darağacında üç fidan adlı kitabın yazarıdır.
Sen bağrımı amansızca zorlayan siyahlık;unutma,öldurmekten daha kuvvetlidir ölebilmek...diyen usta yazar.
edit:dar agacında üç fidan kitabından alıntıdır.
(bkz: dar agacında üç fidan)
"darağacında üç fidan", "ser verip sır vermeyen bir yiğit" ve "kız ali" gibi eserleri ile yakın tarihimizi aydınlatan, toplumsal bozukluklarımızı göze çarpar hale getiren bir dönem ülke dışında yaşamak zorunda bırakılan yurdum yazarı.
(bkz: denizin ardi ozgurluk)
(bkz: doruklara sevdalandim)
(bkz: siire tanim)
(bkz: Uykudaki Korku)
kendi yazgısına;
tıpkı yazıldıktan sonra yaşanmış bir öykü gibi karalandı...
hem "gerçekti", hem " düş"!
varlığı diş diş olmuş, canını dişlemekteydi.
ömrü göz göz olmuş, yaş dolmuştu...
yaşıyor olmasıydı belki de , solmasının tek nedeni...!
Sen bağrımı amansızca zorlayan siyahlık; unutma, öldurmekten daha kuvvetlidir ölebilmek. (n. behram)
yazdıklarıyla bana yakın geçmişe dair ışık tutan amcadır abidir. denizi, mahiri , yusufu ondan dinlemek bir ayrıcalıktır. bu ülkeye fazla olan adam gibi adamlardan biridir.
anılarından para kazanmaya çalışan yüzlerce insandan biri.
1946 , Kars doğumlu. ilk ve ortaöğretimini Anadolu'nun çeşitli kentlerinde tamamladıktan sonra yüksek gazetecilik öğrenimi gördü. Şimdiye kadar on altısı şiir olmak üzere toplam yirmi beş kitabı yayınlandı ve yapıtlarının bazıları çeşitli dillere çevrildi. 1969'dan sonraki yıllarda Halkın Dostları , Militan ve Güney dergilerini çıkaranlar arasında yer aldı. Yazdıklarından ötürü 12 Mart döneminde iki yıl tutuklu kaldı. 1970'li yıllarda bir süre gazetecilik yaptı. 12 Eylül döneminde Bakanlar Kururu kararıyla T.c vatandaşlığından çıkarıldı. Uzun yıllar yurtdışında yaşamak zorunda kaldı. On yedi yıllık siyasal sürgünden sonra 1996'da yurda dönebildi. Kitapları yurda dönüşünden sonra " Toplu Yapıtları " olarak yayımlandı. Nihat Behram'ın toplu yapıtları'nda yer alan kitapları şunlardır :

Hayatın Şarkısı (1967 - 2004 toplu şiirleri )
Darağacında üç fidan (1976)(belgesel anlatı)
Ser verip sır vermeyen bir yiğit (1976) (belgesel anlatı)
Gurbet (1988) ( Roman )
Özlemin dili olsa (1999) (yazılar / söyleşiler-1 )
Acının ve umudun rengi (yazılar / söyleşiler-2)
Yılmaz Güney'le yasaklı yıllarımız(1994) ( anı - anlatı )
Göğsü kınalı serçe (1976) (çocuk)
Miras (2004) (roman)
Kız Ali (1991) ( roman)
başkaldırı şiirleri ( antoloji)
sol.org.tr'de yazmaya başlayan tanınan ve sevilen yazarlardan.
(bkz: ataol behramoglu)nun kardeşidir.
ibrahim kaypakkaya' nın mezarını kitaplarının telifiyle yaptırmış, kitap yazarken paraya önem vermediğini, yani siyasi konuları ticaret malzemesi yapmadığını herkese göstermiştir.
(bkz: ayaklanma çağrısı)
Sihriydi tutkuların. Şiir bitti!
Solunarak süzülen tılsımı kalmadı gönlün..

Şiir bitti! Kurudu esin çağlayanı umudun
Dindi suların tendeki çılgın uğultusu
Öpüşlerden düşlerin filizleri yolundu
Kimse ağlamıyor özlerken..

Şiir bitti! Uçukladı dudakları sevginin
Bakışlar yapayalnız, yalnızlık çırılçıplak
Gülüşler kuşsuz, kıvılcımsız
Can bitkin, dil tutsak..

Şiir bitti! Bulandı yüreğin özgür sesi
Teslimiyet başıboş
Yiğitlik evcil
Onur sessizce köreldi gözevlerinde
Dişlerin arasında bilendi küfür: paslı, keskin
Oyuncu arsız, seyirci bezgin
Ne dövüş soylu ne seviş
Çığlığı duyulmuyor sevincin..

Şiir bitti! Söndü içtenliğin güven ateşi
Sevgilin zehrin kılabilir gizemli anıları
Dostun katilin olabilir
Nefret hırçın, şefkat uyuşuk, merak sinsi
Acının sırdaşı ayrılıklar uluorta kudurgan..

Şiir bitti! Tozlandı hançeresi sezginin
Susan da ikiyüzlü konuşan da
ihanetin sinmediği giz unutuldu
Yalan doruklarda çığırtkan

Şiir bitti! Bozuldu ışıktan büyüsü duyguların
Korkunun da ucuzları türedi coşkunun da
Erdem sığlaşıp özüne yabancılaştı
Dal kuru, dalga uysal
Herkes her şeyin sahtesine alışkın...

Şiir bitti! Soldu içli sesin beslediği tomurcuk
Alaycı çalgıcılar dökülüyor şarkılardan
Hüzün sürgün, aşk yılışık..

Şiir bitti! Dindi rüzgârı tükenmez gücün
Ağıtlar yetim, türküler öksüz
Zalim yaradana pervasız, mazlum ölümüne çaresiz..

Şiir bitti! Soğudu tezcanlı yüreğin yanardağı
Ne dövüşün külhanı kaldı ne sevişmenin
Suskunluk kanıksandı, kabalık azgın
Ne Dadal'a sadık halk ne Karacaoğlan'a
Sokakta sabrın tiryakisi ruhsuz bir kalabalık..

Tek umut ki - yaşam bitti demeye varmıyor dilim -
O da çocukların sesleri..

isyan edin isyan edin isyan edin!

kendisinden dinlemek için; http://haber.sol.org.tr/video/9713.html
yılmaz güney'in hapishane yıllarında sanatsal faaliyetlerini pratiğe dökebilen kişi. ayrıca kaliteli bir kişilik olarak söylememizin abartı olmayacağını düşünüyorum.
YiNE DE GÜLÜMSEYEREK

Ne sağnaklar görmüşüz, yarılan gökyüzünden alnımız
yıldırımlarla ağmış,
ne rüzgarlar çınlamış bağrımızda, coşkusundan kırılmış
kaburgamız,
dişlenip kayaları ne ateşler yakmışız, aşmışız ne zifir
uçurumlar,
yine de ürkütmeden öpmüşüz bir ceylanı gözlerinin
yaşından
incitmeden tutmuşuz ağzımızda yorulan kelebeği;
şimdi asmalardan korukların tadı silinmiş,
sesimizde sendeleyen bir keder,
uykusuzluk serin serin sızıyor acıyan tenimizden;
ziyanı yok, nasıl olsa gönlümüzde aşkın yeri çok derin.

Ne azgın canavarlar üstüne yürümüşüz bir demet
çiçek için,
neyimiz var neyimiz yok vermişiz bir narin dilek için,
yıllarını taş duvara örmüşüz ömrümüzün bir hırçın
yürek için;
şimdi çevremizde yosunlaşmış sessizlik,
yabanıyız gittiğimiz her şehrin, çiğdemsiz, kükremesiz,
kimsecikler sezmiyor boynumuzdan didişen örümceğin
zehrini;
ziyanı yok, nasıl olsa nabzımızda durulanır yaşamanın
iksiri.
Ne güzel sevmişiz, ağzımızda mavi bir tat kekremiş,
ne sızılar sarmışız yumuşacık öpüşlerin çığlığını kuşanıp,
şafaklar tutuşkunu şarkılar yuvalanıp ne mintanlar yırtmışız,
şimdi usulcacık ürpersek kara gece uykumuz kaçacak
kadar delik
üstümüz çimensiz tepeler gibi bereketsiz, örtüsüz, serin;
ziyanı yok, nasıl olsa gönlümüzün çayırları ipekten,
bakışımız lekesiz.

Ne masalar düzmüşüz kıvrımları gümüş, kakmaları sedeften,
ne milyonlar yanından başeğmeden geçmişiz, huyumuz
değişmemiş,
hayatımız günbegün çarpışarak yaşanılan sırların ürünüdür;
şimdi kar altında avcumuz, avurdumuz ilaçsız,
ıssızlaşmış sabahlar, yoksunluk arsızlaşmış,
kaçışır yolumuzdan gölgesini de alıp o şaklabanlar
inildesek açlıktan;
ziyanı yok, nasıl olsa gönlümüzün dağı taşı altından.

Ne devlerle dalaşmış kanımızı göstermeden silmişiz.
ne kudurgan günlerde elimizi dost eline titremeden vermişiz,
bir ömür seğirtmişiz bir nefes beklemeden;
şimdi nice anışların dudağı üşüyen bir çocuk kadar uçuk,
nicesi elsıkışların sahtekar çıkmış.

- Bizi eşkiyalar soymamış abi
muhabbet yıkmış!

Nihat Behram
Eski TKP/ML'li,yeni TKP'li sol kesimin sevilen bir şairi.
Edit=THKO'luymuş.
yağmur yağsa sağnak olsun isterim
dere köpük köpük aksın,toprak
nefes alıp göğe baksın

rüzgar çıksa,ağaçlar ıslıklansın isterim
kanatları ışıklanıp,kırlangıçlar
sürüsüne sürü katsın

yola çıksam,dağlar taşlar sese gelsin isterim
sürüp gitsin beni yamaçların şarkısı,ömrüm
bir ucundan bir ucuna yeryüzü tütsün

aşka düşsem,bağrım orman dilim ırmak olsun isterim
dallar dalgalarla buluşsun,rüzgarında
yarim uyusun

yüksekteysem uçmak isterim
kanatlanıp boşluğunda uçurumun,ruhum
derinliği ölümüne tatsın

alçaktaysam çıkmak isterim
dişlenip tırnaklanıp, ufkum
dorukların ayazına ulansın

taşta bile taşmak isterim
aşmak durgunluğu,nefesim
köklenip çiçek açsın

nihat behram
ÖZLEMiN KADAR

Toprağın iştahıyla dallardan
kuruyan yaprakları topluyor rüzgar
üşüyen çocukların teniyle kelebekler
sindi solgun çiçeklerin dibine
göğün karaşın kıvılcımları kırlangıçlar
tel tel sıyrılıp bulutlardan
göçtü uzaklara
yaz bitti...

Nasıl isterdim, ah yazgımı değiştirmek
öpüşür gibi sessizlikle
su içen bir ceylanın
halka halka dudaklarından
çakılların, yosunların köpükteki nazına doğru
başıboş
akıp gitmek bir derede...

Zift ve kemik arasında sıkışıp
ezilmiş filizin uğultusuyla
taşıdığım ruhumdan utanarak
otları dinliyorum
ne başka sızım olsaydı keşke
ne başka sözüm artık
kaçsam, kaçıp gitsem buralardan
kederi beni daha fazla boğmadan
uzağında bulandığım kırların...

Koynumda özleyişin kusursuz ürpertisi
güvercinlerim
ve ömrüm sıra huylarıma dolaşan
çocukluk günlerimdeki telaş
ah, sadece şiirle yaşasaydım
giziyle düşteki ışıltının
dallara kuşlar ve sincaplar kadar yakın
gülüşleri dolunnay
öpüşleri sarmaşık
güzelimi her sabah
salkım salkım leylaklar
yağmur ve gonca kokusuyla anarak...

En yüce yaratıktı oysa
ateşi ve sevdayı bulurken insan
yazık ki artık
bir kelebeğin titreyişleri kadar olsun
sahici gelmiyor bana
sorsalar, söyleyemem yeniden
hangi şehrin renkleri gökyüzünün dengidir
ya da yolununca gönlündeki sümbülü
küskün öten bülbülün
derdini kim üleşir;
çölden kopan rüzgar bile
ufkunu böylesine onulmaz
böylesine arsızca ağılayan insandan
daha kumsuz daha nar...

Çaresiz dinecek bu çile bir gün
tırnak ve nasır gibi ruhumda katılaşan
bereketsiz bu kalabalıktan
soluyup alacak beni duldasına doruklar
durulaya kurulaya büyütmek için
yeni doğmuş kuzuların sesiyle
toprağını kayalardan emziren hızıyla yaylaların...

Güzelim, serçeler mi taşıdı sana
bahçelerden, çimen çimen
karadut oyası zülüflerini
çiğdem tüten gamzeleri omuzlarına
kırdan mı sardın
yad ellerden esen yelde sevdalın mı var?

Unutma: hiçbir şey yakışmıyor kalbime özlemin kadar.
güzel bir sohbet sırasında tanışma imkanı bulduğum gönül insanı, dava adamı.
(bkz: ozlemin dili olsa)
(bkz: darağacında üç fidan)
(bkz: ser verip sır vermeyen yiğit)
kitaplarının yazarı ayrıca ahmet kaya'nın bazı parçalarının da yazarıdır. Okunması gereken bir yazardır.
1995 yılında dyp şişli binası önünde nöbet tutan rüştü erdem isimli polisi, çapraz ateşe alarak öldüren grubun içinde yer alan sibel yalçın'a "selam yoldaş selam sana selam silah elde düşenlere" dizeleriyle başlayan sibel yalçın destanı isimli şiirle selam eden adam.
asıl adı mustafa nihat behramoğlu'dur.
behramoğuları ailesinin en küçüğü.
abi esaslı şair ataol,
bir başka abi hükkam, kıranta namık,
esaslı dost.
nihat
belli ki
boynuz kulağı geçmiş.