bugün

çünkü , "orange county suite "
kulakların pası silinsin . şu an . şimdi !
gods and monsters'la kesfettigimdir. tabi bagimlilik yapti sonra.
bu adam benim babam.
Bu bünye odasında posterini, telefon kabında fotoğrafını, sosyal ağlarda lakabını, notlarında sözlerini, müzik kutusunda efsanevi şarkılarını barındırır bu kralın. Sana ne yazsam beğenmem, siler siler dururum. Efsanesin psychedelic rock müziğin ebedi kralı.
the doors uyesi, kendisinden siir dinlemesi cok hos olan idoldur. her rock sanatcisinin olmak istedigi ama malesef olamayacagidir. a feast of friends'i sahsim tarafindan ayrica tavsiye edilir.
şiire ve düz yazıya meraklı tanrımsı kişilik. şarkılarının ve şiirlerinin yanı sıra, düz yazıları da harikuladedir. örneğin:

''kertenkeleler dünyadan tamamen yok olsa da ekosistemde hiçbir değişiklik olmaz, bu yüzden kertenkeleler dünyanın tek tam bağımsız canlılarıdır ve bende onların kralı jim morrison’um. 1943’te melbourne florida’ya kuyruklu bir yıldızdan koparak düştüm. yaşamla ölüm arasında gezindim hep ama yaşamı ilk algıladığım an ölümü ilk keşfettiğim andı. altı yaşındaydım, new mexico’da aile gezisindeydik. ben, annem, babam, büyükbabam, büyükannem, tam bir aile gezisi…
bir kamyon dolusu kızılderili başka bir kamyona ya da başka bir şeye çarpmıştı. kızılderililer bütün yola dağılmıştı, kanlar içinde ölümü bekliyorlardı. babam ve büyükbabam neler olduğuna bakmak için arabadan indiler. ben daha çocuktum, arabada beklemem gerekiyordu. tek gördüğüm şey, kan ve yerde yatan insanlardı. ama garip bir şey olduğuna eminim çünkü onların yaydıkları dalgaları hissedebiliyordum. yerde yatan insanların da olay hakkında benim bildiğimden daha fazlasını bilmedikleri fark ettim. işte o an ilk kez korkuyu tattım. bu korkuyla birlikte etrafta koşuşturan kızılderili ruhlarından bir ya da birkaç tanesi gelip benim ruhuma girdiler. annem ve babam ise beni yatıştırmak için ‘’kötü bir rüya, sadece kötü bir rüya’’ demekle yetiniyorlardı.

o günden beri yaşamın sunulan ve görülenden ibaret olmadığına inandım. her zaman daha fazlasını görünenin ardına yaptığım gizemli yolculuklarda aradım, şiir ve müzik ‘’ötekilere’’ zarif dokunuşlar yapmamı sağladı.
beni daha derin düşünmeye ve görünenin ötesine geçmeye sevk eden en dipsiz korkularıma yoğunlaştım, onlardan korkmak yerine yeni boyutlara geçişin heyecanını hissettim ve korkunun gücü kayboldu. hayatın karanlık tarafıyla ilgilendim hep, kötü olanla, gece zamanıyla, ölümle. gizemlerle yüzleşmenin, daha derine inmenin zarif yollarında yürüdüm.

lise ve üniversitede bir sürü defter tutuyordum ama okulu bıraktığımda aptalca bir şey yaparak hepsini attım. şimdi attığım o iki, üç defterden daha fazla istediğim bir şey yok. geceler boyu o defterlere ne yazdığımı hatırlayabilmek için hipnotize edilmeyi ya da kafamı tamamen dumanlamayı düşünüyorum. ama belki de onları atmasaydım hiçbir zaman emsalsiz bir şey yazamazdım çünkü onlar temelde okuduğum ya da dinlediğim şeylerin bir birikimiydi, kitaplarda altını çizdiğim cümleler gibi…
şiire hayranım, benim gibi bilinenle bilinmeyen arasında gezinir, pek çok anlama gelebilir, bir labirent ya da bilmece gibi üzerinde düşünülüp insanların kendi durumlarına uyarlanabilir. işte bu yüzden seviyorum şiiri sonu olmadığı için. insanlar yaşadıkça kelimeleri ve onların bir araya gelişlerini hatırlayacaklar. bir soykırımdan kurtulabilecek şeyler şiirler ve şarkılardır. kimse bir kitabın tamamını hatırlayamaz. kimse bir filmi, bir heykeli ya da bir resmi tam olarak anlatamaz. ama insanoğlu yaşadıkça şiir ve şarkı sanatı devam edecektir.

ingiliz blake, fransız baudelaire ve rimbaud duyguların kara örtülerinin içine beni zarifçe soktular. bu buluşma tüm çırpınışlara bir yol çizdi ve sınırların sonsuzluğunu arama yolculuğum başladı. karanlığa o kadar uzun zaman boyunca baktım ki artık orada neler olup bittiğini görmeye başladım. seksi, gizemleri, boyutlar arası seyahatleri, cinayeti, deliliği ve ölümü bu gerçekdışı efsunlu satırlarda buluyorum. ben tek bir bedene hapsedilmiş sonsuz bir köleyim ve satırlarda özgürleşiyor ruhum. düşünceler arasında gezinen küçük bir prens, kanatları olan ölü bir tırtılım.
ben deri ceketli rimbaud’um. başkaldırı, düzensizlik ve kaosa ilişkin her şey ilgimi çekiyor, özellikle de görünüşte hiçbir anlamı olmayan eylemler. özgür hareket, davranış… olduğundan başka hiçbir şey olmayan eylemler. sonuç yok, sebep yok. yönlendirilmemiş, özgür eylem. eğer bu akışa kapılıp özgürce yaşarsanız çevrenizdeki insanlar farklı bir hareket yaptığınızı düşünürler ve huzursuz olurlar ya sizden kaçarlar ya da size engel olurlar.

aileler, toplum, devlet ve tüm diğer kurumlar bütün bencilliklerini ortaya koyarak aynı kalıpta insanlar yetiştirmeye çalışıyorlar. herkes kendi dünyasını hayatından aldığı tecrübelerle kurmalı. insanlar başkaldırmalı, hiçbir siyasi ve toplumsal baskıya boyun eğmemeli. kurallar yıkılmalı ve her zaman da yıkılacaktır çünkü bir kuralı yıkma isteğini yaratan tek şey kuralın varlığıdır. eğer kural olmazsa, onu yıkma isteği de olmaz. ben, bireyi sosyal kontrol altına almak isteyen kapalı zihniyetli toplumlara karşı gençliğin isyanını temsil ediyorum. hayatın boğucu atmosferine öfke ve nefret tohumları saçıp bir yandan da dünyanın geriye kalanını eğlendiriyorum. hayatın tozpembe olmadığını biliyorum ve kötü şeyleri görmezden gelip mutlu bir insan rolü yapmanın aptallık olduğunu düşünüyorum. nihilizme sığınıyorum, bilinci, karanlık bilinçaltını ve keşfedilmemiş arzuların dış görünüşlerini benimsiyorum. çılgınlıkların tüm sınırları ne kadar genişletebileceğini merak ediyorum. algıların ötesine geçmek istiyorum. aldous huxley’den beyin ve sinir sisteminin, dışarıdan gelen bilgileri eleyerek kişiye kısıtlı algılama hakkı tanıdığını ancak alkol ve lsd’nin bunların çok ötesinde algılama olanakları yarattığını öğrendim. william blake’de beş duyunun mükemmel derecede gelişip, açılana dek, bedenin ruhun hapishanesi olduğunu söylüyordu.
duyular ruhun pencereleridir…
artık algılamayı değiştiren bu yolların birçoğu yalnızca doktor kontrolünde elde edilebiliyor ya da yasadışı yollarla. batı kültürü alkol ve tütüne izin veriyor sadece. duvarın öte yanına açılan tüm kimyasal kapılar uyuşturucu, bu kapıları izinsiz açmaya çalışanlar ise keş olarak damgalanıyor. ama kurallar ve yasaklar ruhun sonsuz keşfi yolculuğunun önüne çıkan cılız engellerden öteye geçemeyecekler. eğer gerçekten nelerin uyuştuğunu görmek istiyorsan dikkatlice ve açık bir algıyla çevrene bak, bir süre sonra her şeyin potansiyel uyuşturucu olduğunu göreceksin ve tek yapman gerekenin her zaman algılarını özgür bırakmak olduğunu anlayacaksın.

tanrılar hayallerle uyuşturur bizleri. bizlere kitaplar, konserler, şiirler, şarkılar, şovlar, sinemalar verirler. sanat yoluyla kafamızı karıştırır ve kendi köleliğimizin içinde kör ederler bizleri. sanat, hücre duvarlarımızı süsler, sessiz ve bir örnek tutar bizi. karanlığa zahiri bir ışık tutar, hayali aydınlanmalar yaşatır. farklı bakışlar oluşturur, daha da karmaşıklaştırır görmeye çalıştıklarımızı. sanatın verdiği kişisel tatminlerin şiddeti seksin bile yerini alacak doygunluklar verir. özgüven ve beğeni sağlayarak daha sivriltir duruşumuzu. sanat aydınlatmaz ya da özgürleştirmez, yoğunlaştırır…
ben de yoğunlaşmanın sınırlarını denedim, her şeyden büsbütün sıyrıldım. kaybolmuş cenneti arıyordum ve diğer dünyayı hiç düşlememiş birinin beni anlamasını beklemiyordum. algı kapılarının karanlık koridorlarında yılanbaşlı şamanlarla, vahşi hayvanlarla karşılaştım. ateşin şiddeti, seksin çığlıkları kulaklarımda yankılanıyordu. kendimi kaybedercesine savurdum, daha karanlığa ve derine…

hayata değişik bir açıdan bakabildiğime inanıyorum ama içinde yaşamayı becerebildim mi, bilmiyorum… aslına bakarsanız pekte umurumda değil. sadece tüm sınırları merak ettim diyelim ve peşinden gittim. bilinen ile bilinmeyenler arasındaki kapılara her dokunuşum ruhumun derinliklerindeki zebanileri özgür bıraktı, kapılardan sızan ışıklar bedenimi hafifletti… yükseliyordum, katman değiştiriyordum…
mutlak muğlak…
her şey göründüğünün ötesinde başka duvarlara dayanmıştı ve ben o duvarlara dokunabiliyordum.
görüntünün ardındakine ulaşmanın esrarengizliği ve çekiciliği kaybolmamalı. gizemli, sansasyonel, seksi bir rockstar görünümünün ardındaki ince ve duyarlı şairi gizledim çoğu zaman ama bazen şarkı sözlerinde gösterdi kendini. hep bir şair olarak anılmak istiyorum ve şiirle baş başa kalabilmek için yaratılan bu sahte imajlardan kurtulmam gerekiyor. belki ölü taklidi yaparak havai’ ye kaçarım, belki metabolizmam ruhumun arınma sürecine ayak uyduramaz ve iflas eder, belki ölüme kendim giderim, belki de bambaşka bir şey… ne fark eder ki…
tek istediğim öldükten sonra şiirlerime devam etmek, müziksiz ama ritmik, akıcı ve sonu belirsiz saf şiire…

her şeyin ötesinde, artık sona doğru yaklaştığımı hissediyorum. kusursuz ve arzu dolu sona… algıların kapılarını teker teker açarken geçtiğim her eşikte biraz daha sendeliyorum, artık kendimi tutmak gibi bir zorunluluğum yok. alevlerin akışını hissediyorum. titreşimler bedenimi sarıyor, kendimi daha da özgür bırakıyorum ve tüm eşikler sonsuz bir hayal gibi ardımda sıralanıyorlar. kıpırdamadan boşluğun içinde kayıyorum, gittikçe hızlanıyor ve yumuşaklaşıyor. sürtünme bedenimi kavrıyor. parmaklarım kıvılcımlar saçıyor, yavaş ve zarifçe enerjiye dönüşüyorum. sonunda ruhumu ve bedenimi tam olarak birbirine karıştırabiliyorum.
bir kuyruklu yıldız olmak istiyorum, herkesin durup baktığı, birbirine gösterdiği bir kuyruklu yıldız, sonra… ansızın bir patlama ve ben yokum. bir daha hiçbir zaman böyle bir şey görmeyecekler ve beni hiç unutmayacaklar…''
amnezi katatoni bir tane alıp ilham perisine kavuşmak yerine üç tane alıp şamanın ruhuna sığındığı gece, denize düşen kral.
ne zaman deniz görsem, bulutlara basıp düşmek istiyorum.
Kocaman bir aile yerine dostlarla bir ziyafeti tercih eden adam. Tanışamadığım ve belki de tanışamayacağım adam. Onun gibi düşündüğümü fark ettim, kaosun güzelliğini göremesem de henüz. Yirmi ikiden geçtik yirmi yedilere katılma ihtimalini koyduk yürürlüğe. BU gece kayan yıldızları senin için izliyor olacağım, değerli arkadaşım.
Adını duyduğumda bile gururlanmama sebep olan idolüm.
3 temmuz 1971... son kez... '27'. o hep 27 yaşında kalacak, hiç yaşlanmayacaktı. jim de biliyordu 27'nin son olacağını... böyle çıkmıştı yola. son durağın neresi olduğunu bilerek...
ya hiç tanınmadan, ünlü olmadan, herkes gibi sıradan bir hayatı olacak ve belki de şimdi hayatta olacak, ya da milyonların tanıdığı, herkesin bildiği, gençliğin taptığı ama 27'sinde 'lucifer' için kurban edilecek birisi olacaktı. jim ikinciyi seçmişti... o gün o odada 'lucifer' için imzayı attığında yüzünde acı değil, tebessüm vardı... ama acı bir tebessümdü...
jim morrison... az ama öz bir ömür... unutulmayacaksın. tıpkı istediğin gibi...
Başlığını görünce heyecanlandığım adam.
Ne yapsam bilemedim kızılderililerle ilgili bir anısı vardı sanırım, vikipediden araştırın işte, soyadına bayılıyorum ayrıca;
No one's gonna take my soul away
I'm living like Jim Morrison
(Lana del rey-gods and monsters)
vasat müzisyen. müptela, zibidi tipin tekidir. 27 yaşında intihar edip kötü bir imaj bırakmıştır.
badem gözlülerden.

oh be, biz de karizmatik bi intihar notu yazıp intihar edelim, bizim de şanımız yürüsün !!!
thıs ıs the end derken kendimi gercekten bir sonun içinde hissettiren kişi.
onu bunu geçin de söylediği her şarkının bu kadar mı hakkını verır bı adam, namıdiger lizard king
tabutunun ondan küÇük olduğu ve bu yüzden öldü süsü verip kaÇtığı söylenmektedir.
ağlatır.

https://www.youtube.com/watch?v=ZRAr354usf8
cinayete kurban gittiği iddia edilmiş ancak kanıtlanamamış, people are strange, riders on the storm gibi fevkalade şarkıları ustalıkla yorumlamış karizmatik sanatçı.
the doors grubunun solistidir. 27 yaşında ölerek herkesi üzmüştür.
konserde "the end" şarkısında "father? i want to kill you!" dediği an keşke babası sahneye çıkıp verseydi sopayı enseye göte diye düşündüren sanatçı.
son zamanlarda kendimi onun gibi hissettiğim ulu kişi.
işe saygısı olup, iş dışında içki içip müzik dinleyen. kimseyi umursamaz, duygu dolu ama kimseye belli etmeyen arada seksapalitesi yoğun olan kişi.
Acayip karizmatik adam. Bi keresinde sahnede tutuklanmış sanırım. 1971 de küvetinde ölü bulundu yüksek dozda uyuşturucu aldığı söyleniyor.
isa Peygamber'in, nam-ı diğer jesus christ'in bu dünyaya tekrar geleceği konusunda çok yoğun ve popüler bir inanç vardır. işte ben yeniden dünyaya gelen jesus christ'in Jim Morrison olduğuna inanıyorum. Başka Nasıl bir yaratık bu kadar muhteşem bir sese, bu denli güzelliğe, karizmaya, zekaya, yaratıcılığa sahip olabilir ki, Tanrı'nın oğlu dışında. Bence ölmedi de. Bir yerlerde bizi izliyor.
We could plan a murder or start a religion
mezar taşında isminin hemen altında "Kata ton daimona eay toy" diye bir yazı yazar. bu yazıyı babası yazdırmıştır.
i'm jim morrison i'm dead!

http://www.youtube.com/watch?v=XdpIvA2Ox8w
kız arkadaşı* guns n' roses gitaristi slash'in annesinin sahibi olduğu bir butik dükkanında çalışıyordu.
güncel Önemli Başlıklar