bugün

demokrasiye yönelik bir yatkınlığı olmasa da, tamamen totaliter bir idare biçimi kurmuş olsa da, elindeki sınırsız siyasi gücü; kendi çıkarı veya belli bir zumrenin çıkarı için değil, halkı için kullanan diktatördür. özellikle eğitim ve sağlık gibi konulara büyük önem verir ve genel itibariyle barışçıl bir dış politika güder.

türk tarihinde ikinci mahmut ve mustafa kemal atatürk buna örnek gösterilebilir.
‘Müşfik’ olarak nitelenen diktatörler referandumlar yoluyla bazı demokratik kararların alınmasına izin verebilirler, fakat genellikle demokratik rejimleri ‘disiplinsiz, dağınık, verimsiz ve bozuk’ olarak kabul ederler. Bu tür diktatörlere örnek olarak Napolyon Bonapart ve eski Yugoslavya diktatörü Tito gösterilir.

Bu tür diktatörlük, genellikle otoriteryenlikle karıştırılır.
Türlü türlü diktatör olunca, bir çok lider bunlardan herhangi birisine uyabilir. Dolayısıyla çok katı veya az katı, hata ‘sevecen’ diktatörler olabilmektedir. Fakat bütün diktatörlerin ortak noktaları veya diktatörü diktatör yapan, ya da onları ‘otoriter’ yöneticilerden ayıran özellikler vardır.

Bunlar;
Her konuda tek başına karar vermeleri, yani yardımcılarına yetki devretmemeleri,
Hiçbir zaman partisi ve devlet yönetiminde gücünü kimseyle paylaşmamaları,
Güçlerinin asla bitmeyeceğine inanmaları, böyle bir ihtimalin bile varlığını kabullenememeleri,
Alternatiflerinin olmadığına ve dolayısıyla toplumun kendi liderliklerine muhtaç ve mecbur olduğuna inanmalarıdır.
atatürk hariç türkiye de yoktur.
monarşinin dünyevi hırslara (varlık ve güç tutkusu) kurban gitmeme durumunda, ülkeyi yöneten kişidir. toplumu için iyi işler yapmak ister. aklımıza gelen ilk örnek, gazi mustafa kemal'dir.

işin içine varlık ve güç tutkusu (dünyevi hırslar) girdiğinde:
monarşi, diktatörlüğe; aristokrasi, oligarşiye; demokrasi, çoğunluğun tiranlığına dönüşür.
(bkz: siyaset sosyolojisi)