bugün

"bir tanrı yapıştı saçlarıma köklerinden.
mavi voltlarında cızırdadım bir çöl peygamberi gibi.
kertenkele göz kapağı misali gözden kayboldu geceler.
çıplak beyaz günlerden bir dünya gölgeliksiz göz oyuğunda.
mıhladı beni bu ağaca leşcil can sıkıntısı.
yerimde olsaydı, yaptığımı yapardı."
--spoiler--
“I act and react, and suddenly I wonder, ‘Where is the girl that I was last year? Two years ago? What would she think of me now?”
--spoiler--

gibi harika sözlere imza atmış yazar.
Bok gibi sözleri sırf ingilizce diye bize satmaya çalışanları göstermiştir.
Tabi daha çok kendini satma çabasıdır o.
arkadaşı jillian becker, son günlerini bbc'ye anlatmış...
http://www.bbc.co.uk/turk...130211_sylvia_plath.shtml
" bana fikrimi sormadan beni var eden bu doğayı ve tanrıyı yok edemediğim için sadece kendimi yok ediyorum."
"bir güneş batışıdır kan
hayranım ona
dirseklerime kadar kan içindeyim, kırmızı ve viyaklayan
hala sızar bana doğru, tükenmiş değildir kan
öyle büyülü ki
mühürleyip kapatmam gereken
sıcak bir pınardır ve doldurmalıyım"
"o karanlık adamsın tastamam
seni gömdüklerinde on yaşındaydım
yirmisindeyken ölmeye çalıştım
ve geri dönmeye, geriye, sana dönmeye
yapabilir diye düşündüm kemikler bile"
"tıpkı, çok eski bir ayinde söylendiği gibi; sevilecek tek şey, korkunun kendisidir. korkunun sevgisi bilgeliğin başlangıcıdır."
“Umarsızlığa kapılıp avuntu gereksinimi uğruna onurumu hiçe saymamalıyım; içkide saklanmamalı,tuhaf adamlarla kendimi incitmemeliyim; güçsüz olmamalı,başkalarına için için nasıl kanadığımı, nasıl gün gün damlayıp biriktiğini, pıhtılaştığını söylememeliyim… Hala gencim.Yirmi üç buçuk yaş bile yaşamaya yeniden başlamak için geç değildir….”

Sylvia Plath
sevdiğim bir şair.

Bir kadın kadar kindarsın, fakat o denli ürkek değilsin der bir sözünde.
"insanlar büyüyecek, gözlerimizin önünde değişime uğrayacak zamanı buluyorlar."
"Garip, boğucu bir yazdı." diye başlar yazmış olduğu tek romanı Sırça Fanus. Aslında sadece buradan bile yola çıkarak Sylvia Plath'ın kişiliği hakkında az çok fikir sahibi olabilirsiniz. Hayatı daima zordu, 8 yaşında babasını kaybetmesi, annesini suçlaması, annesinin kendisi için yaptığı fedakarlıkların altında ezilmesi. Çok hırslıdır, başarı ve saygınlık onun için daima önemlidir. "En iyi" olma takıntısı vardı. Genel depresif hali tüm yazılarına ve şiirlerine hayat vermiştir.
Ne söylersem, sanki onu sığlaştırıp, yüzeyselleştirecekmişim gibi hissettiğim tek şair belki de. Çünkü o kadar derin ki...

Sırça Fanus'un ilk Türkçe basımı 1987 yılında yapılmış. Akabinde baskısı durmuş ve kitabı uzun sürelerce bulamamıştım.
Kasım 2013'de Kırmızı Kedi Kitap kitabın 50. yılına özel baskısı ile bizler ile yeniden buluşturdu.
Bunu Günlükler ve Ariel ve Seçme Şiirler izlemiştir. Kırmızı Kedi Kitap'a da bu aracılıkla teşekkür etmiş olalım.
"gümüştenim ve hatasızım
önyargısızım
gördüğümü anında yutarım
olduğum gibiyim
sevgiyle ya da sevgisizlikle puslanmadım"
"bütün olası şekillerde öldürmeliydim kendimi o zaman
şimdi bu peçeler var, titrekçe ışıldarlar perdeler gibi"
"ve ölür gibi görünür, böylece dönüşür
pus berraklığa şafak denizinde
yarı inanmaya doğru"
"Eğer iki karşıt şeyi aynı anda istemek nörotiklikse ben tepeden tırnağa nörotikim. Yaşamımın geri kalan kısmını karşıt şeylerin birinden öbürüne uçmakla geçireceğim".. -Sylvia Plath-
nerde dengesiz, sapıtık, manyak bi kız tanıdıysam hepsinin ortak noktası olmuş dişi kişi.
Kendisiyle kendimi çokça benzettiğim 20.yüzyılın en iyi yazar, şairlerindendir. Bu bakımdan nickimde de bizzat kendi ismini kullanmışımdır. Hayatı boyunca manik-depresifliklr uğraşmış ve yaşamının her 10yılında bir intihara kalkışmış, sanıyorum ki 3. denemesinde bu eylemini başarmıştır. Ölmeden önce uyuyan çocuklarına kurabiye pişirip onların odasının kapısını bantla kapattıktan sonra mutfak fırınının gazıyla intihar etmiştir.
Eserleri
şiir;
The Colossus (1960)
Ariel (1965)
Crossing the Water (1971)
Winter Trees (1972)
The Collected Poems (1981)
Düz yazı;
The Bell Jar (1963)
Letters Home (1975)
Johnny Panic and the Bible of Dreams (1977)
The Journals of Sylvia Plath (1982)
The Magic Mirror (1989)
The Unabridged Journals of Sylvia Plath
Çocuk kitapları;
The Red Book (1976)
The It-Doesn't-Matter-Suit (1996)
Collected Children's Stories (ingiltere, 2001)
Mrs. Cherry's Kitchen (2001)' dır.
Ayrıca hayatını anlatan (bkz: slyvia) isminde bir filmi vardır.
gwyneth paltrow' a benzerliğiyle dikkat çeken, zaten adını taşıyan filmde kendisini aynı ingiliz aktrisin canlandırdığı, yüreğe darbe indiren güçlü ve hüzünlü mısraların sahibi, ingiliz şair.
hayatının herhangi bir döneminde şair/yazar olmak istemiş hatun kişilerinin idolü olmuş şaire. bunda şiirlerinden ziyade sürdüğü yaşamın ve intiharının etkisi olduğunu düşünüyorum.

babasıyla sürekli sorunlar yaşamış, aralarındaki iletişimsizlik kendisini intihara sürüklemiştir. baba imgesini de şiirlerinde sıklıkla görürüz zaten. eşi ted hughesle yaşadığı problemler derken zaten manik depresif teşhisi konmuş plath, hayatına çocukları evdeyken mutfaktaki fırına kafasını sokarak son vermiştir. şu da 1950lerde geçirdiği ruhsal çöküntüden önce son güncesi:

“Bir öykü oku: Düşün. Yapabilirsin. Dahası, yapmalısın, uyku sırasında sürekli kaçmamalısın – ayrıntıları unutmamalısın – sorunları umursamazlık etmemelisin – kendinle dünya arasında ve bütün parlak zekalı neşeli kızlar arasında duvar çekmemelisin – : lütfen düşün – kurtul bundan. inan, sınırlı benliğinden daha yüce yararlı bir güce: Tanrım, tanrım, tanrım: Neredesin? Seni istiyorum, ihtiyacım var: Sana ve sevgiye ve insanlığa inanmaya. Böyle kaçmamalısın. Düşünmelisin.”

ayrıca şu dizeleri blogumun en görünür köşesindedir:

The blood jet is poetry,
There is no stopping it.
You hand me two children, two roses.
kendisine shakespeare okuyup, aşkla sevişen ted'in sonra nasıl bir orospu çocukluğuyla evine gelen misafirle bile sylvia'yı aldattığını,sürekli ondan şiirler yazmasını isteyip baskı kurduğunu, ama hala sylvia'nın ondan asla ayrılmadığı ve ted'in de onu terk etmemesini istediğini,ekseriyette bir de ondan 2 çocuk yapıp hala mutlu olmak istemesini ancak ve ancak manik depresife ve 9 yasında kaybettiği babasının eksikliğine koyabiliriz. hayatında 3 defa intihar girişiminde bulunmuş, mükemmeliyetçi bir ailede büyüyüp, cambridge gibi bir üniversiteden mezun olduktan sonra,aslında her zaman o rüyasında gördüğü diğer yarısını aradığını ve mutlu bir aileye sahip olmak isterken; aşkın,saplantının ve depresyonun pençesinden kurtulamayan bir kadın.kocasının sadakatsızlıgını bile kendi keybetme korkularına baglayıp, bir şeyden çok korkarsanız, onun gerçekleşmesini sağlarsınız diyip, bundan bile suçluluk duyan birisi.düşünüyorum da sylvia plath acaba envai çeşit antidepresanları kullansaydı günümüzde, yine de intihar eder miydi?
derin hüzünler ve mutsuzluklar yaşayan insanların nasıl hayata baglandığını ve ölmeyi dilemeklerini ya da girişimde bulunmadıklarını merak ediyorum. sylvia dayanamadı ve ölümü seçti.
bir çok hisseden gibi.
i know the bottom, she says
i know it with my great taproot:
it is what you fear
i do not fear it, i have been there.
Woody allen'ın annie hall filminde 'üniversiteli kız zihniyetinin romantik olarak algıladığı kadın yazar' olarak tanımladığı kadın şair.
Birden derdimin ne olduğunu anladım. Hiç deneyimim yoktu. Başımdan hiç aşk macerası geçmemişken, hiç çocuk doğurmamışken, ölen birini bile görmemişken, yaşam hakkında nasıl yazabilirdim?
Sylvia Plath - Sırça Fanus
Dünyaya tahammül edemeyip hayatına son veren güzel kadın. Hayatını inceleyen Nilgün Marmara'ya ilham kaynağı olmuştur intiharı. Sırça fanusunu anlattığı tek romanı aslında kendi hayatıdır.