bugün

tinerci cocuk

yorgunluk... bütün vücudu sarmış. ayakta dururken dinlenebilmek için otobüsün en arkasına geçmiş. ikarus otobüsününün en arkasında koltuk yoktur, oraya yaslanmış. kollarını arkadan demire dolamış düşmemek için. kulğında kulaklık var, kendi sınırları içinde yaşıyor. yorgunluk sarmış tüm vücudunu, bu kadar yorulmayı hak etmek için ne yaptı ki? ekmek parası mı? otuz kuruşluk ekmek için bu kadar yorulmaya değer mi? kendi küçük dünyasında hayaller kuruyor, ritm onun dünyasının büyütüyor, genişletiyor. bir metrekare bile kendisine ait değil, önündeki adam ona çarpmamak için bir gayret gösteriyor. konserve kutusu gibi otobüsün içinde yarım metre kare bile kendisine ait olmayan bir yerde büyük sandığı bir dünya.

önden birisi kalabalığı yararak yaklaşıyordu. kalabalığı yarmak için bir çaba göstermediği belli oluyordu ama benliğini saran bir kalkan varmışcasına o kalabalık ikiye yarılıyordu. geride bıraktığı her kişinin kafasını çevirdiği bir şey. tiner kokusu geliyordu burnuna gencin.

"allah kahretsin, buraya geliyor."

tinerci çocuk, kalabalığın sonuna geldi sonunda. saçları yağlı, parıl parıl parlıyordu, üstünde kirli bir svetşört vardı. elinde tinerli bez, siyaha dönmüş svetşörtün üstünde kan lekeleri. "kavga etmiş, birbirlerini bıçaklamışlardır bunlar. hay sikeyim ya, nerden çıktı."

ayakta durmakta zorlanıyordu. otobüs birden hareket edince, onun yanına çarptı tüm hızıyla, kapının yanına düştü. "Aaabi, abi duramıyoğğrum kaldır ağbi allah rızası için."

kolundan tutup kaldırdı. tinerci çocuk ayakta duracak gibi değil, gözleri bakmıyor, parlamıyor gözleri. merdivenlere oturmayı tercih etti , ayakları onu taşıyacak gibi değil. elinde paçavra gibi sıkıştırdığı beze bakıyordu yakından, sanki onu ilk defa görmüş ve onun eline nasıl geldiğini bilmiyormuş gibi. sonra onun ne olduğunu hatırladı ve ağzına götürüp içine çekti o kesif kokuyu. gözleri daha da kaydı, kafasını tutma demirine dayadı. "demir yağlandı be, hay allah bulaşmasa bari, offf. amına koyim herkes de kaçtı, ibneye bak hemen nasıl gitti orta kapıya, kravatına sokayım senin çantalı pezevenk, hemen kaçtın. bu da niye son kapıya kadar geldi ya bok mu var?"

bezdeki tiner bitmiş. cebinden tiner dolu pet şişeyi çıkardı. beze döktü, beze döktüğü kadar da yere döküyordu. otobüsün içinde kesif bir tiner kokusu, leş gibi tiner kokuyor. bezi elinde sıkıp ağzına götürdü, ciğerlerine doldurdu o havayı, gözleri kayıyor, yıldızların kaydığı gibi. ama kimse tiner kokusun farkında değil. yoksa farkında mı? farkında olmamaları mümkün mü? farkındalar mı? yüzlerindeki ifade aynen duruyor. "halüsinasyon mu bunlar lan, ben mi görüyorum bu çocuğu bir tek." kimsede bir rahatsızlık yok gibi. o çocuk ölü aslında, herkes içindeki o çocuğu öldürmüş, biliyorlar ki az sonra evlerine ulaşacaklar ve kapıyı kilitledikleri vakit o çocuğun oraya ulaşması imkansız, evet evet bu yüzden o tiner kokusunu duymuyorlar. ne kadar da mesutlar.

döndü birden tinerci çocuk. "ağğbi, bugün günlerden ne?".

sahi ya bugün günlerden ne. ne kadar yorucu bir haftaydı, yorulmuş, yorulmuştu. neydi günlerden. halen bir aralıktan ışık sızıyordu tinercinin gözlerinden, günü merak ediyordu.

"perşembe." sesi titredi. ayakta duramayan tinerci çocuktan tedirgin olmuştu. etrafına baktı, herkes dışarıyı seyrediyordu. kimse duymamıştı galiba tinerci çocuğu. boşluğa konuşmuş olmalıydı. gözlerini ovuşturup tekrar baktı, ona bakıyordu yine lanet şey.

"ağğbi çoğk açım abi, allah rızası için abi karnım çok aç abi yemek versen bana ağğbi."
"tamam inerken veririm."

kafası öne düştü tinercinin. yemek verecekti ağbisi ona. karnını doyuracaktı. hiç değilse bir lira verirdi. o da gider onunla simit alırdı. taze olmazdı o saatte simitler ama karnına otursa, onun oraya düştüğünü hissetse yeterdi. yetmez miydi?

"salça olacak lan bu bana. şu anda kendinde değil bu. aksaray da hemen atlarım otobüsten. ordan yürürüm tramvaya."

aksaray'a gelince otobüs kapı açıldı. onunla birlikte inecekler vardı. hemen indi otobüsten hızlı adımlarla. arkasından ona seslenecek gibi geldi, bir an arkasına döndü. kafası bacaklarının arasına düşmüştü. şu anda midesi bulanıyor olmalıydı. bilirdi o bulantıyı. köpek gibi içtiği zamanlar olurdu, bulantı, sürekli bir bulantı, ölsem olan artık bulantısı... kafası yere bakıyordu. saçları parıl parıl... kapı tok diye sertçe kapandı. arkasında bir silik hayatı taşıyarak egzoz dumanını savura savuradevam etti şehrin içine. bir yerde bok gibi dışarı çıkaracağı silik bir hayatı götürüyordu. içindeki elli insanın bir tekinin bile görmediği bir hayatı...

"inerken veririm."

"inerken veririm."
yaşadığı toplumun öz eserini gösterir . . .
tinerci olarak dogmamistir, bu yasadigi toplulugun ayibidir. asla unutulmamasi gereken sey ise; onun da yalnizca bir cocuk oldugudur. sevgiye, aileye, sicakliga, mutluluga, huzura ihtiyaci olan bir cocuk. ama birakin sevgiyi huzuru, karnini doyuracak para bile bulamayan cocuktur, tinercidir, cünkü onu biraz olsun rahatlatiyor, biraz olsun gercek hayattan alip güzel diyarlara götürüyordur kullandigi madde. yardima ihtiyaci olan cocuktur, asla igrenilesi degil.
televizyonda ve gazetelerde yayınlanan haberleri okuduğumuzda karşılaşmaktan korktuğumuz çocuklar.
aslında onlar birer çocuk ve öyle olmayı onlarda istemezdi.sokaklarda yatmayı para için birilerini yaralamayı itilip kakılmayı hiç biri istemezdi.ama sorunlu ailer çocukları bu duruma getiriyorlar.bu tip çocukların hepsinin ailesi ya ayrılmış yada sorunlu aile tipleri oluyor.
bizimde en yakınlarımızdan biri böyle olabilirdi.toplumumuzun en büyük sorunlarından biride bunlar.yardıma ihtiyacı olan çocuklar.
Toplumun ayıbı, günahıdır.
şiddet,yoksulluk,açlık ve toplumdan dışlanan ailelerin evlatları bunlar evden kacar veyahut kovulur sokaklarda yaşamayı ögrenmeye çabalar ama başaramaz ve tiner denen illetin kurbanı olan aslında suçsuz ama bütün suç onların oldugu düşünülen kişilerdir.
şiddet,yoksulluk,açlık ve toplumdan dışlanan ailelerin evlatları bunlar evden kacar veyahut kovulur sokaklarda yaşamayı ögrenmeye çabalar ama başaramaz ve tiner denen illetin kurbanı olan aslında suçsuz ama bütün suç onların oldugu düşünülen kişilerdir.
fotoğraf makinesi alanlara genelde promosyon olarak verilir. sağdan soldan çekebilsinler diye.