bugün

entry'ler (117)

blowup

günümüz filmlerine ve oyunlarına da sık sık konu olan bir mevzuyu dile getiren film. çoğu insanın hayalindeki hayatı yaşasanız bile gündelik hayat insanı önünde sonunda bunaltıyor. bu bunalış elbette bir kaçışa sebebiyet veriyor nihayetinde. filmin dikkat çeken güzel yanlarından biri ise çekimlerinin de nuri bilge ceylan'ı aratmaması. bir fotoğrafçıyı fotoğrafçı gözünden göstermek sizi ortamın içine daha iyi adapte ediyor. ayrıca yardbirds'ü görebilmek de gözlerden bir damla yaş akıttı. konserde put gibi durup gitar sapı için çıldıran kitle çok güzeldi, insanların keyif almadığı şeyi bi şekilde topluluk psikolojisiyle metalaştırması ve bunu çer çöp dediğimiz somut şeylere yüklemesi güzel aktarılmış. 50 yıldan fazla olmuş bu film çekileli, bugün hala aynı boku yiyoruz. birtakım kimseler gidip özel star wars figürü alıyor 10000 dolara. neden? en sıkı fanlar bile modern üçlemeden nefret ederken, neden bu üçlemeyle tekrar piyasaya pompalanan çer çöpe tapar hale geliyorlar? 50 yıldır bir sebep bulamamışız demek ki buna. filmin bir başka güzel yani da diyalogları asgari düzeyde kullanması. ana karakterin elinde makinenin olmayışı ile bile anlayabiliyorsunuz neler döndüğünü. bütün işi güzel kadınların fotoğrafını çekip onlarla birlikte olmak olan bir adam bile bıkabiliyor hayatından, antika dükkanının sahibi gencecik bir kız bile bırakıp gidebiliyor her şeyi. bu bıkkınlık elbette kabalığa ve hiçbi şeye değer vermemeye yol açıyor. modellere kötü davranan bir fotoğrafçı, mallarını satmak istemeyen bir antikacı yapıyor sizi. elbette bu kaçış filmdeki gibi soyut bir şekilde kafayı sıyırarak gerçekleşmemeli. herkes kendi kaçışını buluyor sonuçta, birileri nepal'e gidiyor, birileri paris*'e düşüyor, birileri ise aklını yitiriyor. herkes kendi kaçış yolunu bulmalı hayatın üstümüze bindirdiği yüklerden.

ekşi sözlük

arama motorlarında uludağ sözlük diye aratınca en üstte çıkan forum.

altıncı nesil yazar

10 yıl sonra hesabımı bir şekilde kurtarıp aralarına dönerek kutlamak istediğim yazarlardır. şimdi ne bok yiyoruz?

abortion

6 45 yayıncılık tarafından basılan richard brautigan kitabıdır.

dave mustaine

'amına koyduğunuz dünya, amınıza koyacak.' sözünün sahibi.

yazar oldum hevesi

zamanla yokolup giden hevestir.

kadınların piç yerine efendi adam tercihi

'yürüdü gitti, bidaha da onu gören olmadı.' diyebileceğim adamdır.

yaz sıcaklarının sözlüğe etkisi

bira tüketimini arttıracağından mütevellit sözlükteki kafası iyi yazar oranını da eş değerde yükseltecektir.

sözlük yazarlarının itirafları

ben kimseye değer veremiyorum be sözlük. birinin bana manevi anlamda sahip olması beni hep korkutmuştur. yapamıyorum.

sevgiliden ayrılmak

ne demiş murathan mungan; Sen beni sevmedin ya, ben de gidip herkesi sevdim ve herkese böldüm kendimi.. Herkese az az düştüm ve kimseye yetmedim...

çatal yürekli

korkusuz, yiğit, babacan anlamında kullanılır.

sözlükçülerin formspring sayfaları

http://www.formspring.me/berkaytiley

buyrun efenim, kimler gelmiş, hoşgelmiş.

dumur olaylar

dondurucu soğuktan mütevellit gözlerin kısıldığı, loş ve karlı bir kış günü, kendisine bikaç beden büyük kıyafetler içinde öyle masum duran bir ufaklık ve bir otobüs durağı...

o kadar günahsızdı ki çocuk, bilmiyordu, bilemiyordu elindekilerin ne olduğunu, yada elinde olamayanların. soğuktan titriyordu ama buna aldırış etmiyordu, küçücük bedeni dayanamıyordu böyle amansız bir kış günü bütün gün dışarda o mavi paketlerden satmaya. sahi, neydi onlar ? o buruşturup atılan mendillerden. satıyordu onları. otobüs durağında sabırsız bekleyenlere mendil satıyordu bu çocuk, küçücük elleri yeteri kadar mendil tutamıyordu bile. fazla küçüktü bu yaşta çalışmak için. muhtemelen alkolik bir babası vardı, anneside yoktu. yada abileri tarafından zorlanıyordu bu işe. ama kendi yapmadığı kesindi, zira aldığı paranın ne işe yaradığı hakkında en ufak bi fikri bile yoktu, o kadar masumdu ki üstüne para bile verebilirdi o mendillerin. mendilleri satmaya çabalıyor, kimse almıyor, sıkılıyor ve olduğu yerde zıplıyor, ileri geri gidiyordu çocuk.

oyun sanıyordu belki de olanları, çok kolaydı bu onun için. insanlar bunu farkedince tatlılığına dayanamayanlar mendil almaya başladı. çocuk gülümsüyordu, bir yandan da elleri titriyor ama yine aldırış etmiyor. herkes içinden aynı şeyi düşünüyordu, kimdi bu çocuk ? annesi babası yok muydu ? bu soğukta mendil satmak, akıl karı değildi...

çocuk sıranın başından başlayıp sonuna doğru herkese mendilleri gösteriyor, "bir mendil alır mısınız?" deyip gülümsüyordu. ihtiyaç olmasa bile o havanın soğukluğunu bile delip geçen sıcacık gülümsemesine karşı koyamıyordu insanlar. son bir mendil kalmıştı, çocuk bana yaklaştı pek tabi ve mendil isteyip istemediğimi sordu, ben almadım. otobüs de gelmişti zaten, çocuğun o gülümsemesi son mendil elinde durakta binenleri izlerken silinmişti, neden alınmamıştı o mendil, çok mu zordu onu mutlu etmek ? hayır, sadece bozuk param yoktu, olana da kıyamadım *.

kızların toplumsal meselelere duyarsız olması

acı ama gerçektir. kız arkadaşımla telefonda konuşuyorduk, çok da güzeldi ha. neyse konu bu değil.

telefonda konuşuyorduk, obama türkiye'ye gelmişti ve trafik sıkışıktı, eve geç kalmıştım tabi. obama'nın geldiğini söyledim, "obama ne ya?" dedi, eminim elinde aynası ve ruju vardı o an. e tabi yüzüne kapattım telefonu, bir daha da görüşmedik.

kapı çalıyoo...

kız istemeye giderken dikkat edilecek hususlar

fermuarın açık olmaması.

solcu kızlar

bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanları da vardır, devrimciliği gerçekten siyasi görüşü edinip destekleyenler de. bu cahiller için konuşmak gerekirse, gereksiz, yapmacık ve uzak durulasıdır. madem bi'şey bilmiyosun, "deniz gezmişler ölmez" demenin manası ne lan ?

uzun saçlı erkek

uzun saçlı erkek, uzun saçlı erkektir. bunu bazı kriterlere uygun bulmayan bir güruh varsa, onlara bok yemek düşer bu kadar basit.

günün tek cümlelik özeti

bırak aksın seni de götürsün, hepsi hepsi hayat nasıl olsa.

dön bana

ayrıysanız ve halen birbirinizi seviyorsanız dinlememeniz gereken bir parça, iç burkar.

aşk

zaman çok çabuk geçer sanki
neler olduğunu anlayamadan
sonsuz göğün altında,
hayata kızarken bulursun kendini.

anlatamazsın bunu sanki
bi'şeyler yapmayı denersin
sonsuz göğün altında,
bi'şeyler yazarken bulursun kendini.

duyuşu deyişe dönüştürmek istersin
anlatamazsın olanları,
sonsuz göğün altında,
hayata söverken bulursun kendini.

bitmesini istersin her şeyin
düşmesini beklersin kurumuş bir dalın.
sonsuz göğün altında
salağı oynarken bulursun kendini.

by feel the music.