce öğrenilen 3-5 kelime de unutulur.

Ama liseye gitmeseniz de ingilizce bilmemek olmaz. Bodrum'da, marmaris'te, Çeşme'de bir tanesinin bile ismi türkçe olmayan mekanlarda çalışmanız gerekebilir. 3 liralık malı turistlere beş liraya satmak için 'five, five' diye bağırmak zorundasınızdır.

ee durum böyle olunca da kendi kendinizi eğitmeniz şart olur.
görsel
çok şükür yes no filan öğrettiler.
zaten her şeye yes ya da no diyoruz mk.