Steve jobs un 2005 yılında Stanford mezunlarına yaptığı etkileyici konuşmanın metni.
http://www.youtube.com/watch?v=D1R-jKKp3NA bu adresten de seyredebilirsiniz

Siyah cübbenin altında kot pantalon ve sandaletleriyle Steve Jobs. Stanford Üniversitesi mezuniyet töreni. 12 Haziran 2005. Stanford Stadyumu; 4.662 mezun, 23.000 izleyici.

Bugün dünyanın en iyi üniversitelerinden birinin diploma töreninde sizlerle birlikte olmaktan onur duyuyorum. Ben üniversiteden hiç mezun olmadım. Doğruyu söylemek gerekirse, mezuniyete en yaklaştığım an da bu an!

Sizlere hayatımla ilgili üç hikaye anlatacağım. Hepsi bu. Büyütülecek birşey değil. Sadece üç hikaye.
ilki noktaları birleştirmekle ilgili.

ilk 6 aydan sonra Reed Üniversitesinde derslere girmeyi bıraktım, ancak gerçek anlamda okulu bırakana kadar bir 18 ay kadar daha okulda kaldım. Okulu neden bıraktım?

Olay ben doğmadan başlamıştı. Biyolojik annem genç, evlenmemiş bir üniversite mezunuydu ve beni evlatlık vermeye karar vermişti. Beni üniversite mezunu bir çiftin evlatlık almasını çok istiyordu, sonunda da bir avukat ve karısı tarafından alınmam için herşey hazırdı. Tek sorun, ben ortaya çıktıktan sonra, beni evlat edinecek çiftin esasında bir kız çocuğu istediklerini anlamış olmalarıydı. Bir gece yarısı, bekleme listesinde olan müstakbel aileme bir telefon geldi: Elimizde beklenmedik bir erkek bebek var, onu istiyor musunuz? . Onlar da tabii ki diye yanıtladılar. Biyolojik annem, annemin üniversiteyi, babamın ise liseyi bile bitirmemiş olduğunu öğrendiğinde evlatlık verme işlemini tamamlayacak son kağıtları imzalamayı reddetti. Ancak birkaç ay sonra, ailemin beni üniversiteye yollayacaklarına dair söz verdikten sonra ikna oldu.

Ve 17 sene sonra üniversiteye başladım ama saf bir şekilde neredeyse Stanford kadar pahalı bir okul seçtim, ve emekçi ailemin bütün birikimleri benim okul parama gidiyordu. Altı ay sonra, buna değmeyeceğini farkettim. Hayatımla ilgili ne yapmamgerektiği konusunda hiçbir fikrim yoktu ve üniversitenin de bunu bulmam için bana nasıl fayda sağlayacağını çözememiştim. Ve orada durmuş ailemin hayat boyu biriktirdiği parayı harcıyordum.. Sonuçta okulu bırakmaya ve herşeyin yoluna gireceğine inanmaya karar verdim. O zaman çok korkutucu gelmişti ama geriye dönüp baktığımda hayatımda verdiğim en iyi kararlardan biri olduğunu görüyorum. Okulu bıraktığım an, zorunlu fakat gereksiz olan ve ilgimi çekmeyen tüm dersleri almama gerek kalmamıştı. Böylece sadece bana ilginç gözüken derslere girebilecektim.

Bu aslında hiç de romantik bir durum değildi. Yurt odam olmadığından arkadaşlarımın odalarında yerde yatıyor, kola şişelerinin 5 sentlik depozitolarıyla yemek alıyor, her pazar akşamı güzel bir yemek yemek için 7 mil uzaktaki Hare Krishna kilisesine gidiyordum. Çok güzeldi. Merakım ve sezgilerim sayesinde içine düştüğüm çoğu şey daha sonra benim için paha biçilmez deneyimlere dönüştü.

Bir örnek vereyim: O zamanlar Reed Üniversitesi muhtemelen ülkedeki en iyi kaligrafi dersini veriyordu. Kampüsteki her poster, çekmecelerdeki her etiket, çok güzel şekilde elle kaligre edilmişti. Okulu bırakmış olduğum ve zorunlu dersleri almak zorunda olmadığım için kaligrafi dersi alıp nasıl yapıldığını öğrenmeye karar verdim. Serif ve san serif yazı karakterleri, değişik harf kombinasyonları arasındaki boşluğu ayarlama ve harika bir tipografiyi harika yapanın ne olduğu hakkında çok şey öğrendim. Çok güzeldi; tarihsel ve sanatsal olarak o kadar inceydi ki bilim hiçbir şekilde bunu yakalayamazdı ve ben bunu muhteşem buldum. Bunların hayatımda pratik bir uygulama bulma olasılığı yoktu. Ama on sene sonra, ilk Macintosh u tasarlarken, bir anda aklıma geliverdi. Bunların hepsini Mac te kullandık. Mac güzel bir tipografiye sahip ilk bilgisayardı.

Eğer o derse hiç girmemiş olsaydım, Mac hiç çok yönlü yazı karakterlerine veya boşlukları doğru orantıda kullanan fontlara sahip olmayacaktı. Windows da Mac ten kopyaladığına göre, hiçbir kişisel bilgisayarın bunlara sahip olmayacağı muhtemeldir. Okulu bırakmamış olsaydım, o kaligrafi dersine girmemiş olacaktım, ve kişisel bilgisayarlar şu an sahip oldukları o harika tipografiye sahip olamayabileceklerdi. Tabii ki üniversitedeyken noktaları ileriye bakarak birleştirmek imkansızdı. Fakat on sene sonra geriye dönüp baktığımda herşey çok ama çok berraktı.

Tekrar söylüyorum, noktaları ileriye bakarak birleştiremezsiniz; onları sadece geriye baktığınızda birleştirebilirsiniz. Noktaların gelecekte bir şekilde birleşeceğine inanmanız gerekiyor. Birşeye güvenmelisiniz - cesaretinize, kaderinize, hayata, karmaya, herhangi birşeye. Bu yaklaşım beni hiçbir zaman yolda bırakmadığı gibi hayatımı da bütünüyle değiştirdi.
ikinci hikayem sevgiyle ve kaybetmekle ilgili.

Hayatımın erken bir döneminde neyi sevdiğimi bulduğum için şanslıydım. Woz (Steve Wozniak) ve ben Apple‘ı 20 yaşındayken ailemin garajında kurduk. Çok yoğun çalıştık, ve 10 sene sonra Apple garajdaki iki kişiden, 4000 çalışanı olan 2 milyar dolarlık bir şirkete dönüşmüştü. En nadide ürünümüz Macintosh u piyasaya sürdüğümüzde ben 30 yaşına yeni basmıştım.

Ardından kovuldum.

Kendi kurduğunuz bir şirketten nasıl kovulabilirsiniz? Şöyle: Apple büyük bir şirket haline geldiği için biz de şirketi benimle birlikte yönetebilicek, yetenekli olduğuna inandığım birini işe aldık ve ilk sene işler iyi gitti. Fakat daha sonra, geleceğe yönelik görüşlerimiz farklılık göstermeye başladı ve bir noktada koptu. Bu noktada yönetim kurulumuz onun tarafında yer aldı. Sonuçta 30 yaşında dışarıda kalmıştım. Hem de herkesin gözü önünde. Hayatımın odak noktası olan şey bir anda yokolmuştu, bu büyük bir yıkımdı.

Birkaç ay ne yapacağımı bilemedim. Bir önceki girişimci nesli yüz üstü bırakmış, rütbe tam bana teslim edilirken onu elimden düşürmüş gibi hissetmiştim. Dave Packard ve Bob Noyce dan bu başarısızlığım için özür diledim. Fazla göz önünde olan bir başarısızlık sembolü olmuştum ve vadiden kaçmayı bile düşündüm. Fakat içimde bir şeyler uyanmaya başladı, yaptığım işi hala sevdiğimi farkettim. Apple da olanlar bunu en ufak şekilde değiştirememişti. Dışlanmıştım ama hala aşıktım. Ve yeniden başlamaya karar verdim.

O zaman farkına varmamıştım ama Apple dan kovulmak başıma gelebilecek en iyi şey olmuştu. Başarılı olmanın ağırlığı yeniden başlamanın hafifliğiyle yer değiştirmişti, hiçbir şey hakkında eskisi kadar emin değildim. Hayatımın en yaratıcı dönemine girmek üzere özgürleşmiştim.

Sonraki beş sene NeXT adında bir şirket kurdum, Pixar adında başka bir şirket, ve eşim olacak inanılmaz kadına aşık olmuştum. Pixar da dünyanın ilk bilgisayar animasyon filmi Toy Story‘yi yarattık ve şu an dünyanın en başarılı animasyon stüdyosuyuz. inanılmaz olaylar zincirinden sonra, Apple NeXT i satın aldı, ben Apple a döndüm ve Apple ın yenilenmesinin kalbinde NeXT te geliştirdiğimiz teknoloji yatıyor. Ve Laurence ile harika bir aile kurduk.

Apple dan kovulmamış olsaydım bunların hiçbirinin olmayacağından son derece eminim. Tadı çok kötü bir ilaçtı, ama sanırım hastanın da buna ihtiyacı vardı.

Bazen hayat kafanıza bir tuğlayla vurur. Sakın inancınızı kaybetmeyin.

Devam etmeme sebep olan şeyin yaptığım işe olan aşkım olduğuna ikna olmuş durumdayım. Neyi sevdiğinizi bulmanız gerek. Ve bu aşklarınız için geçerli olduğu gibi işiniz için de geçerlidir. işiniz hayatınızın büyük bir kısmını kaplayacak ve gerçek anlamda tatmin olmanın tek yolu harika bir iş olduğuna inandığınız şeyi yapmanızdır. Ve harika bir iş yapmanın tek yolu ise yaptığınızı sevmenizden geçer. Henüz bulamadıysanız, aramaya devam edin.

Durulmayın. Tüm gönül meseleleri gibi, onu bulduğunuz zaman anlayacaksınız. Ve her büyük ilişki gibi, seneler geçtikçe daha da güzelleşecek. Yani bulana kadar devam edin. Yılmayın.
Üçüncü hikayem ölüm hakkında.

On yedi yaşındayken, şöyle bir şey okumuştum:

Her gününü, hayatının son günüymüş gibi yaşarsan, günün birinde haklı çıkarsın.

Bu cümle beni çok etkilemişti ve o günden bu yana, yani 33 yıldır, her sabah aynaya bakıp, kendi kendime hep şunu sordum: Eğer bugün hayatının son günü olsaydı, bugün (normalde) yapacağın şeyleri yapmak ister miydim? Uzun süre art arda, Hayır, yanıtını verdiğimde, bir şeyleri değiştirmem gerektiğini anladım.

insanın kısa süre içinde öleceğini bilmesi, yaşantısına damga vuracak kararlar vermesi açısından büyük önem taşır. Çünkü her şey, tüm dış beklentiler, gururlar, küçük düşme ya da başarısızlık korkuları - tüm bunlar ölüm karşısında değerlerini yitirir, yalnızca ölümdür önemli olan.

Kaybedecek bir şeyler olduğu (tuzak) düşünceyi yok etmenin en iyi yolu insanın öleceğini hatırlamasıdır. Zaten çıplak ve savunmasızsın. Yüreğinin sesini dinlememen için hiçbir neden yok.

Bir yıl kadan önce bana kanser teşhisi kondu. Sabah 7:30 da girdiğim ultrasonda pankreastaki tümör bariz bir şekilde görünüyordu. Bense pankreasın ne olduğunu bile bilmiyordum. Doktorlar bu tip bir kanserin tedavisinin neredeyse imkansız olduğunu ve üç ila altı aydan fazla yaşamayı beklemememi söylediler. Bu, çocuklarınıza ilerideki 10 yıl içinde söyleyeceklerinizi birkaç ay içinde söylemeye çalışmak demekti. Bu, aileniz rahatı için gerekli herşeyin kısa zamanda yapılması demekti. Bu veda etmek demekti.

Bütün gün o teşhisle yaşadım. Akşama doğru biyopsi yapıldı, boğazımdan bir endoskop soktular, mide ve bağırsaklarımdan geçerek bir iğneyle pankreasımdaki tümörden birkaç hücre aldılar. Ben narkozla uyutulmuştum, fakat eşimin söylediğine göre doktorlar alınan hücreleri mikroskobun altına koyduklarında sevinç çığlıkları attığını söyledi. Benim kanserim ameliyatla tedavi edilebilecek bir türdenmiş. Ameliyat oldum ve şimdi iyileştim.

Beni ölüme en çok yaklaştıran olay budur ve umarım uzun yıllar boyunca bir daha bu denli yaklaşmam. Bu deneyimi yaşamış biri olarak diyebilirim ki ölüm faydalı fakat sadece entelektüel bir kavramdır.

Hiç kimse ölmek istemez. Cennete gitmek isteyenler bile, oraya gitmek uğruna ölümü göze almak istemezler. Oysa ölüm hepimizin ortak sonu. Şimdiye dek hiç kimse ölümden kaçamamıştır. Bunun böyle de olması gerekir, çünkü ölüm hayatın en güzel icatlarından birisi. Hayat ın değişim ajanı. Yenilere yer açmak için, eskilerden kurtulmanın tek çaresi. Şu an için yeni sizsiniz, ama günün birinde, üstelik pek yakında siz de eskiyecek ve aradan çıkarılacaksınız. Bu kadar acımasız olduğum için üzgünüm, ama gerçek bu.

Zamanınız kısıtlı, bu yüzden başkalarının hayatını yaşayarak onu harcamayın. Başkalarının düşüncelerinin sonuçlarıyla yaşama dogmasına takılıp kalmayın. Başka insanların fikirlerinin gürültüsünün kendi kalbinizin sesini duymanızı engellemesine izin vermeyin. Ve en önemlisi kalbinizin ve sezgilerinizin yolundan gidecek cesarete sahip olun. Kalbiniz ve sezgileriniz ne yapmak istediğinizi bilirler. Bunun dışındaki herşey ikinci planda.

Gençliğimde, bizim neslin kutsal dergilerinden biri sayılan, The Whole Earth Catalog adında inanılmaz bir yayın vardı. Menlo Park yakınlarında yaşayan Steward Brand adında biri tarafından şiirsel bir tarzla kaleme alınmıştı. Size anlattığım bu olay, 1960 lardan kalma, masa üstü bilgisayarlardan ve bilgisayar destekli yayınlardan önce, yani bu dergi daktilolar, makaslar ve polaroid kameraların yardımıyla yapılmıştı. Google ortaya çıkmadan 35 yıl önce, dergi formatında bir Google gibiydi: idealistti, anlaşılır bilgiler ve harika görüşlerle doluydu.

Stewart ve ekibi bunun birçok baskısını yayımladılar ve dergi miyadını doldurduğunda son bir baskı yaptılar. 1970 lerin ortalarıydı, o zamanlar sizin yaşlarınızdaydım. Son baskının arka kapağında, sabahın erken saatlerinde çekilmiş bir yol fotoğrafı vardı, hani her maceracının kendini otostop çekerken bulabileceği yollardan biri.

Fotoğrafın altında şu sözler yer alıyordu: Aç Kalın, Budala Kalın (Stay Hungry. Stay Foolish). Aramızdan ayrılırken bize verdikleri veda mesajları buydu. Aç Kalın, Budala Kalın. Kendim için hep bunu diledim. Ve şimdi, sizin için de aynı dilekte bulunuyorum:

Aç Kalın, Budala Kalın.

Hepinize çok teşekkür ederim.

Steve Jobs.
sıklıkla 70'lerde kullanılan ve steve jobs'un bir mezuniyet töreninde yaptığı konuşmasının sonunda kullandığı cümle.

aç kal, budala kal.
konuşmanın tam metni:

I am honored to be with you today at your commencement from one of the finest universities in the world. I never graduated from college. Truth be told, this is the closest I've ever gotten to a college graduation. Today I want to tell you three stories from my life. That's it. No big deal. Just three stories.

The first story is about connecting the dots.

I dropped out of Reed College after the first 6 months, but then stayed around as a drop-in for another 18 months or so before I really quit. So why did I drop out?

It started before I was born. My biological mother was a young, unwed college graduate student, and she decided to put me up for adoption. She felt very strongly that I should be adopted by college graduates, so everything was all set for me to be adopted at birth by a lawyer and his wife. Except that when I popped out they decided at the last minute that they really wanted a girl. So my parents, who were on a waiting list, got a call in the middle of the night asking: "We have an unexpected baby boy; do you want him?" They said: "Of course." My biological mother later found out that my mother had never graduated from college and that my father had never graduated from high school. She refused to sign the final adoption papers. She only relented a few months later when my parents promised that I would someday go to college.

And 17 years later I did go to college. But I naively chose a college that was almost as expensive as Stanford, and all of my working-class parents' savings were being spent on my college tuition. After six months, I couldn't see the value in it. I had no idea what I wanted to do with my life and no idea how college was going to help me figure it out. And here I was spending all of the money my parents had saved their entire life. So I decided to drop out and trust that it would all work out OK. It was pretty scary at the time, but looking back it was one of the best decisions I ever made. The minute I dropped out I could stop taking the required classes that didn't interest me, and begin dropping in on the ones that looked interesting.

It wasn't all romantic. I didn't have a dorm room, so I slept on the floor in friends' rooms, I returned coke bottles for the 5¢ deposits to buy food with, and I would walk the 7 miles across town every Sunday night to get one good meal a week at the Hare Krishna temple. I loved it. And much of what I stumbled into by following my curiosity and intuition turned out to be priceless later on. Let me give you one example:

Reed College at that time offered perhaps the best calligraphy instruction in the country. Throughout the campus every poster, every label on every drawer, was beautifully hand calligraphed. Because I had dropped out and didn't have to take the normal classes, I decided to take a calligraphy class to learn how to do this. I learned about serif and san serif typefaces, about varying the amount of space between different letter combinations, about what makes great typography great. It was beautiful, historical, artistically subtle in a way that science can't capture, and I found it fascinating.

None of this had even a hope of any practical application in my life. But ten years later, when we were designing the first Macintosh computer, it all came back to me. And we designed it all into the Mac. It was the first computer with beautiful typography. If I had never dropped in on that single course in college, the Mac would have never had multiple typefaces or proportionally spaced fonts. And since Windows just copied the Mac, its likely that no personal computer would have them. If I had never dropped out, I would have never dropped in on this calligraphy class, and personal computers might not have the wonderful typography that they do. Of course it was impossible to connect the dots looking forward when I was in college. But it was very, very clear looking backwards ten years later.

Again, you can't connect the dots looking forward; you can only connect them looking backwards. So you have to trust that the dots will somehow connect in your future. You have to trust in something — your gut, destiny, life, karma, whatever. This approach has never let me down, and it has made all the difference in my life.

My second story is about love and loss.

I was lucky — I found what I loved to do early in life. Woz and I started Apple in my parents garage when I was 20. We worked hard, and in 10 years Apple had grown from just the two of us in a garage into a $2 billion company with over 4000 employees. We had just released our finest creation — the Macintosh — a year earlier, and I had just turned 30. And then I got fired. How can you get fired from a company you started? Well, as Apple grew we hired someone who I thought was very talented to run the company with me, and for the first year or so things went well. But then our visions of the future began to diverge and eventually we had a falling out. When we did, our Board of Directors sided with him. So at 30 I was out. And very publicly out. What had been the focus of my entire adult life was gone, and it was devastating.

I really didn't know what to do for a few months. I felt that I had let the previous generation of entrepreneurs down - that I had dropped the baton as it was being passed to me. I met with David Packard and Bob Noyce and tried to apologize for screwing up so badly. I was a very public failure, and I even thought about running away from the valley. But something slowly began to dawn on me — I still loved what I did. The turn of events at Apple had not changed that one bit. I had been rejected, but I was still in love. And so I decided to start over.

I didn't see it then, but it turned out that getting fired from Apple was the best thing that could have ever happened to me. The heaviness of being successful was replaced by the lightness of being a beginner again, less sure about everything. It freed me to enter one of the most creative periods of my life.

During the next five years, I started a company named NeXT, another company named Pixar, and fell in love with an amazing woman who would become my wife. Pixar went on to create the worlds first computer animated feature film, Toy Story, and is now the most successful animation studio in the world. In a remarkable turn of events, Apple bought NeXT, I returned to Apple, and the technology we developed at NeXT is at the heart of Apple's current renaissance. And Laurene and I have a wonderful family together.

I'm pretty sure none of this would have happened if I hadn't been fired from Apple. It was awful tasting medicine, but I guess the patient needed it. Sometimes life hits you in the head with a brick. Don't lose faith. I'm convinced that the only thing that kept me going was that I loved what I did. You've got to find what you love. And that is as true for your work as it is for your lovers. Your work is going to fill a large part of your life, and the only way to be truly satisfied is to do what you believe is great work. And the only way to do great work is to love what you do. If you haven't found it yet, keep looking. Don't settle. As with all matters of the heart, you'll know when you find it. And, like any great relationship, it just gets better and better as the years roll on. So keep looking until you find it. Don't settle.

My third story is about death.

When I was 17, I read a quote that went something like: "If you live each day as if it was your last, someday you'll most certainly be right." It made an impression on me, and since then, for the past 33 years, I have looked in the mirror every morning and asked myself: "If today were the last day of my life, would I want to do what I am about to do today?" And whenever the answer has been "No" for too many days in a row, I know I need to change something.

Remembering that I'll be dead soon is the most important tool I've ever encountered to help me make the big choices in life. Because almost everything — all external expectations, all pride, all fear of embarrassment or failure - these things just fall away in the face of death, leaving only what is truly important. Remembering that you are going to die is the best way I know to avoid the trap of thinking you have something to lose. You are already naked. There is no reason not to follow your heart.

About a year ago I was diagnosed with cancer. I had a scan at 7:30 in the morning, and it clearly showed a tumor on my pancreas. I didn't even know what a pancreas was. The doctors told me this was almost certainly a type of cancer that is incurable, and that I should expect to live no longer than three to six months. My doctor advised me to go home and get my affairs in order, which is doctor's code for prepare to die. It means to try to tell your kids everything you thought you'd have the next 10 years to tell them in just a few months. It means to make sure everything is buttoned up so that it will be as easy as possible for your family. It means to say your goodbyes.
I lived with that diagnosis all day. Later that evening I had a biopsy, where they stuck an endoscope down my throat, through my stomach and into my intestines, put a needle into my pancreas and got a few cells from the tumor. I was sedated, but my wife, who was there, told me that when they viewed the cells under a microscope the doctors started crying because it turned out to be a very rare form of pancreatic cancer that is curable with surgery. I had the surgery and I'm fine now.

This was the closest I've been to facing death, and I hope its the closest I get for a few more decades. Having lived through it, I can now say this to you with a bit more certainty than when death was a useful but purely intellectual concept:

No one wants to die. Even people who want to go to heaven don't want to die to get there. And yet death is the destination we all share. No one has ever escaped it. And that is as it should be, because Death is very likely the single best invention of Life. It is Life's change agent. It clears out the old to make way for the new. Right now the new is you, but someday not too long from now, you will gradually become the old and be cleared away. Sorry to be so dramatic, but it is quite true.

Your time is limited, so don't waste it living someone else's life. Don't be trapped by dogma — which is living with the results of other people's thinking. Don't let the noise of others' opinions drown out your own inner voice. And most important, have the courage to follow your heart and intuition. They somehow already know what you truly want to become. Everything else is secondary.

When I was young, there was an amazing publication called The Whole Earth Catalog, which was one of the bibles of my generation. It was created by a fellow named Stewart Brand not far from here in Menlo Park, and he brought it to life with his poetic touch. This was in the late 1960's, before personal computers and desktop publishing, so it was all made with typewriters, scissors, and polaroid cameras. It was sort of like Google in paperback form, 35 years before Google came along: it was idealistic, and overflowing with neat tools and great notions.

Stewart and his team put out several issues of The Whole Earth Catalog, and then when it had run its course, they put out a final issue. It was the mid-1970s, and I was your age. On the back cover of their final issue was a photograph of an early morning country road, the kind you might find yourself hitchhiking on if you were so adventurous. Beneath it were the words: "Stay Hungry. Stay Foolish." It was their farewell message as they signed off. Stay Hungry. Stay Foolish. And I have always wished that for myself. And now, as you graduate to begin anew, I wish that for you.

Stay Hungry. Stay Foolish.

Thank you all very much.

kaynak: http://news-service.stanf...5/june15/jobs-061505.html
konuşmanın türkçe metni:

Dünyanın en önemli üniversitelerinden birinin diploma töreninde sizlerle birlikte olmaktan onur duyuyorum. Ben üniversite mezunu değilim. Doğrusunu söylemek gerekirse, ilk kez bu vesileyle mezuniyete bu derece dahil olma fırsatını yakalamış oldum. Bugün hayatımla ilgili üç hikaye anlatmak istiyorum. Hepsi bu. Büyük sözler değil. Sadece üç hikaye.

ilk hikaye noktaların birleştirilmesi hakkında; ilk altı ayın ardından Reed College'dan ayrıldım ancak okulla tam olarak bağımı koparmadan önce de bir 18 ay kadar ortalıkta dolandım. Peki niçin ayrıldım?

Tüm bunlar daha ben doğmadan başladı. Biyolojik annem üniversite öğrencisi olan, genç, bekar bir kadındı; beni evlatlık vermeyi kararlaştırdı. Kendisi çocuğunun bir üniversite mezunu tarafından evlat edinileceğinden o derece emindi ki her şey benim doğumdan itibaren bir hukukçu ve karısı tarafından evlat edineceğim şeklinde ayarlanmıştı. Ancak bir şey hesaplanmamıştı: Dünyaya geldiğimde beni evlat edinecek olan çift son dakikada bir kız çocuk üzerinde karar kıldı. Bu durumda bekleme listesinde olan ebeveynlerime gecenin ortasında bir telefon geldi: "Beklenmedik bir şekilde bir erkek çocuğumuz oldu; onu istiyor musunuz?" Aldıkları cevap "tabii ki" oldu. Ancak daha sonra biyolojik annem, annemin üniversite mezunu olmadığını, babamın ise liseyi bile bitirmediğini öğrendi. Bunun üzerine evlatlık verme kararından caydı. Ancak birkaç ay sonra ebeveynlerim beni üniversiteye göndereceklerine dair söz verince razı oldu.

Ve ben doğduktan 17 yıl sonra üniversiteye gittim. Ama safça Stanford kadar pahalı bir üniversite seçtiğimden işçi olan annem babamın bütün birikimi okul masraflarımı karşılamak için harcandı. Altı ay sonra bunun bir anlamı olmadığını fark ettim. Hayatta ne yapmak istediğimle ilgili hiçbir fikrim yoktu ve okulun da bu konuda bana nasıl yardımcı olacağını bilmiyordum. Yalnızca anne babamın birikimlerini harcamakla meşguldüm. Böylece okulu bırakmaya karar verdim; o sıralarda bu kararı verirken biraz kaygılıydım ama şimdi geriye dönüp baktığımda en doğru kararlarımdan biri olduğunu görüyorum.

Okuldan ayrıldığım günler pek de romantik değildi. Artık yurtta kalamıyordum; arkadaşlarımın odalarında yerde yatmaya başladım. Yiyecek satın almak için Cola kutularını 5 sente satıyor, haftada bir Hare Krishna mabedinde iyi bir yemek yiyebilmek amacıyla her pazar geceleri kentte yedi mil yol yürümek sorunda kalıyordum. Ama bunu sevdim. Özellikle de merak ve sezgilerimin izinden giderek düşe kalka yaşadığım o süreç daha sonrası için paha biçilmez bir değere sahip oldu. Şimdi size bu konuda bir örnek vereyim.

O sıralarda Reed College ülkenin en iyi kaligrafi eğitimini veriyordu. Artık okuldan ayrıldığım ve derslere girme zorunluluğum olmadığı için kaligrafi kurslarına katılmaya karar verdim. Burada öğrendiklerim tek kelimeyle mükemmel, tarihsel ve bilimin algılamayacağı derecede sanatsal bir inceliğe sahipti; tam anlamıyla büyülenmiştim.

Aslında kaligrafi kursunda öğrendiklerimin gerçek hayatta pratik bir karşılığı olacağı umudum yoktu. Ancak 10 yıl sonra ilk Macintosh bilgisayarını tasarladığımızda hepsini hatırladım. Böylece güzel bir yazı ve baskısı olan ilk bilgisayarı yarattık. Eğer üniversitede o kurslara gitmemiş olsaydım, Mac'in bu derece çeşitli yazı türleri ya da bu derece orantılı aralıklı fontları olmayacaktı. Ve de Windows'un Mac'i taklit ettiği hesaba katıldığında hiçbir masaüstü bilgisayarı bunlara sahip olamayacaktı. Tabii ki, üniversitedeyken bu noktalar arasında bağıntı kurmak mümkün değildi. Ancak on yıl sonra geriye dönüp baktığımda bu bağlantıları kurabiliyorum.

Öte yandan, geleceğe bakarak da noktaları birleştiremezsiniz; yalnızca geriye bakarak bunları birleştirebilirsiniz. Bu nedenle noktaların bir şekilde geleceğinizi şekillendireceğini bilmelisiniz. Yani bir şeye inanmalısınız- yazgınız, yaşamınız, karma, her neyse... Bu yaklaşım beni hiçbir zaman yarı yolda bırakmadığı gibi hayatımın farklı olmasını da sağladı.
devamı: ikinci hikayem sevgi ve kaybetmekle ilgili. Erken yaşta neyi sevdiğimin bilincine vardığım için şanslıydım. Woz ve ben anne babamın evinin garajında Apple'ı yapmaya başladığımızda 20 yaşındaydım. Çok çalıştık ve on yıl içinde ikimizin bir garajda kurduğu Apple 4 bini aşkın çalışanı olan 2 milyar dolarlık bir şirkete dönüştü. Bir yıl önce en güzel ürünümüz olan Macintosh'u yaratmıştık ve ben de 30 yaşıma basmıştım. Ancak daha sonra kovuldum. insan kendi kurduğu bir şirketten kovulabilir mi? Apple gittikçe büyüdüğünden şirketi benle beraber yönetebilecek yeteneğe sahip olduğunu düşündüğüm birisini işe aldık ve ilk yıl her şey iyi gitti. Ancak daha sonra gelecekle ilgili görüşlerimizde farklılıklar ortaya çıktı ve kaçınılmaz olarak bir tartışma yaşandı. Bunun üzerine yönetim kurulumuz ondan yana çıktı. Böylece 30 yaşımda kovuldum. Ve de bu, herkesin gözü önünde, gürültülü patırtılı bir şekilde gerçekleşti. Gençliğimi adadığım her şey elimden gitmişti ve bu çok yıkıcı bir şeydi.

Birkaç ay ne yapacağımı bilemeden ortalıkta dolaştım durdum. Bir önceki girişimci kuşağı hayal kırıklığına uğrattığımı hissediyordum; bana verilen bayrağı elimden düşürmüştüm. David Packard ve Bob Noyce'la bir araya geldim ve her şeyi berbat ettiğim için özür diledim. Apple'dan ayrılmam kamuoyunun gözünde tam bir başarısızlıktı; bu nedenle Silicon Vadisi'nden bile ayrılmayı planlıyordum. Ancak yavaş yavaş bir şeyler kafamda netleşmeye başladı - yaptığım şeyi hala seviyordum. Apple'da yaşananlar bu gerçeği değiştirmemişti. Reddedilmiştim ama hala aşıktım. Böylece yeniden başlamaya karar verdim.

O sıralarda henüz farkında değildim ama Apple'dan kovulmam aslında başıma gelebilecek en iyi şeydi. Başarılı olmanın ağırlığı yerini tekrar başlamanın hafifliğine, her şeyden daha az emin olmaya bırakmıştı. Hayatımın en yaratıcı dönemlerinden birine girmemi sağladı.

Daha sonraki beş yıl içinde NeXT'i ve Pixar adlı bir başka şirketi kurdum; ayrıca karım olacak olağanüstü bir kadınla tanıştım. Pixar'da dünyanın ilk bilgisayar animasyonlu filmi olan "Toy Story" yaratıldı; halen şirket dünyanın en başarılı animasyon film stüdyosu. Öte yandan, Apple'ın NeXT'i satın alması da bir dönüm noktası oldu ve ben böylece yeniden Apple'a döndüm; NeXT'te yarattığım teknoloji Apple'ın halihazırdaki yeniden doğuşunun merkezindedir.

Şuna eminim ki, Apple'dan kovulmasaydım bunlardan hiç biri olmayacaktı. Bu belki acı bir ilaçtı ama hastanın iyileşmesi için bunu alması gerekiyordu. Bazen hayat sopayla kafanıza vurur. Ama inancınızı hiçbir zaman yitirmeyin. Beni ayakta tutan tek şey yaptığım şeyi sevmemdi. Neyi sevdiğinizi bilmelisiniz. Bu sevgilinizi seçmeniz kadar işinizi seçmenizde de önemli bir etken. iş hayatınızın büyük bir bölümünü kaplıyor ve gerçekten tatmin olmanız için de yaptığınızın gerçekten önemli olduğuna inanmak zorundasınız. Eğer neyi sevdiğinizi bulamadıysanız aramaya devam edin. Yerleşmeyin. Her şey gönülle ilgili olduğu için bulduğunuzda zaten anlayacaksınız. Ve de tüm sağlam ilişkiler gibi bu tür ilişkiler de yıllar geçtikte iyileşir. Bu nedenle buluncaya kadar arayın. Yerleşik olmayın.

Üçüncü hikayem ölümle ilgili. 17 yaşındayken şuna benzer bir şey okuduğumu hatırlıyorum:"Her günü son gününüzmüş gibi yaşarsanız birgün mutlaka doğru yaptığınızı anlayacaksınız". Bu söz beni çok etkiledi ve geçen 33 yıl boyunca her sabah aynaya bakıp kendime şu soruyu sordum:"Eğer bugün hayatımın son günü olsaydı bugün yapmak istediğimi yapar mıydım?" Ve eğer uzun süre üst üste hayır cevabını vermişsem bir şeylerin değişmesi gerektiğinin bilincine varmış oluyordum.

http://raptiye.org/blog/2...stay-hungry-stay-foolish/

Birgün öleceğimi unutmamak hayatta önemli seçimler yapmamda çok önemli bir rol oynadı. Çünkü ölüm karşısında her şey, tüm beklentileriniz, kaygılarınız, başarısızlıklarınız ya da övünçleriniz anlamını yitiriyor ve tek bir gerçekle karşı karşıya kalıyorsunuz. Öleceğinizi her zaman hatırlamak kaybetme korkusu tuzağına düşmenizi engelleyen en önemli etkendir. Zaten çıplaksınız. Bu nedenle kalbinizin sesini dinlememeniz için hiçbir neden yok.

Bir yıl kadar önce bana kanser teşhisi kondu. Pankreasımda bir tümör vardı. O zamana kadar pankreasın ne olduğunu bile bilmiyordum. Doktorlar bunun tedavi edilemeyecek bir kanser türü olduğunu söylediler, en fazla 3 ila 6 aylık bir ömür biçtiler. Doktorum bana evime gidip bir an önce yarım kalan işlerimi halletmemi tavsiye etti. Yani kibarca "ölmeye hazırlan" dedi.

Kanser teşhisi konduğu gün boyunca bu sözler kulağımda çınladı durdu. Daha sonra aynı gün akşama doğru pankreasıma endoskopi yapıldı ve tümörden birkaç hücre alındı. Beni bayıltmışlardı ama operasyon sırasında yanımda bulunan karım, aldıkları hücreleri mikroskopta inceleyen doktorların birden sevinçle haykırmaya başladıklarını çünkü cerrahi bir müdahaleyle iyileşebilecek, çok ender rastlanan bir pankreas kanseri türünü belirlediklerini anlattı. Ameliyat oldum ve şimdi iyiyim.

ilk kez ölüme bu kadar yaklaşmıştım ve umarım daha uzun yıllar boyunca da bir daha tekrar yaklaşmam. Şimdi bu süreci çok yakıcı bir şekilde yaşadığım için ölümün yararlı ancak salt düşünsel bir kavram olduğuna inandığım zamanlardan daha gerçekçi bir şekilde şunu söyleyebilirim ki, kimse ölmek istemez. Hatta cennete gitmeyi arzulayanlar bile ölmek istemezler. Yine de ölüm hepimizin kaçınılmaz olarak gideceği son durak. Ve bu özelliyle de Ölüm belki de Yaşam'ın en güzel tek buluşu. Ölüm Yaşam'ın değiştirici etkeni. Eskiyi süpürüp yenisine yol açıyor. Şimdi yenisiniz ama bir gün eskiyecek ve ortalıktan kaldırılacaksınız. Bu kadar dramatik konuştuğum için özür dilerim ama bu bir gerçek.

Zaman kısıtlı, bu nedenle başkasının hayatını yaşayarak harcamayın. Başka insanların düşüncelerinin sonucu olan dogmaların tuzağına düşmeyin. Başkalarının fikirlerinin gürültüsünün iç sesinizi bastırmasına izin vermeyin. Ve de en önemlisi, kalbinizin ve sezgilerinizin sesini dinleyin. Onlar bir şekilde ne olmak istediğinizi biliyorlar. Geri kalan her şey ikincildir.

Gençlik yıllarımda son derece büyüleyici "The Whole Earth Catalog" adında bir yayın vardı; bu o dönemde, benim kuşağımın adeta incil'iydi. Stewart Brand adlı birisi tarafından yaratılmış ve şiirsel dokunuşuyla hayata geçirilmişti. PC ve masaüstü yayıncılığının henüz gündemde olmadığı 1960'lı yıllardı; her şey daktilolar, makaslar ve polaroid kameralarla yapılıyordu. Bir tür kağıt üzerinde Google söz konusuydu; 35 yıl sonra da Google doğdu.

Stewart ve ekibi "The Whole Earth Catalog"un pek çok sayısını yayımladılar ve artık sürecini tamamladığına inandıkları gün de son sayısını çıkardılar. Bu, 70'li yılların ortalarıydı ve o zamanlar ben siz yaşlardaydım. Son sayının arkasında, maceraperestseniz sizin de karşılaşabileceğiniz, sabah erken saatlerde çekilmiş bir köy yolunun fotoğrafı vardı. Fotoğrafın altında da şu sözler yer alıyordu:"Aç kalın. Çılgın olun." Bu sözler onların veda mesajıydı. Ben her zaman bunu kendime diledim. Ve şimdi, buradan mezun olup yeni bir hayata başlayan sizlere de aynı dilekte bulunuyorum.

''Aç kalın. Budala kalın.''
Teşekkür Ederim.
konuşmann arapça metni;

el habibiye sühele guruye fisike....
*
hayatımda okuduğum ve dinlediğim en etkileyici konuşmadır. öyle bir konuşma ki yorum yapamıyorum. bir şey eklesem ya da çıkarsam mükemmelliği bozulacak. her söylediği zaten kendi kendini açıklıyor. herkes mutlaka okumalı.
70'lerin sonlarındaki bir teknoloji dergisinde steve jobs'ın gördüğü sloganımsı şeydir. o yıllarda yaptığı vegan diyetlerinin ve içtiği havuç sularının doğal deodorant etkisi yaptığına inanan ve haftada genelde bir kez yıkanan steve jobs'ın hayat felsefesine çok uygun gelmiştir bu söz. jobs reed'de okuduğu yıllardan itibaren yalınayak veya sandaletle ayaklarını sürüyerek yürüyen bir paspal görüntüsü çizmiştir. biyografisinde anlatılanlara göre 20'li yaşlarının başında atari'de gündüz vardiyasında işe başlamış ve diğer çalışanların jobs'ın kokusundan rahatsız olmaları nedeniyle gece vardiyasına alınmıştır. işte böyle bir adamdır steve jobs böyle bir sözdür apple'ı yaratan.
kültürümüze aykırı bir söz. bizde aç ayı oynamaz derler.
uzakdoğu'da 1 $'ın altında çalıştırdığı çocuk işçilere ithafen söylenmiş sözdür.
The whole earth catalog'da geçen bir söz öbeği. Steve jobs'un efsanevi Standord konuşmasında geçer. Genç birine verilebilecek en iyi tavsiyedir.
http://www.capsverlan.com...m-kimmis-hursit-5646.html
steve jobs tarafından söylenmiş, hayat şekillendiren sözdür. (bkz: aç kal budala kal)
yeni bir yazar, hoş gelmiş. çek bi sandalye bir şey anlatacağım...
iphonedo nun daha anlaşılır bir çevirisiyle: 'istekli ve çatlak ol.'
Türkçesi: aç ayı oynamaz.
(#24772646)

daha ''sarcasm'' nedir bilmiyor, ama yapmaya çalışıyor, vay amg.
aç kalın açıkta kalın demektir. saygılar.