bugün

fransız post-modernist düşünür. aynı zamanda eşcinseldir. cinselliğe ve sınır deneyimlerine olan düşkünlüğü onu otoriteye karşı bir duruşa itmiştir. çalışmaları da daha çok iktidar ve otorite üzerine olmuştur. modernite nin bireye olan etkileri üzerinde durmuş ve moderniteyi reddetmiştir.

'deliliğin tarihi' 'hapishane nin doğuşu' gibi önemli eserleri toplumun gelişimine bir yönden ışık tutar.

modern gözetim toplumunun adeta bir simülasyonu niteliğinde olan, jeremy bentham ın yeni bir hapishane metaforu olarak tasarladığı 'panoptikon' ile kendi iktidar anlayışı arasında bir ilişki kurmuştur. bu metafor topluma uyarlandığında herşeyi gören ama kendisi görünmeyen iktidarın gözü canlanır.

doyumsuz sınır deneyimlerinin bedeli olarak AIDS li bir ölümle hayatı son bulmuştur.
galiba düşünce dünyasının en üst noktalarından birisi kendisi. aşılması gayet zor bir nokta, anlaşılması elzem.
edward said'in en önemli ilham kaynağı. benim yorumlamam bu kadar, gerisi beni alakadar etmiyor.
modern toplumda iktidar ilişkilerini incelemiş ve vardığı sonuca göre, modern toplum öncesinde iktidar ilişkilerinin görünür olduğunu ve tek bir odak noktasında çıktığını söyler. modern toplumda ise iktidar bireyi tam anlamıyla kuşatmıştır ve bu ilişkiler örtülmüştür. bu ilişkileri ortaya çıkartabilecek kişiler ise iktidar karşısında mesafeli olanlar, zorbalığa hiçbir bakımdan bağlı olmayanlar kendi ocaklarına, odalarına, meditasyonlarına kapananlardır.(1)

kaynak:

michel foucault, iktidarın gözü seçme yazılar,ayrıntı yayınları, derleyen ferda keskin.
Guy Debord ve Jean Baudrillard tarafından acımasızca -ve haklı olarak- eleştirilen düşünür. Nabza göre şerbet verir.
adına aşina olmama rağmen fikirlerine aşina olmadığım düşünür. bu sene okuyacağım kendisini, ne kadar zor olsa da anlamaya, anlamlandırmaya çalışacağım fikriyatını.

görsel
Modern iktidar çocuğu okulla, hastayı hastaneyle, deliyi tımarhaneyle, askeri orduyla, suçluyu hapishaneyle kuşatarak bireyselleştirmiş, kaydetmiş, sayısal hale getirmiş, egemen olmuştur.

Michel Foucault
türkiye'de pek fazla bilinmeyen-ki kitapları bu kadar pahalıyken bu kaçınılmaz bir durum- post-yapısalcı yaklaşımın mimarı ve en önemli temsilcisi olan, fransız sosyal bilimci. hasta ruhlu insanları araştırmaya bayılan hasta ruhlu bir adamdır. öldüğü sırada yanında karısını değil, hoşlandığı doktorunu istemiştir. evet, doktoru erkekti.
20. yüzyılın önemli düşünürlerinden.

"eğitim sistemi birebir geleceğin işçi ordusunu üretmek için oluşturulmuştur."

aynı zamanda fuko der ki; "etrafımızda her şey o kadar açık ki insanlar bunu neden göremiyor, bilmiyorum."
Büyük adam. idolüm. Anahtar kelimesi iktidar'dır.
--spoiler--
iktidar, öncelikle boyun eğdirilmiş bedenler yaratmayı amaçlar.
--spoiler--
--spoiler--
Tımarhane ve hapishane, iktidarların sopası olmuştur tarihte.
--spoiler--
deliliğin tarihi, kelimeler ve şeyler(sosyal bilimlere başka bir temel bulma çabasındadır), bilginin arkeolojisi(bilgiyi iktidar ilişkisi olarak görecektir), cinselliğin tarihi, hapishanenin doğuşu eserleridir.

foucault sistematik değildir. bazı temel belirlemelerini incelemekte fayda var yine de. önemli adam sonuçta. özel hayatı bizi ilgilendirmiyor.

foucault'nun belli bir metodolojisi yoktur. sadece kullandığı bazı kavramlar ve aralarındaki bağlantılar onun metodunu çaktırmadan bizlere sunar. "arkeoloji" ve "jenealoji" onun merkez kavramlarıdır diyebiliriz.- aynı zamanda da metodunu oluşturuyor.
bu kavramları iktidar, bilgi, söylem gibi kavramlara uygular; ben, tarih, şimdi, teknoloji...

aslında temel ereği, iktidarın doğasını ve bilginin toplumsal kontrol araçlarına nasıl dönüştüğünü görmektir. hapishane, iktidar, psikiyatri, cinsellik, delilik gibi olguların analizlerinde iktidar ve bilgi ilişkilerini araştırır.

çözümlemelerinde vardığı sonuç: epistemolojik kesinlikler yerine, büyük değişimler ve kopuşlar vardır. mutlak doğrular yerine, tarihsel koşullara göre değişen kabuller vardır. örneğin; normallik, anormallik, delilik, cinsellik, iyilik gibi kavramlar kendimizi tanımladığımız kavramlardır. ancak bunlar birer gerçeklik alanı değil birer tarihsel yapıntıdır. bu doğrultudan baktığımızda doğruluğun mutlaklığı sarsılmış oluyor bu ağabeyimize göre.

arkeolojiyi burada geçmişe yönelik bir kazı olarak görüyoruz. yani bir araç olarak kabul edebiliriz bunu. ki bu onun ilk çalışmalarına tekabül etmektedir. özellikle insan bilimleri alanındaki araştırmalarında uyguladığı metod budur. bu geriye doğru yapılan kazı aslında bir soruşturmadır da diyebiliriz.

yeni bir şey ortaya çıkarken, varolanın bu ortaya çıkışı nasıl etkilediği araştırma konusudur. yanlış anlaşılmasın, foucault burada bir tarih yapmıyor. bir olayın geçmişteki tarihsel kökenine bakıyor. buradan çıkışla kendi başına bağımsız çıkışların olmadığı yargısına varıyor. haklı da. düşünce dizgelerinin söylem yapılarıyla nasıl etkileşim içinde olduğunu örnekliyor vs. güzel şeyler söylüyor aslında. neyse cıvıtmıyorum.

düşünceler söylem ağları içerisinde şekillenir. öznelerin dışında birer gerçeklik olarak vardır. ancak koşullar, iktidar ilişkileri bu düşüncelerin doğruluğunu değiştirir. işte arkeolojik yöntem burada devreye giriyor ve doğruluk koşullarını araştırıyor.

bilgiyi, hem bilinçten hem de toplumsal yapıdan bağımsız olarak ele almaya çalışıyor. bu noktada meşhur, adamı boğazlayan yapısalcılardan ayrılıyor ki bu benim hoşuma giden noktadır.

bilgi, toplumsal ve dilsel pratiklere bağlı olarak gelişir. bir dizgenin bir başka dizgeye geçişi bu olgu ilişkileriyle meşrulaşır.
bu eksiksiz geçişleri de soybilim araştırmalarında açığa çıkartacaktır. yani bunun için arkeoloji dönemine birinci, soybilim dönemine de ikinci dönem diyebiliriz.

foucault, bir yandan ben ile iktidar arasındaki ilişkileri gözlerken, diğer taraftan tarihin bir dönemindeki doğru olarak kabul edilenin bir başka dönemde nasıl yanlışa dönüştüğünü görmek istemektedir. buradan onun genel ideolojisinin "mutlak doğruluklar yoktur, değişkendir" olduğunu anlıyoruz.

misal, deliliğin tarihi kitabında "delilik" kavramlarının tarihsel süreç içinde geliştiği anlam farklılıklarına bakar. antik çağda değilik tanrısal bir esinlemeydi. böyle şekilli şekilli garip hareketler yapmak insanları bu yönde düşündürmeye sevkediyordu. az çok filmlerde filan da görürüz.

burada delilik ve akıl arasındaki ayrımı tarihsel sürecin bir ürünü olarak görüyor bu adam. 17.yy'da deliler tımarhaneye kapatılması gereken kişiler olarak görülüyordu. orta çağda içine cin kaçmış deniyordu. 15.yy'da avare kişiler olarak adlandırılıyordu. 19.yy'da ise tedavisi gerekli olan kişiler olarak önümüze çıktılar. nasıl oluyor da bu bilinç kabulleri değişiyor? işte burada da iktidar ve bilgi söylemleri işliyor. genel yapı itibariyle böyle.

saygılar.
toplumu savunmak gerekir ve kelimeler ve şeyler kitapları ders niteliğinde yüksek lisans olarak okutulması gereken esrarcı filozof. onu tam anlamı ile anladım diyen pinokyodur.
sarkacıyla ünlü düşünür. Nietzsche ve Heidegger’in düşüncelerinden oldukça etkilenen Foucault, çalışmalarında çoğunlukla Karl Marx ve Sigmund Freud’un fikirleriyle mücadele etmiştir. bir yaz tatilinde izmir'e geldiği sırada aids'ten vefat etmiştir.
http://www.cafrande.org/m...i-seydir-anthony-giddens/
http://www.cafrande.org/m...i-seydir-anthony-giddens/
Yıldızımın bir türlü barışmadığı düşünür. Hayır, küçük görme ya da değersizleştirme değil bu. Lakin foucault'nun bahsedildiği özgünlüğe sahip olduğunu düşünmüyorum.

Örnek vermek gerekirse söylemin düzeni Adlı eserini geçmişte birkaç kez okuma şerefine nail oldum. insanlar bu eserin yaratıcılığı, özgünlüğünden bahsedip dururlar. Ne var ki Aristoteles'in politika eserini okuduğunuzda foucault'nun tamamı olmasa da çoğu düşüncesinin aristoteles tarafından ifade edildiğini görürsünüz. (Bu gayet tabii ama bahsetmeye çalıştığım yaratıcılık, özgünlük)

Bu, örneklerden birisi. Öte yandan kesinlikle tekerrürde fayda var: değersizleştirmiyorum. Ama gerek kişisel beğeni gerekse yukarıda bahsi geçen örneklerden ötürü foucault'yu beğenmem.
insanoğlunun tüm ilişkilerini iktidar ilişkisiyle açıklamaya çalışan düşünür.
"özgürlük, kim olduğumuzu keşfetmekte ya da saptamakta değil, bizi tanımlayıp sınıflandırmış bulunan tüm kurumlara başkaldırıda yatar." diyen büyük filozof...
Arkadaslarimin arasini bozan biri.
Şerefsizdir.
20.yy entelektüel hayatının en önemli figürlerinden birisidir. kendisinin nietsche'nin bir müridi olduğunu söylemekten de çekinmemiştir. marksizm ile sık sık hemhal olduysa da kendisini bir marksist olarak ifade etmemiştir.
mastürbasyon bağımlısı gözlüklü kel amca.

diyor ki vay efenim akıl anca deliliğin zıttında var olabiliyor bla bla.

çok ekmeğini yedi entel gözlüklü camianın çok.
"her şeyin üstünde ve ötesinde bana daha acil ve ivedi görünen görev şudur: hiç yoksa avrupa toplumumuzda gücün hükümetin ellerinde toplandığını kabul etmek ve bunun yürütme, polis ve ordu gibi belirli kurumlar tarafından uygulandığını düşünmek gelenek halini almıştır. tüm bu kurumların emirlerini ulaştırmak, uygulamak ve bunlara uymayanları cezalandırmak için yapıldığı bilinmektedir. oysa ben siyasal iktidarın sanki siyasal iktidar ile hiç alakası yokmuş gibi duran ve bağımsız gibi görünen ama aslında öyle olmayan bazı kurumlar aracılığıyla da uygulandığına inanıyorum. bilgiyi yaymak için ortaya çıkan üniversitenin ve genel olarak tüm öğretim sistemlerinin belirli bir sosyal sınıfı iktidarda tutmak ve başka bir sosyal sınıfı iktidar araçlarından mahrum bırakmak için oluşturulduğu bilinmektedir. bir başka örnek, görünüşte insanlığın iyiliği için ve psikiyatr bilimi olarak tasarlanmış olan psikiyatridir. fakat gerçekte, sosyal bir sınıf üzerinde siyasal iktidar kurmanın bir başka biçimidir. adalet yine bir başka örnektir. Bana göre, modern toplumumuzdaki gerçek politik görev, özellikle tarafsız ve bağımsız görünen kurumların işleyişini eleştirmek ve kendi üzerlerinden gizlice uygulanan politik şiddetin maskesini düşürerek onlara karşı
savaşmayı mümkün kılacak şekilde bunlara saldırmaktır. toplumumuza güçlerini uygulayan değişik politik şiddet biçimleri arasındaki ilişkiyi bütün yanlarıyla eleştirmeden doğrudan doğruya toplumun geleceğini formüle etmeye veya profilini çıkarmaya çalışırsak anarkosendikalizm gibi asil ve görünüşte saf biçimlerde bile onları yeniden üretme riskini almış oluruz."

foucault.