bugün

kaçınılmaza boyun eğmek

çaresizlik

kancık ağızlı birinin bitmek bilmeyen bağırış çağırışlarıyla uyanmıştım. ailesinden gördüğü ilgi konusunda patalojik bir geçmişi olduğuna inandığım ortanca sendromlu oda arkadaşım yüzümü dürtüyordu.

'uyan hadi'

gözümü bile açmama müsaade etmeden birkaç sefer daha ismimi tekrar etmesi ve bitmek bilmeyen dürtmelerinin kontrolüyle beni sesiyle taciz ettiği yetmiyormuş gibi odadaki diğer çocuklarıda kaldırmış resmen provoke ediyordu. o kadar çok ses vardı ki karmaşa ve gürültü ve.. ve saçmalık.. kontrolden çıkmaya çok müsaitti her şey -kafamın içinde- koridorun diğer ucundaki çocukların gelip de 'ne oluyor beyler' demesine ramak kala, gözlerimi bir bardak suya veya saçma sapan herhangi bir tehdit içeren eyleme karşın açık bırakmak zorunda kalmama istinaden sinirli bakıyordum. cumartesi sabahına gece boyunca içtiğim sigaraların boğazımda biriken balgamıyla uyanınca ekşiyen yüzümü de alıp yine, tükürmek hatta kusmak için lavobaya gitmek üzereydim ki; bağırış çağırışlarla dolu bir sabaha uyanırken bütün bu telaşın sebebinin lanet olası bir kahvaltı olması, beni en az boğazım kadar pis ve acı ve kötü ve solgun yatağımın içine daha çok gömüyordu, kaç gündür çıkmadığım

hayatın.. ta kendisiydi. inmeye bilirdim de o kahvaltıya. fakat gece boyunca düşündüğüm ilk aşkım ya da beni uykusuz bırakan herhangi bir duyguya ya da keyfimi kaçıran her neyse, mahkumken yapabileceğim pek bir şey yoktu ve bu hayata o karmaşanın içinde delirmemek için yapabileceğim tek şeydi direnmemek.

oysa çaresizlik insanı delirtir.

belki de delirmişizdir