bugün

üniversite 1. sınıf ilk dönem sendromudur.
ev yemekleri arıyorum ben 8 senedir. porsiyonu 20 meeelyon olan dolmadan da, cebecinin öğrenci restoranı sılamdaki ortalama kuru-pilavdan da bi bok anlamıyorum.

kışın camları buğu olmayan dükkanların yemeklerinden ancak bu kadar oluyor. sonra arada gidip kaşıkla tadına bakamıyorsun ki pişen yemeğin. hem böyle bir şeye yeltensen dayak yersin annenin attığı fırçalar yerine.

şef garson zorlamıyor mesela tabağını bitirmem için, adamın skinde bile değil doğal olarak, anne öyle midir ya!

şehriye çorbasını, az şehriyeli yiyecek kadar manyak bi adam olduğumdan içemiyorum dışarıda ve anneme ikinci kere dememe gerek kalmadan şehriyesi az şehriye çorbaları içtim yıllarca.

akşam akşam hüzne bağladık lan. başlığı editlemek ister deli gönül-başlık sahibinin affına sığınarak-: anne yemeğini özleyip duygulanmak. (eşek kadar adam olduk lan ağlamak falan hoopppşşş!)
anneyi özleyip ağlamanın materyalist bünyede tezahür şekli.
fast food yemekten bi hal olmuş, anasından ayrı insanın durumu..