bugün

oğuz atay'ın en sevilen satırlarından alıntılardır.

--spoiler--
…”Fakat, Allah kahretsin, insan anlatmak istiyor albayım; böyle budalaca bir özleme kapılıyor.Bir yandan da hiç konuşmak istemiyor.Tıpkı oyunlardaki gibi çelişik duygular altında eziliyor.Fakat benim de sevmeye hakkım yok mu albayım? Yok. Peki albayım.Ben de susarım o zaman,gecekondumda oturur, anlaşılmayı beklerim.Fakat albayım, adresimi bilmeden beni nasıl bulup anlayacaklar? sorarım size: nasıl? kim bilecek benim insanlardan kaçtığımı? Ben ölmek istiyorum sayın albayım, ölmek. Bir yanda da göz ucuyla ölümümün nasıl karşılanacağını seyretmek istiyorum.Tehlikeli oyunlar oynamak istiyor insan; bir yandan da kılına zarar gelmesin istiyor.Küçük oyunlar istemiyorum albayım.”
--spoiler--

Oğuz Atay-Tehlikeli oyunlar

--spoiler--
“kafam cam kırıklarıyla dolu doktor. bu nedenle beynimin her hareketinde düşüncelerim acıyor, anlıyor musun? bütün hayatımca bu cam kırıklarını beyin zarımın üzerinde taşımak ve onları oynatmadan son derece hesaplı düşünmek zorundayım. bir filimde görmüştüm doktor : senin gibi gene bir doktor olan ve sözüm meclisten dışarı, delice planlar kuran frankeştayn adlı biri, büyük bir bilim adamını öldürerek, beynini çalıyordu. ona karşı koymak isteyen iyi niyetli bir genç adam da frankeştayn’la mücadele ederken, içinde beynin bulunduğu kavanoz kırılıyor ve cam kırıkları bu üstün beyne batıyordu. biliyorsun filmlerde böyle iyi niyetli genç adamlar olmasa her şeyin sonu çok kötü biter; üstelik bu işin sonu, iyi niyetli adam rağmen çok kötü bitti: cam kırıkları hiçbir zaman beynin üzerinden tam manasıyla temizlenemedi; çünkü beynin zarını zedelemesinden korkuldu. bence bu tehlike göze alınmalıydı; fakat o zaman bu, başka bir hikaye olurdu ve biliyorsun ki doktor, ben bütün hikayelerin başka türlü olmasını isterdim aslında. işte doktor, yukarıda sözü geçen beyindir kafamın içindeki.”
--spoiler--

Oğuz Atay-Tehlikeli oyunlar

--spoiler--
En kötüsü, hayır demeyi öğrenemedim. Yemeğe kal, dediler: kaldım. Oysa kalınmaz. Onlar biraz ısrar ederler; sen biraz nazlanır sın. Sonunda kalkıp gidilir. Her söyleneni ciddiye almak yok mu, şu sözünün eri olmak yok mu; bitirdi, yıktı beni...
--spoiler--

Oğuz Atay-Tutunamayanlar

--spoiler--
"Belki yarın sabah soğukta uyanmanın bir anlamı olur, sana çay pişirmek gibi. Ayaklarımın ucuna basarak yürürüm yataktan kalkınca. Tahtalar gıcırdar. Hayır, zamanla öğrenirim hangi tahtaların ses vermediğini. Sonra ne yaparım? Uyanmadı, çayın hazırlandığından haberi yok diye sevinirim. Bütün hayatımı, en ince ayrıntılarına kadar düşünerek hesapladığım iyiliklerin hayaliyle geçirdim albayım. Artık ne olacaksa olsun istiyorum.

…

Hayalimdeki günleri bile böyle küçük hesaplarla geçirdim işte albayım. Aklımın içini örümcek ağları sardı; kafamın sandalyelerinde elbiseler, gömlekler, çoraplar birikmeye başladı; kurduğum hayaller, bir bekar odasının dağınıklığına boğuldu. Düşüncemin duvarlarına resimler asmak istediğim halde bir türlü olmadı. Belirli noktalara biriken eşya, odanın çıplaklığını daha çok ortaya çıkardı."
--spoiler--

Oğuz Atay-Tehlikeli Oyunlar

--spoiler--
Bizim gibilerin hayatında güzellikler, kısa süren aydınlıklardır…Bizim gibiler başkalarının yaşantılarına kısa bir süre için girerler. Ey kalem! Bu eser senin değildir. Ey gece ! bu seher senin değildir...
--spoiler--

Oğuz Atay-Tehlikeli Oyunlar

--spoiler--
““ben tavan arasındayım sevgilim!” diye bağırdı delikten aşağı doğru. “eski kitaplar bugünlerde çok para ediyor. bir bakmak istiyorum onlara.” son sözlerimi duydu mu? “orası çok karanlıktır; dur, sana bir fener vereyim.” iyi. durgun bir gün. bütün hayatım boyunca sürekli bir ilgi aradığımı söylerdi birisi bana. gülümsediğimi gösteren bir ayna olsaydı; biraz da ışık. “bir yerini kırarsın karanlıkta.” delikten yukarı doğru bir el feneri uzandı. fenerli elin ucundaki ışık, rastgele önemsiz bir köşeyi aydınlattı; bu eli okşadı. el kayboldu. ne düşünüyor acaba? gülümsedi: yine mi düşünüyor?
yıllardır bu tozlu, örümcekli karanlığa çıkmamıştı. işığı gören bazı böcekler kaçıştılar. korku; fakat yararlı olacağını düşünmek kuvvetlendirdi onu. belki de hiçbir şey söylemeden başarmalıydım bu işi. benden bir karşılık beklemiyor. ona yardım etmek mi bu? bilmiyorum, bazen karıştırıyorum; özellikle, başımda uğultular olduğu zamanlar. onun gibi düşünmeyi bilmek isterdim. bana belli etmemeye çalışarak izliyor beni. çekiniyor. acele etmeliyim öyleyse. feneri yakın bir yer tuttu; annesiyle babasının resimleri. aralarında eski bir ayakkabı torbası, kırık birkaç lamba. neden hiç sevmediler birbirlerini? ölecekler diye öylesine korkmuştum ki. torbayı karıştırdı: tuvaletle gittiğim ilk baloda giymiştim bunları. her gecve biriyle dışarı çıkardım, dans etmek için aman allahım! nasıl yapmışım bunu? ellerinin tozunu elbisenin üstüne sildi. mor ayakkabılarına baktı: buruşmuşlar, küflenmişler. sol ayağına giydi birini: ölçülerin hiç değişmemiş. utandı, yine de çıkaramadı ayağından. topallayarak bir iki adım attı. sonra resimlere yaklaştı, diz çöktü, yan yana getirdi onları. dirseğiyle tozlarını sildi biraz. beni de kendilerini de anlamadılar. ne kadar ağlamıştım. aşağıda onlara bir yer bulabilir miyim? koridorda sandık odasında… saçmalıyorum. onları unutmadım, onları unutmadım. babasının yüzünde gururlu bi rsomurtkanlık vardı. aynı duvara asamam onları. evin düzenini hızla gözünün önünden geçirdi. yan yana olmak istemezlerdi; mezarda bile. resimlerden birini aldı; feneri yere bırakmıştı, hangi resmi aldıüğını bilemedi. yüksekçe bir yere koydu onu. biraz telaşlanmıştı; dizini bir tahtaya çarptı. sendeledi, yere düştü; hafif bir düşüş. kalkmaya cesaret edemedi; emekleyerek fenerin yanına gitti. bir torba daha. boşalttı: eski fotograflar! amacından uzaklaşıyordu. bana baskı yaptığını düşünmemeliyim. yüzüne karşı söylesem bile, içimden geçrimemeliyim bunu. acdeleyle resimleri yere yaydı, el fenerini dolaştırdı tozlu karartılar üzerinde. başka bir eve çıkmış olabilirdim, bir daha hiç görmeyeceğim birine bırakmış olabilirdim bütün bunları. resimleri karıştırdı: ne kadar çok resim çektirmişim yarabbi! çoğu da iyi çıkmamış. gülümsedi: o zamanlar ne kdar uzunmuş etekler! çirkin bir uzunluk. duruşlar da gülünç kim bilir hangi filmden? arakamı dönüp yürüyormuş gibi yapmışım da birden başımı çevirmişim. kime bakmışım acaba? aynı elbiseyle bir resim daha. yanımda biri var. resim çok tozlanmıştı. tozlu da olsa tanıyor insan kendini. parmağını ıslattı diliyle; tozlar önce çamur oldu, sonra… ilk kocasının gülümseyen yüzünü gördü parmağının ucunda. aman yarabbi! bir zamanlar evliydim ben de… sonra yine evliydim. insan bir günde varamıyor bir yere, ne yapalım? nereye? tanımlayamadığım, bir ad veremediğim duygular yüzünden ne kdar üzülmüştük. eğildi, bir avuç resim aldı yerden: bu resim çekilmeden önce, nasıl hiç yoktan bir mesele çıkarmıştım, sonra da yürüyüp gitmiiştim. sonra ne olmuştu? sonra… buradasın ya… bu evde. demek sonra ghiçbir şey olmadı onunla ilgili. ne kötü, ne de iyi bir şey: demek ki hiçbir şey. ama bunu hissetmedim; geçişler öyle sezdirmeden oldu ki… hayır, düşüncelerin karıştı; basit anlamıyla sözlerin… bununla ne ilgisi var? fakat ben… ondan kaçarken, nasıl oldu da birden başımı çevirip bu resmi çektirdim. hep böyle mi durdum resimlerde? yükzekçe bir yere oturdu, başını ellerinin arasına alıp düşünmeye başladı. onun da yüzü kim bilir nasıldı? herhalde ben suçluyum, resim çekilirken değil… belki o sırada haklıydım, muhakkak haklıydım. çok daha önce… çok daha önce…

bir an önce kitaplara ulaşmak istedi, geriye doğru bu sonsuz yolculuk bitsin istedi. eski balo ayakkabısını ayağından çıkarmaya çalıştı. sonra arkası kapalı yumuşak terliklerini bulamadı bir türlü. sendeleyerek el fenerine doğru yürüdü. ilerdeki köşede olmalıydı kitap sandığı. fakat orada kitap sandığına benzemeyen karanlık çıkıntılar vardı. feneri bu garip yığına doğru tuttu. korkuyla geri çekildi: biri vardı orda, oturan buir. feneri alıp bütün gücüyle deliğe kaçmak istedi, kımıldayamadı. korkusuna rağmen fenerle birlikte, ona yaklaştı. ne yapmışsa korkusuna rağmen yapmıştı hayatı boyunca. yoksa çoktan kaybolup gitmişti. feneri onun yüzüne tuttu: aman allahım! eski sevgilisi yatıyordu yerde. tozlanmış, örümcek bağlamış; tavan arasındaki her şey gibi. kitap sandığına ver resim tahtalarına örümcek ağlarıyla tutturulmuş eski bir heykel gibi. sağ kolu bir masanın kenarına dayalı; parmakları kalem tutar gibi aşağı ayrılmış, boşlukta. dizleri titredi, dişleri birbirine çarptı, ayağının altından kayıp gitti döşeme; kayarken de ayağına çarpan resim masası devrildi. kol yine boşlukta kaldı: örümcek ağlarıyla tavana tutturulmuştu. bu eliyle ne yapmak istedi:? bir şeyler mi yazmaya çalıştı? ne yazık, hiçbir zaman bilemeyeceğim. sol yerdeydi., bir tabanca tutuyordu. ah! kendini mi öldürdü yoksa? olamaz!bir şey yapsaydı ben bilirdim; her şeyi söylerdi bana. öyle konuşmuştuk. beni bırakmazdı yalnız başıma.

sonra hatırladı: bir gün tavan arasına çıkmıştı eski sevgilisi, şiddetli bir kavgadan sonra. ikisinin de, artık dayanamıyorum, dediği bir gün. ayrıntıları bulmaya çalıştı: belki de büyük bir tartışma olmamıştı. biraz kavgalıydılar galiba. gülümsedi bu biraz sözüne kızardı. onu tavan arasında bırakıp sokağa fırlamıştı. öleceğini hissediyordu. peki ama neden? bilmiyuordu; duygunun şideeti kalmıştı aklında sadece. sonra ‘onu’ görmüştü sokakta: bütün mutsuzluğuna, kendini zayıf hissetmesine, ölmek istemesine rağmen ‘onun’ gözlerindeki ilgiyi, insanıalıp götüren başkalığı fark etmişti nedense. o gün eve yalnız dönmüştü tabii. ne kadar daha çok gün eve yalnız döndüm onda sonra da. şimdi karşımda konuşsaydı. ‘ne kadar dah çok’ olur mu? deseydi. titreyen dizlerinin üstüne çöktü, el fenerini tutu onun yüzüne: gözleri açıktı, canlıydı. bakamadı, başını karanlığa çevirdi. sonra baktı yine; onu, ölüm kalım meselelerinde yalnız bırakmayan gücünden yararlandı yine. hiç bozulmamış; geç kalmasaydım böyle olmazdı belki. üzüldü. fakat hiç değişmemiş; son gördüğüm gibi, gözleri bile açık. yalnız, gözleribn bu canlılığında bir başkalık var: her şeyi bildiği halde duygulanamayan bir ifade. görünüşüme bakma, içim öldü artık diye korkuturdu beni. inanmazdım. öyle şeyler bulup söylerdi ki öldüğü halde. belki beni izliyor yine. yerini değiştirdi. benimle ilgili değilsin diyerek üzerdim onu. hayır bakmıyor bana. belki de düşünüyor. birden konuşmaya başlardı. bütün bunları ne zaman düşünüyorsun diye sorardım ona.

ne zaman düşündüğünü bir türlü göremiyorum. hayır, gerçekten ölmedi; çünkü ben yaşayamazdım ölseydi. bunu biliyordu. bu kadar yakınımda olduğunu bilmiyordum ama sen bir yerde var olursan yaşayabilirim ancak demiştim. nasıl olursan ol, var olduğunu bilmek bana yeter demiştim. bunu kavgadan çok önce söylemiştim asma çalışmamızın hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini biliyordu. sonra onu bir süre görmek istemediğim halde, onun orada olduğunu bildiğim halde, tavan arasına bir türlü çıkamadığım halde onu düşündüğümü, onsuz yaşayamayacağımı biliyordu. sonra neden aramadım? bür türlü fırsat olmadı; her an onu düşündüğüm halde hep bir engel çıktı. aşağıda yeni se4sler, yeni gürültüler duyduğu için inmedi bir süre herhalde. oysa biliyordu: aramızda, hiçbir yeni varlığın önemi yoktu; konuşmuştuk bütün büunları. ben de onun inmesini beklemiş olmalıyım. beni üzmek için inmediğini düşündüm önceleri. sonra… bir türlü olmadı işte. çıkamadım: gelenler, gidenler, geçim sıkıntısı, yemek, bulaşık, evin temizliği ‘onun’ bakımı (çocuk gibiydi, kendisine bakmasını bilmiyordu), babamla annemin ölümü, bir şeyler yapma telaşı, önümde hep yapılması gereken işlerin yığılması. orada tavan arasında olduğunu unuttum sonunda. (onu unutmadım tabii). ne bileyim, daha mutsuz insanlar vardı; onlarla uğüraştım. tavaqn arasında bu kadar kalacvağını da düşünemedim herhalde. bir yolunu bulup gitmiştir diye düşündüm. başka nasıl düşünebilirdim? yaşamam için, onun her an var olması gerekliydi. başka türlü hissetseydim, ölmüştüm şimdi. ayrıca, kaç kere tavan arasına çıkmayı içimden geçirdim. hele kendini öldürdüğünü duysaydım, muhakkak çıkardım. dargın olduğumuza filan bakmazdım.

duydum mu yoksa? bir keresinde yukarıda bir gürültü olmuştu galiba, rüzgar bir kapıyı çarptı sanmıştım. fakat nasıl olur? onun tavan arasına çıkmasından günlerce sonra duymuştum bu sesi. ve ben günlerce bir köşeye büzülüp kalmıştım. hiçbir yere çıkamamıştım. ateş etmişti demek. yoksa kalbine… titreyerek eğildi: kalbine bakmalıyım. elbisesinin sol yanı çürümüştü; elinin hafif bir dokunuşuyla dağıldı. içinden bir sürü hamamböceği çıkarak ortalığa yayıldı. onun bakımıyla ilgilenmedim, elbiselerini hiç gözden geçirmedim; belki de dikmedğim bir sökükten yemeye başladılar hamamböcekleri onu. deliği büyüttüler sonunda. eliyle elbisenin altını yokladı. neyse iç çamaşırlarından öteye geçememişler. derisi olduğu gibi duruyor. teni çok sıcak sayılmaz ama kalbi yerindedir herhalde. korkara göğsünün sol yanına dokundu: işte orada biliyorum. başka türlü yaşayamazdım çünkü. (çünkü’yü cümlenin başında söylemeliydim, şimdi kızacak. evet, her an onun sözlerini düşünürek yaşadım, şimdi acaba ne der diye düşündüm.) yalnız bu kadarı çürümüş. iyi. şimdi onu nasıl inandırabilirm bütün bu süreyi onunla birlikte yaşadığıma? onun unutmuş gibi yaşarken onu düşündüğüme?anlamaz, görünüşe kapılır, anlamaz. başkasına rastladığım için, bu yeni ilişlkinin her şeyi unutturduğunu düşünür.oysa her şeyi hatırlıyorum; tavan arasına çıktığı gün bu elbiseyi giydiğini bile. el fenerini ölünün üzerinde dolaştırdı: örümcek ağlarının gerisinde sesli bir görünüşü var.

yalnız ağların arasından elimi, onun kalbine götürdüğüm yer biraz karanlık. rüya gibi bir resim. birlikte hiç resim çektirmemiştik. bir sürü şey gibi bunu da yapamadık nedense; bir türlü olmadı. bir koşuşma, durmadan bir şeylerle uğraşma… neden koşuyorduk, acelemiz neydi? tavan arasına çıktığı güne kadar, bir şeyin arkasından hep başka bir şey yaptık, hiç durmadık, hiç tekrarlamadık. sonra köşemde kaldım günlerce; ne yedim ne düşündüm. sigara içtim durmadan. evi yaşanmaz bir duruma getirdim sonunda. bir savaş sonu kargaşalığı sardı her yanı. düzen içinde yaşamayı bir bakıma sevdiğim halde, dayanılmaz bir pislik ve pasaklılık içinde çırpındım. belki de böylece kendimi cezalandırmış oldum. sokağa fırlamak, ‘ona’ gitmek için, öldürücü bi rümitsizliğe düşmek istedim. kim bilir? belki de, kendim için böyle kötü şeyler düşünmemi istersin diye söylüyorum bunları. fakat senin öleceğini, kendini öldüreceğini hiç düşünmedim. uzak bir yerde, hiç olmazsa görünüşte sakin bir yaşantı içinde olacağını hayal ettim senin.

işığın altından kaçmaya çabalyan bir hamamböceği takıldı gözüne, kendine geldi. el feneriyle izledi böceği: çirkin yaratık, yukarı çıkmaya çalışıyordu ağlara takılarak. böceğin ayakları, elbiseyi parçalar diye korktu. yıllar geçmişti, küçük bir dokunuşa dayanamzdı, kim bilir? işte, boynundan yukarı doğru çıkıyor, yanağında biraz sendeledi: sakalı biraz uzamış da ondan; zaten her gün tıraş olmayı sevmezdi. yanaktan ukarı çıkan böcek, şakağa doğru gözden kayboldu. el fenerini oraya tutsam mı? hayır. korktu; fakat yarı karanlıkta kurşunun deliğini gördü. titreyerek geri çekildiği sırada, aynı delikten çıktı hamamböceği: bacaklarının arasında küçük, pürüzlü bir parça taşıyordu. dehşete kapılarak feneri deliğin içine tuttu: işınlar, kafatasının iç duvarlarında yansıdı. eyvah! böcekler beynini yemişlerdi, en yumuşak tarafını. belki de hamamböceği son parçayı taşıyordu. kendini tutamadı: “seni çok mu yalnız bıraktılar sevgilim?” dedi. aşağıdan, başka bir deliğin içinden sevgilisinin sesini duydu.

“bir şey mi söyledin canım?”

elini telaşla kitap sandığına soktu. “hiç” diye karşılık verdi aceleyle. “kendi kendime konuşuyordum.””
--spoiler--

Oğuz Atay-Unutulan

--spoiler--
“”Ben yalnızlığı istemekle suçlanıp yalnızlığa mahkum edildim. Bu karara bütün gücümle muhalefet ediyorum. Ben yalnızlığa dayanamıyorum, ben insanların arasında olmak istiyorum. insanların düşmana da ihtiyacı vardır.”
--spoiler--

Oğuz Atay-Korkuyu Beklerken

--spoiler--
“Beni bir gün unutacaksan, bir gün bırakıp gideceksen, boşuna yorma derdi; boş yere mağaramdan çıkarma beni. Alışkanlıklarımı özellikle yalnızlığa alışkanlığımı kaybettirme boşuna. Tedirgin etme beni. Bu sefer geride bir şey bırakmadım. Tasımı tarağımı topladım geldim. Neyim var neyim yoksa ortaya döktüm. Beni bırakırsan sudan çıkmış balığa dönerim. Bir kere çavuş olduktan sonra bir daha amelelik yapamayan zavallı köylüye dönerim. Beni uyandır.”
--spoiler--

Oğuz Atay-Tutunamayanlar
ntv tarih'in aralık ayında bolca yer ayrılmış satırlardır.

çok güzeldir.
"Yalnızlığına iyi bak sahip çık. Kaç kişinin emeği var onda kimbilir?"
radyo programı gibi tanımlama.
o yüzden ben şurasını yazacağım:

“... sayın dinleyiciler Turgut Özben’le on beş saniye programını sunuyoruz: önce okuyucu mektuplarını cevaplandırıyorum. Isfarla’dan MYKL rumuzuyla mektup gönderen sayın hayranım soruyor: bilmem bu gönülle ben nasıl yaşayacağım? Yetmez mi bu elem daha yıllarca mı sürsün? Yakında bitiyor sevgili dinleyicim. Piyasaya bir çıksam mesele kalmayacak. Bütün hesaplarımı yaptım. Maliyetimi çıkardım. Onlara pahalıya mal olacağım. Belli etmeden yavaş yavaş süreceğim kendimi.”
iyi şeyler birdenbire olur; bu kadar bekletmez insanı. Sürüncemede kalan heyecanlardan ancak kötü şeyler çıkar. Ya da hiçbir şey çıkmaz.

oğuz Atay denildi mı hep bu satırlar beliriverir beynimde.
bütün hayatımızı yersiz çekingenliklerle mi geçireceğiz olric ? cesareti yalnız kafamızdamı yaşayacağız ?
iyi şeyler birden bire olur. bu kadar bekletmez insanı.
inanarak dinlememizi güçleştiriyorlar. insan her sözü kuşkuyla karşılıyor artık. Gerçekle düş birbirine karışıyor; yalanın nerede bittiğini anlayamıyoruz. Tutunacak bir dalımız kalmıyor. Tutunamıyoruz.