bugün

kuskusuz ikinci yeni akiminin en kuvvetli sairi.

(bkz: ben ruhi bey nasilim)
(bkz: yercekimli karanfil)
(bkz: umutsuzlar parki)
Şiir kitapları:
ikindi Ustu (1947), Dirlik Düzenlik (1954), Yerçekimli Karanfil (1957), Umutsuzlar Parkı (1958), Petrol (1959), Nerde Antigone (1961), Tragedyalar(1974), Çağrılmayan Yakup (1966), Kirli Ağustos (1970), Sonrası Kalır (1964),
Ben Ruhi Bey Nasılım (1976), Sevda ile Sezgi (1977), Şairin Seyir Defteri(1980), Yeniden (Toplu Şiirler, 1981), Bezik Oynayan Kadınlar (1982), ilkyaz Şikayetçileri (1984), Oteller Kenti (1985)
(bkz: gül kokuyorsun)
bu gemi ne zamandır burada
denizin değil
hüznün üstünde...

dizelerinin sahibi,çağrılmayan yakup 'u çağırmış adam...
"masada masaymış ha" adlı süper şiirin sahibi

adam yaşama sevinci içinde
masaya anahtarlarını koydu
bakır kaseye çiçekleri koydu
sütünü yumurtasını koydu
pencereden gelen ışığı koydu
bisiklet sesini çıkrık sesini
ekmeğin havanın yumuşaklığını koydu
adam masaya
aklında olup bitenleri koydu
ne yapmak istiyordu hayatta
işte onu koydu
üç ker üç dokuz ederdi
adam koydu masaya dokuzu
pencere yanındaydı gökyüzü yanında
uzandı masaya sonsuzu koydu
bir bira içmek istiyordu kaç gündür
masaya biranın dökülüşünü koydu
uykusunu koydu uyanıklığını koydu
tokluğunu açlığını koydu.

masa da masaymış ha
bana mısın demedi bu kadar yüke
bir iki sallandu durdu
adam ha babam koyuyordu.
"olsa baslangiclar sona kalsa" diyerek icime gir diyen surrealist.
Yeşil ipek gömleğinin yakası
Büyük zamana düşer.

Her şeyin fazlası zararlıdır ya,
Fazla şiirden öldü Edip Cansever.

cemal süreya
ne yapıp edip cansever diyorum ben kendisi için...

geçenlerde (bkz: babam ve oğlum) soundtrack'i playliste atıp bir winston yaktım. balkona çıktım baktım havada bulutun zerresi yok. a tout le monde e$liğinde bi' parça hayallere dalayım dedim. biraz melankolinin kimseye zararı dokunmaz, biraz ü$ümek donmak değildir, biraz bira insanı alkolik yapmaz; ya$amak, tek ve hür bir orman gibi karde$cesine felan dedim. salak olmak istedim. hayal kurmak.. inanın; insan hayal kurmak istediğinde süper rahatlıyor. sivilcelerini sıkmı$ gibi oluyor böyle kımıl kımıl. hele bir de ak$amüstü ise o zaman daha süper. fenerbahçe - vestel manisaspor maçı var o ak$am. hayallerimi sikti ibneler. yok neymi$; gol olmu$mu$mu$. " siktirin lan " dedim. sinir oldum. ^$iirli^ bir değnek lazımdı bana.
çevreden izole olmam, steril ve rafine kalmam, televizyonun kar$ısında uyuklamı$ babamın bıyıkları arasında sıkı$mı$ ve sonra külünü, annemin onsekiz taksit kar$ılığında aldığı haki rengi halıya bırakmı$ olan izmarit kadar pestenkerâni geçirmemem için bana bir değneğin gerekli olduğu fikrine sabitlendim. bu denli plonjonik dü$ünebildiğim için götüm kalktı, burnum büyüdü. kalkan götle, büyüyen burun yer deği$tirdi. kübist oldum. (belki de bu yüzden sözlükte de picasso ölmedi theme'ini kullanıyorumdur. neyse.)

aklıma birden edip cansever'in, " bir ak$amüstünü dü$ünmek, bir ak$amüstünü dü$ünmekten ba$ka nedir ki ? " mısrası geldi..

accayip sevindirik oldum böyle. göğüskafesimde bir$ey, " sikerim lan böyle hayatı " demeye devam ederken ben, " dur lan lebraam, ne co$ayazıyorsun her boka " dedim. hem asi, hem kırılgan, hem stratosferik kaygılara mündemiç bir ruh giysisi içinde ve heyecanımın hezeyana dönü$eceği agnostik ân'ı kovalayaraktan eski fotoğrafları karı$tırdım sonra.. götüm götüm ilerlediğimiz bir konser bileti kuyruğu vardı. gergin bir ân'da dahi gelinlik kız gibi gülümsediğimi farkedip kendimden nefret etmem ve diğer fotoğraflara bakmam, ardından da hepsinde suretime yayılım yapmı$ o sikindirik sırıtı$ın olduğunu ayrımsamam, kısa sürdü. ama edip cansever'in bu konuda dahi bazı görü$leri, fikir beyanları olduğunu hatırladım sonra. fotoğrafta çıkmak demi$ti edip cansever.

uyumu$ babamın sigara pakedi gözüme çarptı sonra. aldım içtim rahatladım. ağladım ağladım.

allem edip kallem edip cansever diyorum ben kendisi için.
Bitti o sevda kesildi cigliklari martilarin
Su gibi bitti, suya karsit gibi bitti
Itti kiyiyi adina deniz dedigimiz birsey
Unuttuk ikimiz de her turlu yetinmezligi
Kaybetti kumarda gozlerim
Kaybetti kumarda gozleri.

Bir koru ruzgarlandi gogus boslugumuzda sanki
Uzaklasti agaclar birbirlerinden
Yakinlasti agaclar birbirlerine
Yani her soluk alip verisimizde bizim
Bir mekik gibi kalbin
Bir mekiki gibi kalbim
Isleyip durdu bu yitikligi yeniden.

Ne kaldi
Farkinda misin bilmem
Gunduzler..
Gunduzler biraz azaldi.

Edip Cansever
(bkz: infilak)
tedirgin, umutsuz insanın duygu ve düşüncelerini, göze çarpmayan ayrıntıları öne çıkararak, çok yönlü çağrışımlar taşıyan imgeler üretmiştir.

(bkz: mendilimde kan sesleri)

(bkz: edip cansever için requiem)
aşagıdaki dizeleri yazan büyük üstad.

iÇiNDEN DOĞRU SEVDiM SENi

içinden doğru sevdim seni
Bakışlarından doğru sevdim de
Ağzındaki ıslaklığın buğusundan
Sesini yapan sözcüklerden sevdim bir de
Beni sevdiğin gibi sevdim seni
Kar bırakılmış karanlığından.
Yerleştir bu sevdayı her yerine
Yüzünde ter olan su damlacıklarının
Kaynağına yerleştir
Her zaman saklamadığın, acısızlığın son durağına
Gül taşıyan cocuğuna yerleştir
Ve omuzlarına daracık omuzlarına
Üşümüş gibisin de sanki azıcık öne taşırdığın
Tam oraya işte, uçsuz bucaksız bir düzlükten
Bir papatya tarlasıyla ayrılmış göğüslerine yerleştir
Ve esmerliğine bir de, eski bir yangının izlerinin renginde
Saçlarının yana düşüşüne, onları bölen ikiliğe
Alnından başlayan ve ayak bileklerinde duran
Yani senin olmayan, seni bir boşluk gibi saran hüzne Yerleştir onu bir kentin parça parça aklında tuttuğun
Kar taneleri gibi uçuşan
Ve her gün biraz daha hafifleyen semtlerine
Yerleştir bu sevdayı her yerine.
Ekledim ben tattığım her şeyi denizlere
Bildiğim ne varsa onlar da hep denizlerden
Sen de bir deniz gibi yerleştir onu istersen
Sevdayı
Ve köpüklendir
Ve yaşlandır ki işte kederi anlamasın
Ama dur, her deniz yaşlıdır zaten
Öğrenmez ama öğretir mutluluğu
Bizim sevdamız da öyledir, iyi şiirler gibi
Biraz da herkes içindir. Ve gelinciğin ikinci tadına benzemeli
Var eden kendini birincisinden
Yani bir sevdayı sevgiye dönüştüren.
Ben şimdi bir yabancı gibi gülümseyen
Tanımadığın bir ülke gibi
içinde yaşamadığın bir zaman gibi
Tam kendisi gibi mutluluğun
Beni bekliyorsun
Ve onu bekliyorsun beni beklerken.
cemal hoca buyur anlat diyeceğim şair;

yeşil ipek gömleğinin yakası
büyük zamana düşer.

her şeyin fazlası zararlıdır ya,
fazla şiirden öldü edip cansever.
(bkz: cemal süreya)
(bkz: yenilis)
(bkz: bitti o sevda)
tek bir şiiri üzerine bir senemi verip bildiri hazırlayacak kadar önemsediğim güzel insan. sigaralı fotoğraflarını görmenizi tavsiye ederim.
"ben simdi ne yapsam,ben simdi ne yapsam kac kere yalnız
hem bunu kac kere söylemek,ne türlü söylemek adına
eskimis fırcalarda,kırılmıs siselerde,tozlanmıs ilac kutularında
okunmaz kitaplarda,uzaksı giysilerde,cocuksuz avlularda
anlamsız kahvelerde,bir yolun cok ucunda,asılmıs koyun butlarında
ben simdi ne yapsam,ben işte ne yapsam kac kere yalnız
kac kere yalnız,ama kac kere yalnız,gene kac kere insan olmalarımla."

hani böyle bir kertede karşınıza çıkıverir de böyle bir ses, içinize içinizden doğru yankılanırsa bi' taşın suya atıldığı anki halkalar misali, hani yapacak hiçbirşey kalmayıncaya değin, hani şarkılar soluksuzlanıncaya...
ya da hayat denen zembereğin (-ki zehrine döner yelkovanlar) akordu bozuluncaya, (zaten eprimiş ya tüm sentetik umut zerreleri, güve'n yeniği hepsi..) beklemenin bile vakit kaybına eşdeğer sayılmadığı artık hani, zaten vakit kaybı gibi yaşadığın ömrüne anlam aramaktan vazgeçinceye...

yok yok..çare değil,
ilaç hiç değil..
olsa olsa bir ne? hali en fazla.. kendinden geriye... sayıklamalarının başkentidir üstad; kabirlerine konan kuşlara verecek bir tas suyu olana adaktır...
şiirlerinde yaptığı kelime oyunları ve şiiri bir hikayeye çevirebilmesiyle öne çıkan usta şair. insani arayışları ve yaşamları şiirlerinde öykülemiş insan. ha efkarlanınca ruhun;...

Öyle bir cigara yakımına, birinin gazoz açmasına
Minibüslerine, gecekondularına
Hasretine, yalanına benzer
(bkz: acının omuzlanışı)
sairin kendi sozleriyle siir hakkinda:

siir uzerine soylesi notlari 1.
benden veya benim kuşağımdan önce yazılmış şiirleri kendi değerleriyle başbaşa bırakarak araya kesin bir çizgi çizdiğime inanıyorum. bu çizginin başlangıç noktasına, oluşumuna, bugüne gelişine, kısacası belli bir şiir sürecinin ayrıntılarına değinmek istemiyorum.
oteller kenti, şiirimin vardığı son durak değil elbette. ne var ki, bundan sonra şunu şunu amaçlıyorum da demiyorum. Çünkü amaçlamak, özel olsun, biçimsel olsun şematizmin şiirde geçerli olduğunu kanıtlamak anlamına gelir ki, bu da şiirin özgül işleyişine ters düşer.

2.
bireyi toplum içinde somut olarak görünür duruma getirmek, giderek daha da derinlerine inerek, onun içsel dramını kurcalamak cabasındayım.

3.
siirle düşünmek! yalnızca buna inanırım. siirle düşünmenin karşıtı felsefe yapmaktır. felsefe ise şiirin temeli olan imgeyi dışlar. gene felsefe duygusallığa da karşıdır.
su da var: uzun şiirlerimde hiçbir sorunsalı yanıtlamaya kalkışmam. sorular sormaya, bu soruları çoğaltmaya (ama yanıtsız bırakmaya) çalışırım hep. nedeni, yazdıkça bilmediklerime, tanımadıklarıma, daha önce duyup düşünmediklerime rastlarım da ondan. zaten insanın iç dünyasını kesin olarak tanıtlamak demek, saltık insanı yokken var etmek anlamına gelmez mi?

4.
büyük büyük sorunlara el atmak şiiri küçültebilir kanımca. (ayrıca büyük sorunlar nedir, küçük sorunlar nedir, bu da başlı başına bir tartışma konusudur.) orneğin pek yaygın olan hamlet tipini günümüz aydınıyla karşılaştırdığımızda , hamlet'in kişiliğinde daha bir büyüklük ya da derinlik bulabileceğimizi hiç sanmıyorum. sair yetinmesini bilmeli; büyüklüğü, derinliği dilde aramalıdır.

5.
bütün sanatların şiire, şiirin de sanatlara katkısı vardır elbette. orneğin oteller kenti' nin "sera oteli" bölümündeki düzyazısal şiirler dikkatle okunduğunda görülecektir ki, dizelerden daha yoğun bir dizeler bireşimi ön plana geçmektedir. bu böyleyse, bir düzyazı örgüsü, bir düzyazı dokusu şiiri çerçevelemiyor, bunaltmıyor, onun özgür yapısını kısıtlamıyor demektir.
uzun şiirlerimdeki öykü öğesine gelince, öyküden çok bir "anlatma" söz konusudur burada da. ayrıca her şiir önünde sonunda (az ya da çok) bir "anlatma" değilse nedir?
ekleyeyim : sait faik' in "hişt hişt" öyküsünde ne kadar şiir varsa, benim şiirlerimde de o kadar öykü vardır.
diyebilirim ki, bütün sanatsal türler, şiirin potasında eriyebildiğince, şiirin doğal gereçleridirler.

6.
dünya yazınında bütün yazın türleri iç içe geçebiliyor. bizde ise bu tutum yadırganıyor nedense. bence bu karşılıklı trafiği yadsımak, şiirimizi alışkanlıklardan kurtararak çeşitlendirememekten, onu dünya şiirinin süreci dışında düşünmekten başka hiçbir anlama gelmiyor.

7.
siirlerimdeki kişiler satranç taşlarına benzerler. onlar, düşsel ya da gerçek, bende olup bitenlerin toplamıdırlar olsa olsa.
gene de...
sair kendi özel kişiliğini şiirinin ardında gizlemesini iyi bilmelidir. forster, "yazarın yüzü okuyucunun yüzüne çok yaklaşıyor," der.

8.
güzellik düşündürücüdür. bu yüzden de lirizmle hiçbir ilişkim olmadı diyebilirim. "liriği söyleyen kimse, kendi duygulanışının bilincinden çok, duygu anının bilincindedir," der james joyce.

9.
oteller kenti'inde yalnızca insanlar insanlara yaklaşıp kopmuyor. onların yedeğinde nesneler de aynı işlemi sürdürüyorlar.
uçüncü bölümdeki üç kavas, zaman kavramını ortadan kaldırmakla görevli. acılarını iyi tanıyan bayan sara ise, cin kadehlerinin eşliğinde değişik bir orkestraya katılıyor; "dişi bir isa gibi" kendi kendini yaşama ya da ölüme çiviliyor. doğrusu iyi bilmiyorum, yaşama mı, ölüme mi? bütün bildiğim bilemediklerimden sızan bir kan gibi kitabı kendi rengine boyuyor.

10.
köklerinden aldığı suyun yeterliliğini ya da yetersizliğini bir ağaç ne kadar bilebilirse...

edip cansever
tek sesli siirden cok sesli siire gecis

mısra işlevini yitirdi; şiiri şiir yapan bir birim olarak yürürlükten kalktı. eski rahatlığını, o sessiz, kıpırtısız düzenindeki rahatlığını boşuna arıyor şimdi. ofkelerin, bunlukların, başkaldırmaların dışında kendini yineliyor daha çok. ne denli güçlü olursa görünürse görünsün, duygularımızı, gerilimlerimizi, düşünce coşkularımızı başlatıcı öğe, bir ölçü olmaktan çoktan çıktı. insanı, insanla gelen en çağdaş sorunları karşılayamaz oldu. oylesine durallaştı ki, onca bir sözcük yılı da uzak kaldı bize.
oyleyse şiiri okumalı, şiiri, usla biriktirmeli artık; mısra ile değil. diyeceğim, ille de bir ölçü gerekliyse bu, düşünsel-ussal bir ölçü olmalı. tek sesli şiirden, çok sesli bir şiire yönelişteki en kapsamlı ölçü de budur sanırım.
nicedir şiiri soyut bir kavrammış gibi düşünemiyoruz. her toplumun kendine özgü bir şiiri ya da şiirleri olduğu için böyle düşünemiyoruz. Ülkemiz de bir mucizeler ülkesi değil. bizim de gereksinmesini duyduğumuz bir şiir anlayışı var. hatta bir bakıma uygulanıyor da bu. düşünü şiiri diye adlandırabileceğimiz bu şiir biçimini(tarzını) yerleştirirken, en azından şiire bakma ölçülerimizi de değiştirmek zorundayız.
Örnekler ortada. yapacağı işin bilincine varmış ozanlar kabına sığamıyor artık. hiç değilse zorlanıyor şiir, seçkin, soy bir anlatım yolu bulmak için savaşılıyor. Örneğin cümleler parçalanıyor; söze yeni bir devinim katılıyor böylelikle. bir bakıma cümle tavır takınıyor, insanlaşıyor. derken bir satır başı, bir parantez, bir dialog...bakıyorsunuz düzyazıya geçmiş ozan; anlatıyor, açıyor, anlamı genişletip yoğunlaştırıyor. mısra yerine devinim , mısrayı ölçü yapmak yerine usu ölçü yapmak! güç şiir burdan çıkıyor, şiir okuma zorluğu burdan doğuyor.
ya peki mısra nedir? bir tanımı yok mu onun? bence yok! olsa olsa sezilmesi var, şiiri tekilleştirmesi var, şiiri tekilleştirmesi, kolay ustalıklara araç olması, çağdaş anlayışın gerisinde kalması var. mısra da sağduyu gibi bir şey... sağduyu ise, einstein' in anlayışına göre, "insanın on sekiz yaşına gelmeden önce zihnine yerleşen önyargıların tortusu"ndan başka bir şey değil. işte mısra da sağduyu gibi, beğeni eğitimi, töre anlayışı gibi, bize önceden aşılanmış bir öngüzellik duygusu.
bu öngüzellik duygusunu nasıl aşmalı? once, mısranın mısraya örnek tutulmasıyla sağlanan iyi işçilik görünüşü yerine, dirimsel bir şiir anlayışını gerçekleştirmekle... buna karşılık şöyle bir soru sorulabilir : bugüne dek yazılan şiirler, dirimsel olana bunca uzak mıydılar? bir bakıma öyle. düşünürsek, yalnızca kendi olanaklarıyla yetinen ozan çok azdır bizde. daha çok deneyler vardır; katkısız bir sahihlik(authenticite) ve bu sahihliğin pekiştirilmesi yerine, başka başka yaşam biçimlerine öykünme vardır. gene de, bu deney bolluğunun, şiirimizi çeşitlendirmek bakımından yararlı olduğunu söyleyenler çıkabilir. ama şunu da unutmamalı ki çeşitlemenin, ozan sayısıyla oranlı olarak değil de, tek tek ozanlarda incelenmesi, çoğu kez en güçlü kişilikleri bile tehlikeye düşürmüştür. kısacası, kuramın yaşamla birleşerek yarattığı gerçek şiir alanı, fethi naci'nin deyişiyle, tümdengelimle tümevarımın çakıştığı nokta, bir iki ozan ayrı tutulursa, hiç denenmemiş, bir "corak ulke" gibi cansız, yaşamsız kalakalmıştır.
oyleyse şiirin yapısında şiirin dokusunda bilinçli, özgün vurucu bir düşünce-yaşam birliğinin yer alması gerekiyor. burdan da araştırıcı, eytişimsel bir sıçrama... dışavurumcu bir düzanlatım...aruza, heceye, genel olarak da mısraya sığdırılmaya çalışılan şiirin, yerellikten doğacak bir bütünselliğe, bir evrenselliğe yerleştirilmesi.
oysa biz mısraya göre yaşıyoruz hala. mısra sanki bir yaşama biçimi, aşılması olmayan bir nesne. nedeni ortada bunun : halk, saraya, tek elden yönetime, yazgıya inanırken, bu arada bir üst-yapı kurumu olan şiire de inanmazlık edemezdi. ama hangi şiire? yukarudan gelen, hiçbir şey söylememeyi görkemle dile getiren, soyluluk gösterisi, mısracı şiire...bugün bile çok şey değişmiş değil. geleneğe saygı yüzünden, belki de hep aynı çıkmazlarla dolaşıp duruyoruz. kim bilir, belki de koşullar değişmedi ya da koşulları zorlayan, güçlü kişiler çıkmadı. yeni bir akımın öncüsü olan orhan veli bile, halkın beğenisini alıp, onun toplumsal-ekonomik gerçeklerini şiir dışı ederken, şiirin öz sorunlarına ne denli yabancı kaldığını, hiç değilse her şeyden bağımsız bir şiir düşünmekle ne denli yanıldığını ortaya koyalı kaç yıl geçti aradan? işte her söylediğini şiir diye söyleyen, adı ustaya çıkan, gerçekte çelişmeler ustası cahit sıtkı nerede? ya cahit külebi? acaba yeşeren otlar'daki gizemciliğine hangi deneylerden geçtikten sonra varabildi? hiçbir deneyden! Çünkü o, eskiden de bir görüş bütünlüğüne varamamıştı. Örnek mi? işte kadınları övdüğü kısa bir şiirden kısa bir şiirden son iki satır : "ben yine insanlığı severim / bütün kadınlardan ziyade." kadınları insanlık dışı tutan kof ve yanlış bir toplumculuktan başka nedir ki bu? ayrıca şiirimizin bugünkü bunluğu da, hep bu mısracı tutumun kılık değiştirmesinde aranmalıdır.
yukarıda da belirttiğimiz gibi, değişmesi gereken, bir bakıma değişmekte olan şiire, yeni bir ölçü bulmak zorundaysak, bu hiç şüphesiz u dışı bir ölçü olmayacaktır. bunun için de alışkanlıklarımızı yenmemiz, eskimiş mantık kurallarından kurtulmamız gerekir. Çünkü ussal bir coşku olan şiiri, ancak usun ölümsüzlüğüyle denetleyebiliriz. usun ölümsüzlüğü ise, onun durmadan değişmesi, durmadan yenilenmesi, kuşak kuşak, çağ çağ bir gelişmeye, bir yüceliğe aracılık etmesidir. Şiiri, tarihsel - toplumsal koşullarından soyutlamayı düşünmedikçe, mısra da işlevini yitirmiş sayılır.

*

edip cansever (dönem, subat 1964) *
soyut -somut (siirin soyutlugu uzerine bir edip cansever yazisi)

siirin soyutluğu somutluğu sorunu çok tartışıldı. gene de belli bir sonuca varılamadı. kapalı şiir için soyut, "anlamsız şiir" için soyut, toplumcu olmayan şiir için soyut, hatta yeni şiirlerin tümü için soyut denildi. gerçi soyut şiirle, somut şiir arasındaki ayrım kesin olarak belirlenmiş değil. değil ama, işe bu yönden bakanlar da yok denecek kadar az. soyut kavramı, giderek, sanatta, felsefede kullanılan anlamından da soyutlanarak, konuşma dilimize yerleşen bir basitlik simgesi oluverdi. yergiler, suçlamalar bile hep aynı kavrama başvurularak yapılıyor.
bir şiirin "nedir"liği, "nasıl"lığı kadar, o şiire bakan kişinin şiir ekini, algısı, deneyleri, yorum gücü de önemlidir. yani şiirin soyut ya da somut bir izlenim bırakması, yazarı kadar okuyucuyu da ilgilendirir. ama ben bu konuyu ters yönden, yalnızca ozanın tutumu bakımından incelem istiyorum. yapacağım iş -ama doğru, ama yanlış - soyut-somut ikilemesini kaldırmayı denemek...
ilkin şöyle bir soru soralım kendimize : Şiiri şiirden soyutlamak mümkün müdür? yani ilk günden bugüne dek yazılmış şiirlerle ortak bir düzen kurulmuştur da, bu düzenin dışında kalabilen şiirler olmuş mudur? olmuşsa, bunlar canlılıklarını, etkinliklerini, işlevlerini sürdürebilmişler midir? hiç sanmıyorum. yıkıcı bir şiir akımı bile yıktığı değerlerle beslenmek, geride bıraktığı dil, biçim, yapı özelliklerini kaynak yaparak güçlenmek zorundadır. bırakalım dünya şiirini, kendi ozanlarımızı, örneğin bir a.haşim'i, y.kemal'i yadsıyarak, onlarla ilgimizi büsbütün keserek ozanlık katına erişebilirmiyiz? siir tarihi içinde yer alan, çağdan çağa uygulanabilen, kendi öz gerçeğini yitirmeden değişebilen bütün şiirler, canlı, yaşaması olan örgensel (organik) bir bütünlük kurarlar. Şiirin somutluğu da önce bu örgensel bütünlüğe bağlılığıyla oranlıdır. işte şiirin şiirden soyutlanması, ozanın bu bütünlüğe boşvermesi; şaşırtıcılıkla, dayalı bir gösteriyle yetinmesi demektir.
ayrıca şiirler şiirlere eklenerek, dil, yapı v.b. bakımından nasıl bir düzen yaratılıyorsa; çeşitli şiirlerdeki çeşitli öğeler de, duygular, düşünüler de birbirleriyle kaynaşıp çözülerek bu düzenle çakışırlar. Örneğin daha önceki dönemlerde yazılmış bir şiirin anlamını, bugün için küçümseyebiliriz ama, o anlamdan koptuğumuzu, hiç mi hiç etkilenmediğimizi söyleyemeyiz kolayca. Çünkü ozanlar salt yeni duygular, yeni heyecanlar peşinde değillerdir. onların gerçek çabaları, kamusal duyguya, kamusal isterlere bir yön vermek, buna bir çeşitlilik, yeni bir biçim, en önemlisi de yeni bir kişilik kazandırmaktır. diyeceğim, örgensel bütünlük adına yapılan ya da yapılacak her türlü işlem, kendiliğinden bir somutlama eylemine geçiştir.
Şiir, insani değerlerden, ölümsüz özlerden, yaşam koşullarından, çağını yansıtmaktan kopmazlığıyla da somut bir olgudur. ama kimi dönemlerde şiirin bu niteliği farkedilmeyebilir. dil zorluğu, soyut araçlar, yeni şiir öğeleri bir engel olarak dikilebilir karşımıza. soyut araçlar dedik; evet, bu bizim çelişmeye düştüğümüz sanısını uyandırmamalı. bilimler bile, insanın salt bir yanıyla ilgilenmekte , insanı insandan soyutlayarak, gerçekte ona somut bir nitelik kazandırmıyorlar mı? felsefe için de durum aynı : o da yaşamımıza yepyeni anlamlar katmakla kalmıyor, ortaya attığı düşünce biçimlerinin dizgelerinin birbirlerini etkileyip değerlendirmesiyle somut bir görünüme kavuşuyor. soyut araçlardan yararlanması bakımından şiir de, bu mantık kurgusunun dışında kalamaz. işte şiirin şiiri, düşüncenin düşünceyi somutlaması da budur, bence.
"orgensel bütünlük" diye betimlediğimiz bu şiir ortamı, dural bir durum da değildir. Çünkü sürekli olarak şiirler arası bir savaştan söz açılabilir; tıpkı canlı varlıklarda olduğu gibi, şiirler de zamanla ya birbirlerini yok ederler, ya düzeltip değerlendirirler. başka şiirlerin hışmına uğramış bir şiir ya tükenip yerini boşaltır, ya da yıllar sonra ötekilere baskın çıkabilir. bu aynı zamanda bir somutlaşma savaşıdır - kimi dönemlerde soyut diye nitelendirdiğimiz şiirlerin, sonradan somut bir nitelik kazanması gibi -. bu işlem, bu arınma bir ozanın kendi şiirleri arasında da olabilir.
Öyleyse soyut dediğimiz şiirler ne kapalı, ne anlamsız, ne de toplumcu olan şiirlerdir. soyut şiir olsa olsa daha yazılmamış bir şiirdir; bir de dediğimiz gibi yazılmış görünüp de, belli bir şiir düzeninde yer almamış, geleneğinden kopuk, geleceğe yönelmemiş, salt ozanını ilgilendiren her türlü şiir soyuttur.

edip cansever
edip cansever 8 ağustos 1928' de istanbul' da doğdu. kumkapı ortaokulunda başladığı ortaöğrenimini, 1946' da istanbul erkek lisesi' nde tamamladı. girdiği yüksek ticaret okulu'nu bitirmeden ayrıldı. 1950' de kapalıçarşı' da turistik eşya ve halı ticareti yapmaya başladı. 1976' dan sonra ise yalnızca şiirle uğraştı.
ilk şiiri 1 mart 1944'te "istanbul" dergisinde yayımlandı. "istanbul", "yücel", "fikirler, "edebiyat dünyası" dergilerinde yayımlanan gençlik şiirlerini ikindi ustü (1947) adlı bir kitapta topladı. arkadaşlarıyla birlikte, sekiz sayı çıkardıkları "nokta" dergisi (15 ocak 1951 -15 kasım 1951), şiirinin yeni bir evreye giriş dönemine rastlar. ilk kitabından yedi yıl sonra yayımladığı dirlik düzenlik' te (1954) kendisine özgü bir şiir evreni kurduğu görüldü. sürekli yazan, yayımlayan bir şair olarak otuz yıla yakın bir süre ilgileri hep üstünde tuttu, şiirlerinin yanı sıra şiir üzerine yazdıkları, söyledikleriyle de tartışmalara neden oldu. 28 mayıs 1986' da istanbul' da öldü.
1957'de yayımlanan yerçekimli karanfil adlı kitabıyla 1958 yeditepe siir armağını' nı;
1976' da yayımlanan ben ruhi bey nasılım adlı kitabıyla 1977 türk dil kurumu siir odülü'nü, 1981' de bütün şiirlerini bir araya getiren yeniden adlı kitabıyla da 1982 sedat
simavi edebiyat odülü'nü aldı.,
siirlerinde bireyin arayışlarını, umutsuzluklarını, uyumsuzluğa varan yaşam ilişkilerini
yansıtmaya çalıştı.cevresindeki insanların yaşayışlarını etkileyecek, dünyaya bakışlarını değiştirecek bir şiirin aranışı içinde, kapalı bir imge anlayışına yaslanan, bu yüzden yadırganan, "anlamsız" diye nitelenen yapıtlar verdi.
gerçi şiirselliği düşüncenin alaca bölgelerinde ararken kapalı söyleyişlerin sınırında
dolaşıyordu, ama kesinlikle anlamsızlıktan yana değildi. tersine şiirlerinde anlatmaya, hatta
öykülemeye büyük yer veriyor, düzyazı olanaklarından, oyunlardan, konuşmalardan bol bol
yararlanıyordu. cağdaş şiir akımlarındaki gelişmelerle birlikte, yazdıklarının büyük oranda
aydınlığa çıktığı görülerek bir düşünce şairi olarak nitelendi. *
.................
yalnız sana yazıyorum bu şiiri
istersen bir şiir gibi okuma
çünkü her yıl yeniden yazacağım onu
soğuklar başlayınca havalanıp
millerce yol katettikten sonra
güneyi tadan bir kuşun sevinciyle.
......................
adsız bir çiçek adlı şiirinden.
Belirsizlikler II

Gölge dolaşır geceyle esmerliğin arasında,
-Bir an- bakışların mavi denizle gök arasında,
Bir uyumsundur sen -yazlar gezinir kış günlerinin içinde-
Sabahları bir şeyler noksandır, aksamları
Noksanlardan olusan bir üzünçlük sende.

Ortalarda bir yerdesin -öylesin-
Bir kavşaksın nedense - birşeyle her sey arasında-
Günün her saatinde -duyuyor musun-
imgeler birbirinden korkuyor.
Edip Cansever