bugün

gece nöbeti

daha az seviyorum seni..
giderek daha az..
unutur gibi seviyorum..
azala azala..
aramızdaki uzaklığın karanlığında..

geceler kısalıp..gündüzler uzuyor öyle olunca..
daha az seviyorum seni..
kendini iyileştiren bir yara gibi..
daha az..
ve zamanla..

sen geceyi tutuyorsun..ben nöbetini..
uzak dağ kışlalarında..
görmüyoruz birbirimizi..
usul usul sis iniyor..
kopmuş yollara..
işığı hafif..uykusu ağır koğuşlarda üzerini örtüyorum senin..
bir çığ gibi büyüyorsun rüyalarımda..
sevgilim sevgilim
yıldızları daha büyüktür bazı gecelerin
nöbet kadar yalnızken öğreneceksin bunu da..

artık daha az seviyorum seni..
unutur gibi..ölür gibi daha az..
yeniden ödetiyorum kendime
onca aşkın öğretemediğini..
kolay değildi..
yalnızca sevgilimi değil..evladımı da kaybettim ben..
kaç acı birden imtihan etti beni..
bir tek gece vardır insanın hayatında..
ömür boyu sürer nöbeti..
bu da öyleydi..
iyi ol..
sağ ol..
uzak ol..
ama bir daha görme beni..

murathan mungan
şiir olmasa bile

habersiz kuşlar gecer
geceler zehir zıkkım
gözlerimi sel basmış
yağmurlar ardındayım
aşığım, ben sana çok aşığım
yola çık, yollardayım...

(bkz: ağla sevdam)

(bkz: ağır roman)
Bir gün kaldığın yerden başlayacaksın
Biri seni bulacak...
Önce korkacaksın eski acılara yakalanmaktan
Biraz ürkeceksin!
Ne kadar dirensen de nafile...
insansın sonuçta, seveceksin..
Eski acılara bakıp da küsme sevdalara...
Gâvura kızıp da oruç bozulmaz!
Sök at kafandan acaba'ları.!
Bir kemik aynı yerden iki defa kırılmaz
Bütün kapılar kapandı, dışardayım
Birden karşıma çıkmayın korkuyorum
Uykusuzum fena halde, sokaktayım
Karanlık bastırdı mı bozuluyorum

Fena bir yerimden koptuğum doğru
Kendimden çok fazla yaşamaktayım
Nereye bağlanacak bu işin sonu
Aslında ben kimim meraktayım

Bütün kapılar kapandı, sokaktayım...

[gecenin kapıları-atilla ilhan]
geldiğimizde otlar yemyeşildi,
ve kuzeydeydi güneş.
kömür deposu boşaldı işte,
mamak'a sonbahar geldi,

güneş altında tutsaklar,
geçen sonbahara bakıyorlar,
şirin mi şirin gecekondu evleri,
samsun asfaltında otomobiller,
ne güzeldir yollarda olmak şimdi. ( mamak türküsü - yeni türkü ) şiir değil şarkı ama her şarkı şiirdir.
Kahvalti yok, zeytin gözlerini hatirlatir,
tadim yok, çayi şekersiz içiyorum
kendimden geçiyorum da
sana gelemiyorum
çünkü ben geldiğimde seni bulsam bile
yetinemiyorum.
senin bana gelmenin mutluluguna değişemiyorum
her gün öksüzüm
kimseye söyleyemediğimi
herkesin bildiği halde
bilmezden geliyorum, bilinmeze giderken
anladıklarım da var
mesela günlerin adi değişir ama yokluğun ayni
doğrulatmak saçma/başka bedenlerde
gelenler boşluğunu doldurmuyor
ve boşluk yaratmıyor gidenler de.

(bkz: ceyhun yılmaz)
(bkz: #14811833)
yağmur da var
çok sevdiğim rüzgar da
daha uyanmadı komşular
bugün pazar
ve ben seni çok özledim...

http://www.youtube.com/watch?v=JZw_uCIICDU
bazen dişe diş, bazen kana kan gereklidir
içindeki göz yaşlarını büyütmek yerine
göz yaşların büyüyeceğine, intikamın seni ayakta tutsundur
sen öleceğine, karşındaki ölsündür!...
bi siktir git..
dipnot: bir antikaw militarist şiiridir.
öteki kapımdan gel bunu açamazsın
eski gözlerinle gel öldürmek vakti gel
hem tetik bulun ardında biri olmasın
hanidir ben bu evde saklanıyorum
adımı değiştirdim başka bir adla yaşıyorum
gece gündüz siyah gözlük kullanıyorum
öteki kapımdan gel bunu açamazsın
sabaha karşı gel bütün gözlerinle gel

pancurların gerisinde kararıyorum
içime belalar doğuyor sonbahar doğuyor
telefonda sesini tanıyamıyorum
yüzün parmaklıklarımdan akıp kayboluyor
böyle hep bir şey kopuyor bir şey kırılıyor
sabaha karşı gel eski gözlerinle gel
öteki kapımdan gel bunu açamazsın
hem tetik bulun ardında biri olmasın

artık hiç kimse beni yaşamıyor
aşklarımı büyük kemanlarla çizdiler
korkularım oldum bittim kimsesizdiler
yalnız bir mısra mıyım ıslanıyorum
bir revolver romanımı tamamlıyor
oyun bitti ışıklarımı söndürdüler
yokmuşsun gibi gel öldürmek vakti gel
öteki kapımdan gel bunu açamazsın
üzerime kilitleyip mühürlediler
hem tetik bulun ardında biri olmasın

attila ilhan.
iki şehri var gecenin, biri gözümde

tütüyor, birinin dumanı üstünde yağmur
gibi çöken siste, bana bu uykusuz
şehri niye bıraktın, göze alamadığım
bir şehrin yerine bütün şehirlerdesin,
gece değil istediğin hayli karanlık
bakışlı bir şehrin gözleriyle çarpışmak
hevesindesin! gözlerini anlıyorum henüz
bağışlayabileceği gözleriyle çarpışmadı kimsenin;
gözlerimizi uzaklıklar değil ki yalnız
göze alamadığımız yakınlıklar da acıtır,
ve gözleri ancak gözler bağışlayabilir,
öyle acıyor ki gözlerim kim bağışlayacak,
sis değil, uykusuzluk değil, iki uzak
şehir gibi ayrılıktan kavuşmuyor gözlerim:
biri hepimizle gözgöze gibi hala uykusuz,
biri sis içinde kirpiklerine kadar açık,
bu sessizliği kim bıraktıysa, göremiyorum
konuşkan gözlerinde tek sözcük bile,
gözlerimiz birbirine değmiyor gecenin iki şehrinde
kimsenin kimseye gözü değmiyorsa şiir niye?
canımı sıkma benim
kötü söyletme
gel diyorsam gel
git diyorsam
sakın gitme...

(bkz: ümit yaşar oğuzcan)
Ölü biri olarak geldim dünyaya
Ölü bir doğum
Onlar, Yaşadın!diyor
Vatanı sev!Şeytanı inkat et!
ve vergini öde!
Oysa ben
Otuz küsür yıl boyunca
beni seyreden herkese
yaşayan bir insan taklidi yaptım.
Şimdi rakı bassam yarama
Yarın penceremde hiç kullanılmamış
bir Akdeniz bulur muyum?
Hangi dinin mabedime saklansam kurtarır beni
tırnak uçlarımla onların kükürtünü solumaktan?
Ve nasıl bir cinayet işlesem de
makul nedeni karşısında şaşırıp kalsa Tanrı
Yorgunum
yorgun olduğum gecelerde
karanlık adamlarla
karanlık odalara kapanıp
esrar içiyoruz
bu ülkenin işimize yaramayan anayasasına karşı.
Sen benim yoldan çıkmamı bırak
ellerimi çok yalnız bıraktılar
ve zamanla
yolları da haritadan çıkarmanın ustası oldum.
Ellerimi çok yalnız bıraktın.
Seni unuttum!Çoktan unuttum!
Unutamadığım sadece birşey var
O da sende unuttuğum çocukluğum...

Jan Ender Can
yine sabah 5 e kadar uyku kapımızı çalmayacaksa ben sana mecburum bilemezsin.
birazdan rüyalara dalacaksak hadi git güle güle.
kişisel edit: tek istenen şiire bile 2 şiir ismi yazarak yalnızlıktan kalma korkularımın hala esaretinde olduğumu farkediyorum.
Ne ben Sezarım,
Ne de sen Brütüssün..
Ne ben sana kızarım ne de zatın zahmet edip bana küssün.
Artık seninle biz, düşman bile değiliz..

Nazım Hikmet Ran
Ve sen sonunda bir gün çıkar gelirsin diye,
Çok şeyin adı küçük yazıldı;
Silinmez anlar vardır,
Karşı konmaz özlemler,
Ben şimdi ne istediğimi de bilmeden artık
Bağırıp duruyorum ya, şurda,
Sen yaz sonu ilan eden güzel keten,
Güneşten yırtılmış caz, sen!
Cemal Süreya
bir çizim attın gönlüme,
kanattın.
(bkz: yandım yandım)
ne çıkar bahtımızda ayrılık varsa yarın,
sanma ki hikâyesi şu titreyen dalların
düşen yaprakla biter,
böyle bir kara sevda kara toprakla biter.
ağlama olma mahzun gülerek bak yarına,
sanma ki güzelliğin o ipek saçlarına
dökülen akla biter,
böyle bir kara sevda kara toprakla biter.
--spoiler--
sen beni öpersen belki de ben Fransız olurum
Şehre inerim bir sinema yağmura çalar
Otomobil icad olunur, Zarifoğlu ölür
Dünyadaki tüm zenciler kırk yaşından büyüktür.

-Senegalliler dahil değil

Sen beni öpersen belki de bulvarlar iltihablanır
Çağdaş coğrafyalarda üretir cesetlerini siyaset bilimi
O vakit bir sufiyi darplarla gebertebilirsin
Hayat bir yanıyla güzeldir canım, sen de güzelsin

-Yoksa seni rahatsız mı ettim?

Sen beni öpersen belki de aşkımız pratik karşılık bulur
Ne ikna edici bir intihar girişimidir şimdi göz göze gelmek
Elbette ata binmek gibidir seni sevmek sevgilim
Elbette gayet rasyoneldir attan atlamak

-Freud diye bir şey yoktur.

Sen beni öpersen belki de ben gangsterleşirim
Belki de şair olurum seni de aldırırım yanıma
Bilesin; göğsümde hangi yöne açmış tek gülsün
Yani ya bu eller öpülür, ya sen öldürülürsün.

-Haydi iç de çay koyayım.
--spoiler--
ah muhsin ünlü.
sis
sarmış ufuklarını senin gene inatçı bir duman,
beyaz bir karanlık ki, gittikçe artan
ağırlığının altında herşey silinmiş gibi,
bütün tablolar tozlu bir yoğunlukla örtülü;
tozlu ve heybetli bir yoğunluk ki, bakanlar
onun derinliğine iyice sokulamaz, korkar!
ama bu derin karanlık örtü sana çok lâyık;
lâyık bu örtünüş sana, ey zulümlér sâhası!
ey zulümler sâhası… evet, ey parlak alan,
ey fâcialarla donanan ışıklı ve ihtişamlı sâha!
ey parlaklığın ve ihtişâmın beşiği ve mezarı olan,
doğu’nun öteden beri imrenilen eski kıralıçesi!
ey kanlı sevişmeleri titremeden, tiksinmeden
sefahate susamış bağrında yaşatan.
ey marmara’nın mavi kucaklayışı içinde
sanki ölmüş gibi dalgın uyuyan canlı yığın.
ey köhne bizans, ey koca büyüleyici bunak,
ey bin kocadan artakalan dul kız;
güzelliğindeki tâzelik büyüsü henüz besbelli,
sana bakan gözler hâlâ üstüne titriyor.
dışarıdan, uzaktan açılan gözlere, süzgün
iki lâcivert gözünle nekadar canayakın görünüyorsun!
canayakın, hem de en kirli kadınlar gibi;
içerinde coşan ağıtların hiç birine aldırış etmeden.
sanki bir hâin el, daha sen şehir olarak kuruluyorken,
lânetin zehirli suyunu yapına katmış gibi!
zerrelerinde hep riyakârlığın pislikleri dalgalanır,
içerinde temiz bir zerre aslâ bulamazsın.
hep riyânın çirkefi; hasedin, kârgüdmenin çirkeflikleri;
yalnız işte bu… ve sanki hep bunlarla yükselinecek.
milyonla barındırdığın insan kılıklarından
parlak ve temiz alınlı kaç adam çıkar?

örtün, evet ey felâket sahnesi… örtün artık ey şehir;
örtün, ve sonsuz uyu, ey dünyanın koca kahbesi!
ey debdebeler, tantanalar, şanlar, alaylar;
kaatil kuleler, kal’ali ve zindanlı saraylar.
ey hâtıraların kurşun kaplı kümbetlerini andıran, câmîler;
ey bağlanmış birer dev gibi duran mağrur sütunlar ki,
geçmişleri geleceklere anlatmıya memurdur;
ey dişleri düşmüş, sırıtan sur kafilesi.
ey kubbeler, ey şanlı dilek evleri;
ey doğruluğun sözlerini taşıyan minâreler.
ey basık tavanlı medreseler, mahkemecikler;
ey servilerin kara gölgelerinde birer yer
edinen nice bin sabırlı dilenci gürûhu;
“geçmişlere rahmet! ” diye yazılı kabir taşları.
ey türbeler, ey herbiri velvele koparan bir hâtıra
canlandırdığı halde sessiz ve sadâsız yatan dedeler!
ey tozla çamurun çarpıştığı eski sokaklar;
ey her açılan gediği bir vak’a sayıklıyan
vîrâneler, ey azılıların uykuya girdikleri yer.
ey kapkara damlariyle ayağa kalkmış birer mâtemi
sembole eden harap ve sessiz evler;
ey herbiri bir leyleğe yahut bir çaylağa yuva olan
kederli ocaklar ki, bütün acılıklariyle somutmuş,
ve yıllardır tütmek ne… çoktan unutulmuş!
ey mîdelerin zorlaması zehirinden ötürü
her aşâlığı yiyip yutan köhne ağızlar!
ey tabi’atin gürlükleri ve nimetleriyle dolu
bir hayata sâhip iken, aç, işsiz ve verimsiz kalıp
her nâmeti, bütün gürlükleri, hep kurtuluş sebeplerini
gökten dilenen tevekkül zilleti ki.. sahtadir!
ey köpek havlamaları, ey konuşma şerefiyle yükselmiş
olan insanda şu nankörlüğe lânet yağdıran feryât!
ey faydasız ağlayışlar, ey zehirli gülüşler;
ey eksinlik ve kaderin açık ifadesi, nefretli bakışlar!
ey ancak masalların tanıdığı bir hâtıra: nâmus;
ey adamı ikbâl kıblesine götüren yol: ayak öpme yolu.
ey silahlı korku ki, öksüz ve dulların ağzındaki
her tâlih şikayeti yapageldiğin yıkımlardan ötürüdür!
ey bir adamı korumak ve hürriyete kavuşturmak için
yalnız teneffüs hakkı veren kanun masalı!
ey tutulmıyan vaitler, ey sonsuz muhakkak yalan,
ey mahkemelerden biteviye kovulan “hak”!
ey en şiddetlikuşkularla duygusu kö¨rleşerek
vicdanlara uzatılan gizli kulaklar;
ey işitilmek korkusuyle kilitlenmiş ağızlar.
ey nefret edilen, hakîr görülen millî gayret!
ey kılıç ve kalem, ey iki siyasî mahkûm;
ey fazilet ve nezâketin payı, ey çoktan unutulan bu çehre!
ey korku ağırlığından iki büklüm gemeye alışmış
zengin – fakir herkes, meşhur koca bir millet!
ey eğilmiş esir baş, ki ak-pak, fakat iğrenç;
ey tâze kadın, ey onu tâkîbe koşan genç!
ey hicran üzgünü ana, ey küskün karı-koca;
ey kimsesiz; âvâre çocuklar… hele sizler,
hele sizler…

örtün, evet, ey felâket sahnesi… örtün artık ey şehir;
örtün, ve sonsuz uyu, ey dünyanın koca kahpesi!

tevfik fikret
18 şubat 1317(hicri)
şiir olmak zorunda mı? mesela;özlü söz yada benim bu gece uyumama ramak kala beynimin bir yerlerinde oluşan cümlecik gibi,

''Gece, kıymetini bil. sadece sana göz yumuyorum.''
Bırakın beni gidiyim
Gitmek istediğim yer deniz kumundan
Oraya doğru fazla gidersem
Buraya dönmem coğrafya gereği
Tek kişiyim ben hala
Kendimi zenginden sayarak
Gençliğimden birşeyler sakladım
Düşsel faizlerimle geçindim
Eksiğim bu yüzden
Herşey güzelmiş sonunda
Hatta bozgunlar bile
Aşk istiyorduk ağızdan damardan
Gözler parlasın soluk açılsın
Tek kişiyim ben hala
Ayıldım düşlerimden daha dün
Hiç uğruna üzüldüm
Çarşılara süzüldüm daha dün
Tek kişiyim ben hala
Ayrıldım dünlerimden daha dün
Para verdim bişey aldım
Sana baktım sen bilmezsin
Taksimden kadıköye dönmek için
Günlükler okuduk hep onaylanmak için
Geceleri bir yanım hep gitmek istedi
Ama buradan başka gidecek yer yoktuki
Zaman aralığını süpürmeyi unutma ben yokken
Başka türlü bir hayatta bilmezdik zaten beraberken
Tek kişiyim ben hala
Bütün o sankiler beynindeki cankiler
Bitmeyen eskizler bitmezler
Aldattın beni kendi kendinle
Mecburi hizmetteyken ben yaşam bölüğünde
Tek kişiyim ben hala
Ayıldım düşlerimden daha dün
Hiç uğruna üzüldüm
Çarşılara süzüldüm daha dün
Tek kişiyim ben hala
Ayrıldım dünlerimden daha dün
Para verdim bişey aldım
Sana baktım sen bilmezsin
Aradım seni savaş meydanında
Sonrası eve dönüş ki yalnızlık dahildir içine

(bkz: kesmeşeker)
(bkz: fon müziği bulamadım)
hep aynı başlıyor bitiyor ve
iki kişiden biri vazgeçiyor ve
biri hep daha çok çok seviyor be..
(bkz: nan gibi)
güncel Önemli Başlıklar