bugün

genelde denize yakın olan yerlesim birimlerinde yasayanların yaptıgı bazen zevkli olabilen ama genelde ıstakoz gibi yanmış bir vucutla pazartesi gunu işinin basında olan yurdum insanı.amaç kısa bir fastholiday anlayısıdır.bu sene tatile nereye gittiniz seklinde bir soru yoneltilirse cevapsız kalmamak içinde iyi bir malzemedir.en igrenç şekli ise arabanızla degilde toplu ulasım araclarıyla yapılanıdır!
(bkz: şile)
(bkz: silivri)
(bkz: kilyos)
gerek ekonomik, gerekse vakitsizlik gibi nedenlerden ötürü yaz sezonunu dodo beachlerde ya da kemer bilmem ne risortlarda geçiremeyen kişilerin sabah sıcak denizlere inip, akşam da dönmesidir denize günübirlik gitmek.

biz, yaz tatilinde muhakkak en az bir kere ailecek denize gideriz. sabah erken yola çıkar, akşam da çok geçe kalmadan döneriz.

en yakın yüzmelik deniz evimize 45 dakika kadar uzaklıktaki şile'de.

şile'nin ağlayan kaya plajı'na gideriz hep. burada yer bulabilmek için sabahın erken saatlerinde yola çıkarız. aslında salt yer bulmak sorun değil. ancak beni de sayarsak- üç öğrenci iki tam kişiden oluşan bir aile ile gidildiğinde şemsiye, üç parça elbise, bir şort, birkaç tişört, beş-altı havludan oluşan tekstil ürünlerini; denize girmek-denizden çıkmak- tekrar girmek aralığındaki zaman dilimlerinde atıştırılacak poğaça, pide, kola, karpuz, şeftali, armut, üzümden oluşan gıda ürünlerini koyabilecek; aynı zamanda kendimizin oturabileceği, yatabileceği, kuma gömülebileceği genişlikte bir yer olmalı. işte bu vasıflı yeri bulabilmek için erkenden yola çıkarız. ve bu uygun yeri de her yıl bulmayı başarırız.

bütün okul yılı boyunca denizle en yakın teması vapurdan martılara simit atarken olmuş bir insan olarak, yüzmelik deniz gördüğümde soyunur dökünür, vira bismillah diyerek atlarım kızgın kumlardan serin sulara.

bunu yaparken temkinli davranırım. magazin basınının beni bikiniyle görüntülememesine özen gösteririm. rahat tavırlarımla dikkat çekmemeye çalışırım. selülitlerimle gündemi meşgul etmek istemem.

denizde parmaklarımın derisi buruşuncaya dek yüzerim. kardeşlerime geleneksel ''ya ıslandım ya''iğrenç esprisini yaparım. onlarla kovalamaca, yakalamaca, suyun altında en çok nefesini tutmaca oynar, yeri gelir çişimizi yaparız.

dinlenmek üzere denizden çıkarım. hemen şemsiyemizin altında oluşturduğumuz gölgeye sığınır, havluya bürünürüm. hatta üşürüm. ağustos sıcağında deniz kenarında üşüyebilen tek organizma olduğumu sanıyorum.

bronz tenden hoşlanmadığım için güneşlenmeyi sevmem. bir kere güneşlenirken babam üzerime havlu örtüp ''üşütürsün öyle'' dediğinden beri bronz teni sevmem, güneşlenmem. beyaz peynir gibi olmak güzel.

uzanıp biraz kitap okurum. birkaç sayfa açarım, annem başlar söylenmeye denize gir denize, evde de kitap okursun( dışarıda yapılan şeyler, aynı zamanda evde de yapılabiliyorsa annem için bir kıymeti harbiyesi yoktur bunun. ne ısmarlayalım, makarna yiyelim mi anne?
-aman ne makarnası, evde de yeriz onu.)

denize sık gelmediğimiz için annem bütün bir senelik deniz ihtiyacımızı bir günde gidermemizi bekler bizden. gün sonunda da gün sonu değerlendirme raporunu verir sözlü olarak. ''iyi yüzdünüz, yeter bu size artık.''

son kez denize girip, bir daha kolay kolay gelemeyeceğimizi aklımızdan çıkarmayarak yüzeriz. çıktığımızda kurunur, kuruduğumuzdan emin olduktan sonra elbiselerimizi giyeriz. ve nihayet annemin, olimpiyat komitesi yüzme kolu başkanı edası ile verdiği ''yeter bugünlük'' direktifi ile - burası çok önemli ey sözlük toplumsal mesaj - etrafta tek çöp bırakmayacak şekilde konuşlandığımız alandan en sağlam green peace ci edası ile kalkarız
geriye dönüp son kez denize bakarım çünkü kendisi ile tensel bir birlikteliği bir sene sonra yaşayacağım. bu yüzden duygusal bir veda olur.

sahilde genellikle duş almayız. çünkü hem paralıdır hem gereksizdir. gereksizdir çünkü evde de nasıl olsa duş alınabiliyor. ben annemin çocuğuyum. evde de yapabildiğim bir şeye dışarıda mümkün mertebe para vermemeye çalışırım.

üzerimizde kumlu su ve yosun kokusu ile birlikte arabamızda dönüş yoluna atarız kendimizi. ben ve kardeşlerim arkada uyuruz, annemle babam önde ne yapar bilmem?

eve geldiğimizde sırayla banyoya gireriz ki, işte o banyo en huzur verici anlardandır. oramdan buramdan kum ve yosun çıkmasından iğrenç bir haz alırım. denize gittiğimi, yüzdüğümü hissederim. misal havuda yüzmüş olsam benim için hiçbir özel anlam ifade etmezdi. deniz başka şey mirim. hele hergün otobüste yolculuk ederken, yürürken, gezerken denizi görebiliyor ama ona dokunamıyorsan, senede bir, bazen iki, taş çatlasın üç kez girebiliyorsan daha bir başka. günübirlik de olsa.
ankarada pek mümkün gözükmeyen hadisedir.
gerek ekonomik, gerekse vakitsizlik gibi nedenlerden ötürü yaz sezonunu dodo beachlerde ya da kemer bilmem ne risortlarda geçiremeyen kişilerin sabah sıcak denizlere inip, akşam da dönmesidir denize günübirlik gitmek.

biz, yaz tatilinde muhakkak en az bir kere ailecek denize gideriz. sabah erken yola çıkar, akşam da çok geçe kalmadan döneriz.

en yakın yüzmelik deniz evimize 45 dakika kadar uzaklıktaki şile'de.

şile'nin ağlayan kaya plajı'na gideriz hep. burada yer bulabilmek için sabahın erken saatlerinde yola çıkarız. aslında salt yer bulmak sorun değil. ancak beni de sayarsak- üç öğrenci iki tam kişiden oluşan bir aile ile gidildiğinde şemsiye, üç parça elbise, bir şort, birkaç tişört, beş-altı havludan oluşan tekstil ürünlerini; denize girmek-denizden çıkmak- tekrar girmek aralığındaki zaman dilimlerinde atıştırılacak poğaça, pide, kola, karpuz, şeftali, armut, üzümden oluşan gıda ürünlerini koyabilecek; aynı zamanda kendimizin oturabileceği, yatabileceği, kuma gömülebileceği genişlikte bir yer olmalı. işte bu vasıflı yeri bulabilmek için erkenden yola çıkarız. ve bu uygun yeri de her yıl bulmayı başarırız.

bütün okul yılı boyunca denizle en yakın teması vapurdan martılara simit atarken olmuş bir insan olarak, yüzmelik deniz gördüğümde soyunur dökünür, vira bismillah diyerek atlarım kızgın kumlardan serin sulara.

bunu yaparken temkinli davranırım. magazin basınının beni bikiniyle görüntülememesine özen gösteririm. rahat tavırlarımla dikkat çekmemeye çalışırım. selülitlerimle gündemi meşgul etmek istemem.

denizde parmaklarımın derisi buruşuncaya dek yüzerim. kardeşlerime geleneksel ''ya ıslandım ya''iğrenç esprisini yaparım. onlarla kovalamaca, yakalamaca, suyun altında en çok nefesini tutmaca oynar, yeri gelir çişimizi yaparız.

dinlenmek üzere denizden çıkarım. hemen şemsiyemizin altında oluşturduğumuz gölgeye sığınır, havluya bürünürüm. hatta üşürüm. ağustos sıcağında deniz kenarında üşüyebilen tek organizma olduğumu sanıyorum.

bronz tenden hoşlanmadığım için güneşlenmeyi sevmem. bir kere güneşlenirken babam üzerime havlu örtüp ''üşütürsün öyle'' dediğinden beri bronz teni sevmem, güneşlenmem. beyaz peynir gibi olmak güzel.

uzanıp biraz kitap okurum. birkaç sayfa açarım, annem başlar söylenmeye denize gir denize, evde de kitap okursun( dışarıda yapılan şeyler, aynı zamanda evde de yapılabiliyorsa annem için bir kıymeti harbiyesi yoktur bunun. ne ısmarlayalım, makarna yiyelim mi anne?
-aman ne makarnası, evde de yeriz onu.)

denize sık gelmediğimiz için annem bütün bir senelik deniz ihtiyacımızı bir günde gidermemizi bekler bizden. gün sonunda da gün sonu değerlendirme raporunu verir sözlü olarak. ''iyi yüzdünüz, yeter bu size artık.''

son kez denize girip, bir daha kolay kolay gelemeyeceğimizi aklımızdan çıkarmayarak yüzeriz. çıktığımızda kurunur, kuruduğumuzdan emin olduktan sonra elbiselerimizi giyeriz. ve nihayet annemin, olimpiyat komitesi yüzme kolu başkanı edası ile verdiği ''yeter bugünlük'' direktifi ile - burası çok önemli ey sözlük toplumsal mesaj - etrafta tek çöp bırakmayacak şekilde konuşlandığımız alandan en sağlam green peace ci edası ile kalkarız
geriye dönüp son kez denize bakarım çünkü kendisi ile tensel bir birlikteliği bir sene sonra yaşayacağım. bu yüzden duygusal bir veda olur.

sahilde genellikle duş almayız. çünkü hem paralıdır hem gereksizdir. gereksizdir çünkü evde de nasıl olsa duş alınabiliyor. ben annemin çocuğuyum. evde de yapabildiğim bir şeye dışarıda mümkün mertebe para vermemeye çalışırım.

üzerimizde kumlu su ve yosun kokusu ile birlikte arabamızda dönüş yoluna atarız kendimizi. ben ve kardeşlerim arkada uyuruz, annemle babam önde ne yapar bilmem?

eve geldiğimizde sırayla banyoya gireriz ki, işte o banyo en huzur verici anlardandır. oramdan buramdan kum ve yosun çıkmasından iğrenç bir haz alırım. denize gittiğimi, yüzdüğümü hissederim. misal havuzda yüzmüş olsam benim için hiçbir özel anlam ifade etmezdi. deniz başka şey mirim. hele hergün otobüste yolculuk ederken, yürürken, gezerken denizi görebiliyor ama ona dokunamıyorsan, senede bir, bazen iki, taş çatlasın üç kez girebiliyorsan daha bir başka. günübirlik de olsa.
arabaya eşyalar yerleştirilir,1 saat yol gidilir, ondan sonra denize girilir, tekrar arabaya yerleştirme yapılır,eve geri dönülür,bu hiç denize girememekten iyi olsa bile bir müddet sonra sıkıcı ve yorucu olmaya başlar ve bu şekilde gidildiği için insanın zaten o denize giresi gelmişse bile kaçmıştır.
günübirLik güneş yanığı, günübirLik diyet, günübirLik her şey dahiL, günübirLik yaz aşkı.. *
bunun bir de 3-5 sap birleşip günübirlik denize gitmek versiyonu vardır ki aman diyim. günler öncesinden planlar yapmakla başlar bu aktivitenin heyecanı. gidilicek mekan tespiti için entrynin başında da belirttiğimiz üzre özneler sap olunca kriterlerde genel geçer yöntemlerin dışına çıkar pek tabi.

ilk evvela kumsalında metrekareye düşen hatun miktarı en önemli kriterdir. deniz temiz mi, kumsal çakıl mı , ortam nezih mi bunlar sap tayfanın asla önemsemediği detaylardır.

yoğun bir istihbari çalışma sonrasında sağdan soldan '' oğlum öküzboğazına gidin orda karı kaynıyormuş '' şeklinde kulağa en hoş gelen bilgiye de ulaştıktan sonra sıra ikinci önemli kriter olan kumsala içki sokmak, mangal sokmak, ve bizim gibi 5 tane hayvanı sokmak yasak değil di mi ? şeklinde sorularımızı da uygun ve makul cevaplar aldıktan sonra , artık yolculuk başlamıştır.

saat 10 sularında kumsala ellerinde bim poşetleri, bira şişeleri, mangal ve soslu kanatları ile uçarak gelen bir bizon sürüsü iner . görüntü belgesel tadındadır. su kenarına inmişizdir artık. bundan sonrası domates , salatalık , peynir triosu ile beslenen ekmek kafalı güruhun denize inince evrim geçirip bizonluktan develiğe terfi etmesi ve güzide ata sporumuzun su ile eşsiz birleşimini bir resital edası ile sunmasıdır.

herkes hayranlıkla bu güruhu izler , yanlız gezen ve yüzen dişilere su sıçratmak , ehueheu ehuehee şeklinde sesler çıkarmak çiftleşme mevsiminin habercisidir. bazen iki sap bir kız için çetin bir kavgaya tutuşur. burda doğa yine kanunu koyar ve güçlü olan yoluna devam eder. güçsüz olup kaybeden dallama ise sahile bitkin bir halde yürüyüp kendisini kuma göndürür. bu saplar aleminde bir nevi enerji depolamak ve küllerinden yeninde doğmak için yapılan rektifiyedir. cenab-ı hak bu düzeni yaratırken muntazam bir nizam içinde yaratmış ve doğa hep kendisini yenilemiştir.

güreş aktivitesinin yanında, veleybol, futbol gibi diğer sporlarıda icra eden gruptan bir loser tip , 50 derece sıcakta mangal başına '' kanka sen bu işin pirisin '' gazı ile oturtulur. gruptan bir kişi ise boşalan 5 lt. lik suyun pet şişesini ters çevirip etnik sesler çıkarır ve diğerleride yöresel şarkılar ile ona eşlik edip, sahil-ateş-gitar ritüelini sahil-darbuka-mangal tandansına taşırlar.

en son olarak son bir kez daha suya girilip dönüşe geçilir, yol boyunca '' lan o kız beni kesiyordu sen varsın diye gelmedi yanıma '' , '' hasstir lan esas bana baktı ama anasından çekindi gelemedi '' şeklinde günün analizi yapılır.

şöyle bir geriye dönüp baktığımda günübirlik denize gitme aktivitesinide , 5 yıldızlı otel hadisesinide yapmış bir bünye olarak, yaşanılan her şey insana deneyim katıp güzel anılar bırakıyorsa değerlidir diyerek bu belgesel tadındaki entrymi noktalıyorum.
(bkz: fakir terapisi)