bugün

"batık güneşleri arkanda bırakacaksın,
seni öptüğüm yerlerden kanayacaksın."
"mutsuzluktan söz etmek istiyorum
dikey ve yatay mutsuzluktan
mükemmel mutsuzluğundan insansoyunun
sevgim acıyor
(...) "
Listen to Evet,isyan - ismet Özel (Mustafa Bayrak) by Mustafa Bayrak on #SoundCloud
https://soundcloud.com/mu...ismet-ozel-mustafa-bayrak
Büyük bir acıdan sonra, vakur bir sessizlik gelir
Sinirler mezar taşları gibi törensel bir hal alır,
Katı yüreğin sorar, acı çeken o mu diye,
Dünden beri mi yüzyıllardan beri mi yoksa? Ayaklar, kendiliğinden gezinmeye başlar
Yerde, havada, her yerde
Tahta bir yolda
Farkında olmadan büyümüş,
Kuvarstan bir mutluluk, taştan.
Şimdi kurşun saati
Yaşadıkça anımsanan
Soğuktan donanların karı anımsaması gibi-
Ürperti-derken uyuşma- sonra koyvermek kendini.
Sen gelsen
Olmaz ya geliversen
Konsun yine pervazalara güvercinler,
Hû hû lara karışsın amînler..
Mübarek akşamdır,
gelin ey fatiha'lar yasin'ler..
-arif nihat asya
Oratorio'ya giriş

konuşmak küçülür - küçülürse
adı değişir susmak olur
ağlamak büyür - büyürse
adı değişir susmak olur

kucağında susmak adlı bir çocuk
ikisi de küçük
bakışlarında susmak adlı bir kuş
uçmuş da uçmuş
bir anda iş işten geçik
iki ölüm kadar seçik

konuşmak küçülmüş küçülmüş
adı değişmiş susmak olmuş
ağlamak büyümüş büyümüş
adı değişmiş susmak olmuş
hacı murad üstüne yürümüş yürümüş

bunu gören kızılırmak olmuş
her akşam gün batarken
güneşi hiç ellemeden ve hiç görmeden
kızılırmak denize rengini yazmış

Oratorio

yüreğine yok yazılıyor, onanmazlığına var yazılıyor.
boyuna yeniden bir büyük yok hazırlanıyor ona,
onun dününe, bugününe, yarınına
ki artık o da hiç bilmeyecek
boyuna arayacak, boyuna gidecek susmalarına susmalar...
kimine unutmak bile çok, kimine unutmamak az
benim, senin, onun-bunun yerine.
bir kar dinmeden ona yaz boyu yağar da yağar..
sisyphus'un kayasını andıran dağdelen bir ok
bir tüfek patlaması gibi derine, hep derine
hacı murad'ın susmasını kazar da kazar.

bir çizgidir çizilmiştir ondan önce,
gelir bafra'lardan istanbul'lara kadar.
kızılırmak akar, gelmiştir taa nerelerden
ve batan güneşi hiç ellemeden ve hiç görmeden
vura vura akşamları ve bir denizi kana boyar.

gelen ya da gelecek şu öte karanlıklar adına
bir fener, yıldız-yıldız gazyağına çakar.

bir yoğun, bir özel su sabah-akşam hiç durmaz;
yalın bir sucasına hava olur yüreğine damlar.

yüklenir bir anda bin doğumu o yaşam boyu
bin ölümü bir anda yüklendiği kadar.

yazgının kesiştiği alınlar bir avuç değil,
o merminin yoluna, mermi onun yoluna çıkar.

ne bir çiçek, ne bir demet, ne bir yumak;
ellerinde bir çile, ör örebildiğin kadar.

balıkların yazdığını sularda su okur,
havalarda çizim çizim dolaşırken kuşlar.

şiirlere uzanır susmalarını çoğaltmak için;
alır da murad'ını o yollardan yollara vurgular.

bir kapıdan geçmiştir, onu o seçmemiştir;
arkasından o kapı ona bakar da bakar.

üstüne yürümüştür, bir yürek çürümüştür.
bu ne özel bir iştir ağalar, beyler, dostlar.

bir merminin önüne durmaya yetişecek..
şimdi o oradadır, onu er geç yakalar.

çok önceden patlamış bir tüfek biliyorum..
bafra'da patlamıştır, gelmiştir bana kadar.

artık hep orada olacak oradaki o adam
buradayken orada olmak istediği kadar.
Bu dünya soğuyacak,
yıldızların arasında bir yıldız,
hem de en ufacıklarından,
mavi kadifede bir yaldız zerresi yani,
yani bu koskocaman dünyamız.
Bu dünya soğuyacak günün birinde,
hatta bir buz yığını
yahut ölü bir bulut gibi de değil,
boş bir ceviz gibi yuvarlanacak
zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.
Şimdiden çekilecek acısı bunun,
duyulacak mahzunluğu şimdiden.
Böylesine sevilecek bu dünya
"Yaşadım" diyebilmen için...

nazım hikmet.
--spoiler--
Biz yangında koşuyu kaybeden atlarız
Biz kirli ve temiz çamaşırları
Aynı zaman aynı minval üzere katlarız
Biz koşu bittikten sonra da koşan atlarız
--spoiler--
Ben Sana Mecburum
Attila ilhan

"Ben sana mecburum bilemezsin 
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum 
Büyüdükçe büyüyor gözlerin 
Ben sana mecburum bilemezsin 
içimi seninle ısıtıyorum."
görsel
“bütün pencerelerde bekleyen benim
ve o çalmayan bütün telefonlarda
aylardır konuşan da.
kabul.
bir kez daha yolda karşılaşalım
onunla da avunacağım.
adımı sesince duymaktan vazgeçtim,
sesini duysam, susacağım.
yel esiyor ama değirmen dönmüyor.
kuraklık bu,
adın ekmeğe dönüşmüyor...”

turgut uyar
Duygusuz olmak kadar dünyada lakin derd yok;
Öyle salgınmış ki me'lun: Kurtulan bir ferd yok!
Kendi sağlam... Hissi ölmüş, ruhu ölmüş milletin!
işte en korkuncu hüsranın, helakin, haybetin!
Aşksız ve paramparçaydı yaşam
bir inancın yüceliğinde buldum seni
bir kavganın güzelliğinde sevdim.
bitmedi daha sürüyor o kavga
ve sürecek
yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!
Aşk demişti yaşamın bütün ustaları
aşk ile sevmek bir güzelliği
ve dövüşebilmek o güzellik uğruna.
işte yüzünde badem çiçekleri
saçlarında gülen toprak ve ilkbahar.
sen misin seni sevdiğim o kavga,
sen o kavganın güzelliği misin yoksa...
Bir inancın yüceliğinde buldum seni
bir kavganın güzelliğinde sevdim.
bin kez budadılar körpe dallarımızı
bin kez kırdılar.
yine çiçekteyiz işte yine meyvedeyiz
bin kez korkuya boğdular zamanı
bin kez ölümlediler
yine doğumdayız işte, yine sevinçteyiz.
bitmedi daha sürüyor o kavga
ve sürecek
yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!
geçtiğimiz o ilk nehirlerden beri
suyun ayakları olmuştur ayaklarımız
ellerimiz, taşın ve toprağın elleri.
yağmura susamış sabahlarda çoğalırdık
törenlerle dikilirdik burçlarınıza.
türküler söylerdik hep aynı telden
aynı sesten, aynı yürekten
dağlara biz verirdik morluğunu,
henüz böyle yağmalanmamıştı gençliğimiz...
ne gün batışı ölümlerin üzüncüne
ne tan atışı doğumların sevincine
ey bir elinde mezarcılar yaratan,
bir elinde ebeler koşturan doğa
bu seslenişimiz yalnızca sana
yaşamasına yaşıyoruz ya güzelliğini
bitmedi daha sürüyor o kavga
ve sürecek
yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!
Saraylar saltanatlar çöker
kan susar birgün
zulüm biter.
menekşelerde açılır üstümüzde
leylaklarda güler.
bugünlerden geriye,
bir yarına gidenler kalır
bir de yarınlar için direnenler...
Şiirler doğacak kıvamda yine
duygular yeniden yağacak kıvamda.
ve yürek,
imgelerin en ulaşılmaz doruğunda.
ey herşey bitti diyenler
korkunun sofrasında yılgınlık yiyenler.
ne kırlarda direnen çiçekler
ne kentlerde devleşen öfkeler
henüz elveda demediler.
bitmedi daha sürüyor o kavga
ve sürecek
yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!

Adnan yücel
Nazim hikmet- mavi gözlü dev.
gece
bir tabut gibi çöker omuzlarıma
bir ölünün iç çekmesi olur rüzgar
hüzünle düşünürüm uzaktaki bir evi
yıldızlar sayılmaz: hasret uzakta
hasreti bir ben bilirim
bir de gecenin gözlerindeki baykuş
baykuş kötü kuş baykuş çirkin kuş
onu hüznümle güzelleştiririm. hüznümle
süsler...bir damın üstüne oturturum
süsler...damımın üstüne oturturum

-sizi hiç bu kadar yakından görmedimdi

yıldızlar sayılmaz: hasret uzakta
abimin acıyla yontulmuş yüzü
yaşlı bir güvercin gibi düşer avuçlarıma
dağılır ses olur acısı
ezberlediğim bir öğüdü yineler bana

-çocuğum üşütme yüreğini
şimdi hüzün mevsimidir bütün şiirleri gezen

ben doğma büyüme evciyim göç benim harcım değil
hasret bana çabuk dokunur yalnızken karanlıktan
korkarım

mesela mevsim kışsa yağmur yağıyorsa
mesela annem de yoksa yanımda
mesela, şimşek de çakıyorsa ben çok korkarım ağlarım

-ana bana kurşun dök...dua oku...üfle ana
ana ben daha çok küçüğüm...bana ninni söyle ana
yalnızım...bunu hep söylüyorum
yalnızım...bunu hep söylüyorum

geceyi çarmıha geriyorum kimseler tapmıyor
hüznümü ölçeğe vuruyorum yüreğine sığmıyor
her şey ne kadar olabilir meraklanıyorum
yüzüme dokundukça tırnaklarım kanıyor
yalnızlığımı hüznümle yoğuran gece
öyle basitsin ki sen bütün şiirlerin içinde
biliyorum...biliyorum bunu da biliyorum
gökteki yıldızlar kadar dizeler yazılsa da
kendime kendimden başka kendim yok
ne utancımı kuşanan bir sevgi
ne çirkinliğimi öpen bir kız

yalnızlığımdan yalnızlığım yalnız

-ana bana bir hal oldu. hep böyle titriyorum
ana çok üşüyorum, ıhlamur ısıt bana

yıldızlar sayılmaz: hasret uzakta
ben sevgiye hasretim, sevgi uzakta

ey insanlar
ey gecede unutulmuşluğumun yargıçları
iğrenerek öpüyorum parmaklarınızı
iğrenerek...hepinizi kucaklıyorum ilkin
ağzınızı dudaklarınızı dişlerinizi öpüyorum
bilmiyorsunuz...ben kendimi öpüyorum

cinsel bir çiftleşmedir çarşaflar
ıslak bir gece en fazla kendini çoğaltır
bir solucan vücuduna yeni bir halka ekler
döllenir acı...sevişme daha da erselikleşir

-hü'yü tanıdım size anlatmalıyım bir gün
size bir gün mutlaka hü'yü anlatmalıyım

geceyse
tükenmişse güneşin güçlülüğü
gök gözlerinin buğusunu yansıtır
senin acın acıların ölümüne gebedir
korkma yavrum
ne gece ne geceler senin
suçsuz mızıkçılığını küçültemez
bir çirkini öpmek için uzattığın yüreğini

güzelleşip bir sevginin göğsüne yatmak biraz
biraz yorgun biraz korkak bir insan sevmek biraz
dayayıp sırtını gecenin duvarına
bir ölünün ağzını dudağını öpmek biraz

yıldızlar sayılmaz: hasret uzakta
ben sevgiye hasretim, sevgi uzakta

ey kanımda tefler çalan mevsimle gelen
sesimi çakallarla boğan gece
hüznüme vur acımı soy
beni de kuşat
boris karlof kadar masum yüzümü
karanlığınla frenkeştaynla
çünkü artık büyütmeliyim içimde nefreti
kalbim ki yıllardır iyiliğe abone
nerde bir insan görse
bırakır sevgi kuşlarını
çünkü o bağışlar yargıçlarını
kendi yasalarını kuramıyan yargıçlarını

ey gecede unutulmuşluğumun suçluları
ey yanlışlığımın yanlış yargılayıcıları
suçum: nefreti öksüz bırakmak
savunmam: sevgimi yüceltmek içindir
sakalım yok biliyorum ama kötü değilim
büyükleri sayarım küçükleri severim
çocukları incitmeden severim...kadını öpmesini
bilirim

sizi de sizi de öpmesini bilirim

-ana ben çok yalnızım...benim başka sevgim yok
içimde utanç çiçeği gibi büyüyor hü

kural tanımayan sevgim benim
aykırım fizikötem doğaüstüm yanlışlığım
aşkım..sevgili yanılgım benim başyargıcım
nefretim nefretim nerdesin

kalbim
bir gün elbette sana hükmedeceğim

elbet geçer bu hüzün mevsimi
bir baykuş bir serçeyle arkadaş olduğu gün
o gün size sevinci de anlatacağım
bir solucan bir leylekle çiftleştiği gün
o gün bahar mevsimidir size aşkı anlatacağım

ve bir gün elbette yıldızları sayacağım

-gelin kucaklayın beni...yıldızları sayamıyorum...

Arkadaş zekai özger - hüzün mevsimi
Bir çiçek açtığında
Bir eski avluda
Diyor ki;
Çalıda sarı bir çiğdemim ben
Ve senin çok eski cümlen.

Sen otursan, gitmemiş ki! olsan
Ben sana bir eski Endülüs avlusu
istersen serin bir Portofino getirsem
Ya da Yedigöllerin yedisini birden.

Bir çiçek açtığında
Bir eski avluda
Diyor ki;

Her şey çok eksik ve neredeyse yok gibiyken
Buldum buluşturdum kendime geldim
Tek eksik sensin! incecik, çilli bir dille
sen de gelsen.

Ben sana kırmızı kiremitli bir çatı
Begonviller ve bir mavi kapı
Ve illa amansız bir avlu getirsem.

Dünya soğur, akşam serinlerken,
Benim sensiz sevinecek bir şeyim yok.
Kılı kırk yardım, altını üstüne getirdim,
Ve işte en geniş cümlem:

içimi açtım sana.
içini açmak için.
(bkz: birhan keskin)
“Bana anımsanacak bir bahar,
Soluklanacak bir kuytu mu kaldı?”

Ahmet Erhan

Harika bir dize. Bir şair.
ANNABEL LEE

Seneler, seneler evveldi;
Bir deniz ülkesinde
Yaşayan bir kız vardı,bileceksiniz
ismi Annabel Lee;
Hiçbir şey düşünmezdi sevilmekten
Sevmekten başka beni.

O çocuk ben çocuk,memleketimiz
O deniz ülkesiydi,
Sevdalı değil karasevdalıydık
Ben ve Annabel Lee;
Göklerde uçan melekler bile
Kıskanırdı bizi.

Bir gün işte bu yüzden göze geldi,
O deniz ülkesinde,
Üşüdü rüzgarından bir bulutun
Güzelim Annabel Lee;
Götürdüler el üstünde
Koyup gittiler beni,
Mezarı ordadır şimdi,
O deniz ülkesinde.

Biz daha bahtiyardık meleklerden
Onlar kıskandı bizi,
Evet!bu yüzden “şahidimdir herkes
Ve o deniz ülkesi”
Bir gece bulutun rüzgarından
Üşüdü gitti Annabel Lee.

Sevdadan yana ,kim olursa olsun,
Yaşça başca ileri
Geçemezlerdi bizi;
Ne yedi kat gökdeki melekler,
Ne deniz dibi cinleri,
Hiçbiri ayıramaz beni senden
Güzelim Annabel Lee.

Ay gelip ışır hayalin eşirir
Güzelim Annabel Lee;
Bu yıldızlar gözlerin gibi parlar
Güzelim Annabel Lee;
Orda gecelerim, uzanır beklerim
Sevgilim,sevgilim,hayatım,gelinim
O azgın sahildeki,
Yattığın yerde seni.

Edgar Allan POE
Sevebilirim,
hem de nasıl,
dile benden ne dilersen,
canımı, gözlerimi

Kızabilirim,
ağzım köpürmez,
ama devenin öfkesi haltetmiş benimkinin yanında,
devenin öfkesi, kinciliği değil.

Anlayabilirim
çoğu kere burnumla,
yani en karanlığın, en uzaktakinin bile kokusunu alarak
ve döğüşebilirim,
doğru bulduğum, haklı bulduğum, güzel bulduğum herşey için, herkes için,
yaşım başım buna engel değil,
ama gel gör ki çoktan unuttum şaşıp kalmayı.
Şaşkınlık, alabildiğine yuvarlak açık ve alabildiğine genç gözleriyle bırakıp gitti beni.
Yazık.
soğuk ve karanlık.
sokak lambalarının loş ışığı
arnavut kaldırımlarında parlıyor.
sağlı sollu evlerin ışıkları sönük,
herkes uyur bu saatlerde.
ben,yürüyorum.
saat ikiyi çeyrek geçiyor.

boş bir parkta boş bir bank,
oturuyorum.
bir sokak köpeği yaklaşıyor,
önüme uzanıyor.
karşımda saat kulesi,
saat ikiyi çeyrek geçiyor.

rüzgar iyiden iyiye sertleşiyor,
yavaş yavaş kar yağıyor.
sıkıca sarılmaya başlıyorum
en az altı kış geçirmiş montuma.
üşüyorum.
saat ikiyi çeyrek geçiyor.

uzaktan bir ezan sesi geliyor.
gecenin karanlığı sabaha yakın.
tek tük insanlar gördükçe
yalnızlığımın azaldığını hissediyorum.
saat ikiyi çeyrek geçiyor.

senin benden gittiğin günü düşünüyorum.
seni son gördüğüm günü...
ömrümün en kötü günü...
zihnim hatırlamak istemiyor,
gittiğin an saate baktığımı hatırlıyorum,
saat ikiyi çeyrek geçiyor.

zaman durdu seninle,
akrep yelkovan kıpırdamadı
sen benden ayrılalı.
kalbim ne zaman seni unutmak istese
gözlerim saate bakıyor.
saat ikiyi çeyrek geçiyor.

19.11.2013 *
“ben seni severim sevmesine de
toplum buna hazır değil.
nükleer denemeler, kyoto sözleşmesi,
küresel ısınma falan..
belki sen çok küçüksün, belki benim ruhum ölü..
biraz nietzsche, biraz kant kafan karışmış belki..

ben seni severim aslında da düzenim bozulur diye korkuyorum..
durduk yere başımıza saçma sapan bir aşk çıkar(!)
sinemaya gitmeye, ele ele tutuşmaya falan kalkarız.
işin yoksa çiçek al, saç tara, parfüm sık.
küsmesi, barışması, ayılması, bayılması
hatta eninde sonunda kaçınılmaz ayrılması..
meyhanede tanıdığım gerzek bir filozof vardı!
iyi adamlar insanın ömrünü uzatır derdi.
bir sürü iyi adam girdi hayatıma
hepsi ağzıma sıçtı..

ben seni severim belki de rabbim buna hazır değil.
her şeyin güzelini sever o, ideal birliktelikler ister.
seninle benim yan yana oturacağımız çekyata,
ne ilahi adalet sığar ne de diyalektik..
içime çöreklenmiş sığ bir sığır var benim.
ben seni severim sevmesine de
iş çıkarmasana şimdi ne gerek var..”

ali lidar
bilmezler yalnız yaşamayanlar,
nasıl korku verir sessizlik insana;
ınsan nasıl konuşur kendisiyle;
nasıl koşar aynalara,
bir cana hasret,
bilmezler.
(Evrenin Efendisine)
Dünyanın ağırlığına eklesek,
Yıldızları, ayı, güneşi
Yine de ağır basarsın ey kalbim
Ey kalbimin güneşi....
-Erdem Bayazıt.
O ölüp ölüp bittiğiniz tüm dünyevi aşklar yalan. Bilin istedim.
Doğrusu anlamıyoruz Ruhi Bey
Her insan biraz ölüdür
Biz ki bir bütünün parçalarıyız, biliriz
Her insan biraz ölüdür.

insan yaşıyorken özgürdür
Yaklaştım iyice, geliyorum.
Her insan biraz ölüdür
Biz de biraz ölüyüz.

"
Ölüler ki bir gün gömülür
içimizdeki ölüler, dışımızdaki ölüler
insan yaşıyorken özgürdür
insan
yaşıyorken
özgürdür."

insan yaşıyorken ve sokağa çıkabiliyorken özgürdür.