bugün

entry'ler (38)

cem gülbent

1982 izmir doğumlu yazar.
2007 yılında paradokya ve adalet yıldızı
2010 yılında paradokya ve kayıp pusula adlı kitapları piyasaya çıktı.
"gecenin gizemli oyunu"nun kurgucusu olan yazarın kelimeleri gizeme okuyucuyu dahil edecek kadar sihirli...

paradokya

--spoiler--
Birbirini tanımayan üç kişi gizemli bir şekilde ellerine geçen kitabı okurlar ve uyudukları ilk gece rüyaların ötesine geçip PARADOKYA'ya girerler. Burada üçüne de birbirinden farklı şifreler ve görevler verilir. Gecenin gizemli oyunu başlar.
Uyanabilmeleri için bu şifreleri çözüp macera dolu oyunu bitirmeleri gerekmektedir.
--spoiler--
cem gülbent imzalı "paradokya ve adalet yıldızı" ile yeni piyasaya çıkan "paradokya ve kayıp pusula" adlı kitaplar, okuyucuyu "gecenin gizemli oyununa" çekip, bitmek bilmeyen bir adrenalin salımı ile okutuyor kitabı.
kitapların en büyük özellikleri ise, oyun içerisinde verilen şifrelerin okuyucu tarafından çözülme zorunluluğu. ve şifreleri çözmeyip o sayfayı es geçtiğiniz takdirde "oyunculara" verilen görevi hiç bilmeyecek olmanız.bu özelliği ile belki de dünyada tek.

gizem severler için;
http://www.paradokya.com/index.html

ilker başbuğ un istifa etmesi

emekliliğine 20 gün kalmışken düşünülmesi dahi komik olan beklenti.
yaş kararlarının dün itibari ile açıklanmasının ardından genel kurmay başkanlığı ve kara kuvvetleri komutanlığı atamalarının bugün itibari ile yapılacağı da özellikle belirtilmiştir. gerek cumhurbaşkanı'nın gerekse başbakan'ın görev süresinin bir yıl daha uzatılması talebini geri çeviren ilker başbuğ 30 ağustos itibari ile makamını yeni atanacak olan kişiye bırakacaktır. yıllardır süre gelen bir uygulama varken ve görev süresinin dahi uzatılmasını istemeyen bir kişinin, bunu hangi mantık, zihniyet, düşünce tarzı vs gibi nedenlerle "onur kırıklığı" olarak algılanıp, istifa etmesinin beklenmesi nasıl birşey anlaşılamıyor. işin boyutu gerçekten dehşet derecede hayret.

bilal civelek

1963 yılında elazığ'da doğan yazar. halen elazığ'da yaşamakta ve öğretmenlik görevini sürdürmektedir. doğu ve güneydoğu'da meydana gelen olayları derleyerek romanlaştırmıştır. dokunmayın portakalime, derdo ve beyaz kıyamet adlı 3 kitabı yayınlanmıştır.

dokunmayın portakalime

1992-1994 yılları arasında doğu ve güneydoğu'da yaşanan öğretmen öldürülmesi olaylarının tam ortasında, miraç öğretmenin hayatı, öğrencileri, ülkesi için duyduğu kaygılar ile yaşama mücadesi'nin anlatıldığı romanın yazarı bilal civelek. roman çok güzel, kötü olan gerçek olması.

zayıflama hapı kullanan kadınlar

hemen hemen tüm fransız kadınlar.
pek azı yaptıkları düzenli spor ve diyeti yaşam tarzı haline getirmişlerdir. fiziklerinin güzelliği ile tanınan fransız hatunlar bunu ömür boyu kullandıkları zayıflama haplarına borçlular.

lafmacun org

dün gece 00:00'dan beri işlevsiz olan sözlük.
yazar girişine izin vermekle beraber, herhangi bir entry ve/veya mesaj* yazımı mümkün değil.
sözlük içinde entry aradığınızda "böyle bir entry yok", yazar aradığınızda da "böyle bir üye yok" mesajı çıkıyor.

kürdistan var türkiye yok

vatan gazetesi ve haber sitelerinde bugünün haberi.
Kuzey Hollanda'nın Zaandam kentinde, ülkeye yerleşmek isteyen yabancı kökenli vatandaşların özellikle dilbilgisi ve hollanda toplumunun yaşam şartları konularının işlendiği uyum kurslarının diploma töreninde hediye edilen 128 sayfalık yemek kitabında 12 adet ülke arasında türkiye'nin adının olmaması, Bosna Hersek, Karadağ, Sırbistan, Angola, Sierra Leone, Ermenistan, Gürcistan, Suriye, Afganistan, Azerbaycan ve Çin Halk Cumhuriyeti mutfaklarından yemek tariflerinin yer aldığı kitapta, Dolma, içli Köfte, Karnabahar Salatası ve Mercimek Çorbası Kürdistan yemeği olarak tanıtılmasıdır konu.
bu aslında pekçok avrupa ülkesinin türkiye'ye bakış açısını gösteren çok güzel bir resimdir. her zaman türkiye ve türkler yoktur veya yok sayılır...*

pınar akdağ

10 haziran 2010 tarihinde bölücü terör örgütü tarafından yapılan saldırı sırasında başından yaralanmış ve 11 haziran günü hayata gözlerini kapamıştır. evleneli 40 gün, kaderinin yazıldığı yere geleli ise henüz 20 gün olmuştu. tek suçu kanlıgeçit jandarma komutanlığı'na yapılan saldırı sırasında evinin balkonunda olmasıydı...ruhu şad mekanı cennet olsun...
12 haziran cumartesi günü izmir, şirinyer merkez camii'nde ikindi namazında cenazesi kaldırılacak ve ardında anılar ve acılar bırakarak son ikametgahına defnedilecek...
ben orada olacağım...malesef elimden tek gelen bu.

zoğbirin

diyarbakır ili hazro ilçesi kırmataş köyünün kürtçe adıdır. bazıları zoğbirin der bazıları zoğbirim. isminin nasıl telaffuz edildiği orada yaşananlara şahitlik edenler için hiç önemli değildir. önemli olan koruculuk sistemine ilk geçen köylerden olması ve "hako" adında bir korucubaşı tarafından idare ediliyor olmasıdır. bölgede bulunan güvenlik güçleri mensuplarını dahi takmayan hako, hazro cıvarında attığı turlar sırasında otobüs durağında bekleyen ve kendisi geçerken ayağa kalkmadı diye günlerce işkence ettiği vatandaşlardan dinlenmelidir aslında. ilk eşini dahi korucu yapan hako, faili mechule* kurban giden aynı köyden bir başka korucunun güzeller güzeli dul eşini tez zamanda kendine karı etmiş ve onu da gkk listesine yazdırmıştır.silvanda boşaltılan pek çok köyün kırmataş korucuları tarafından ve sadece hakonun talimatı ile boşaltıldığı rivayet edilir. elindeki kanı temizlenmesi mümkün olmasa da resmi makamlarca silvan-batman otoyolunda pkk ile girdiği çatışma sonucu "şehit" olduğu ifade edilse de, bir görüşü göre yine aynı otoyolda bir elektrik direğine bağlı ve ağzına para sıkıştırılmış olarak* ölüsünün bulunduğu, bir başka rivayete göre kıralcılık yaptıklarının kralın kim olduğunu gösterdiği ifade edilmektedir.
kırmataş köyü koruculuk sisteminin tüm gerçeklerini gözönüne sermektedir...

zor günler

gökhan türkmenin gitarı ve sesiyle dinlenesi ve vazgeçilemeyesi bir şarkı.

http://www.youtube.com/watch?v=L3w7b_4QEzs

koruculuk sistemi

442 Sayılı Köy Kanunu'nun 70 ve ilgili maddeleri ile köyü korumakla görevli kişiler muhtarın emrine girer ve köy bütçesinden belirlenen ölçüde maaş alırdı. ancak 1985 yılından bu yana defalarca defalarca ve defalarca yapılan değişiklikler, çıkartılan yeni kanunlar ile terörle mücadele kapsamında koruculuk sistemi kullanılmaya başlandı. deformasyona uğratılmış bu sistem ile gönüllü veya geçici köy korucuları kazanmaya başladı türkiye. yapılan araştırmalar gösteriyor ki bunun farklı nedenleri var:
1- devlet (u: güvenlik güçleri ) tarafından korucu olmaya zorlanan köylüler. ki koruculuk sistemine katılmayı kabul etmeyen köylerin nasıl yakıldığı (u: hazro-ağartı) aihm (u: avrupa insan hakları mahkemesi) görevlilerince şanseseri kameraya dahi alınmış ve internet sitelerinde yayınlanmıştır.

2- köy içerisinde hasmı bulunan kişiler eline silah almak devlete sırtını dayama için sisteme katılmışlardır. böylece köy içerisinde hasımlarını zorunlu göçe tabii tutarak kendileri göç eden şahısların mallarına el koymuşlardır (u: silvan-altınkum)

3- hem devlet tarafında görünüp hem de pkk ya bilgi iletmek maksadıyla başvuruda bulunan kişiler vardır. yapılanaraştırmalar sonucunda koruculuk sistemine dahil olan kişilerin %50'den fazlası bu nedenle GKK olmuşlardır. bunlardan 1000 cıvarında kişi tespit edilerek 3713 sayılı Kanun kapsamında cezalandırılmıştır. ancak söz konusu şerefsizler yüzünden gencecik yaşta toprağa karışan şehitlerimizin ya da gazilerimizin vebali halen yeterince araştırma yapmayarak bu kişileri sisteme dahil edenlerin boynundadır.

4- köy içerisinde herhangi bir malvarlığı olmadığı için geçim zorluğu çeken kişiler. bunların sisteme dahil olmaları sadece aylık olarak alınan maaş yüzü suyu hürmetine olup, zannımca yanar döner tayfasına dahilolsalar da, bilimsel olarak toplam korucuların %10'unu oluşturmaktadırlar.

5- Gerçekten devlet'e ve sisteme inanarak ve türkiye cumhuriyetinin refahı için hizmet etmek amacıyla GKK olanlar yok mu? var elbette...%1 oranında...

sonuç olarak uygulanan koruculuk sistemi ile geçici ve gönüllü köy korucuları eline silahı almış, sırtını devlete dayamış ve terörün anasını estirmeye başlamışlardır.

bu sistemin yarayışlılığına dair en güzel örnek silvan-yolaç köyüdür.

(bkz: hizbullah)

(#7176184)

evli adamın eşine sahip olma hakkına tecavüz demek

erkeklerce "sahip olma hakkının" kadınlarca "tecavüz" olarak algılanıp bunu mahkemede ispat ettikleri takdirde TCK 102.maddeye göre 2 yıl ile 7 yıl arasında hapisle cezalandırılmasıdır. tabi hapiste söz konusu "sahip olma hakkı" olan erkeğe * kimler "sahip olma hakkını" kullanır allah bilir.

bir kadın ve erkeğin evli olması kişilerin birbiri üzerinde "sahip olma hakkı" var anlamına gelmez. bahsettiğim kesinlikle namussuzluk yapılması, aldatma veya aldatılma değildir. ancak, ataerkil aile gelenekleri ile evlat yetiştirdiğimiz toplumumuzda, evliliğin erkekler tarafından "sahibin değilmiyim lan istediğim an vereceksin" mantığı ile, kadınların da düzenli olarak yaşadıkları tecavüz olaylarına (ki kadının istemediği her birliktelik bu kapsamda değerlendirilebilir) rağmen bunu normal olarak algılanmasıdır.

bana göre toplumumuzda çocuk yetiştirirken yapılan 2 büyük hata vardır;
1- kız çocuklarını başına gelen ve/veya gelebilecek her olayı kabullenmesi gerektiği gibi bir baskı ile yetiştirmek...
2- erkek çocuklarını da bu başlığı açabilecek ve/veya desteleyebilecek zihniyetle yetiştirmek....

sözün özü: evli adamın eşine sahip olma hakkı, eşin de isteği ile sınırlıdır. geri kalanı tecavüzdür.

aldatılan erkeğin psikolojisi

aldatılan depresif, aldatan manik ve çevre mutludur. dedikodu yapmaya malzeme çıkmıştır.

diyarbakır

4 sene kaldığım, ağlaya ağlaya gittiğim ve ağlaya ağlaya ayrıldığım, yüreğimi bıraktığım şehir. namı değer şehr-i diyarbeakir.doğmadım bu şehirde, anam babam veya atam da hiç geçmemiş diyarbakırdan, ama şimdi memleket nere diye soranlara "diyarbakır" diyorum.

berat mardin'in henek isimli kitabında da bahsettiği gibi diyarbakır anlatılmaz yaşanır...

--spoiler--
bir de beni mutlu eden, trafik kontrollerinde trafik polislerinin ehliyetimi gördüklerinde bana "hemşehrim" diye hitap etmeleridir. kendilerine "diyarbakırlımısınız?" diye sorduğumda; "diyarbakırlı değilim ama sayılırım. orada görev yaptım. asla unutamıyorum" demeleridir
--spoiler--

gerçekten de böyle, diyarbakırın havasını soluyan, suyunu içen ve insanıyla tanışan herkes yüreğinde bir parça bırakır...dostlukları kalıcıdır. ne olduğunuz önemli değildir (türk, kürt, zaza, arap ...), yeterki insan olun...

affedememek

en kötüsü de insanın 'kendisini' affedememesidirki,bu cehennemden ne çıkış vardır,ne de kurtuluş.halbuki kişinin kendisini affedememesine neden olan olayın diğer aktörü belki de çoktan sünger çekip kapatmış,içindeki yangını söndürmüştür de,bizim vicdanımızi ele geçiren küçücük kurtçuklara bir türlü gücümüz yetmez.her ani ızdırap ve pişmanlık içinde yaşarsınız.duyduğunuz bir şarkı,kulağınıza çalınan bir kelime,elinize geçen bir resim sizi tekrar tekrar o ana götürür.affedemezsiniz kendinizi...
ışte bunlar cehennemi dünyada yaşayanlardır...sonsuz ateş içinde...

bir kadın masal ister

"yağmurlu günlerde sokaklarda ıslana ıslana yürüdüğünü gördüğünüz insanların bir kısmının,ağladıkları belli olmasın diye kendini sokağa atmış olabileceğini hiç düşündünüz mü?" diye bir soruyla başlıyor kitap.
biray dalkıran'ın öyküsünden diye de özellikle vurgulanmış.o kadar duru bir anlatımı var ki cem şancı'nın bir solukta okumamak elde değil.
bu kitapta,benim dünyada var olduğuna ınanmadığım bir erkek baş kahramanlardan biri.aşkı için yanıp tutuşan bir erkek.üstelik bu hikayenin gerçek olduğunu aklınızdan çıkarmadığınız zaman,boyle bir erkeğin zaten dünyada var olduğunu bildiğiniz zaman,yüreğiniz titreye titreye,soluksuz oluyorsunuz.
beni en çok etkileyen yeri ise,"bir çılgınlık yapmış,bir adamı hiç tanımadan,onunla hiç konuşmadan,hiç sohbet etmeden,sadece gözlerinde parlayan tutkunun büyüsüne kapılarak ona aşık olmuştu.
yanlış yapmaktan bir dakika bile korkmadan,yanılmaktan hiç cekinmeden,bir an bile şüphe etmeksizin"
kitap okumayı sevenlere tavsiye ederim.

duygusal açlık

açlık; bildiğimiz anlamda acıkma olarak kullanılıyor ve 2'ye ayırmışlar: duydusal ve biyolojik açlık diye.

--spoiler--
2005 yılında amerikalı psikoterapist cynthia power; 500 hastasına yemek yedikleri zaman kendilerini nasıl hissettiklerini sorarak özel bir günlük tuttu. araştırmasının sonunda da belli gıdaların belli durumlar neticesinde tüketildiğini keşfetti. işte power'ın keşfettiği gerçekler ve nedenleri...

"canım peynir ve tuzlu kraker çekiyor."
bu ne anlama geliyor?: "kafam karışık ve hayal kırıklığına uğradım."
"canım et ürünleri tüketmek istiyor."
bu ne anlama geliyor?: "sinirliyim."
"canım dondurma yemek istiyor."
bu ne anlama geliyor?: "huzura ihtiyacım var."
"canım kahve ve çikolata çekiyor."
bu ne anlama geliyor?: "çok mutsuzum ve ilgiye ihtiyacım var."
"bol miktarda mısır gevreği tüketmek istiyorum."
bu ne anlama geliyor?: "çok stresliyim."
"canım pasta yemek istiyor."
bu ne anlama geliyor?: "kendimi yalnız hissediyorum."
--spoiler--

karnınız acıktı mı? canınız ne istiyor?.....

3 boyutlu görmek

yaşamı, dünyayı.
akıl gözüne 3 boyutlu gözlük takmaktır.

tabiki bazı zihniyetlerin hemen -beyninin sadece önündeki kuyruğu düşündüğü kısma- 3 boyutlu gözlük takarak, yolda yürürken karşıdan gelen hatunun iç çamaşırlarını, hatta daha da ilerisini görmek olarak yorumlayacağı aşikar. hatta bazılarının karşıdan gelen adamın iç çamaşırları ve daha ilerisini görmek olarak yorumlayabileceğini de kabul ediyorum...

ama benim bahsettiğim çevremizde olan bitenleri, insanları, yapmış olduklarını ve düşünce tarzlarını 3 boyutlu görebilmek..

bizler hayatımızı ve içinde olan herşeyi tek taraflı görmeye devam ettiğimiz müddetçe önyargılarımızdan kurtulamadığımız gibi,insanları sınıflayarak, olayları keşkeye bağlayarak, mutsuz bir yaşama doğru son hızla tüketiriz günlerimizi...

insanların ne olduğu, ne giyindiği, hangi dili konuştuğu, hayatını nasıl yaşadığı, tercihleri veya tercih etmedikleri gibi kurallarımızı bir kenara bıraktığımızda ve kendinizi o kişinin yerine birazcık koyup da düşündüğünüz zaman gerçekten "yaşamak" yük olmaktan çıkıyor da, kendin çizdiğin bir fotoğraf olmaya başlıyor...başkalarının ezberleri, kuralları ve şartlarını bir kenara bıraktığınız zaman, yaşamak engin bir denizden başka birşey olmuyor kişi için...özgürlük doluyor içine her attığı kulaçta...
tabiki kuralsız yaşamaktan, kendi kurallarını koymak adına hayat denizinde rotanızı kaybetmekten bahsetmiyorum...o bir yok oluştan başka birşey değil ki...

ben hayatta birkaç şeyi tecrübe ettim;
1- hiç kimseyi -diğerlerinin yaptığı gibi- tercihleri yüzünden suçlamamayı,
2- kim olursa olsun, ne olursa olsun yaptığına, söylediğine saygı göstermeyi...
3-mutlaka yaşanılan her olayın bizim görmediğimiz bir sebebi/nedeni olduğunu..
4-yaşamda sana kalanlardan pişmanlık duymaman gerektiğini ve sana kalacaklardan pişman olmayacaksan hayatına katmayı...

çarşaflı kadının allah ı

aşağıda adresi verilen sitede, bila yazar tarafından kaleme alınmış makale...

http://derinsular.com/mak.../carsafli-kadinin-allahi/

bu makaledeki fikirlere katılırım katılmam o ayrı konu ama beni düşündüren;

--spoiler--
rejim tanrısının yolunda yeniden kuva-yı milliye ruhu ile şahlanıp iç düşmanı denize dökmek gibi delice düşünceleri dahi olağanlaştırıyor.
--spoiler--

cümlesi idi. çünkü günümüzde yaşanan olaylara baktığımızda meğer ne kadar çok düşmanımız varmış içte diye düşünüyoruz!!!!!!!!

-çarşaflı kadınlar
-kürtler (dahilinde zazalar)
-museviler -bazı kesimlerin yorumu ile yahudiler-
-ermeniler,rumlar

daha aklıma gelmeyen pek çoklarından sonra, son olarak da;

-çingeneler-romanlar-

aslında herkesi, herşeyi, yeri göğü denizi ötekileştirdiğimiz zaman, sonun başlangıcına adım atmış olmuyormuyuz.... beraber bir tas çorbayı paylaştığımız kürt komşumuzu, mahallenin güler yüzlü berberi yorgo amcayı, ramazan akşamlarında hep beraber koştura koştura camiiye gittiğimiz-çocuğumuzun anamızın babamızın dualarını toplayıp da beraber okuduğumuz -başı kapalı- haticeyi, aynı sırada okuyup dirsek çürüttüğümüz-mahallede çember çevirerek,saklambaç oynarak muhteşem çocukluk anıları yarattığımız julyannayı ne zaman bizden ayrı yapmaya başladık acaba, ne zaman öteki oldu....

keşke mümkün olsa da, şu beyin ve vicdan transformasyonunu geri alabilsek..
o zaman ezelden beri "zaten" hep beraber yaşadığımızı, türkiyenin zaten farklı dini, etnik kökenli vatandaşlarla "türkiye cumhuriyeti" olduğunu, ötekileştirdiğimiz dostlarımızla yaşadığımız anların aslında ne kadar güzel günler olduğunu göreceğiz...

tabiki her zaman ulu önder atatürk'ün izindeyiz..tabiki bu ülke için kanını akıtmış şehitlerimizin ruhu şaad olsun..

ama atatürk'ü doğru anlamak gerekmiyor mu, kendisinin de dediği gibi;

"beni görmek demek behemahal yüzümü görmek değildir. benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kafidir."