bugün

ey dostlar, hangimiz yaşamadık ki bunu? kendi mahallendeki arkadaşlarınla yaptığın maçlardan çok daha farklıydı aslında. rakip mahallenin çok iyi tanımadığın oyuncuları ile rekabetin bir fenerbahçe galatasaray derbisini aratmadığı tarzda, kemik seslerinin eksik olmadığı maçlardı onlar. maç süresinin 7 de yarı 15 de maç biter şeklinde belirlendiği günlerdi. herkes hakemdi, dizilişin kaleci-orta saha (duruma göre hücuma veya defansa yönelik), forvet, forvet, forvet, ve yine forvetten oluştuğu kadrolarla yapılan maçlardı...

işte böyle sıcak yaz günlerinden bir gün, karşı mahalleden akranlar mahallemize gelir. mahalle maçı teklifinde bulunurlar; ancak bizim mahallenin kadrosu gayet zayıftır. kemik kadroyu oluşturan elemanlar ya tatildedir, ya da köylerinde yaz tatilini geçirmektedirler. yinede düello reddedilmez, maç teklifi kabul edilir.

kadrolar hakkında genel bilgi vermek gerekirse rakip 13-14 yaşlarında 6 kemik oyuncudan oluşmakta, mahallemiz ise kalede 8 yaşında bir kardeşimizden ve 5 forvetli sistemden oluşmaktadır. forvetler hakkında genel bilgi vermek gerekirse bir tanesi 90 kilo civarında yürürken bile zorlanan ayı alper lakaplı kardeşimizden, mahallede bütün annelerin ''o çocukla oynama'' dediği çocuk ünvanı ile benden, ve vasat seviyede futbol bilgisine sahip 3 arkadaşımızdan oluşmaktadır.

maçtan önce tüm takım toplanır, rakibin boy avantajı olduğu için havadan değil ayağa pas şeklinde oynanması gerektiğinden, sert faullerden kaçınılmaması gerektiğinden, ev sahibi olmanın avantajını iyi değerlendirmemiz gerektiğinden ve olası bir kavga durumunda tüm takımca dalmamız gerektiğinden bahsedilir.

ve maç başlar.. seri bir biçimde goller kalemizde belirir. ortalama olarak dakikada bir gol yemekte olan mahalle takımımızın bir an önce bu durumdan çıkması gerekmektedir. takımın mal gibi oynamasına karşın, bala göte bir gol atılır. ilk yarı 7-1 gibi bir hezimetle henüz 10 dakika dolmadan biter. devre arasında takım gazlanır. maç bir binanın arkasındaki otoparkta yapılmaktadır ve binanın balkonundan çayını içen seyircilerimiz bizleri izlemektedir. hatta zemin katta oturan, benden ölümüne nefret eden ama annemle kanka olan ve balkonuna sürekli tezek,torpil vs. attığımız nuran teyze bile bizi izlemektedir. rakip takımın ise 2 tane seyircisi vardır. bu seyirciler de emekli amca tipinde çocuklarının maçını izlemeye gelmiş bıyıklı dayılardan oluşmaktadır. bu maç mahallenin onuru, gururu hepsini sahaya gömmemiz gerekir, bu taraftara yazık değil mi gibi cümlelerle ikinci yarıya başlanır. ancak sonuç yine hüsrandır. maçta fark açılmaktadır ve bu sürece birinin dur demesinin zamanı gelmiştir.

şahsımca yapılan fauller git gide sertleşmektedir rakipten kimse duruma isyan etmemektedir. kemik sesi volume miktarı git gide artmaktadır ve en sonunda biri isyan eder:

rakip oyuncu: lan yeter kıracaksın bacağımızı. siktin kaval kemiğimi.
vendetta: nasıl konuşuyorsun lan sen? bebe oyunu mu bu? sen süt çocuğu musun?
rakip oyuncu: maçını yap, efendi gibi mağlubiyetin keyfini çıkar. yoksa seni paketlerim şurada.

bu lafın sonuna rakip oyuncuya osmanlı tokadı sallanır, ve saha bir anda karışır ve kaçışmalar başlar. ancak kaçanlar rakip mahallenin oyuncuları değil, bizim mahallemizin elemanlarıdır. hatta o kargaşada ayı alperin bile hayatında ilk defa koştuğu görülür. ilginç bir karın ağrısı ve adrenalin ile neler olacağı beklenmeye başlanır. rakip takımın tamamı üzerime gelmektedir. ancak tokadı yiyen çocuk arkadaşlarını sakinleştirmektedir. çocuklarının maçını izlemeye gelen iki baba da elemanları tutmaktadır.

tokadı yiyen çocuk: kimse bir şey yapmasın. adam tek başına hepimize kafa tuttu, helal olsun. bırakın uğraşmaya değmez.

ulan tek başıma kafa tutacağımı bilsem ben hiç maçın amına koyar mıydım? her golden sonra sizinle sevinir, kendi kaleme asortik goller atardım. hiç senin o narin yüzüne o tokadı atar mıydım? benimkisi tamamen lüzumsuzluk, mahallenin götverenliğine geleceğimi bilememek... yine de alta girenin amına koysunlar.

vendetta: ne demek lan uğraşmaya değmez? tek tek gelin hepinizi alırım oğlum!
tokadı yiyen çocuk: seni dövmeyeceğiz.
nuran teyze: sebep?

bir anda gözler zemin kattaki balkona döner. aman allahım! ben yanlış mı duydum, yoksa gerçekten annemin kankası olan nuran teyze neden dayak yemeyeceğimi mi soruyordu? benden bu kadar mı nefret ediyordu?

ba sırada kargaşa devam etmektedir. bir ara rakip takımdan bir iki kişinin tekmelerine maruz kalınır. o sırada rakip takım taraftarlarından ve tekme atanlardan birisinin babası olan kişi bana tekme atan çocuğu ensesinden yakalar. çok müthiş bir uyum içinde ensesinden yakaladığı oğlunu ileri doğru itmekte ve bir anda geri çekmekte, sonra elini yumruk haline getirmekte ve çekiş kuvveti ile kendisine gelen çocuğunun yumruk ile buluşmasını sağlamaktadır. aman allahım, bu nasıl sanatsal bir dayaktır böyle. yumruğunu sallamaya bile üşenen baba kendisine çektiği çocuğun yumruğa çarpmasını hafif bir tebessüm ile mütemadiyen devam ettirmektedir. en sonunda yorulmuş olsa gerek çocuğu ileri ittikten sonra geri çekmez ve yer çekimi ile yüzleşmesi için oğlunu boşluğa bırakır, ancak tam bu sırada dirseği ile sırtına vurarak finiş him yapar. evet, bu olsa olsa mortal kombat oyunundan çıkma dayak sahnesi; ancak böyle finale bağlanabilirdi. çocuk yer ile kavuştuğu an benim beyin de hakimiyete kavuştu...

ben nasıl tiplere çatmıştım? babası tarafından böyle dayak yiyen çocuk olası bir kavgada beni boncuk boncuk sikerdi.

yinede ileri yapılmıştı bir kere, artık geri vites yapılamazdı. rakip mahallenin elemanları yavaş yavaş dağılırken ayı alperin kaçarken unuttuğu topun üstüne oturdum. yiyeceğim dayağın hayali ile düşüncelere giderken aklıma tek bir şey geldi. acaba annem ve babamı karşı mahalleye taşınmaya ikna edebilir miydim?...
kavganın büyüklüğüne göre maçın seyrini değiştiren olay. olay ailelere sıçradıysa eyyvah eyvah.