bugün

Denemenin tanımı biraz da asliye mahkemelerinin tanımına benziyor, Bilindiği gibi, Hukuk Usulü yasalarında, bu mahkemeler "öbürlerinin görevleri dışında kalan işlerle uğraşır" diye tanımlanmakladır. Oysa en geniş alan yine asliye mahkemelerine kalır. Bir yazı "edebi" olacak, yani yine de şiir, roman, öykü eleştiri olmayacak, ayrıca bilimsel kesinlik taşımayacak: işte deneme! Tanımda "ne değilse, o" yöntemi uygulanıyor yani.

Yine de, dikkat edersek, deneme tanımında ağırlık noktası onu bilimsel yazılardan ayıran özelliklerdedir. Bunu da doğal karşılamak gerek. Çünkü edebi türler arasında bilime en yakın olanı o. Adamakıllı "serbest" bir çıkıştır, hatta "kalkışma"dır deneme (essai sözcüğünde böyle bir anlam da var). Mutlaka bir yere varması gerekmez.

Böyle diyorum ya Bacon. Denemeler’inde bayağı bayağı öğretici bir kimlikle çıkmıyor mu karşımıza? Hatta, o kadar "serbest" de değil Bacon, denemelerinde. Maskeli komedilerin, baloların kaldırılmasını bile ister. Kadını aşağılar. Bütün büyük yapıtları bekar erkeklerin yarattığını söyleyecek kadar ileri götürür işi. Ona göre kadın gençliğinde metres, daha sonra arkadaş olmalıdır, yaşlılığında da hastabakıcı. Katı dinci ve buyurucudur Bacon. Gerçi bahçeler üstüne yazdığı denemesinde konuşma tonunu biraz değiştirir, ama nerden alırsanız alın, bizim deneme tanımımıza uymadığını görürüz onun.

Alalım William James’i. Onun "Radikal Ampirizm Üstüne Denemeler"ini. William James bu yapıtında kurucusu ve tek temsilcisi olduğu öğretiyi (kentli bilimini) anlatır durur.

Sanırım, deneme tanımını biz ilk gerçek denemeci saydığımız Montaigne’in yapıtının özelliklerine göre yapıyoruz. Onun denemeleri, deneme tanımını da getiren ve kendine bağlayan bir yapıt olmuş. insanın zayıflığından çıkan Montaigne, bir kötümserlik evresinden sonra doğaya bağlanmış, ondan epikürcü bir tavır edinmiş, sonuçta da hümanizm noktasına gelmiştir.

Bacon’un yazdıkları deneme ise, Keykavüs’ün (çevirmeni Mercimek Ahmet olmak koşuluyla) Kabusname’si daha da deneme.

Bugün denemenin bilimsel yazıdan, incelemeden ayrı noktaları, ortaya çıkmış durumda. Ama öbür edebi türler karşısındaki durumu gitgide daha bir seçilmezlik içine giriyor gibi. Batıda romanın bir kaynağı da deneme olmuştur. Ama günümüzde roman bu kaynağa öylesine yaklaşıyor ki bir ayrım yapılamıyor kimi zaman. Özellikle eleştiri ve deneme arasında sınırlar birbirine karışabiliyor. T.S. Eliot’unn "Eleştirel Denemeler"ini ele alalım. Bunlar deneme biçiminde eleştiriler mi, yoksa eleştirel denemeler midir, belli değil. Thomas Mann ’ın "Eleştirel Denemeler"i için de aynı şeyi söyleyebiliriz.

Kısacası, bana sorarsanız, deneme, her türün içine giriyor, onların içinden yürüyebiliyor. Yine de düşünsel bir kökü olması türleri besleyip duruyor.

Ataç, Montaigne’e değil de, Alain’e yakın bir yazar. Onun gibi kuşkudan çıkış yapar. Ne var ki Alain güncellik içinde sınadığı kuşkusundan sonunda bir hümanizme, batta sosyalizme varmıştır. Alain kuşkuyu hiç yitirmez. Ataç ise kuşkuda kalır. Bunu bir erdem olarak görür.

Denemeci, bilimsel kesinliklerle kendini bağlı görmeyecek, ama, kesinkes, bir bilimsel donanımı da olacak onun. Barthes’i ele alalım. Barthes "Degre Zero"yu yazarken düşüncenin dünyada ne noktada olduğundan habersiz değildi.
Bizde bu gerçeğe pek kulak asılmıyor.

Cemal Süreya
Varlık Dergisi, S.898 (1982). s. 14.
dershane günlerim gözümde canlandı.