bugün

özcan alper 'in bu yıl vizyona girmesi beklenen filmi. referansı sonbahar'ı başyapıt kabul edince beklentiler içselleştirilip büyüyor tabi.
parlayan türk sinemasının en önemli meyvelerinden birini vermişti sonbahar'la özcan alper. bakalım, nasıl bir film gelecek? merakla beklemek...
Fragmanı için;
http://www.youtube.com/watch?v=b-9ezwxbxwm
bu akşam 18.adana altın koza film festivali'nde katıldığım galasında çok büyük umutlarla girdiğim salondan çok büyük hayalkırıklığıyla çıktığımdır..bu büyük beklentimin sebebi de kesinlikle sonbahar gibi bir şahane yapıtın arkasından daha da iyi bir şey beklediğimdir.. fakat filmde göze çarpan değil de göze adeta sokulan detaylar,dialoglar -ki bu dialoglar başroldeki iki karakterin seyirci önünde verkaç yapmasından ibarettir- filmin anlatmak istediği dönemden bizi istemesek de uzaklaştırmıştır. örneğin diyarbakır'daki gencin evindeki duvarlarda yol filmi afişinden tutun da nazım ile ilgili neredeyse liseli gençlerin çektikleri kısa film dialoglarına varıncaya kadar beklemediğimiz ama kesinlikle üzüldüğümüz bir film olarak filmografimizdeki yerini almıştır..
sadece durukan ordu yu izlemek için bile gidilmesi gereken filmdir.*
http://eksisinema.com/gel...alper-sesini-yukseltiyor/
yarın * vizyona girecek olan bu ayki sinema dergisinde sinema eleştirmenlerince hayli analiz edilip hatrı sayılır puan alan özcan alper filmi.
gerçekten harika bir filmdi. ağlamadan edemedim. sonbahar'dan sonra güzel yine bir güzellik yapmışlar çok beğendim. hele ki müziklerinin kattığı hava tartışılmaz hele ki en sondaki ağıt Khaçadur Ayedisyan'dan oratorya beni benden almıştır. * http://www.youtube.com/watch?v=2tbafPGn2MQ. filmdeki herkesin emeğine sağlık.
http://www.gelecekuzunsurer.com/
sırf adındaki gizem ve arkadaşımın ısrarından dolayı girip, film arasında salonu sinir ve sıkıntıdan terkettiğim filmdir.
amaçsız, provakatif bi' film. palto film günleri gibi her yıl hiçbi' filmini kaçırmadığım bi' festivale alınmış olması da tam bi' hayal kırıklığı.
olaylara tek taraflı bakan, yaşanan olayları geride kalan gözünden anlatan*, bittiğinde; "eee ne ki bu ki şimdi amına koyim" dedirten, sikko bi' yapıt.
o kızcağız oralara kadar gideceğine azıcık akıllı olsa koşa koşa dağa çıkan sevgilisinin beynine sıkılacağını da bilir di mi?
murathan mungan'ın dizesidir.
"ve her çağın hurafeleri vardır
kurban alır, kurban verir
geçer devran, takvimler el değiştirir.gün gelir zulüm de göçer
zaman örter her şeyin üstünü
uzağı gören çocuklar bilir gelecek uzun sürer...."
-şiirin bütünü:
KARANFiL

kulağında karanfil taşıyan halkımın oğulları
atlanın gidiyoruz.
buğulu bir şafak vakti yeniden düşüyoruz yollara
eski zamanlarda olduğu gibi
dersimiz tarih.unutmayın kaldığımız yeri
yenilmedik daha

masal alın koynunuza.belki dönmeyiz uzun zaman
masalllar hatırlatır size doğduğunuz yeri
ilişkiler iklimini
çocukluk taşınabilir bir şeydir
alınsa da elinden geçmişi.

tütün ve tarih koyun torbanıza.kekik ve dağ ateşleri
şafağın bin yıllık anlamını, suların ve çağların sesini
ezberleyin, bilinmez otların adını hatırda tutar gibi,
ten rengi aya bakın son defa
yani geride yaşanmış ve yaşanacak bütün yaz geceleri

kaçak aşıkları, uçurum bakışlı firarları, mağrur eşkiyaları
saklar gibi
kilitleyin yüreğinizin kalelerini
anka ve anahtar, ikinci bir emre kadar
kaf dağının ardına gitti

kulağında karanfil taşıyan halkımın oğulları
toplayın çadırlarınızı.eski zamanlarda olduğu gibi
çığ geliyor.çağ çöküyor.
gidiyoruz.
dudaklarınıza ninni, ıslık ve destan alın
siyah sünnet çekin gözlerinize
alıcı kuş telekleriyle
ki ışısın yaprak yeşili gözlerinize kıstırdığınız
farz olan öfke
çapraz asın tüfeklerinizi
çağın dışına sürdüğü eski masallardaki
eşkiya resimleri gibi
yurdundan ve yüzyılından
kovulmuş çocukların tarihinde
gelenek kimi zaman başkaldırma biçimi...

teni tarçın kokulu halkımın oğulları
atlanın.bizi bekliyor ay akşamları
daha yola çıkmadan eksiksiz anlatın çocuklarınıza
aklınızda kalanları
ağızlık, tesbih ve tabaka bırakın
yolları ayrı düşmüş arkadaşlara
belki görüşemezsiniz bir daha
yükse kuşlar dorukları sever
ölümse çıplak kaldığı dağları

atlı bozkırların sararmış hülyalarını
eski sözcüklerin yüklü çağrışımlarını
yanınıza alın.
sabahı karşılayın her günkü sabahı
gülümseyin yüzünüzün sığmadığı kuşlu aynalara
mayın diye gömün yüreklerinizi
ölülerinizi verdiğiniz toprağa
vedalaşın denkleri toplanmış geçmişinizle
unutmayın göçmen tarihlerden, yerleşik zulümlerden
geçilerek varıldı yüzyılın eşiğine
sonra gece nöbetçilerinin yüksek rakımlı yalnızlığını alın
yalnızlık kullanışlı bir şeydir, bazen iyi gelir
gerektiğinde yalnız olmayı bilmeyenlerin
inanmayın beraberliğine
sonra sabır.mazlumların ve bilgelerin bize tarihsel
emanetidir,
her yerde yeni anlamlarıyla denenir.
ve her çağın hurafeleri vardır
kurban alır, kurban verir
geçer devran, takvimler el değiştirir.gün gelir zulüm de göçer
zaman örter her şeyin üstünü
uzağı gören çocuklar bilir gelecek uzun sürer....

atlı ay akşamları
sönmüş yanardağlar.gecenin ormanında
ilerleyen ölülerin rüzgarı
yanık fısıltılar...
gelecek günlerin düşünü kuran
kaç tarih çadır kurup sökmüş burada
yalnızlık kalmış yadigar
bir de gökyüzü
gökyüzünün mayınları yıldızlar
hem saklar, hem açıklar
çoban yıldızı, samanyolu, kervankıran
kapı komşumuzdu burada
gittiğiniz yerde de parlak mıdır bu kadar?

şimdi menzili yurt tutanlar
ne yollar, ne yıllardan geçeceksiniz
çiçek atın yenilmiş asilere
güvenin her çağda ve her yerde
uzakları iyi bilen çocuklara
kenar adamlarına, ateş insanlarına
birliğiniz dağılmaz göç yollarında
ey gurbete çıkmış halklar

atlı ay akşamları
kalın şayak bir gece, esiyor rüzgar
gidiyoruz geleceği olmayan bir yere
ardımız sıra esiyor ölülerin rüzgarı
daha şimdiden başka yerlere gömülenlere
gidiyoruz kalın şayak bir gece
geride ne çadırlar, ne tarih, ne saltanat
yalnızca rüzgarın sesi bizi uğurluyor.

ay vurmuş alnına bütün ölülerin
yatıyorlar kimsesiz koyaklarda
ilk vuruldukları sıcaklıklarıyla
sanki dokunsalar birinin omuzuna
hep birden, her şeye yeniden başlayacaklar
ilerliyor gece, geçiyor ay
nesnelerin boşalan dünyasında
yer değiştiriyor aydınlık, tarih, mevsimler
kimsesiz koyaklarda ölüler ve ay

kulağında karanfil
teninde tarçın
gözlerinde göç var
döner bir gün anka
kilidinde döner anahtar
bir sonbahar değildir, ama yine de izlenebilir bir filmdir ve yönetmenin havasını taşımaktadır. sumru 'nun güzelliği bizi bizden almaktadır. kasetçi ahmet'in ilk göründüğü sahnedeki hoş performansı da akıllara zarardır.
"Savaş bir gün biterse kendimize şunu sormalıyız: Peki ya ölüleri ne yapacağız? Neden öldüler?" Cesare Pavese.
tam bir hayal kırıklığıdır(sonbahardan kaynaklı bir beklentiden dolayı)
zamanının gerisinde kalmış filmdir. çünkü goebbels propaganda sineması için güzel bir örnektir.
ters ışıklar çok kötü kullanılmış, karakterler çok zayıf, hikaye çok yüzeysel, hiç bir şey ifade etmeyen gereksiz çok sayıda sahne, abartılı şekilde deus ex machina...

aklıma bir dakika içerisinde gelen şeyler bunlar. bunun yerine gidiniz güzel bir semih kaplanoğlu filmi izleyiniz.
tesadüfen gördüğüm. yahu ne güzel afiş ne güzel hikayeye sahip neden daha önce duymadım diye iç çektiğim film. en kısa zamanda da izleyeceğim.
öncelikle bu filmin en büyük problemi yönetmeninin daha önce sonbahar gibi türk sinemasının son 10 yılına damga vurabilecek kalitede bir film çekmesi. haliyle beklentileri yükseltiyor bu kalitede bir film. filme dönecek olursak öncelikle şunu söylemek gerekiyor; senarist olarak özcan alper diyalogların yarısı kadarında dili kürtçe olarak tercih etmiş. bunda bi sorun yok fakat bu kadar uzun diyologları kürtçe yapıyorsan bari alt yazı koysaydın, yoksa izleyici kopup gidiyor filmden. ikinci noktada şu; özcan alper sonbahar dakinin aksine problemlerini sessiz kalarak değil bir çok yerde bağırarak anlatmış, yeri gelmiş katliam görüntüleri izletmiş, yeri gelmiş röpörtaj havasında ölü yakınlarını dinletmiş. hani belgesel olsa eyvallah dersin fakat film yapıyorsun, niye bu kadar ispat çabası güdüyorsun anlamak mümkün değil. benim açımdan filmin en talihsiz yanı belkide yılmaz güney in yol uyla aynı gün izlemek oldu. yol daki o enfes iç acıtan gerçekliğin aksine bu filmde olabildiğince göze sokulmak istenen bir trajedi unsuru var.

sonuç olarak; karakterli fakat kalitesiz bir film yapmış özcan abimiz. napalım? nasip bir sonraki filmine inşallah...
film özgün olmakla birlikte nasıl bu kadar berbat, yorucu olmuş çözemedim. belki bu berbatlığı ve yoruculuğu, haddinden fazla gereksiz sahne bulundurmasına, gereksizce susulmasına borçludur. sonbahardan sevdiğimiz yönetmen amcamız sanki, lisede ve fakülte 1. sınıfta okuyan kızların "devrimci gençlerin esrarengizlikten kaynaklanan karizmasına" kapılmasına hayli içerlemiş gibi. yönetmen amcamız sanki gençken bazı duyguları eksik yaşamış; ideal aşk hikayesi, über ideal erkek ve kadın figürü... fakat amcamızın, kızın ulaştığı diğer insanların hikayelerini işleyişi etkili idi, çoğu planı da sanatsal idi... ikinci filmde böyle rahat davranmış adam üçüncü filminde neler yapar gayrı izleyicisi düşünsün.
korkudan izleyemediğim özcan alper filmi. sonbahar'ın etkisinden hala kurtulabilmiş değilken gerek yok şu aralar.
Tarkovski sessizliği barındıran umutsuzluk çarptı hep yüzümüze, ondandır ki derinliği tartışılamaz.
politik olarak değerlendirilirse olumsuz eleştri çıkar bu filmden. sadece sumru'nun tez çalışması için yaptığı, araştırmalar ve kayıtlar ile konuyu başka yerlere saptırmadan bu film tamamlanmış olsaydı daha da unutulmayacak filmler arasına girerdi benim için. diyarbakır sokaklarında korsan dvd satan ahmetin en başta sumru'nun güzelliğinden etkilenip ona şaklabanlık yapması, güler yüzlü ve dinamik bir imaj çizilmiş bir adamın zamanla gitgide nasıl karamsar bir hal aldığını ve yine gitgide sumru'yu ona beslediği duygular ile beraberinde kendisine karşı gözünde domine edişi, karşılık gelmedikçe karanlığa ve umutsuzluğa gidişine daha önce bu film hakkında yazılıp çizilenlerde rastlamadım. sadece politik açıdan yaklaşılmasını filme bir haksızlık olarak değerlendiriyorum. bu, çok gerçekçiydi. ne bir şiir ne bir destan aşkı bu kadar net ve duru yansıtabilir çünkü. bu bence büyük bir başarı.

ve sumru'nun da bundan faydalanarak ahmet'i hakkari'ye kendisine eşlik etmesi için ricada bulunduğu sahne sonbahar filminde yusuf'un arkadaşına yaylaya gitmek için ricada bulunduğu. ardından arkadaşının "bahara gideriz" diye karşılık verdiği sahneyi aklıma getirmişti. yönetmenin iki filminde de bir umut ve umutsuzluk çarpışması var. ve bu, izleyen için öyle dramatik bir hal alıyor ki sonunda iki karakter de istediği şeyi gerçekleştirebilmiş olsa bile seyircinin gözünde hep bir umutsuzluk olarak kalıyor.

tabi son sahnede gördüğüm o umutsuz ve çaresiz kadın ve beraberinde çalan oratoryo tüylerimi dikleştirmeye yeten asıl sebepti. yoksa çok önceden izlemiş olduğum bu film bu gece aklımın ucundan bile geçmez, sadece adını duyunca hatırlardım. dram filmi böyle olmalı. durduk yere aklına gelebilip seni o an üzebilmeli, heyecanlandırabilmeli. ne de övdüm. tıpkı sonbahar gibi.
faşizan fikirlerimi yakıp türkiye' nin gerçekten 1990- 94 yılları arasında batının nasıl magazinle uyutulurken doğuda onlarca insanın katledildiğini gösteren en çarpıcı. değeri bilinemeyen. özcan alper'in bence sonbahardan daha iyi yaptığı filmi.
Yine bir tren yolculuğunda dönüp duruyor kafamda o sahne. Eski zamanlardan kalma unutulmuş bir sözü içinizden fısıldayarak söylüyormuş gibi efsunlu bir adı var filmin. Bir Sonbahar değildir evet ama bir özcan alper'dir. iyi ki de özcan alperdir. Hangi sahne mi. https://youtu.be/I0MwQmZXUv0
Gelecek beklentisi, kaygı ile çarpıştığında belirsizlik gediği oluşturuyor.
Bu da uzun sürer izlenimi oluşturuyor...
görsel
izlerken fena boğan, içi daraltan film. Dram ile belgesel arasında kalmış gibiydi.

Çok fazla karamsarlık hakimdi, belki de yönetmenin konusuyla vurgulamak istediği tam da buydu; 90'lı yıllardaki kürtlerin yaşadığı cefaları seyirciye görsel/işitsel yollarla kanıtlamak istercesine anlatabilmek...

''savaş bir gün biterse kendimize şunu sormalıyız:
Peki ya ölüleri ne yapacağız? neden öldüler?''