bugün

...
emperyal oteli'nde uc gece kaldik
fazlasina paramiz yetmiyordu
gozlerin gozlerimden gitmiyordu
dorduncu gece sokakta kaldik
karanlik bir turlu bitmiyordu
sirkeci gari'nda sabahladik
bilen bilmeyen bizi ayipladi
halbuki kimlere kimlere basvurmadik
hicbiri yuzumuze bakmiyordu
hic kimse elimizden tutmuyordu
ben hic boylesini gormemistim
vurd kanima girdin kabulumsun
attila ilhan.
elektrik gitmis aman
o bir recep tayip erdogan.
Ayrı kara parçalarında
Ortak gökyüzüne bakmanın
Avuntusu var şimdi
Ne denir ki bu aşka...
Yokluğumun kültablasında
Kırmızı rujlu sönmüş sigara izmariti
Üzerine yatamadığımız bir yatak gibi kaldı aşkımız
Ne denir ki bu aşka...
Çarşafı bozulmayan bir sevdamız var şimdi.
Ayışığında oturuyorduk
Bileğinden öptüm seni

Sonra ayakta öptüm
Dudağından öptüm seni

Kapı aralığında öptüm
Soluğundan öptüm seni

Bahçede çocuklar vardı
Çocuğundan öptüm seni
…
Cemal Süreya.
yazılar bitince
denizi seyret biraz.
sözler bitince
anlatamadıklarına üzülme.
yorgunsan konuşma istersen.
saat kaç olursa olsun,
ben gözlerini dinliyor olacağım...
(bkz: erhan güleryüz)
Bilmezler yalnız yaşamayanlar ,
Nasıl korku verir sessizlik insana ;
insan nasıl konuşur kendisiyle
Nasıl koşar aynalara ,
Bir cana hasret ,
Bilmezler ...
*
Yalnız kaldınız sanırsınız,
Biliyorum.
Yalnız bırakılmışsınız,
Biliyorum.
Ötesi yok.

Ötesi var:
Yalnızlık
Müziğin bile seni dinlemesidir.
Yalnızlık
insanın kendine mektup yazması
Ve dönüp dönüp onu okuması
Yalnızlığın da ötesidir.

Özdemir ASAF
Sen sık sık gülen gülerken de
Sevecen bir Akdeniz çizgisini
Sol yanına ağzının
iliştiren çocuk özenle
Yabana mı atıyorum yani seni
Yabana mı atıyorum saat altı buçukları
Çocuk ve Allah'ın en eski baskısını
Değil, değil bunların biri
Gözlerimin gemileri kuş istiyor
Açılıp kapandıkça sevdam
Kapanıp açılıyor bir mavi
Şahmaran süt istiyor kefeninden
Üç aylık ölmüş çocukların
Kerem ile Arzu geliyor Aslı ile Kanber
Ay kana kana batıyor
Ay kana kana batıyor
Eşkiyalar gecenin yangınını izliyor uzakta
Kargapazarı dağlarını dolanan yaşlı ve öfkeli bir
otobüsteyim
Jandarma daima nesirde kalacaktır
Eşkiyalar silahlarını çapraz astıkça türkülerine
Ve bu dağlar böyle eşkiya güzelliği taşıdıkça
Patronun karısını zimmetine geçirip
Amasya'dan Kars'a kaçmakta olan sayman yardımcısıyla
Alevilikten konuşuyoruz uzun süre
Yanımdaki hep bir gazetede Marilym Monroe'nun
resimlerine bakıyor
Marilyn Monroe öldü diyorum ona
Ölümü siyah bir kakül gibi alnına düşürmesini bildi
Şimdiyse Cennette Nietzsche'nin metresi olması gerekir
Bunları diyorum daha ne varsa diyorum
işte hiçbir sebep olmadığını sevişmemeye
işte çocukluğumdan beri içimde bir önsezi olduğunu
Bunun bir gün birine rastlamak gibi bir şey olduğunu
Belki de bir günler bunun için Aydın'da
bulunduğumu
Zaten nedense hep bir şehirden bir şehre yolcu
olduğumu
işte eflatun kakalı çocuklar olduğunu Kütahya'da
Ankara'da dokunak Yozgat'ta becerik olduğunu
Van'da güreşçi develer gibi süslediklerini kamyonları
istanbul'da minarelerin lirik olduğunu köprülerinse
dialektik
Acemi bir bulut bozuyor bütün görüntüyü eski bir şarkı
gibi
Bu şarkıyı ne zaman duysam aklıma
Sinirli bir elin uysal bir bardağa
Çok yukardan döktüğü bir içki gelir
Sonsuz ve olağanüstü bir bira
Köpüklene köpüklene biçimlendirir
Soyunarak ağlayan bir kadını
Acı bilincinde sonrasızlığın
Ama bırakalım bırakalım bunları
Yoldan piyade erleri geçiyor tahta bavullarıyla ve
büyük yakalarıyla
Ve faytoncular görüyorum
Yere basışlarındaki ağırlığı azaltmak için
Tanrısal bıyıklarıyla durumlarını paraşütlendiren

Kars'tayım bu ne biçim Kars bir kenarda
Pekala yalçınlık iddiasında bulunabilecek bir tepenin
üstünde
Kars kalesi yükseliyor
Gökyüzünü Ankara kalesine göre daha soyut ve daha
elverişli bir şekilde
Hırpalayan bu kale de olmasa
N'olacak bakalım hırpalayan bu kale de olmasa
Kuşkusuz artacak yalnızlığım sevgili çocuk

Biliyorsun ben hangi şehirdeysem
Yalnızlığın başkenti orası

Bir de yine sevgili çocuk
Biliyorsun kişi tutkularıyla
Yalnızlığını adlandırıyor o kadar

Arkada bir su devrile devrile akıyor
Rastgele bir ağaca soruyorum
Bir şey var sanki onu soruyorum
Değil orda diyor belki biraz daha ilerde
Tanrı meleğini ağırlamaya çalışan
Ataerkil bir aile gözümü alıyor

Dedelerin yüzlerinde erozyon
Silip götürmüş bütün evetleri

Annelerinse ağızlarında hiyeroglif
Babalarınsa ağustoslar atasözleri

Amcalarınsa avdan boş dönüyor elleri
Teyzelerse elleriyle yargılıyor gök güzelliğini

Ablalarınsa boyunları soru işareti
Ağabeylerse utançlarından emrah

Sıralanmışlar su boylarına
Bıçakla soyuyorlar kelimeleri

Ya suya giden küçük kızlar
Onlar
Tıpkı o kuşlar gibi
Uçan daha bir süre
Sonra da vurulduktan

Bir mezarın doğurduğu iştahlı bir çocuktur Anadolu şiiri

Ey şiir arayıcısı ey esrik kişi
Şu son dönemecini de aşınca gecenin
Doğacak gün artık gündüze ilişkin değil
Bu ağartı ancak yürekle karşılabilir
Bütün iş orda işte, ordan usturuplu geçmesini bil
Tutsaksan ellerini sıvışır gibi zincirlerinden
Ve balyozla vursalar mısralarına
Soylu bir demir sesi yükselir
Soylu büyük ve mavi bir demir sesi
Ellerim egece yatısına çağrılmış
Ve
Teleşsız görünmeye çalışan bir Kafka gibi

Yüzüm giyotine abone.

Cemal süreya.

Kendime armağanım.
yandan yedim gazım var
üç yaşında kızım var.
adım feride, amım geride.

vadetmiyorum, veriyorum.
Ne roman enkâzıdır, ne masaldan ibâret,
Hayatın ta kendisi, uzatışım boynumu…
Ya kabûl buyur kısmen ya da tümden inkâr et;
Ben bin yıllık öfkeden azâde bir köleyim.

Bin yıllık geleceği, betiklerim koynuma…
-Kavgayla sınama yâr; vur beni, ben öleyim.
Dağ dağa ilişmez mi, yol mu hancıdan ırak;
Yiter gider umudum, bir yiğit cevvâlinde.

Ne varsa yüreğinde, avuçlarıma bırak,
Sen ağla, ben yaşını gözyaşımla sileyim…
Her giden geçmişini, tüketir evvelinde…
-Kavgayla sınama yâr; vur beni, ben öleyim.

Ne beklenir dağılmış ordusuyla şaşkından;
Ne yüklenir ahmağın nasır tutmuş sırtına?
Bir âh mı aldım, yoksa o çocukluk aşkından,
Karındaşıma mahrûm, toprağıma çileyim…

Bir aman dilemeyle diner mi bu fırtına?
-Kavgayla sınama yâr; vur beni, ben öleyim.
Bedir kuyularında akıl almaz bir meram,
Kılıç hakkım mı olur, gözlerinin zîyası?

Darlık kapıya inmiş, varlık kırılmış, ne gam;
Sen kapat hazireni, ben kapına geleyim.
Öğütürken gövdemi üç hasadın rûyası,
-Kavgayla sınama yâr; vur beni, ben öleyim.

iner durur şimşekler göğsüme yıldız yıldız,
En kavî öğütlerim, az öteye gidince…
Tepeden tırnağa tek, baştan aşağı yalnız,
Şahmerdan süreğinde, mûktedir bir kaleyim.

Tahammül bir ok gibi yayını terk edince,
-Kavgayla sınama yâr; vur beni, ben öleyim.
Ziyânı sabırdandır, rahmeti sabırdandır,
Her ağıdın kızına, her çabanın oğluna…

ister ez de geç beni, ister kendini kandır;
Hangi değirmenlerden geçtiğini bileyim.
Her hüznü taûndandır, bir babanın oğluna…
-Kavgayla sınama yâr; vur beni, ben öleyim
iyice görüyorum artık düzeni.
Orada, bir avuç insan oturuyor yukarıda,
Aşağıda da bir çok kişi.
Ve bağırıyor yukardakiler aşağıya:
“Çıkın buraya gelin ki,
Hepimiz olalım yukarıda.”
Ama iyice gözlediğinde görüyorsun,
Neyin saklı olduğunu
Yukardakilerle, aşağıdakiler arasında.
Bir yol gibi gözüküyor ilk bakışta.
Yol değil ama.
Bir tahta bu.
Ve şimdi görüyorsun açıkça;
Bu bir tahterevalli tahtası.
Bütün düzen bir tahterevalli aslında.
iki ucu birbirine bağımlı.
Yukardakiler durabiliyorlar orada,
Sırf ötekiler durduğundan aşağıda
Ve ancak;
Aşağıdakiler, aşağıda oturduğu sürece
Kalabilirler orada.
Yukarıda olamazlar çünkü,
Ötekiler yerlerini bırakıp çıksalar yukarı.
Bu yüzden isterler ki;
Aşağıdakiler sonsuza dek
Hep orada kalsınlar.
Çıkmasınlar yukarı.
Bir de, aşağıda daha çok insan olmalı yukardakilerden.
Yoksa durmaz tahterevalli.
Tahterevalli.
Evet, bütün düzen bir tahterevalli.
Ansızın ayaklanmışken bir yanın
bir yanının köleliğine;
bir yanın sakalı yüzüne yüzü sakalına
batmış bir derviş
gibi dalmışken kendine;
bir yanın kurtulmuşken kendinden
ve bir yanın yeni haberler getiriyorken
dünden bugünden,
yalnızlık susturmaktır
kendi sesinle kendini,
iç bedenini oymaktır diş diş,
düş düş
genişletmektir.

Yalnızlık en çok susturmaktır.
Bir Ömür Seninle

Bir ömür seninle başbaşa kalsak
Hayatı beraber koşsak ne olur
Bütün yıldızları bir bir dolaşsak
Zamanı beraber aşsak ne olur

Şarkılar söylesek aşkın dilinden
Nağmeler dinlesek seher yelinden
Bahar yağmuruyla duygu selinden
Gönül ırmağına taşsak ne olur

Dudaktan dudağa bir şiir gibi
Gönülden gönüle bir nehir gibi
Yıldızlara hasret bir şehir gibi
Derin uykulara dalsak ne olur

Kuşlar gibi geçip tüm hudutlardan
Selamlar iletsek ak bulutlardan
Kovup elemleri şen duygulardan
Sonsuz mutlulukla coşsak ne olur

gone my darling. *
zamansız ruh intiharları bilinmeyenden varsayılana...

jiletle parçalanmış duygu birikintileri....

anlatılmak istenenler için gramer yetmezliği

olmayan kelimeleri kullanmak gerek anlatılmak istenene

lanetlenmiş katrelerin sonsuz okyanusları

yanmakta olan boş mektupların anlamsızlığı...

hiç bir dil anlatmaya yetmedi yaşananları

hiç bir vücut yok ortada olanları unutturacak...

belkide hiçbiri olmadı aslında...

belkide hiç bir şeydi anlatılan...

belki de sessiz sedasız ,

tilki edası ile hayattı önüme konulan...

(bkz: lifthrasirwoden)
Bir tas zehir verin bana içeyim,
Tek unutmak için acılarımı.
Baksana, kırdılar kapılarımı,
Yağmalandı kalbim, ömrüm, herşeyim
Kurşuna dizdiler anılarımı,
Yenik düştüm bu savaşta neyleyim
Bir mezar nasılsa işte öyleyim
Unuttum en güzel şarkılarımı
Gündüzü yok upuzun bir geceyim
Yitirdim umut kırıntılarımı
Sevgimi, neşemi, bütün varımı
Çaresiz bir yokluğun içindeyim
Gömdüm içime yıkıntılarımı
Arıyor bir yarım öbür yarımı...
(bkz: Ümit Yaşar Oğuzcan)
can Yücel - kadın dediğin şiiri.
...
beni böylesıkı tutma n'olursun
yoluma süngüler dikme
çevir gözlerini öyle durmasın
incelen çok şey var aramızda
bırak artık burda noktalansın
sürdürmekte fayda yok kesme yolumu gideyim
senin ikliminde açmıyor çiçeklerim.
t.ildeniz
Hep böyle çocuksu mu bakar senin gözlerin?
Hep böyle içinde uzak bir ışık mı yanar?
Bakışlarında beni dinlendiren bir şey var;
Kıyısındaymış gibi en sakin denizlerin...
Dün gece yoktun
Hava dumamlıydı
Bu gece yağmurlu
Sana yazdığım kelimeler hep dokunaklı
Boynum öyle üşüyor ki
Dudaklarına
Hasret kaldı.
Paco.
De ki:
Bir gece yarısı olacak gelişim,
En güzel hayati giyinip geleceğim!
De ki:
Kimseye değil kederim, yüküm...
Güzelliğim kadar, çirkinim de de...
Yokluğunu sardığım,
Varlıgına huzur gizlediğim...
De ki;
Bir sabah buz tutmuş duvarlarını ısıtacak gövdem de.
Ceplerindeki yorgunluğu da bölüşeceğiz de!

(bkz: bywolf)
kızımız olacaktı bizim,
yarım kalan hayallerim,
ellerini arıyor ellerim,
bu gece de sensizim.

kızımız olacaktı bizim,
ruhuna ruhumu katacaktım,
sesini duyacaktım bir ömür,
ağlıyorum, sensizim.

kızımız olacaktı bizim,
minicik ellerini tutmaya korkacaktım,
seni görecektim onda bir ömür,
çaresizim, sensizim.

kızımız olacaktı bizim,
denizler kadar derin bakan,
gülüşüyle gülecekti gözlerimiz,
yaralıyım, sensizim.

kızımız olacaktı bizim,
güzel bir çiçek, senin en sevdiğin,
gittin "can" ım, "su" suz kaldı bedenim ,
bizi yok ettiğin yerde, sensizim.

alex10br.
bir karga bir kediyi öldüresiye bir oyuna davet ediyordu. hep böyle mi bu?
bir şeyden kaçıyorum bir şeyden, kendimi bulamıyorum dönüp gelip kendime yerleşemiyorum, kendimi bir yer edinemiyorum, kendime bir yer...

kafatasımın içini, bir küçük huzur adına aynalarla kaplattım, ölü ben’im kendini izlesin her yandan, o tuhaf sır içinden! paniğini kukla yapmış hasta bir çocuğum ben. oyuncağı panik olan sayın yalnızlık kendi kendine nasıl da eğlenir.

niye izin vermiyorsun yoluna kuş konmasına?
niye izin vermiyorum yoluma kuş konmasına?
niye kimseler izin vermez yollarıma kuş konmasına?

"öyle güzelsin ki kuş koysunlar yoluna" bir çocuk demiş.
(bkz: nilgün marmara)
samimi olmak en büyük
Keramettir
Bırakın uçmak
Kuşlara münhasır olsun..
Sarıl Bana Bir Ahmet Kaya Şarkısıyla !!!
Gözlerimi Oku Yusuf Hayaloğlu Şiirleriyle ;
Devrim yap Yüreğimde Deniz Gezmiş gibi ...
Ve
Sev Beni Yılmaz Güney gibi Cesur'ca ...
MASA DA MASAYMIŞ HA
Adam yaşama sevinci içinde
Masaya anahtarlarını koydu
Bakır kaseye çiçekleri koydu
Sütünü yumurtasını koydu
Pencereden gelen ışığı koydu
Bisiklet sesini çıkrık sesini
Ekmeğin havanın yumuşaklığını koydu
Adam masaya
Aklında olup bitenleri koydu
Ne yapmak istiyordu hayatta
işte onu koydu
Kimi seviyordu kimi sevmiyordu
Adam masaya onları da koydu
Üç kere üç dokuz ederdi
Adam koydu masaya dokuzu
Pencere yanındaydı gökyüzü yanında
Uzandı masaya sonsuzu koydu
Bir bira içmek istiyordu kaç gündür
Masaya biranın dökülüşünü koydu
Uykusunu koydu uyanıklığını koydu
Tokluğunu açlığını koydu.
Masa da masaymış ha
Bana mısın demedi bu kadar yüke
Bir iki sallandı durdu
Adam ha babam koyuyordu.

Edip CANSEVER .
güncel Önemli Başlıklar