bugün

derdini sikeyim tarzında dedebeylik bir sitem olacak ama hazır uyku tutmamışken yazayım.

Bir zamanlar ekşi ile yarışırken, eskiden bana birşeyler katan yazılar ve başlıklar varken ve önemsediğim bilgileri burada paylaşmaktan zevk aldığım bir sözlük iken uludağın bu yaşadığı kültürel erozyona tanık olmak üzüyor beni.
Depresyonun en ağır döneminde intihar girişiminde bulundum. Şuan ama hayatta olduğum için seviniyorum.

Ne kadar saçma değil mi? Halen mutsuzum. Ama beni seven ve değer veren insanlar var. Onları ve onların çabalarını gördükçe hayata bağlanmak istiyorum..

Hiçbirşey için geç değil. Ölmek çare değildir. Sadece sorumluluklardan kaçmaktır. En zayıf zamanınızda en doğru karar gibi gelir.. ama en doğru karar mücadele etmektir.
2 yıl önce, deli gibi pozisyon istiyorum vermiyorlar. devamlı üzerime adam alıyorlar, dangalak dangalak tiplerin, risotto yapamayan sığırların, sezar sosu mayonezden vuranların götünü topluyorum.
baktım olacak gibi değil istifa verdim, yırtıp atıp geç tezgahına çalış dediler.
hmmm..
tezgahı kurdum.
akşam çıkarken +4 hazırlık dolabının fişini çekip çıktım. sabah geldik, hoaydaa dolap bozulmuş bütün ürünler çöp, ustacım şunları bi yapıver sana zahmet ben sana malzeme çekicem dedim, yaptı. şef geldi.

dedim bak, bu risotton, bu taze makarnan, bu egg raviolin, bu beneddic’in, bu demi glace’in bu cartın bu curtun. nasıl? bi b*ka benzemiyor demi..

ya dedim bana pozisyon ver. ya da şu istifayı onayla siktir olup gideyim.. benim oradan buradan getirdiğin ne idüğü belirsiz dangalak ustalarına ayıracak vaktim yok..

not: dolabın fişini çektiğimi hala kimse bilmez.
not2: 2 pozisyon birden aldım.
çok garip ve eksik hissediyorum kendimi.
bir kez daha bu başlığa uzunca bir entry gireceğim. bir kez daha daha önce yazdıklarımı okudum ve her şeyin ne kadar kötüye gittiğini gördüm. bir kez daha "daha kötü ne olabilir ki" dedim ve kendimi daha kötü bir köşeye sıkıştırdım.

şimdi anlatacağım şeyler benden başka kimsenin suçu değildir sözlük. tamamen benim aptallığım, korkaklığım ve mal beynimin depresyonu kaldıramaması yüzünden yaşanmış şeyler. bu senemin özeti.

üniversiteye başladığım sene, 4 sene önce oluyor, iki kızla aynı yurda düştüm. çok iyi anlaştık, birlikte eve çıkmaya karar verdik. çeşitli saçmalıklar nedeniyle olmadı, kavgalar edildi, iki sene ayrı gayrı yaşadık.

bu senenin başında yine birlikte çıkmaya karar verdik. kızlardan biri(C) diğeriyle(F) "yazın seni gördüm bana selam vermedin" gibi sebeplerle kavga etti, F çıktı gitti evden. Ben de F'yi haklı bulmama rağmen C ile kaldım çünkü başka çok seçeneğim yoktu. öte yandan C ile de hala arkadaştım ve onu yüzüstü bırakmak istemedim. kontrat ekimde başlıyordu ve ben eylülde okulda olacaktım. bir ay evsiz kaldım, diğer arkadaşlarım sağ olsun ortada bırakmadı beni. ailemin haberi olmadı bundan.

ünide 3. senemi tekrar ediyordum bu sene, derslerimde düzelme yoktu. tıp okumak gerçekten zor zanaat, isteksiz yapılacak bir şey değil. ben ise ailem zorlamasa aklımdan bile geçirmezdim. onların zorlamasıyla da buraya kadar gelebildim zaten. ilerleyemiyorum. ilk sene çalışmadım, bu sene çalışsam da yapamadım. tek yaptığım tüm sene kendimi aptal gibi hissetmek oldu. babam da bu sene kalırsam okuldan alacağını söyledi. biriyle evlendirirmiş, apartmanda temizlikçi olurmuşum. zaten babamı zerre kadar sevmem, bu olaylar da üstüne gelince bazı günler ya ölmek istedim ya da onu öldürmek. ilk birkaç sınavda ufak tefek yalanlar söyledim notlarım hakkında. düzeltirim sandım. düzeltemedim. şimdi yalanlarımın ortaya çıkmasına bir hafta kaldı ve hiç bu kadar korkmamıştım hayatımda. buraya tekrar döneceğim.

C ile sene başında bir kişi daha bulduk, evimize üçüncü kişi olarak. A diyelim ona da. en başlarda iyi anlaştık ama ben içine kapanık bir insan olduğum için bir yerden sonra bana katlanamadılar. hakları vardı. sürekli kulaklığa bağımlı yaşıyor, odamdan pek çıkmıyordum. temizlik yapıldığında bile duymuyordum evde. oturup konuştuk, yaklaşık 3 ay kadar düzelttim davranışlarımı. sonrasında çok farklı olaylar yaşandı, bu sefer onlar ufak tefek şeyleri büyütüp alakasız konularda trip atmaya başladılar. bu noktada sorunun sadece davranışlarım olmadığını, değiştirmemi istedikleri şeyin komple kişiliğim olduğunu fark ettim. bunu yapabilecek bir noktada değildim zihinsel olarak. daha da içime kapandım, her şey daha da kötüye gitti.

bir ortama girince ortam gerilirse ne yaparsınız? birkaç espri yapıp gerginliği dağıtır, sonra da ne olup bittiğini anlamaya, çözmeye çalışırsınız. yani ben öyle yaparım. ilk birkaç sefer en azından. sıkıntı şu ki, yaptığım espriler, alttan almalar, olan biteni anlamayışım herkesi daha da gerdi. benimle aylarca konuşmadılar. sadece ufak hatalarımda pasif agresif davrandılar. ben de sonunda sinirlenip madem ben olunca ortam geriliyor, ben olmazsam gerilmez dedim ve tamamen odama kapandım. bu belki onları daha mutlu eder diye düşündüm, etmedi. her şey olabileceği en kötü noktayı gördü.

bir gün, yaklaşık 2 hafta önce temizliği kaçırdım yine. A'nın eli yandığı için geçen hafta yerleri ben süpürmüştüm, C bir şey yapmamıştı. elektrikli süpürge de kendi odalarını süpürdükten sonra bozulduğu için kulaklıktan dolayı el süpürgesinin sesini duymadım. vileda zaten çok gürültülü bir olay değil. çok sinirlenmişler o gün. ders çalışıyordum ben, finalim var 14'ünde, onunla uğraşıyordum. çünkü hayatımın sınavı gibi bu sınav. ygs gibi bir sınav düşünün final olarak, tüm seneyi kapsıyor. tüm seneyi de 9 komiteye bölün, her komitede 9-13 ders var. bu da en az birbirinden farklı 45-50 ders ediyor. notu da ortalamanın yüzde 40'ı. böyle işte. aşırı gergindim. A'nın eli soyulmuş tuvaletleri çamaşır suyuyla ovarken. cidden üzüldüm bunu duyduğuma. ama bir kez olsun madem duymuyor, gidelim kapısını çalalım demediler. odam koridorun ortasında. ulaşması zor değil kesinlikle. radyoaktif bir şey de saklamadığım için sorun olmaması gerekirdi. ama çok sinirlenmişler buna. ben de kafam rahat davranıyordum, C türkiye'ye döndüğünde tüm temizliği ben yapmıştım ve geçen hafta da süpürme işini ben yapmıştım. herhalde bir temizlik kaçırmam bu kadar olay olmamıştır demiştim.

ama yemek işlerimi onlardan ayırmam da sorunun bir parçası. ortamın gerilmesi paragrafında anlattığım sebeplerden dolayı yemeklere de gitmez oldum bir süre sonra. yapmaya yardım etmedim, yemedim, bulaşığını yıkamadım. arada çıkıp kendim yemekler yaptım, kendim yedim, onlara da ikram ettim, istemediler. arada sırf can sıkıntısından çıkıp onların bıraktığı bulaşığı yıkadım, onlara söylemedim yüzlerine vurmak gibi olmasın diye. kendi malzemelerimi kendim aldım ama ortak alışverişte de payımı ödedim. ödediğim malzemeyi kullanmadım. yine de sinirlenmişler. aslında iki hafta boyunca odamda da bir şey yemedim, iki günde bir birer lokma ekmek yemişimdir belki. major depresyon yaşayanlar bilir, bazen hayvan gibi yiyorsunuz, bazen hiç yemiyorsunuz. o iki hafta ne acıktığımı fark ettim, ne susadığımı. çişim kahverengiye dönünce su içmeye zorluyordum kendimi. günde maksimum yarım litre.

C geçen sene ev arkadaşlarıyla kavga ettikten sonra hastayken bir kere bile gelip nasılsın demediklerini söylemişti. ne olursa olsun insanlık namına yapılır değil mi? daha ikinci konuşmamızdan birkaç gün sonrasında hayvan gibi hasta oldum, bir taraflarımdan öksürdüm en az iki hafta. kimse kapımı çalmadı, kimse koridorda denk geldiğinde iyi misin demedi. 4 senedir kimse bir kere bile benimle hastaneye gelmedi. ben hepsi için en az birer kere gitmişimdir. yine lafını yapmadım. ölürsem belki tüm stres sıkıntıdan kurtulurum dedim, grip bronşite çevirir, oradan da zatürreye giderim diye dualar ettim. bronşitte kaldım. birkaç nurofen aldım ailem üzülmesin diye ve lanet olsun bağışıklık sistemime, temizledi her şeyi.

Neyse işte, o hastalığın ilk haftasında fark ettim son konuşmada c'nin beni düşündüğü için yaptığını söylediği her şeyi aslında duygu sömürüsü olarak söylediğini. ailesi üzülmesin diye aramızın bozuk olduğundan bahsedemiyordu. apartmana rezil olmamak için a'nın bağırıp çağırmasına izin vermiyordu. hepsini daha önceden defalarca görmüştüm. 4 sene sonra, mezun olurken yanında tek arkadaşı kalmamıştı. okuldaki, evindeki, bölüm dışındaki tüm arkadaşlarını teker teker "silkelemişti". ben ise hep onun için bahaneler bulan aptal olmuştum. diğer tarafın ne sıkıntısı olduğunu görmek için tek şansım F ile kavgaları olmuştu, onda da ikisi için de bahaneler uydurmuştum. yine kendi aptallığım yani. ben de basitçe vazgeçtim. a ailesinin evine döndü yaz tatili için son kez. biz de c ile son bir kez konuştuk. bu sefer fark ediyordum neler olup bittiğini. objektif olarak bakınca ben ne kadar haksızsam o da o kadar haksızdı. sadece hafızası benden daha kuvvetliydi, yaşadığı kötü şeyleri benim gibi alttan alıp unutmuyordu. pat pat sayabiliyordu. ben ise unuturdum, kimsenin yüzüne vurmazdım, altında eğilirdim böyle şeylerin. bu son konuşmada çok da umursayamadım açıkçası. odamdan çıktığımda çok tatsız şeyler yaşadığını öğrendim ama ben de kendi payıma düşen tatsızlıkları yaşıyordum ama konumuzla alakası olmadığı için gündeme getirmiyordum. yeri ve zamanı o değildi çünkü. evden çıkacağımı söyledim. o da mezun oluyordu, seneye burada olur mu olmaz mı belli değildi.

yeni ev aramaya başladım. kısa bir umutsuzluktan sonra birkaç olasılık buldum ama bu sefer de farklı şeylerden suçluluk duymaya başladım. eğer sınıfta kalırsam babam okuldan alırdı beni ve boşuna para ödemiş olurdu bu eve. öte yandan eğer evden kaçıp işe girmek istersem kalacak yerim olurdu ve bir altı ay hiç olmazsa, çalışıp para kazanma imkanı bulurdum kira ödemek zorunda kalmadan. ama o zaman da ailemi dolandırmış olurdum. babam kirayı ödememeye karar verseydi birlikte eve gireceğim yabancılara karşı mahçup olacaktım. o kadar konuşulup anlaşıldı sonuçta her şey.

13-14'ünde ev sözleşmesi yapalım diye konuşuldu, babama o şekilde haber verdim. parayı ona göre yatıracaklardı ve ben ona göre çekecektim. ev sahibi sorun çıkardı bu sefer. daha erken yapılsın istedi sözleşme. babamı ikna etmek zorunda kaldım. çok zor olmadı ama bu demek ki eğer kalırsam, ki yüzde doksan kalacağım, her şey benim için daha kötü olacak.

şimdi gelelim buraya daha sonra geleceğim dediğim yere. bir hafta içinde final sınavına gireceğim. çok yüksek ihtimalle kalacağım çünkü yapamıyorum. millet zorla tıp okutulmak için kolunu bacağını verir, ben şımarık bir çocuk gibi aptal aptal vakit öldürüyorum. çalıştığım yerler, ilgi duyduğum nadir kısımlar geçmeme yetmiyor. her geçen gün daha çok aptal gibi hissediyorum kendimi.

para kazanayım bari boş duracağıma dedim. en büyük yeteneğim resim yapmak, cidden iyiyim bu konuda. portre çizip satayım dedim. o da çok ilgi görmedi. toplamda 100 lira civarı bir şey kazandım dört haftada. bir logo tasarım yarışması vardı, katılayım dedim. para ödülü vardı. logo tasarım ve portrenin ne kadar farklı alanlar olduğunu fark edip elim boş çıktım. tıp kitaplarımı satayım, tüm notlarım online olarak elimde zaten dedim. okulu bırakırsam ağırlık etmezler hiç olmazsa. ama elim gitmedi, satamadım.

babamla aram iyi değil derken espri yapmıyorum. altı yaşımdan beri kaç kere evden kovuldum. ne zaman 3 dakikadan fazla konuşsak hakaretler yağdırmaya başlar. üniversite tercihlerimin 18 tanesini o yaptı, toplamda 21 tercih yapmama izin verdi. hepsi tıptı. iki tanesi hariç, istediğim bölümün yüzde yüz burslusu ve yüzde elli burslusu. yüzde yüzü 1.5 puanla kaçırdım ve ortalarında en istemediğim yer olan okula yerleştim. kaderin hareket çekişini o günden görmeye başlamıştım zaten. kalmama izin yoktu. zorla yazdırdığı özel üniversitede her sene ödeme yaparken küfürler aşağılamalarda bulundu. bırakırsam ortada kalırdım, evlendirirdi, apartmana temizlikçi yapardı ve karın tokluğuna çalıştırırdı. yapar da. hatta muhtemelen yapacak.

major depresyon etkilerini hissetmeye başladığımda liseye yeni başlamıştım. şimdi üniversitede dördüncü yılım ve hayatım hiç bu kadar kötü olmadı. nefret ettiğim bir ülkecikte(kktc), ücretli olduğu için nefret ettiğim bir okulun zorla okuduğum bir bölümünde dördüncü yılımdayım. çok değer verdiğim birçok arkadaşım mezun oluyor bu sene. kalan birkaç tane cidden yakın olduğum insan var ama onlar da sona yaklaşıyor. eve dönmektense, babamın emriyle hayatıma devam etmektense ölmenin hayallerini kuruyorum.

hem aile hem ev arkadaşı streslerim üst üste gelince o kadar uzun süredir stresliyim ki bu sene hiçbir pozitif şey hissedemiyorum. kız arkadaşım uzakta ve yine de destek olmaya çalışıyor ama artık onu da sevemiyorum. minnettarım hala benimle uğraştığı için ama sevgiye yer kalmadı içimde. çok suçlu hissediyorum kendimi. bunu hak edecek pek bir şey yapmadı ve kendi sorunlarının arasında bana onca vakit ayırıyor. ama sadece ona karşı değil, kendime, aileme, arkadaşlarımın çoğuna karşı da sevgi hissedemiyorum. yer yok. kafamın içinde sadece stres, pişmanlık, suçluluk ve öfke var. neye elimi atsam tüketiyorum.

dedim ya, ölmenin hayallerini kuruyorum diye. sabahlara kadar uyuyamıyorum. uyusam da kabuslarla uyanıyorum. bazen uyuyunca günlerce uyuyorum. ama hep kabuslar var. eskiden de vardı ama şu sıralar başka bir şey yok. bazen bir binadan aşağı atıyorum kendimi, boynumun kırılışını, kemiklerin çatırtısını ve kasların kopuşunu hissediyorum. bazen boğuluyorum, boğazım sıkılıyor. bazen ciğerlerim tuzlu suyla yanıyor. bazen türkiye'ye dönmüş, evde köşe bucak babamın astsubaylık zamanından kalma silahını arıyorum. bazen hangi açıyla kendimi vursam en az acıyı çekerim diyorum elimde kalan tıp bilgimle. bazen de banyoda suyun kırmızıya bulanışını görüyorum. ya boynum kırılmazsa? ya hemen ölmezsem? ya uzun süre acı çekersem? ya hayatta kalır da fonksiyonel olmaz, çevremdeki herkese daha fazla dert yaşatırsam?

uyandığımda genelde korkmuş ve ağlıyor oluyorum sessizce. ölmek istemiyorum ama yaşayacak azim de bulamıyorum kendimde. tek sıkıntım bunlar değil, bu anlattıklarım sadece bu sene yaşadığım şeylerin çok genişten alınmış bir özeti. detaya girsem destanlar yazarım belki.

psikiyatristlere gittim gizlice. ilaçlar kullandım, terapiler denedim. ilaçlar sadece ölecek hal bırakmıyor. terapist bildiğim şeyleri bana geri sayıyor.

kim bilir kaç tane vasiyet yazdım şimdiye kadar. hepsi değer verdiğim birkaç kişiye kısa bir mektupla başlıyor. tüm varlıklarımı kız kardeşime bırakmakla bitiyor. çok bir şeyim yok zaten, bir laptop bir telefon, biraz eski giysi ve çizim yaptığım defterler var. e-nabız'dan organ bağışına gönüllü kutucuğunu dolduruyorum, ne kullanabiliyorlarsa alsınlar. benim işime yaramadı, belki başkaları kurtulur. kullanılamayanları da bir tıp fakültesine verebilirler, gömebilirler, yakabilirler. umrumda olacağını sanmıyorum.

bir haftam kaldı. bu cuma sınava gireceğim, sonrasında eve döneceğim. anında açıklayacaklar notları biliyorum. sonrasında bütünlemeye girmeye vaktim olmayacak. yalanlarım ortaya çıkacak. kavga kıyamet. boşuna ev kirası verdik diyecek babam. dört senedir boşuna onca para dökmüşüm diyecek. ben yaşarsam da her şey kardeşim için daha kötü olacak. seneye yazın o da üniversiteye geçmiş olacak. benim başarısızlıklarımı, yarattığım tüm hayal kırıklıklarının acısını ondan çıkarmaya çalışacaklar.

bunca sene beni tek hayatta tutan belki mezun olabilirsem kardeşime ekonomik destek sağlarım, o da istediği şeyi okur, istediği hayatı yaşar oldu. ama onu bile beceremedim. belki ölürken bir şekilde babamı da benimle götürsem annem tek başına ona yardımcı olabilirdi. babamdan kalan miras ve maaşı da kardeşim alırdı, bana hiç bölünmezse çok rahat ederlerdi. ama o yürek de yok işte bende. olsa şimdiye kadar kaç kere olmuş bitmişti belki.

dediğim gibi, bir haftam kaldı. sonrasında dönüyorum. babam geçen gün dedi ki "kızım, babam öldüğünde ben senin yaşındaydım. artık kendi kararlarını verebilirsin. kendi hayatının yönünü çizebilirsin." bahsettiği gerçekten kendi hayatımı yönlendirmekte özgür olmak değildi. içinde yaşayabileceğim en ucuz evi seçmemi istiyordu benden. sınava kadar gönlümü hoş tutmaya çalışıyordu. belki kavga etmezsek geçerim diye. söyleyemedim keşke ben de babamın öldüğü yaşta olsam diye dua ettiğimi. şu yaşıma kadar bana ve aileme çektirmediği o kadar az şey kaldı ki. keşke babamın öldüğü yaşta olsam, sonunda bir kereliğine özgür hissetsem. bir sene çalışıp kardeşimle birlikte sınava girebilsem keşke. devlet üniversitesi kazansam, biyomedikal mühendisliği ya da grafik tasarım falan okusam. ya protez tasarımıyla uğraşsam ya da grafik tasarımla uğraşsam, bir yandan da bir yerlerde kasiyer olarak çalışıp paramı kazansam. annemin tek sorumluluğu kardeşime göz kulak olmak olsa. elimden avucumdan artanı onlara göndersem. işkence gibi de olsa istediğim hayatı yaşayabilsem keşke.

sözlük, ben o kadar yoruldum ki anlatmaya gücüm yetmiyor. altı yaşımdan beri evden kovulmaktan, bisiklet sürmeyi yağmur altında iki deliğin ortasından geçerek öğrenmekten (ayağımı yere koyarsam deliklerden birine iterdi), balıklama atlamayı boyum daha 80 santimken 1 metrelik iskeleden itile itile öğrenmekten (4 yaşımda, beton iskele, düşerken sırtımda çizikler oluşurdu iskeleye sürtününce, tuzlu suya düşerdim), dört dakika içinde valizimi toplayıp evi terketmeyi öğrenmekten, istendiği anda başka bir işle uğraştığımda bir şeyi anında yapamadığım için hakaretler yemekten, zorla bir şeyler okutulmaktan ve yapamadığım zaman aptal hissettirilmekten, elimizde her imkan olabilecekken bu imkanların sadece bizi mutsuz etmek için kullanılmasından, babamın kışladaki askerleri rahat etsin diye evden vantilatörler götürürken bize evde asker disipliniyle yetiştirmeye çalışmasından, kardeşimle kavga etmesinler de o rahat olsun diye her olayda rüzgarları üstüme çekmekten, bunlardan yorulduğumu belli edememekten, bırakmaya iznim olmamasından, her şeyden. çok yoruldum. bana o senin baban, öyle konuşma denmesinden çok yoruldum. 5-6 yaşlarımdan beri babamın anneme tecavüz ettiğini, dövdüğünü duymaktan, her gece kavga sesleriyle uyanıp korkudan ses çıkaramamaktan çok yoruldum. acaba kardeşim de duyuyor mudur, korkuyor mudur diye kahrolmaktan çok yoruldum. annemle babam boşandıktan sonra bile yeterince tehditten sonra yeniden evlenmeleri çok yordu. kendi evimde belli bir saatten sonra uyanık olduğum belli olmasın da kovulmayayım diye parmak uçlarında yürümekten çok yoruldum. çocukluğumdan beri kilolu olduğum için her türlü hakareti yemekten çok yoruldum. ortaokulda bir sınavdan 100 yerine 95 aldığım için dayak yemekten yoruldum. annemin her şey için suçluluk çekmesinden ve bu yüzden bunları ona anlatamamaktan çok yoruldum. her gün uyandığımda keşke ölümcül bir hastalığım olsa da kısa süreliğine de olsa kendi hayatımı yaşamam hoş görülse demekten yoruldum. hayatımın her anında, etrafımda ne kadar insan olursa olsun kendimi bir dert, yük gibi hissetmekten çok yoruldum.

intihar planları yaparken bile ev arkadaşlarım ya da kardeşim beni bulamasın, onlara öyle bir travma yaşatmayayım; kolayca kaldırılabileceğim bir yer olsun ki kimseye sırt ağrısı vermeyeyim; iç mekanda olmasın da kimse kan pislik temizlemek zorunda kalmasın, ilaç almayayım da karaciğerim bağışlanabilsin gibi şeyler hesaplıyorum. insanlara ölümümde bile en az ne kadar yük olurum diye hesaplar yapıyorum. 21 yaşında kefen parası biriktiren kaç insan tanıyorsunuz? ben gerçekten çok fazla yoruldum. beynim artık olması gerektiği gibi işleyemiyor. sağlıklı düşünce neydi, nasıl bir şeydi hayal meyal hatırlayabiliyorum. millete iş çıkarmayacağımı, annemi meraklandırıp kardeşimi depresif yapmayacağımı bilsem 15 yaşımda ölmüştüm. beklentiler beklentiler beklentiler beklentiler. yapamıyorum işte hiçbirini. en az bir sene uyumak istiyorum, belki o zaman kabus görmem geçer de rahat bir uyku çekerim. belki uyuyabilsem daha iyi hissederim.

iyi değilim.

yazıya ne amaçla başladım, nerede bitirdim. neyse. içimi dökecek çok yerim yok malesef. ağzım bir kere açılınca her şey çorap söküğüne dönüyor. işin kötüsü, bu kısa bir süre rahatlatsa da maksimum üç saat içinde yine boğulurken buluyorum kendimi. sadece ellerimi yormuş oluyorum.

neyse ya. neyse. valla. bitti sanırım. hayırlısı. önümüzdeki hafta göreceğiz ne olup bitecek.

edit: çok fazla bir şey değişmedi ancak eve dönmeden bir gün önce sınav sonucum açıklandı. geçtim. tüm derslerim ff olmasına rağmen neden ve nasıl geçtim bilmiyorum. sınavdan iki gün önce eski bir arkadaşım çıkmış sorular gönderdi, sınavda çoğunlukla onları yaptım. tamamen mucize eseri sınıf geçmiş oldum ancak bu neye yol açtı emin değilim. bu sene hastanede ders görmeye başlayacağım. madem kendi yolumu çizmedim, bari bu yolda düzgün iş yapayım da karşıma hasta olarak gelen insanları mağdur etmeyeyim diyorum. bu benim için motivasyon kaynağı olamadı ama malesef. hala bölümü sevemiyorum, hala başka bir fırsatım olsa (olan fırsatları kendim tepmeme rağmen) başka bir şey yapmayı düşlüyorum. bakalım nereye götürecek bu yol beni. aile ve arkadaşlarımla olan sorunlarım ise çözülmedi, tatlıya bağlanmadı. bağlanacak gibi şeyler de değil zaten, genelde benim ve onların kişilik yapılarının çatışmasından ortaya çıkan şeyler. gidebildiği yere kadar gidelim, ne diyeyim.
Bir bayram tatili ne kadar boş geçirilebilecekse ondan daha boş bir bayram tatili geçirdim .
Dün akşam oğluma biraz pilav ile bir köfte ayırmıştım bugün öğle yemeğinde yemesi için. Isıtmak için ocağa koydum sonra oğlum benim ayakkabımı almış yüzüne sürmüş ayakkabının tabanının şekli olduğu gibi yüzünde çıkmış. Şu halini fotoğraflayıp watsapp' tan anneme atayım dedim o da dönerek kaçmaya başladı. Sonra oyuna daldık . Yanık kokusu gelmeye başladı. Minik çelik tenceresi çayır çayır yanmış.
Hiç yapmazdım böyle bir hata. O yanık kokusu yine çocukluğuma götürdü beni. Annem yan eve altın gününe gitmişti. Bende 4.5 - 5 yaşında falanım. Okula gitmiyorum henüz oradan yaş tahmini yapmam kolay oluyor. Ben o güne bizzat gitmek istememiştim . Gün travması yaşamıştım çünkü. Nazar var bu çocukta deyip deyip kurşun döken bir teyze getirmişlerdi . Teyze kurşunu tam dökecekken annem tepsi tutmadıklarını farkedip kaplan gibi üzerime atlamiş beni kurşun asker olmaktan kurtarmıştı.neyse işte gitmedim güne. Karnım acıktı. Küçük bir tava vardı. Margarin koydum. Bir yumurta kırdım. Bu arada ocak yoktu o zaman. Sandalyeyi bangoya ( mutfak tezgahina öyle deriz biz izmirliler) dayadım , çıktım üstüne. Kibritle yaktım. Tüpü çok açmışım. Yumurta 1 dakikada yandı. Kapadım tüpü. Aldım tavayı yan eve gittim. Annem bir bakabilir mi dedim olayi anladı. Tüpü kapattın mi kapattim. Iceri aldılar beni hemen bir gün tabaği. Oh mis.
Işte ben de şimdi tencereyi yakinca kendime hemen bir ceza verip 2 cesit yemek yaptım. Hey gidi hey!
Koydum totosuna gidiyor sözlük. Peeehh...
doğru düzgün elim ekmek tutmadı, aldığım sertifikalar ve diploma süs niyetine duruyor şimdilik. kpss'ye de girdim olmadı. özelde çalıştım ayak uyduramadım. aileme yük oluyor muyum, olmuyorsun diyorlar ama ben oluyor gibi hissediyorum. sigaram yok, içkim yok. çok arkadaş çevremde yok. anneye babaya düşkün biriyim. kararlarıma karışmasalar da ister istemez ben mahçup hissediyorum kendimi, yük oluyorum gibi geliyor işte. ama umudumu yitirmedim. allah kimseyi rızıksız yaratmaz derler. doğru da derler. gelişmeler, çıkmazlıklar, aile hayatı, iş, aşk, genel yaşam falan derken sorarsanız vicdanım rahat mı diye. rahat. ama bu rahatlık sadece kendi çabamla olan bir rahatlık değil. hakkını asla ödemeyeceğim kişilerin verdiği rahatlık. onlarda sayılı zaten. bu rahatlık derken, böyle devam edecek diye değil yanlış anlaşılmasın. umudunu yitirmeme rahatlığı. ve son bir şey. insan gerçekten kendini doğru ifade edince çok rahatlıyor. acayip hemde. o ifade büsbütünüyle doğru olunca hele ki.
görücü usulü evlenmeye karar verdim. sevgili ayağına takılan kızların nelerle muhattap olduğunu düşününce en mantıklısı gibi geldi bana. yıllarca instagram dm'sinde en az 10 erkekle konuşan bir kızla gelecek düşünen de beyin yoktur amk.
Seni tanımadan önce mutlu değildim ama mutsuz da değildim. Girdiği yükler altında nefessiz kalmış biriydim. Sen geldin beni çıkardın ve ben tekrar nefes aldım ama şimdi o kadar boğuluyorum ki zorla aldığım nefesleri özlüyorum. Yavas yavaş eriyorum. Ne sensiz yapabiliyorum ne de seninle.
tatile girdim, götü devirdim yatıyorum. halbuki yapmayı düşündüğüm çokça şey vardı.

yine hedeflerime sadık kalmadığım o dönemlerden birindeyim. anlık hazzı mutluluğa tercih etme salaklığından hiçbir zaman vazgeçmeyeceğim.
Sen şu an gönül rahatlığıyla uyuyamıyorsundur değil mi?
"""Ben uyuyamıyorum da çünkü."""
Hayır hiçbir şey de yok ortada...
Ben neden böyleyim.*
Yapamadım, yapabilenleri çok kıskanıyorum
Bazen diyorum bugun var yarın yok, koy nefretini bir kenara. En azından sadece saygı ve biraz sevgi duy daha fazlası değil. Ama insanın içinden bunu bile alıp götürüyorsun sen. Neden böyle oldu ki? Hep sorduğum, hep sorguladığım ama asla cevap bulamadığım sorulardan biri.
Sınava 4 gün kaldı. idrak edemiyorum hala.
biri üstüme bütlere çalışma isteği atsın. lan gerçi birinin vizesi 20 birinin 32. çalışsam nolcak.

senden nefret ediyorum otomata teorisi.
Yatmadan önce mutlaka banyo yapar oğlum.
Küveti doldurdum. Girdi. Pat diye kapattı duşakabinin kapılarını. Ahizeyi aldı ohoo duşakabinin kapılarına tutuyor yıkaniyormuş beyzadem. Bir tek kendisini yıkamıyor ama emin olun. Arada zorla kapıyı açıyorum kızıp üzerime su tutuyor.
Saçını şampuanlıyorum aradan,jel sürüyorum. Hemen kapıyı kapatıyor. Şampuanlı bir biçimde 10 dakika durdu öyle. Inadim inat dedi yani. Çeşmenin ayarıyla oynamaya çalışıyor bilmiyor allah' tan. Ben evde damacanadan su koyarken bile çok temkinliyim, öğrenemedi bir türlü nasıl su koyduğumu. Musluğu da öyle farkli yöne bakarken açıyorum hemen.
Sonra glok glok sesler geldi. Ne göreyim? Küvetteki suyu içiyor. Apar topar durulayıp çıkardım.

Eskiden çocuklarının her istediğini yapan ailelere gıcık oluyordum. Çocuklar parmağında oynatıyor diye kızıyordum hep ama o iş öyle değilmiş. inatlaşacak haliniz kalmıyor günün sonunda. Ama hiç 2 yaşından küçük olupta " defol git kendim yıkanacağım " şeklinde tripler atarak kapıları kapatan çocuk görmemiştim. Zekanin büyük kısmını anneden aldıkları için olay daha da vahim. Ben 4 yaşında gazete okuyordum çünkü . Bilincli bir ailem olsa şu an bir bilim insanıydım kesin. Bakalim ben nasıl başa çıkacağım oğlumla.
Geleceğe dair büyük bir umursamazlık içerisindeyim,hiçbir hedefim veya isteğim yok.Kendimden sıkıldım,nereye kadar böyle gidecek bilemiyorum altan.
çok da şeyapmamak lazım.
Çaresizlik, belirsizlik, sinir, stres, öfke, ne yapacağını bilememek, isteksizlik iyice iliklerime işledi..
Ruhen de yorgun hissediyorum bedenen de.
Gündelik normal hayatı özledim sözlük..
sözlüğü bırakmanın optimum süresi nasıl hesaplanır diye aklıma takılıyor.
yüz yaşıma geldim, hala ne istediğime, hangi yolun beni daha mutlu edeceğine karar veremiyorum. hayatta tek amacının mutlu olmak olduğuna canı gönülden inanan bir insan olarak, 'elalem ne der'i ya da 'ama bu hayatım için mantıklı bir adım mı' kısmını nasıl midem ağrıyacak kadar çok düşünebiliyorum, akıl alır gibi değil.

bu düşünce şeklinin en kötü yanı da, hangi yola gidersem gideyim, diğer yolun daha güzel olduğuna ve hata yaptığıma kendimi inandırıp üzülebiliyor oluşum. öf ben olmak ne zor, sıkıldım.
Maziye karıştı sevda yeminim
Bir anda unuttum seni eminim
Kalbimden kalbine yok bile kinim
Şimdi sen de benim icin herkes gibisin.

Herkes gibi olmayın. Birilerinin hayatına güzel bir tebessüm bırakacak kadar güzel yürekli olun
nik altını kapatan yazarlara yıllardır ayar olur fırsat bulduğum anda yerleştirme yaparım. ablamız gece gündüz sevişmiş sevgilisi gitmiş ona üzülmüş falan filan ülke böyle zibidi tiplerin yüzünden ilerlemedi.

ahanda belgesi nik altını kapatırsan buradan yazarım.

birazdan siler bunu (#41678197)
Gündemdeki Haberler
güncel Önemli Başlıklar